Project Syndicate

22.05.2012
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

Son dönemde Türkiye uluslararası ekonomik ve siyasi tartışmaların ön planında yer alıyor. Türkiye, bir yandan komşu Avrupa’yı saran ekonomik krize rağmen, hala Çin’in ardından dünyanın en hızlı büyüyen ikinci ekonomisi. Diğer yandan –Irak ve Afganistan’dan Somali, İran, Arap Baharı’na ve sürdürülebilir kalkınmadan medeniyetlerarası diyaloğa kadar-  küresel gündemde Türkiye’nin görünür rol oynamadığı tek bir konu bile yok. 

Bu oldukça yeni bir fenomen. On yıl öncesine dek, Türkiye, sadık bir NATO müttefikinden öte bir şey sayılmazdı. Bu durumun siyasi istikrarın doğduğu 2002’den itibaren değişmeye başlaması, daha güçlü Türkiye vizyonuna ve bu vizyonu gerçekleştirmek için kesin kararlılığa yol açtı. 

Bu maksatla Türkiye’nin hükümetleri 2002’den beri cesur ekonomik reformlar uyguladı, bunlar sürdürülebilir büyümenin önünü açtı ve 2008’de patlak veren mali krize karşı güvenlik duvarı çekti. Bunun sonucunda, 10 yıldan kısa bir süre içinde, GSYİH üç katına çıktı, Türkiye dünyanın 16’ıncı büyük ekonomisi haline geldi. Yanı sıra, ülke güçlü kamu maliyesi, sağduyulu para politikası, sürdürülebilir borç dinamikleri, sağlam bankacılık sistemi ve iyi işleyen kredi piyasasının faydasını gördü. 

Bu arada uzun süredir güvenlik kaygılarına feda edilmiş bireysel özgürlüklerin çapını genişlettik. Sivil-asker ilişkilerini düzene koyduk, sosyal ve kültürel hakları garanti ettik, etnik ve dini azınlıkların sorunlarıyla özellikle ilgilendik. Bu reformlar, Türkiye’yi hem kendiyle barışık hem de dış çevresini başka bir ışık altında gören canlı bir demokrasi ve daha istikrarlı bir topluma dönüştürdü.

Tek kelimeyle, coğrafi bölgemizi ve tarihimizi bir kötü kader veya dezavantaj olarak görmekten vazgeçtik. Tam tersine, Avrupa, Asya ve Ortadoğu’nun kesişim noktasında bulunmamızı, çok sayıda oyuncuyla eşzamanlı iletişim kurma fırsatı olarak gördük. 

Bunun sonucunda komşu coğrafya ve ötesindeki ülkelere ulaştık. Siyasi diyaloğu yaymaya, ekonomik dayanışmayı geliştirmeye, kültürel ve sosyal anlayışı güçlendirmeye çalıştık. Ve bu kadar iddialı bir politika hakkında kesin değerlendirme yapmak için 10 yılın kısa bir süre olmasına rağmen, şüphesiz ki, hatırı sayılır yol kat ettik. Mesela, sırf komşularımızla ticaret hacmimizi dörde katladık. 

Pek çok meselede barış ve uzlaşmanın tesisi açısından etkili rol oynadık. Ama budan da önemlisi, Türkiye, çevremizdeki pek çok ülkenin örnek almak istediği bir başarı modeli haline geldi. 

Oysa bir-iki yıl öncesine dek bazı siyasi uzmanlar, “Türkiye’yi kim kaybetti?” veya “Türkiye nereye gidiyor?” gibi sorular soruyordu –buradaki varsayım Türkiye’nin dış politika ekseninin Batı’dan uzağa kaydığıydı. Türkiye’nin dış yönelimi aslında sabit kalmıştır, zira hür dünya ile paylaştığımız ortak değerlere dayanmaktadır. Değişen, bölgemizde daha fazla istikrar ve insan refahı garanti etme çabalarımızda daha kararlı ve kendine güvenli olmamızdır. Bu kararlılığımız, sadece kendimiz için değil, başkaları için de özgürlük, demokrasi ve hesap verme sorumluluğunun sözcülüğünü yapmamızdan bellidir. 

Bu yaklaşımın yansımasını, Türkiye’nin başından beri en büyük destekçisi olduğu Arap Baharı’nda görebilirsiniz. Hakları ve onurları için mücadele edenlerin yanında yer almakta bir an bile tereddüt etmedik. Gerçekten de, Tunus, Mısır, Libya ve Yemen gibi kurumsal değişim girişiminde bulunan ülkelerin en faal ortağı olan Türkiye, onlarla kendi deneyimini paylaşıyor, ekonomik işbirliği ve siyasi kapasite inşasında onlara somut yardımlarda bulunuyor.

Öte yandan Suriye’de, rejimin muhalifleri acımasız biçimde bastırması sebebiyle devrim henüz meyvelerini vermedi. Orada her gün çok sayıda insan onurları için hayatını kaybediyor. Türkiye Suriye’deki insanların acılarını hafifletmek için elinden geleni yapmaktadır. Maalesef uluslararası toplum bir bütün olarak krize etkili bir tepki gösterememiştir. 

İran’ın nükleer programıyla ilgili Türkiye’nin tutumu da aynı şekilde nettir: Bölgemizde kitle imha silahlarının varlığına kesinlikle karşıyız. Kitle imha silahı elde etme ya da geliştirme girişimleri bölgesel bir silahlanma yarışı tetikleyebilir ve bu da daha fazla istikrarsızlık ile uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehditlere yol açar. Bu yüzden, hem İran hem de İsrail dâhil olmak üzere, Ortadoğu’da kitle imha silahsız bölge kurulması çağrısı yaptık her zaman. 

İran’ın barışçı amaçlarla nükleer enerji kullanma hakkını destekliyoruz. Ama İran’ın programı şeffaf olmalı ve liderleri programın doğasının askeri amaçlı olmadığına dair uluslararası topluma teminat vermeli. Buradaki kilit unsur, her iki tarafın arasında bulunan güven boşluğunun kapatılması ve anlamlı bir diyalog süreci yolunun açılmasıdır. Biz de, İran ile uluslararası toplum arasında yeniden başlayan müzakerelerin nisandaki açılış görüşmesine ev sahipliği yaptık. 

Açık konuşalım: Bu soruna askeri çözüm yoktur. Askeri müdahale, eldeki sorunu daha da karmaşık hale getirirken, bölgemizde ve ötesinde yeni çatışma alanlarının oluşmasına neden olur. 

Bu ve diğer meselelerde, Türkiye, ‘erdemli bir güç’ olarak hareket etmek için çaba sarf etmektedir. Bu da milli çıkarlarımızı adalet, demokrasi, insan onuru gibi değerlerle aynı hizaya getirmemizi ve dış politika hedeflerimize baskı kurarak değil, karşılıklı işbirliği yoluyla ulaşmamızı gerektirmektedir. 

Bu vizyonun kilit önemdeki boyutu, etkin bir çok taraflılıktır. Türkiye, 2009-10 döneminde BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği yapmasının ardından 2015-206 dönemi için de üyelik arzulamaktadır. Dünyanın bizim bulunduğumuz bölgesindeki gelişmelerin büyük önem arz ettiği düşünüldüğünde, Türkiye Konsey’e çok değerli katkılarda bulunmayı vaat etmektedir.

Aynı zamanda 2015’te G20’nin dönem başkanlığını devralacağız. G20’nin küresel yönetimin daha etkili bir organı haline gelmesi için elimizdeki olanak ve yetkinliği kullanmayı taahhüt ediyoruz. 

Türkiye son 10 yıldaki iç dönüşümü sayesinde bölgeye ve dolayısıyla küresel topluma faydalı olmak için ideal bir konuma gelmiştir. Şimdiden çok şey başardık ama bizden daha da fazlası bekleniyor. Çevremizdeki meydan okumalar ve bölgenin dünya olaylarında oynadığı merkezi rol düşünüldüğünde, Türkiye yeni sorumluluklar üstlenmekten çekinmeyecektir.

Yazdır Paylaş Yukarı