Foreign Policy

01.05.2012
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

Mülakatı yapan: Benjamin Pauker

 Türkiye’nin ilk açıkça dindar Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ülkesinin Arap dünyasında filizlenen yeni İslami demokrasiler dalgası için bir model olabileceğine inanıyor. Fakat Gül’ün Tahrir meydanındaki devrimden sadece günler sonra Mısır’a ayak bastığı sıralarda çok umutlu olan bölgenin tansiyonu bugünlerde yüksek: İsrail ile İran arasında patlak vermeye hazır bir çatışma ve Suriye’deki şiddet.

Arap Baharı ülkelerinde işlerin negatif yöne gideceğini sanmıyorum. Eğer Türkiye’ye bakacak olursanız, demokrasinin temel prensiplerinin ve kurallarının uzun yıllardan beri var olduğunu görürsünüz. Fikir özgürlüğü ve çoğulculuğunu hep savunduk. Fakat Arap ülkeleri uzun bir süre boyunca kapalıydılar: içe dönüklerdi, ve kendi halklarına karşı son derece sert olan diktatörlerin yönetiminde acı çekiyorlardı. İşte bu sebeptendir ki, bu ülkelerdeki muhalefet daha radikal oldu. Örnek vermek gerekirse, Tunus Başbakanı hayatının 10 yılını hapiste geçirmişti – bu yeni liderlerin pek çoğu son 10 – 15 yıl içinde hapislerdeydiler. Fakat bu insanların hiç birinde bir rövanşizm görmüyorum. Geçmişe bakmıyorlar; geleceğe bakıyorlar.

Amerika’nın bu demokratik dönüşümlere açık desteği halkın, ve özellikle de gençlerin, çok takdirini kazandı. Bu ahlaki destek, Amerika’nın daha önce negatif olan algısına da katkıda bulundu. Uzun yıllar boyunca bu bölgede Batı’nın desteklediği otoriter rejimler vardı. [Batı’ya ilişkin] bu duygular bir gecede ortadan kaybolmayacaktır.

Türkiye, Suriye’de barışçıl bir dönüşümü cesaretlendirmek için çok çaba harcadı. Esad’ın babasının zamanında internet yoktu, Facebook yoktu, Twitter yoktu. Farklı bir dünyaydı. Beşşar Esad’a bunlardan bahsettim; devrin değiştiğini ve işleri bu şekilde yönetemeyeceğini söyledim. Bugün, bütün bu kanlı sürecin ardından, geri dönülemeyecek bir noktaya geldik. Ancak Rusya ve İran [Beşşar Esad’a] destek vermeye devam edemezler. Uluslararası topluma katılmalı ve krizi çözmek için birlikte hareket etmeliler.

İran’ın nükleer güç geliştirme arzusunu anlayabiliyorum. Fakat nükleer silah yapmayı planlayıp planlamadıkları noktasında hiçbir şey söyleyemem. Bu konunun diplomasi ile çözülmesi gerektiğine inananlardanım. İsrail’in savaş söylemlerini yanlış buluyorum. Bir ülkeyi sevelim veya sevmeyelim, her ülkenin bir onuru ve milli duyguları vardır. İsrail tarafındaki tehdit algısını tabii ki görmezden gelmiyorum, fakat meselelere daha da geniş bir perspektiften bakmak çok önemli.

Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler sadece bizim hükümetimiz yüzünden gerilmedi. Bu çok yanlış bir algı olur. Olan şuydu: bir insani yardım gemisine kıyıdan 72 mil açıkta, uluslararası sularda saldırıldı ve 9 Türk öldürüldü. Bu unutabileceğimiz bir şey değil. Ve İsrail yapması gerekenleri yapmadığı sürece ilişkilerin normalleşmesi beklenemez.

İsrail dostlarının değerini gerçekten takdir edemiyor. Ve şu an İsrail’i yönetenler uzun vadeli bir bakış açısına sahip değil gibi görünüyorlar. Daha çok kısa vadeli taktik bir bakış açısı ile meşguller. Sanırım esas problem burada.

Yazdır Paylaş Yukarı