KİTAPLAR

Fotoğraf Galerisi

Video Galeri

Günün Fotoğrafı

 

“Yeni Anayasanın Taşıması Gereken Tek Mühür, Milletin Mührüdür”

01.10.2011
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült
“Yeni Anayasanın Taşıması Gereken Tek Mühür, Milletin Mührüdür”

 

24. Dönem 2. Yasama Yılı Açılış Konuşmasının Tam Metni Türkçe | İngilizce

TBMM’nin 24. Dönem 2. Yasama Yılı açılış konuşmasını yapan Cumhurbaşkanı Gül, 13 Haziran 2011 sabahı itibariyle Türkiye’nin en önemli gündem maddesinin yeni bir anayasa olduğunu belirtti ve “Yeni anayasamız esnek ve özgürlükçü bir karaktere sahip olmalıdır” dedi.

Açılış Konuşması
TBMM'ye Geliş

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 24. Dönem 2. Yasama Yılı, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün açılış konuşmasıyla başladı. Cumhurbaşkanı Gül’ü, TBMM'ye gelişinde, TBMM Başkanvekili Mehmet Sağlam askerî törenle karşılandı.

Cumhurbaşkanı Gül, TBMM’de yaptığı konuşmada, bugüne kadar Meclis’te Cumhurbaşkanı olarak yaptığı bütün konuşmalarda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin anlam ve önemi üzerinde durduğunu hatırlatarak, “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin temsil ettiği değerlerin hatırlatılması, hem demokrasimizin niteliklerinin korunması yolunda bugüne kadar sergilenen çabalara sahip çıkmamızı, hem de Meclis’in önünde duran sorunlara büyük bir özgüvenle yaklaşmasını sağlayacaktır “dedi.

Bir demokrasi şöleni ikliminde gerçekleştirilen 12 Haziran seçimlerinin, halkımızın tercih ve özlemlerini güçlü bir şekilde yansıtan bir tablo ortaya koyduğuna işaret eden Cumhurbaşkanı Gül, seçim sonuçlarının, hiçbir tereddüde yer bırakmaksızın muazzam bir başarıyla birkaç saat içinde alınmasını da takdire şayan olarak nitelendirdi.

“HALKIMIZ, 12 HAZİRAN SEÇİMLERİNDE YÜKSEK KATILIM ORANIYLA SİYASET KURUMUNU ONURLANDIRMIŞTIR”

Cumhurbaşkanı Gül, halkımızın, 12 Haziran seçimlerinde yüksek katılım oranıyla siyaset kurumunu onurlandırdığını, siyasetin tüm renk ve eğilimlerinin büyük ölçüde Meclis’te temsil edilmesini sağlayarak, Meclis’e istisnasız bütün sorunların üzerine cesur bir şekilde gitme gücü verdiğini ifade etti.

“PARLAMENTER DEMOKRASİLERDE TALEP VE İTİRAZLARIN YERİ MECLİSTİR”

Cumhurbaşkanı olarak görevinin, halkımızın verdiği her bir oyun gereğinin yerine getirilmesi çağrısında bulunmak olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Gül, “Parlamenter demokrasilerde talep ve itirazların yeri Meclis’tir. Yüce Meclis’e geldikten sonra şüphesiz her siyasi parti, her siyasi çizgi ve her Milletvekili, ortak geleceğimiz, sorunlarımız ve umutlarımız adına, kendi tezlerini ortaya koyacaktır.” diye konuştu.

“13 HAZİRAN 2011 SABAHI İTİBARİYLE TÜRKİYE’NİN EN ÖNEMLİ GÜNDEM MADDESİ YENİ ANAYASADIR”

Cumhurbaşkanı Gül, 13 Haziran 2011 sabahı itibariyle, Türkiye’nin en önemli gündem maddesinin yeni bir anayasanın hazırlanması olduğunu belirterek, istisnasız tüm kesimlerin, yeni bir anayasa yapma iradesi ve düşüncesini taşıdığını vurguladı.

1921 VE 1924 ANAYASALARINDAN ARDINDAN İLK DEFA MİLLET İRADESİNE DAYANAN BİR ANAYASA

Cumhurbaşkanı Gül, konuşmasında milletvekillerine şöyle seslendi: “Aziz milletimiz, siz Değerli Milletvekillerimize uzun süredir özlemini duyduğu, 1921 ve 1924 Anayasalarından beri ilk defa millet iradesine dayanan bir anayasa yapma mesuliyetini ve şerefini tevdi etmiştir. Bu şerefli vazifeyi ifa ederken, büyük bir sorumluluk ve özgüven içinde hareket etmelisiniz. Zira bu süreç, korku, endişe, tahammülsüzlük ve kısır kavgalarla tekemmül ettirilebilecek bir süreç değildir.”

“1982 ANAYASASI MİLLETİMİZİN ULAŞTIĞI SEVİYE NAZARI İTİBARİYLE DAR GELMEYE BAŞLAMIŞTIR”

Yüce Meclisin, Kurtuluş Savaşımızın yapıldığı en zor şartlar altında dahi, sivil bir anayasa yapmaya muktedir olduğuna dikkat çeken Cumhurbaşkanı Gül, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bizzat Gazi Mustafa Kemal’in riyaset ettiği Meclisimizin hazırladığı 1921 ve 1924 anayasalarımızdan sonra yapılan tüm anayasalar, maalesef, demokrasimizin, dolayısıyla milli iradenin askıya alındığı, ara dönemlerin ürünüdür. Böyle bir dönemin ürünü olan ve halen yürürlükte olan 1982 Anayasası da, son yıllarda yapılan çok kapsamlı reformlara rağmen, iç sistematiğini yitirmiş, artık milletimizin ulaştığı demokratik ve ekonomik seviye nazarı itibariyle dar gelmeye başlamıştır.”

“YENİ ANAYASA ESNEK VE ÖZGÜRLÜKÇÜ BİR KARAKTERE SAHİP OLMALIDIR”

Hazırlanacak yeni anayasada vizyon ve yazım olmak üzere iki hususun çok önemli olduğuna dikkat çeken Cumhurbaşkanı Gül, yeni anayasanın esnek ve özgürlükçü bir karaktere sahip olması ve anayasalar üzerinden milletin farklı siyasi çizgilerini zapturapt altına alma, devlet ve millet arasında bir gerginlik oluşturma anlayışından uzak durulmasının esas olduğunu belirterek, “Bununla birlikte, esneklik kuralsızlık da değildir. Çağdaş gelişmelere cevap veren, yeni toplumsal dinamikleri kapsayan ve kapsayabilmeye açık bir esneklikten bahsediyorum. Esneklik, temel ilke ve hassasiyetlerin aşındırılması demek değildir. Tam tersine, temel ilke ve hassasiyetlerin zamana karşı dirençli hale gelmesi için zorunlu bir özelliktir” dedi.

YENİ ANAYASA NASIL BİR ANLAYIŞLA HAZIRLANMALI?

Cumhurbaşkanı Gül, yeni anayasanın toplumsal dinamiklerden yararlanması ve özgürlükçü bir zihniyetle hazırlanması gerektiğini belirterek, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Yeni anayasanın bu anlayışla; -Fazla detaya girmeyen, temel ilkeleri güçlü bir şekilde belirleyen, ancak, detayları kanunlara bırakan, esnek ve ilerlemeye izin veren bir nitelikte tanzim edilmelidir. Bu süreçte, en önemli ölçümüz, evrensel standartlar olmalıdır.

-Temel hak ve hürriyetleri, herkes için, her yönüyle eşit vatandaşlık temelinde güçlendiren ve teminat altına alan bir anayasa olmalıdır. Toplumun her kesiminin bu ülkede “kendisi olarak” yaşama hakkı, anayasal güvenceler altında itina ile muhafaza edilmelidir. Bunu sağlamanın yolu, özgürlükçü bir anlayışla, milletimizin her bir ferdine, siyasi görüşü, meşrebi ve kökeni ne olursa olsun güvenen bir vizyonla hareket etmektir.

-Bütün bu 200 yıllık çabalarımızın kazanımlarını pekiştiren, hepimizin üzerinde mutabık olduğu demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyetimizin temel ilkelerinden taviz vermeyen bir anayasa olmalıdır.

-Bir yandan, devletin bekası konusunda her türlü tedbiri alırken, diğer yandan, devletin, milletin hizmetinde olduğunu unutmayan bir anayasa olmalıdır. Bu bağlamda, vesayeti örtülü bir şekilde başka organlar aracılığıyla sağlamak yerine, çağdaş demokrasilerde olduğu gibi açık bir şekilde halka tevdi eden bir anlayışı hakim kılmalıdır.

-Sadece “hesap soran” değil, aynı zamanda “hesap veren bir devlet” anlayışını yansıtmalıdır. Bu itibarla, çağdaş demokrasilerin şeffaflık ve hesap verilebilirlik gibi en önemli vasıflarını, ruhunda ve lafzında içeren bir anayasa olmalıdır.

-Demokrasinin tüm kurum ve gelenekleriyle ilerlemesine izin verecek, fren ve denge sistemlerini içinde barındırmalıdır. Bu meyanda, güçler ayrılığı, yargı erkinin bağımsızlığı, basın ve ifade özgürlüğü ilkelerine özellikle dikkat çekmek istiyorum.

Netice olarak, yeni anayasamız Türk demokrasisini kurumsallaştıracak tüm hasletleri içinde barındırmalıdır. Zira kurumsallaşmış bir demokrasi, dönemlerden, kişilerden, iktidarlardan bağımsız; sürekli, sürdürebilir ve tutarlı bir demokrasi demektir. Kurumsallaşmış bir demokrasi, konjonktürel akımlardan etkilenmeden, vatandaşlarına demokratik hukuk devletinin icaplarını, her zaman ve her şartta sağlayabilen bir demokrasi demektir.”

“YENİ ANAYASANIN SORUNLARI ÇÖZMEYİ ESAS ALAN BİR USULLE YAPILMASI ELZEM”

Yeni anayasanın yapılmasında normlar kadar, anayasanın yapılma sürecinin de önemli olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Gül, esas kadar usulün de önemli olduğunu belirterek, yeni anayasanın iyi hesaplanmış ve sorunları çözmeyi esas alan bir usulle yapılmasının elzem olduğunu vurguladı.

Cumhurbaşkanı Gül, yeni anayasanın hiçbir özel fikrin, partinin, ideolojinin ve doktrinin mührünü taşımaması, taşıması gereken tek mührün, milletimizin mührü olduğuna da dikkat çekti.

“İÇ BARIŞIMIZI PEKİŞTİRMENİN EN ETKİLİ YOLU, ÜLKEMİZİ BİRİNCİ SINIF DEMOKRASİ HALİNE DÖNÜŞTÜRMEKTİR”

İç barışımızı pekiştirmenin en etkili yolunun, ülkemizi her açıdan birinci sınıf bir demokrasi haline dönüştürmek olduğunun altını çizen Cumhurbaşkanı Gül, demokrasiyi tüm kurum, teamül ve müktesebatıyla benimsediğimiz vakit, ülkemizde gerçek sulh ve huzuru yakalayabileceğimize işaret etti.

“HUKUKUN, İNSAN HAYATINI VE ONURUNU EL ÜSTÜNDE TUTAN BİR ÖZELLİĞİ OLMALIDIR”

Konuşmasında demokrasinin en temel ve vazgeçilmez ilkelerinden birinin de hukukun üstünlüğü olduğunu vurgulayan Cumhurbaşkanı Gül, “Ancak hukuk, siyasî üstünlük mücadelesinin bir aracı da değildir. Hukuk yoluyla siyasî üstünlük sağlamanın, topluma şekil vermenin ve insanları belli bir kalıba sokmanın mümkün olmadığı defalarca görülmüştür. Hukukun, insan hayatını ve onurunu el üstünde tutan bir özelliği olmalıdır. Haksızlık ve adaletsizlik hukuk kılıfına sarılmamalıdır. Hukuk, adalet ilkesini gözetmelidir. Hukuk devleti ilkesinin ve hukukun üstünlüğü idealinin de nihaî hedefi, esasen adalet talebinin karşılanmasıdır. Adalet talebinin karşılanması, devletin bütün organlarının, bu organları oluşturan kurumların ve bu kurumlarda görev yapanların tamamının ortak sorumluluğudur” şeklinde konuştu.

“HUKUKA SIĞINANLARIN UMUTLARININ YIKILMASI, DEVLETE DUYULAN GÜVENİ DE SARSAR”

Yargı mercilerinin, haksızlığa uğradığını düşünenlerin son umut kapısı olduğunu belirterek, hukuka sığınanların umutlarının yıkılmasının, devlete duyulan güveni de sarsacağını bildiren Cumhurbaşkanı Gül, yargı mercilerinin fonksiyonlarını yerine getirirken azamî özen göstermesi, şahsî duygular ve tercihlerin, siyasî ve felsefî görüşlerin yargı kararlarını etkilememesi ve adaletsiz sonuçlara yol açmaması gerektiğini vurguladı.

“YARGININ ÖNÜNDEKİ SORUNLARIN EL BİRLİĞİ İÇİNDE ÇÖZÜMLENMESİ TEMEL ÖNCELİĞİMİZ OLMALI”

Mahkemelerin önünde aşırı iş yükü ve personel eksikliği nedeniyle zamanında sonuçlandırılamayan çok sayıda dosya bulunduğuna da değinen Cumhurbaşkanı Gül, “Tutuklulukların fiili cezaya dönüşmesine ve adaletin tecelli etmesinin gecikmesine sebep olan en önemli hususlardan biri de budur. Söz konusu durum, yargının etkinliğine gölge düşürmektedir. Dolayısıyla, bu sorunların elbirliği içinde süratle çözümlenmesi, temel önceliğimiz olmalıdır” dedi.

Cumhurbaşkanı Gül, konuşmasında demokrasi olmadan güvenlik; güvenlik olmadan da gerçek bir demokrasiden bahsedilemeyeceğini aktararak, “Bu nedenle, demokrasi, terörle mücadele etmenin hem en etkili yolu; hem de kıskançlıkla korumak için en fazla fedakârlık yapmamız gereken değerimizdir.

“TERÖRLE MÜCADELE, AYNI ZAMANDA DEMOKRASİMİZİ KORUMA VE İLERLETME MÜCADELESİDİR”

Son dönemde artan terör eylemleri, sadece güvenlik güçlerimize, masum vatandaşlarımıza, millî birlik ve bütünlüğümüze değil; demokrasimize de kastetmektedir. Bu nedenle, terörle mücadele, aynı zamanda demokrasimizi koruma ve ilerletme mücadelesidir. Tüm milletimize şu mesajı açıkça vermek isterim: Devletin birliği ve bölünmez bütünlüğü, temel siyasi perspektifimiz ve tartışmaya açık olmayan ilkemizdir. Terörün hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Hiçbir şekilde, devletin bütünlüğüne ve milletin varlığına dönük saldırılar, bir hak arayışı olarak sunulamaz. Terör, zerre kadar müsamaha gösterilmeyecek, yok edilmesi gereken bir beladır” dedi.

Terör iklimini yaymaya çalışanların, teröre karşı net tutum takınmayanların, en büyük zararı kendilerine vereceğini kaydeden Cumhurbaşkanı Gül, bu nedenle ülkemizin, terörle mücadeleyi en etkin yollarla ve tereddütsüz sürdüreceğini ifade etti.

“TERÖRİSTLERİ HERKESİN ŞİDDETLE TEL’İN ETMESİ, EN AZINDAN İNSANLIĞA KARŞI BİR NAMUS BORCUDUR”

Cumhurbaşkanı Gül, son dönemde, bölücü terör örgütünün, aralarında kadınların ve bebeklerin de bulunduğu masum insanları hedef alan saldırılarının, insanlık adına utanç verici cinayetler olduğunun altını çizerek, “Söz konusu saldırılar, vicdanları derinden yaralamakta ve tahammül sınırlarını zorlamaktadır. Bu nedenle, şehirlerin merkezinde, hiçbir ayrım gözetmeden kalabalıkları hedef alan teröristleri; fikri, zikri, partisi ne olursa olsun herkesin şiddetle tel’in etmesi, en azından insanlığa karşı bir namus borcudur. Bu süreçte, devletin tüm kurumları ve siyasetin tüm eğilimleri ortak bir hassasiyetle hareket etmek zorundadır. Devlete düşen görev, terörle mücadele için gereken adımları atmak, hukuk kuralları dâhilinde bütün metotları, kendi prensipleri içinde uygulamaktır. Dolayısıyla devletimize sahip çıkmak, devletimizi köşeye sıkıştırmaya veya zafiyete düşürmeye çalışan tertipleri bertaraf etmek hepimizin vazifesidir. Bu vesileyle, vatan ve millet uğruna canlarını feda eden tüm şehitlerimizi rahmet, minnet ve hürmetle anıyor, gazilerimize de şükranlarımı sunuyorum” diye konuştu.

Terörle mücadelede, taleplerini şiddete başvurmadan, demokratik sistem içinde dile getiren vatandaşlarımızı, teröre destek veren, terörü yücelten kesimlerden ayırmanın önemine de dikkat çeken Cumhurbaşkanı Gül, sözlerini şöyle sürdürdü: “Devletimizin şefkat ve hukuk çerçevesinde, suçsuzlara zarar vermeden mücadele etme özeni ile milletimizin basireti ve metanetini, bir zafiyet olarak görenler yanılmaktadır. Teröristler bu politikamızı böyle algıladıkları müddetçe, terörle mücadelemizdeki kararlılık devam edecek ve onlar da sonuçlarına katlanacaklardır.”

“ÇARE, İDEOLOJİK VE ETNİK ODAKLI BİR SİYASİ DİLLE ÇATALLAŞMAYA GİTMEDEN, DEMOKRATİK GELİŞİM YOLUNDA ADIMLAR ATMAKTIR”

Cumhurbaşkanı Gül, kan ve şiddetle hak alma arayışında olanların, atılan demokratik adımların terör sayesinde elde edildiğini zannedenlerin, tarihî bir yanılgı içinde olduklarını vurgulayarak, “Zira şu da iyi bilinmelidir ki, terör olmasaydı, demokratik standartlarda da, ekonomik gelişmişlikte de çok daha ileride bir Türkiye’de yaşıyor olacaktık. Öte yandan, uzun yılların ihmalinin bir sonucu olan demokratik eksikliklerimizden neşet eden Kürt sorununu, ortak değerlerimize ve devletimize sahip çıkan bir anlayışla, yine demokrasi içinde çözebiliriz. Çare, ideolojik ve etnik odaklı bir siyasi dil ile çatallaşmaya gitmeden, demokratik gelişim yolunda adımlar atmaktır” dedi.

Cumhurbaşkanı Gül konuşmasında, tüm siyasî partilere, karşılıklı anlayış, uzlaşma ve itidal tavsiye etti.

“TÜRK EKONOMİSİ SAĞLAM MAKRO TEMELLER ÜZERİNE OTURUYOR”

Bir ülkede istikrar, başarı ve halkın mutluluğunun en önemli göstergesinin, o ülkenin ekonomik performansı olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Gül konuşmasında, Türk ekonomisi, uluslararası ekonomiye ilişkin görüşlerini de aktardı. Küresel risklere rağmen, Türk ekonomisinin sağlam makro temeller üzerine oturduğunu, kamu maliyesinin daha güçlü, borç dinamiklerinin sürdürülebilir, bankacılık sisteminin sağlam, kredi piyasalarının işlevsel ve parasal aktarım mekanizmaları çalışan bir ekonomiye sahip olduğumuzu kaydeden Cumhurbaşkanı Gül, ülkemizin kredi notunun 2009’dan beri üç kez arttırılmasının takdire şayan bir başarı olarak nitelendirdi.

“TOPLAM FAKTÖR VERİMLİLİĞİNİ ARTIRACAK REFORMLARA YOĞUNLAŞMALIYIZ”

Cumhurbaşkanı Gül, Türk ekonomisinin bugün dünyanın on altıncı, Avrupa’nın altıncı en büyük ekonomisi olmasından duyulan gururu ifade ederek, önümüzdeki dönemde, bu olumlu ekonomik tablonun sağladığı altyapı ve özgüvenle, yüksek oranlı büyümeyi gerçekleştirebilmek için, bütün gayretlerimizi toplam faktör verimliliğini artıracak reformlara yoğunlaştırmamız gerektiğini aktardı.

“BİR BİLGİ EKONOMİSİ HALİNE DÖNÜŞMELİYİZ”

Ülkemizin vakit geçirmeden bir bilgi ekonomisi haline dönüşmesi gerektiğine de değinen Cumhurbaşkanı Gül, bu doğrultuda, bilim, teknoloji, eğitim, araştırma, geliştirme ve inovasyon alanında devlet-üniversite-özel sektör işbirliğinin arttırılması kilit rol oynayacağına işaret etti.

“KADINLAR BEŞERİ HAYATIN TÜM ALANLARINA ETKİN BİR ŞEKİLDE KATILMALI”

Konuşmasında, eğitimin önemine de değinen Cumhurbaşkanı Gül, sağlıklı bir toplum ve ekonominin, ancak, kadınların siyaset dâhil beşeri hayatın tüm alanlarına etkin bir şekilde katılımıyla mümkün olacağını da vurguladı. 12 Haziran seçimleri neticesinde Meclis’teki kadın milletvekili sayısının kayda değer bir şekilde artmasından duyduğu memnuniyeti ifade eden Cumhurbaşkanı Gül, Yeni Yasama Yılı’nda kadın milletvekillerinin de büyük katkısıyla, kadına yönelik şiddet ve kızların eğitim sorunu gibi meselelerin çözülerek ülke gündeminden çıkarılmasını temennisinde bulundu.

ORTA DOĞU VE KUZEY AFRİKA’DA TARİHÎ BİR DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM SÜRECİ

Cumhurbaşkanı Gül, dış politika bakımından son derece hareketli ve tarihi bir dönemden geçildiğini, geçen yıldan bu yana, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da önümüzdeki on yıllara damgasını vuracak tarihî bir değişim ve dönüşüm süreci yaşandığına işaret etti.

Bölgedeki değişim ihtiyacına, 2003 yılında Tahran’da düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda yaptığım konuşmada dikkat çektiğini vurgulayan Cumhurbaşkanı Gül, “O gün, meslektaşlarıma, mevcut yönetimlerin, bölge halklarının meşru taleplerine cevap vermekte yetersiz kaldığını ifade etmiş; bu şartlar altında halkın tepkisinin veya dış müdahalenin önüne geçmek için herkesin kendi evini düzene koyması ve samimi reformlar yapılması gerektiğini anlatmıştım” dedi.

“BU MÜCADELE, ÖZGÜRLÜK VE ADALET KADAR, MİLLÎ ONUR VE ÖZGÜVENİN YENİDEN KAZANILMASI MÜCADELESİDİR”

Yıllarca, baskı, korku, işgal, yoksulluk ve yolsuzluğun kıskacında acı çeken bölge halklarının, nihayet geleceklerini kendi ellerine almaya ve tarihi yakalamaya karar verdiklerini kaydeden Cumhurbaşkanı Gül, “Bu mücadele, özgürlük ve adalet kadar, millî onur ve özgüvenin de yeniden kazanılması mücadelesidir. Bölge halkları, yaşadıkları tarihi dönüşüm sürecinin başarıya ulaşması için, bir ilham kaynağı olarak gördükleri Türkiye’yi yakından takip etmektedirler. Dost ve kardeş bölge halklarının bu tarihi ve şerefli mücadelesinde, Türk milletinin yanlarında olduğunu bu kürsüden bir kez daha ilan etmek istiyorum. Ülkemizin bu anlayışla yaptığı, ekonomik, siyasi ve askeri katkılar gerçekten takdire şayandır. Bu vesileyle, önce, Libya’daki 25 bin vatandaşımızın ve çok sayıda yabancının tahliyesinde, bilahare, icra edilen NATO operasyonlarında gösterdikleri üstün başarı ve fedakâr çalışmalardan dolayı, tüm sivil ve askeri makamlarımızı kutluyorum” dedi.

“HALKINA BASKI VE ŞİDDET KULLANMAYA DEVAM EDEN SURİYE YÖNETİMİ’NE ARTIK GÜVENİMİZ KALMAMIŞTIR”

Cumhurbaşkanı Gül, Suriye’nin, bölgedeki gelişmeleri doğru tahlil etmekte geç kaldığını kaydederek sözlerini şöyle sürdürdü: “Türkiye olarak, her zaman Suriye halkının mutlu, Suriye devletinin ise güçlü olmasını istedik ve bu doğrultudaki politikaları samimiyetle yürüttük. Ne var ki, Suriye yönetimi nezdindeki açık ve kapalı tüm girişimlerimize rağmen, ülkede kardeş kanı akmaya devam etmektedir. Kendi halkına karşı baskı ve şiddet kullanmayı sürdüren Suriye Yönetimi’ne artık güvenimiz kalmamıştır. Türkiye her halükarda, kadim dostu Suriye halkının yanında olacaktır.”

Şİİ-SÜNNİ AYRIMI KONUSUNDA İSLAM DÜNYASINA ÇAĞRI

Bölgede Sünni-Şii ayrımı ekseninde içten içe derinleşen büyük bir tehlikenin bulunduğuna da değinen Cumhurbaşkanı Gül, bölgenin enerjisini ve kaynaklarını heba edecek bu tehlikeli sürece engel olunması gerektiğini vurguladı.

Cumhurbaşkanı Gül: “Buradan, İslam dünyasında böylesi ilkel bir ayrışmadan nemalanmaya çalışan kötü niyetli güçlerin kışkırtmalarına alet olan tüm yönetimlere ve örgütlere de seslenmek istiyorum: İslam dünyasını, 21. Yüzyıl’da adeta Orta Çağ Avrupa’sının karanlıklarına döndürecek bir sürece izin vermeyiniz!” diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Gül, Filistin halkının kendi devletinin tanınması yolunda verdiği mücadeleye ülkemizin sağladığı desteğin, Filistin’le olan kardeşlik bağlarımızın ve tarihî mesuliyetimizin bir gereği olduğunu kaydetti.

“İSRAİL, TALEPLERİMİZ İÇİN ADIM ATMADIĞI MÜDDETÇE, İLİŞKİLERİMİZİN NORMALLEŞMESİ SÖZ KONUSU DEĞİLDİR”

Bölgedeki yeni siyasi iklimi en dikkatli takip ve analiz etmesi gereken ülkenin İsrail olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Gül, “Zira bölgedeki demokratik ve demografik dinamikler İsrail’in aleyhine gelişmektedir Başkenti Kudüs olan bağımsız ve onurlu bir Filistin devletinin kuruluşunu, işgal, zorbalık ve toprak gaspıyla engellediği; işgal ettiği Arap topraklarından çekilmediği sürece, İsrail’in gerçek barış ve güvenliğe ulaşması imkânsızdır. İsrail’in stratejik bir yaklaşım sergilemediği bir başka konu da ülkemizle ilişkileridir. İsrail, haklı taleplerimiz bağlamında gerekli adımları atmadığı müddetçe, ilişkilerimizin normalleşmesi söz konusu değildir” dedi.

Cumhurbaşkanı Gül, 2011 yılının, dost ve kardeş Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarının yirminci yıldönümü olduğunu hatırlatarak, “Türk Cumhuriyetlerindeki kardeşlerimizin, önümüzdeki yıllarda daha güçlü devletler ve demokratik toplumlar olarak, nice büyük başarılara ulaşmalarını samimiyetle temenni ediyorum.”dedi.

TÜRK CUMHURİYETLERİNİN BAĞIMSIZLIKLARININ YİRMİNCİ YIL DÖNÜMÜ

Ülkemizin dünya barışına katkı yapma yönündeki iradesi ve artan etkinliğinin tüm dünyada takdirle karşılandığını belirterek, bu bağlamda, birçok karmaşık sorunun çözümünde ülkemizin katkılarının fark yaratmasından duyduğu memnuniyeti ifade eden Cumhurbaşkanı Gül, “Türkiye’nin, Kafkaslar, Balkanlar, İran, Irak, Afganistan, Pakistan, Lübnan, Filistin ve Somali’yle ilgili pek çok meselede, öncülük ettiği ya da katıldığı diyalog ve işbirliği süreçleri, bu bölgelerdeki barış ve istikrar çabalarına en anlamlı katkıyı yapan mekanizmalar haline dönüşmüştür. Diğer taraftan, ülkemizin artan imkân ve kabiliyetlerini küresel bir sorumluluk anlayışı içinde kullandığı bir başka alan da, küresel kalkınma çabalarına verdiği destektir. Bu çerçevede, Birleşmiş Milletler’in kalkınma alanındaki en temel forumlarından biri olan En Az Gelişmiş Ülkeler Zirvesi’ne ev sahipliği yapmış olmaktan büyük memnuniyet duydum” dedi.

KÜRESEL KALKINMA ÇABALARINA VERİLEN DESTEK

“Somali kampanyasına büyük şevkle katılan halkımızı en içten duygularımla tebrik ediyorum” diyen Cumhurbaşkanı Gül, Son dönemde Endonezya, Haiti, Pakistan ve Japonya’daki pek çok doğal ve çevre felaketlerin boyutlarının çoğu kez en güçlü devletlerin dahi altından kalkamayacakları nitelikte olduğunu, bu nedenle de, geçen yıl yapılan BM Genel Kurulu’nda, açlık, kuraklık, salgın hastalıklar ve doğal afetlerle mücadele etmek için “Küresel Acil Mukabele Yeteneği” kurulması çağrısında bulunduğunu, BM Genel Kurulu’nun da Haziran ayında kabul ettiği bir kararla “HOPEFOR” adıyla bir gücün ihdas edilmesi sürecini başlattığını aktardı.

“AB’YE KATILIM KONUSUNDAKİ KARARI SADECE AB HALKLARI DEĞİL, TÜRK HALKI DA VERECEKTİR”

Konuşmasında, küresel ağırlık merkezinin Asya’ya doğru meylettiği, Arap baharı nedeniyle demokratik genişlemenin Avrupa’nın doğusu ve güneyine doğru kaydığı bir ortamda, Avrupa Birliği’nin bu içe kapanıklığının, ileride ciddi stratejik maliyetlere yol açmasının kuvvetle muhtemel olduğunu kaydeden Cumhurbaşkanı Gül, “Avrupa Birliği’yle münasebetlerimiz bağlamında, daha önce de değişik vesilelerle tekrarladığım gibi, stratejik önceliklerimizden asla taviz vermeden, müzakereler konusunda üzerimize düşenleri kararlılıkla yerine getirmeliyiz. Zira bugün ulaştığımız ekonomik istikrar ve gerçekleştirdiğimiz demokratik reformlarda Avrupa Birliği müzakere sürecinin çok önemli katkıları olduğunu unutmayalım. Netice olarak, tıpkı Norveç gibi müzakereleri başarıyla tamamlamamıza imkân verilmesini muhataplarımızdan kararlılıkla talep etmeliyiz. Unutmayalım ki, müzakere süreci tamamlandığında, Avrupa Birliği’ne katılım konusundaki kararı, sadece AB halkları değil, Türk halkı da verecektir. Bu arada, pek çok Avrupa Birliği üyesinin arkasına sığındığı Kıbrıs sorununda, uzlaşma iradesinden yoksun tarafın, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi olduğu herkes tarafından bilinmelidir” şeklinde konuştu.

“AB, GÜNEY KIBRIS RUM KESİMİNİ KABUL ETMEKLE KENDİ İLKELERİNİ İHLAL ETMİŞTİR”

Adanın birleşmesi için yürütülen müzakerelerde Türk tarafı olarak her türlü çabanın gösterildiğini ifade eden Cumhurbaşkanı Gül, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Tüm uluslararası camianın desteklediği Annan Planı’nı reddetmelerine rağmen, Rum tarafı Avrupa Birliği’ne üye olabildi. Bu süreçte pek çok önde gelen AB ülkesinin, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Avrupa Birliği’ne Adanın tamamını temsil etmeden, eksik girdiğine dair yayınladıkları deklarasyon ve beyanlar hâlâ arşivlerdedir. Esasen Avrupa Birliği, ilk defa, kendi iç sorunlarını çözmemiş, ülkesinin tamamını temsil etmeyen bir yönetimi bünyesine alarak, kendi ilkelerini ihlal eden bir politika izlemiştir. Şimdi, böyle bir “yarım yönetim”in, 2012’nin ikinci yarısında Avrupa Birliği’ne Başkanlık yapıyor duruma gelmesi, Avrupa Birliği’nin zafiyetini gösterecektir. Bu, Avrupa Birliği tarafından da sorgulanması gereken bir husus olmalıdır. Çok daha önemli bir nokta ise, Avrupa Birliği’nin tüm bu olup bitenleri normal gibi görmesinin, müzakerelerin sürdüğü bir ortamda, Rum yönetiminin çözüm için hiçbir mecburiyet hissetmemesine yol açmasıdır. Bunun da, Avrupa Birliği’ni çözümsüzlüğün en büyük cesaretlendiricisi durumuna düşürdüğü aşikârdır. Bu şartlar altında, korkarım ki, Avrupa Birliği, adada birleşmeyi tamamen imkânsız kılacak bir sürecin başlamasının müsebbibi olacaktır. Böyle bir sürecin doğurabileceği neticeleri, herkesin er ya da geç kabullenmek zorunda kalacağını şimdiden hatırlatmak isterim. Son olarak, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de tüm millî çıkarlarını korumak için gereken her türlü tedbiri alacağından da hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır.”

Cumhurbaşkanı Gül, konuşmasının sonunda, yeni dönemin milletimiz ve devletimiz için hayırlar getirmesi temennisini de dile getirdi.

Tüm Haberler

Yazdır Paylaş Yukarı