The Christian Science Monitor

29.05.2012
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült
The Christian Science Monitor

 

Abdullah Gül, Türkiye Cumhurbaşkanı. Bu ay başında Chicago'daki NATO zirvesi için ABD'ye düzenlediği ziyaret sırasında Global Viewpoint Network editörü Nathan Gardels kendisiyle bir mülakat yaptı. Mülakatta Gül, Mısır'ın "tüm inançlara saygı" temelinde laikliği benimsemesi gerektiğini, Suriye'deki şiddetin sona erdirilmesinde Rusya'nın önemli bir rol oynadığını ve Moskova'nın yapıcı davranmak zorunda olduğunu, dünyadaki ekonomik gücün kaydığını söyledi. 

(The Christian Science Monitor) Nathan Gardels: Gelişen güçlerin hızlı yükselişi nedeniyle Amerika öncülüğündeki küreselleşme, "Batılı olmayan modernite" ve çoğul kimliklerin bağımlılığı ile tanımlanan yeni bir döneme giriyor. Dünyada en hızlı büyüyen iki ekonomi zenginleşirken bazı eski Konfüçyüsçü yolları gözden geçiren Çin ve İslamcı eğilimli bir parti tarafından yönetilen laik devlet Türkiye. Eski Osmanlı İmparatorluğu'ndan baktığınızda bu değişen dünyayı nasıl görüyorsunuz?  

Sayın Cumhurbaşkanı: Bugün gördüğümüz şey, bir çemberin kendini tamamlaması. Birkaç yüzyıl önce Çin, dünyadaki en önemli ekonomiydi. Sonra sanayi devrimi oldu ve İngiltere ilerledi, onu ABD izledi. Şimdi, bir kez daha, dünyadaki ekonomik çekim merkezi, olduğu yere geri dönüyor. Daha fazla zenginlik diğerlerine yayılıyor. Pek çok güç merkezi bulunan çoğul bir dünyada yaşıyoruz. Artık kimlikler, "Batılı" veya "Müslüman" veya "Çinli" diye sıralanamaz.

Dediğiniz doğru, modernite denen şey, artık sadece Batı'ya ait değil. İslami bir toplumun değerlerine uyacak şekilde biçimlendirdik, tıpkı Çinlilerin ekonomik refah, bilim ve teknolojiyi eski medeniyetlerinin değerlerine uydurdukları gibi. Ama aslında daha felsefi bir bakış açısıyla, modernite kavramının kendisinin tartışılabilir olduğunu söyleyebilirim. Temel değerlerden söz etmeliyiz: Sosyal adalet, eşitlik, inançlara, dillere ve diğerlerine saygı.

Meseleye bu şekilde yaklaştığınızda ve insanlara değerlerinin yaşamlarını iyileştirecek yeni yollarla ve araçlarla çelişmediğini anlattığınızda, gelişme sürecini sahiplenirler. Güvenlerinden ve dünyaya kendi koşullarında açılma isteklerinden daha fazla refah doğar. Bu sahiplik hissiyatı nedeniyle, demokrasi fikri daha da kök salar. Kolaylıkla yerinden oynatılamaz, çünkü halk ve yönetim emellerinde ortaktır.

Bugün Türkiye'de izlediğimiz reform yolu bu. Sanırım Çin'in ve mevcut zorluklarına rağmen Rusya'nın, bizim anladığımız şekliyle demokrasiye ilerlediğini göreceksiniz. Hukukun üstünlüğüne uyan ve hesap verebilir iyi bir yönetim.

Şayet "modern olma" fikri, otoriter araçlarla yukarıdan dayatılırsa işe yaramaz. Bu, toplum mühendisliğine tekabül eder. Buna direnç gösteriliyor, çünkü Batılı değerleri ithal ettiği düşünülüyor. Bu tepkiyi, bölgedeki otoriter "modernleştiricileri" deviren Arap Baharı ayaklanmalarında açıkça görüyoruz. Araplar şimdi değerlerine uygun kendi yollarını arıyorlar.

The Christian Science Monitor : Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu yılın başında Kahire'de yaptığı bir konuşmada, Müslüman Kardeşler'e ve yeni demokrasilerinde iktidar için yarışan diğerlerine, Türkiye'nin hızlı ekonomik gelişmesinin temeli olan "laiklikten korkmamalarını" söyledi. İslami eğilimli partinin laik bir çerçevede yönettiği Türkiye'nin sistemi, anayasalarını yaparken Mısır ve diğer Arap ülkeleri için bir şablon mu?

Sayın Cumhurbaşkanı: Arap ve Mağrip ülkelerinin talihsizliği, laiklik yorumlarının, bir tür dinsizlik dayatan "Jakoben" bir model olan Fransa modeline dayanması. Bölgedeki Müslüman toplumlara laiklikten bahsettiğinizde, bu ima nedeniyle yanlış anlaşılıyor. Pratikte, laikliğin Arap ve Mağrip ülkelerinde uygulanması, laiklik adına İslam'a karşı savaşılması anlamına geliyor. Dolayısıyla bu hassasiyeti anlamalıyız. 

Öte yandan, Birleşik Devletler veya Birleşik Krallık'ta uygulandığı gibi laikliğin Anglo-Sakson yorumunu kullanırsanız bu, insanların kendilerini rahat hissetmeleri gereken bir şey. Anlamı, devletle dinin ayrılması, devletin tüm dinlere eşit mesafede durması ve tüm inançların vasisi olarak davranması. Bütün inançlara saygıya ve pek çok inancın bir arada var olmasına dayanıyor. 

Mısır veya Tunuslu liderlerle konuşmalarımdan size şunu söyleyebilirim ki dini kimliği olanlar da     dahil, çok açık fikirliler ve laik yönetime dair bu Anglo-Sakson anlayış konusunda rahatlar.

Türkiye'de yaptığımızın temel özgürlüklere odaklanmak olduğunu anlıyorlar. Birinin dinini ifa etme özgürlüğü, özgürlüklerin en temel olanıdır. Engelleri kaldırıyoruz, hepsi bu.   

The Christian Science Monitor: Türkiye, AB üyeliği yörüngesindeyken Avrupa Birliğinin taleplerinden birinin "ordunun sivil yönetime tabi kılınması" olması ironik. Şimdi pek çokları, Türkiye'de laikliği güvence altına alan "derin devlet" generallerinin yargılanmasını, laikliğe örtülü bir saldırı olarak eleştiriyor. Buna ne diyorsunuz?

Sayın Cumhurbaşkanı: Savcıların söylediği şey, bu davaları mahkemeye taşımak için ellerinde güçlü kanıtlar olduğu. Bu kişilerin sivil hükümete karşı bir darbe düzenleme çabası içinde olduğunu iddia ediyorlar. Bildiğiniz gibi, modern Türkiye tarihi neredeyse her 10 yılda bir, ordu darbelerine tanık olmuştur. Bu dikkate alındığında, savcıların iddiaları hiçe sayılamaz. Her halükarda bu davalar şu anda devam ediyor ve kimin suçlu kimin masum olduğunu söyleyecek konumda değilim. Sadece bir an önce davaların sonuçlandırılmasını umuyorum.        

The Christian Science Monitor: Türkiye, İran ile Batı arasında ara buluculuk yaptı. Şimdi katı yaptırımlar uygulanıyor ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) Başkanı, İran'ın denetimlere açık olmaya daha istekli olduğuna inanıyor. İyimser misiniz?    

Sayın Cumhurbaşkanı: Her şeyden evvel, bu sorunun tek çözümünün, savaştan bitkin düşmüş bir bölgeyi tutuşturacak askeri bir eylem değil, diplomasi olduğunu söylemeliyim. Bu ne kadar çabuk olursa o kadar iyi olur, çünkü Orta Doğu'nun üzerinden büyük bir yükü kaldıracaktır. 

2010'da Türkiye ile Brezilya, İranlıları zenginleştirilmiş uranyumun yarısını ülke dışına nakletmeye ikna etti, böylece silahlanmada kullanılamayacaktı. O sırada bin kilo zenginleştirilmiş uranyumları vardı. Anlaşılamayan sebeplerle bu anlaşma gerçekleşmedi ve bu, İran'ın suçu değildi. Dolayısıyla fırsat kaçırıldı. Şimdi üç bin kiloları var.

Geçen ay İstanbul'da 5+1 toplantısı vardı ve İran bizim ısrarımızla katıldı, çünkü ilgili tüm ülkeler ilerleme kaydetmiyordu. Bu toplantı oldukça olumlu geçti ve Bağdat'taki 23 Mayıs toplantısının yolunu açtı. Her iki tarafın bu defa iyi niyetli davrandığına dair iyi işaretler var. 

Türkiye'nin İran'ın nükleer programı konusundaki konumu ise tamamen açıktır: Bölgemizde kitle imha silahlarının varlığına kesin olarak karşıyız. Bu silahları geliştirme veya elde etme girişimleri, bölgesel bir silah yarışını tetikleyebilir ve bu da daha fazla istikrarsızlığa yol açar. Bu nedenle her zaman Orta Doğu'da, İran ve İsrail de dahil, kitle imha silahlarından arınmış bir bölge kurulması çağrısında bulunduk.

İran'ın barışçıl amaçlarla nükleer enerji kullanma hakkını destekliyoruz. Ancak İran'ın programı şeffaf olmalı ve liderleri, uluslararası toplumu askerî olmayan niteliği konusunda temin etmeli. 

The Christian Science Monitor: Bu hafta başında Chicago'daki NATO zirvesinde yaptığınız konuşmada, uluslararası toplumun Suriye'deki katliamı durdurmak için yeterince şey yapmadığını söylediniz. Uluslararası toplum şimdi yapmadığı neyi yapmalı?     

Sayın Cumhurbaşkanı: Suriye'de sözde ateşkes ilan edildiğinden beri 1500 kişi öldü. Her gün çok sayıda insan ölüyor. Annan'ın altı maddelik planını destekliyoruz ama her yönüyle tamamen uygulanmalı, ama şimdiye kadarki durum bu değil. Bu noktada, uluslararası toplumun devreye girmesi gerekiyor, çünkü BM Güvenlik Konseyi tarafından onaylandı. Güvenlik Konseyi, sorumlu davranmalı ve planının tamamının uygulanmasında ısrar etmeli, yoksa sadece mevcut Esad rejimini pekiştirmiş olacak. 

The Christian Science Monitor: Bu da bizi sohbetimizin başındaki çemberin tamamlanması noktasına; dünyadaki güç kayması konusuna getiriyor. Güvenlik Konseyi üyesi Çin ve Rusya, bu konuda üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmeli.       

Sayın Cumhurbaşkanı: Evet, Rusya'nın rolü çok önemli. Rusya elbette bütün insan hakları ihlallerinin, şehirleri bombalayan, ateşe veren ve bunca insanı öldüren tankların ve ağır silahların sorumluluğunu taşıyamaz. Rusya'yı yapıcı bir şekilde dahil etmek önemli. Bu, yeterli şeyin yapılmadığı bir alan.

 

Yazdır Paylaş Yukarı