Abu Dhabi Televizyonu

25.01.2012
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült
Abu Dhabi Televizyonu

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Abu Dhabi Televizyonu’na Mülakat Verdi

 

Sayın Cumhurbaşkanım, bu görüşmede sizinle olmaktan dolayı mutluyuz. 

Hoş geldiniz, ben de mutluyum. Bildiğiniz gibi yakında Birleşik Arap Emirlikleri’ne önemli bir ziyarette bulunacağım. Bu ziyaret Birleşik Arap Emirlikleri’nin 40’ıncı kuruluş yıl dönümüne de denk gelmiş olacak, bu sene onu da kutluyorsunuz. Ayrıca değerli başkan Sayın Şeyh Halife’yi de görmekten ve hep beraber oturup konuşmaktan da büyük bir mutluluk duyacağım. Hoş geldiniz. 

Efendim ilk sorumuz, Türkiye ile Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki ilişkiler konusunda olacak. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Tabi Türkiye ile Birleşik Arap Emirlikleri arasında tarihe de dayanan çok kadim, dostane ilişkiler vardır. Özellikle son yıllarda bu ilişkiler siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan gelişmiştir; insani konularda da iki ülke arasında çok yakın iş birliği var. En üst seviyede ziyaretler söz konusu oluyor. Dolayısıyla bu ziyaret bir kez daha teyit edecek ki iki ülke aynı vizyonu paylaşıyorlar ve ilişiklerini daha güçlü bir şekilde geleceğe taşıyacaklar. Biz bütün Körfez’e çok önem veriyoruz. Körfez’in en önemli ülkelerinden birisi olarak Birleşik Arap Emirlikleri’ni görüyoruz. Dolayısıyla Körfez İşbirliği Teşkilatı içerisinde de önemli rolleri olan bir ülkedir Birleşik Arap Emirlikleri. Zaten Birleşik Arap Emirlikleri Ortadoğu’da gerçekten parlayan bir yıldız olmuştur. İstikrar, güvenlik ve ekonomik başarıları açısından sadece bölgede değil, tüm dünyaya örnek olan çok güzel faaliyetleri vardır. Türkiye olarak da biz tabi ki çok büyük ilgi gösteriyoruz. 

Efendim, bölge konularında iki ülke arasında istişareler oluyor mu? Şu anda mevcut olan bir takım buhranlar, bir takım konular hakkındaki istişareler de devam ediyor mu? 

Tabi hem ikili düzeyde hem de bölgesel kurumlar çerçevesinde istişareler yapıyoruz. Az önce söylediğim gibi Körfez İşbirliği Teşkilatı’yla Türkiye arasında benim vaktiyle başlatmış olduğum ilişkiler var. Dışişleri bakanları bir araya geliyorlar. Bildiğim kadarıyla bu ayın sonunda tekrar bir araya gelecekler ve istişarelerde bulunacaklar. Yine İslam Konferansı Teşkilatı çerçevesinde bir araya geliniyor. Ayrıca Arap Ligi çerçevesi içerisinde de yine Türkiye’yle bölge ülkeleri bir araya geliyorlar; Türk-Arap Forumu çerçevesi içerisinde konuşuluyor. Ama ikili ilişkilerimizde gayet sık istişareler yapılıyor. Beni memnun eden şey şu ki dünyadaki önemli olaylara, bölgemizdeki önemli olaylara bakış vizyonumuz aynı istikamette. Zaten bu olduktan sonra gerisi gelir. 

Bu ziyaretinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir de ekonomi yönünden ilişkilere herhangi bir etkisi olacak mı? 

Tabi bu ziyaretim önemli bir zamanda gerçekleşiyor, önce bunu söylemek isterim. Bölgemizde önemli siyasi olaylar oluyor. Dolayısıyla bu konuları bir kez daha karşılıklı istişare etme fırsatımız olacak. İkinci önemli nokta ise ekonomik iş birliğimize yeni bir ivme kazandırmak. Birleşik Arap Emirlikleri büyük ekonomik faaliyetlerin olduğu finans, müteahhitlik hizmetleri, ulaştırma, turizm bütün bu konularda çok büyük faaliyetlerin olduğu bir ülke; Türkiye de ekonomik başarısıyla dikkati çeken bir ülke. Avrupa’nın 6’ncı büyük ekonomisiyiz, dünyanın 16’nci büyük ekonomisiyiz. 1 trilyon dolar civarında gayrisafi milli hâsılamız var ve son yıllardaki ekonomik performansımız doğrusu çok güçlü. Ayrıca Birleşik Arap Emirlikleri’nin bu kalkınma hamlelerinde ve büyük başarılarında birçok Türk işadamının da katkıları var. Dolayısıyla bütün bunları tekrar gözden geçirme imkânı olacak diye düşünüyorum. Ticaret hacmimiz bütün dünyadaki ekonomik krize rağmen 5 milyar dolar civarında, ama hedefimiz 10 milyar dolara çıkmak. Dolayısıyla çok büyük bir potansiyel var iki ülke arasında. Birleşik Arap Emirlikleri sadece Körfez değil aslında dünyanın başka köşelerini açan büyük bir hub, büyük bir açılım kapısı ve bu bakımdan potansiyeli çok büyük. Bu ikili ilişkilerin ekonomi alanında da çok önemli geçeceğine inanıyorum. 

Tabi tarihî, kültürel ve dinî ilişkilerimiz var, ortak paydalarımız var. Bunları bir iş birliğine dönüştürmek nasıl olabilir sizce? 

Şimdi bunlar çok önemli faktörler tabi ki, nihayetinde insanlar da milletler de sevdikleriyle, güvendikleriyle, ortak yanları olanlarla daha çok beraber olmak isterler, daha çok iş yapmak isterler. Bu çok önemli bir katkı, çok önemli bir faktör ama yeterli değil tabi ki. Bunun üzerine eğer rasyonel faktörleri de koyarsak, karşılıklı ekonomik potansiyelimizi düşündüğümüzde ekonomik kuralların, serbest piyasa ekonomisinin, hukukun üstünlüğünün, haklı haksızı ayırırken herkese eşit muamele yapmak gibi bütün bu kurallar da varsa o zaman tabi ki çok daha fazla iş yapılacaktır. Son yıllarda gösterdiği ekonomik performansla Türkiye çok büyük yatırımlar almaktadır. Türk ekonomisi dünyada şu açıdan dikkati çekmekte; burada fırsatlar çok. Büyük potansiyeline karşın riskleri ise minimum düzeyde olan bir ülkeyiz. Fırsatları yüksek ama riski minimum seviyede olan ülke sayısı az. Şimdi bu açıdan eminim ki Birleşik Arap Emirlikleri ve Körfez’deki çok büyük sermayenin yatırım olarak gidebileceği ülkelerden birisidir Türkiye. Ayrıca Birleşik Arap Emirlikleri’ne baktığımızda demin söylediğim gibi çok büyük hamleler, çok büyük projeler gerçekleştiriliyor. Türk sanayicilerinin, Türk müteahhitlerinin, Türk finans sektörünün muhakkak ki buralarda faaliyet gösterme imkânı var. Zaten değerli dostlarımız, Birleşik Arap Emirlikleri’nin yöneticileri olan kardeşlerimiz Türklere büyük bir güven duyuyorlar; bundan dolayı da kendilerine gerçekten çok müteşekkirim. İş birliği potansiyelimiz büyük. Bu ziyaretimde bütün bunları daha yakından konuşma imkânımız olacak. 

Avrupa Birliği konusunda bir takım ekonomik sıkıntılar var; Yunanistan’daki hadiseler gibi. Dolayısıyla Avrupa ülkeleri üzerindeki bu sıkıntılar Türkiye üzerinde bir etki yaratacak mı? 

Bildiğiniz gibi biz 1996 yılından beri Avrupa Gümrük Birliği’nin tam üyesiyiz. Yani Türkiye ile Almanya, İngiltere veya Avrupa’nın diğer ülkeleri arasında herhangi bir gümrük yok. Onlar bize istediğini satar, biz de onlara istediğimizi satarız. Bizim ihracatımızın %45’i Avrupa ülkelerine, Gümrük Birliği’ne. En büyük ihracatımız da otomotiv ve sanayi ürünleri. Şüphesiz ki Avrupa’nın ekonomik performansı zayıflarsa bundan muhakkak ki etkileniriz. Tabi ki yeni piyasalar, yeni dünyalar keşfediliyor. Türk iş adamları dünyanın birçok uzak bölgeleriyle de yakın temas halinde, ama Avrupa Gümrük Birliği içerisinde olan bir ülke olarak tabi ki Avrupa Gümrük Birliği’nin performansı, başarısı bizi yakından ilgilendiren bir konu, bunu yakın takip ederiz. Yalnız bizim şöyle bir avantajımız var. Avrupa’nın bugün içinde bulunduğu krizin iki sebebi var: Biri çok büyük bütçe açıkları veriyorlar, yani hesap kitap dağılmış vaziyette. Diğeri de çok büyük borçları var. Ülkelerin borçları neredeyse milli gelirlerinden daha fazla. Şimdi Türkiye’ye baktığınızda Avrupa Gümrük Birliği içinde Avrupa’da en az borcu olan ülkeyiz. Milli gelirimizin %40’ı kadar borcumuz var, yani diğer ülkelere bakarsanız %100’ün üzerine çıkmış vaziyette. İkincisi bütçe açıkları yani mali disiplin, devlet idaresi açısından baktığımızda bütçe açıkları konusunda da Türkiye uzun süredir sıkı bir mali disiplin uyguluyor; bütçe açıklarımız %1 civarında. Şimdi bu makro ekonomik göstergelerimizin çok düzgün gittiğini gösteriyor, bu da tesadüfî olmuyor tabi ki. Türkiye’deki istikrarlı siyasi iklim, çok güçlü hükümet çok doğru kararları anında alabiliyor. Avrupa’nın en büyük problemi bu, doğru kararları biliyorlar ama siyasi istikrar olmadığı için, güçlü hükümetler olmadığı için alamıyorlar, alamayınca da problemler büyüyor ve sonunda iflaslar ve büyük krizler ortaya çıkıyor. Bunları şunun için söylüyorum, Türkiye çıkan problemler karşısında tedbirlerini hemen alabilen bir ülke, o bakımdan en az etkileniyoruz. 2008 yılındaki ekonomik krizden de, geçen yıl ortaya çıkan büyük finans krizlerinde de en az etkilenen ülkelerden birisi olduk. Mesela Türk bankacılık sektörüne biz 1 dolar bile yardım yapmadık. Avrupa’nın en sağlam, hiçbir yardıma ihtiyacı olmayan bankacılık sektörü Türkiye’deydi, yani en zor şartlarda test etmiş olduk biz. O bakımdan kendimize daha güveniyoruz. Tabi ki yine dikkatli olmak gerekiyor, bu dikkati de gösteriyoruz. Önemli bir başka gösterge de şu tabi, Türkiye geçen sene %9 büyüdü, ondan önceki sene de büyüdü, bu sene Türkiye’nin 2012 yılında %4-5 büyüyeceğini tahmin ediyoruz, ama hesaplarımız böyle; büyümenin daha da fazla olacağı kaçınılmaz. Dolayısıyla sürekli büyüyen, yüksek büyüme performansını gösteren Avrupa’daki tek ülkeyiz. 

Sayın Cumhurbaşkanım, turizm Türkiye için çok önemli faktörlerden birisidir ve ekonomisinin büyük temellerinden birisidir. Fakat bildiğimiz kadarıyla ekonomik yönden, sanayi bakımından birçok başka temeller de vardır. Stratejik bakış tarzıyla siz bu konuların hangisinin daha öne çıktığını görüyorsunuz? 

Söylediğiniz gibi turizm Türkiye’de de önemli bir sektör. Geçen sene 30 milyon turist geldi Türkiye’ye. Dünyada durgunluğun olduğu dönemde bile turizmi yükselen, turist sayısı artan nadir ülkelerden birisi olduk. Bu sene de turizm gayet iyi gidiyor. Türkiye’de çok güzel turizm hizmetleri var, oteller çok güzel, bu bakımdan çok tercih ediliyor. Ama sadece turizm sektörü değil, sanayi sektörü de Türkiye’de çok güçlü. Daha doğrusu Türkiye’de petrol ve doğalgaz olmadığı için ülkemiz her alanda kendisini göstermek zorunda. Bu bakımdan mecbur olduğumuz için çok çalıştık. Sanayinin her alanında güzel başarılar var Türkiye’de. Tabi tarım da Türkiye için önemli bir sektör. Tarım gıda güvenliği dikkate alındığında tarımın ileride ne kadar önemli olacağını bütün dünya görmeye başladı. Ama sanayi bizim için çok önemli, ihracatımızın da %95’i tamamen sanayi ürünleri. Aslında Birleşik Arap Emirlikleri’yle aramızdaki ticarete konu olan en önemli maddelerden birisi demir çeliktir; ayrıca elektrik elektronik de önemlidir. Dolayısıyla sanayiye çok önem veriyoruz. Tabi nüfusumuz büyük. İş yaratmak için, herkese istihdam üretebilmek için sanayinin her alanına çok önem veriyoruz. 

Arap dünyasında da birçok devrim var, birçok intifada oluyor. Bu konuda sizin meseleye bakışınız nasıldır? 

Açıkçası Arap dünyası bu dünyanın dışında değil. Bütün haberleşme teknolojisinin nimetleri Arap gençleri, Arap aydınları ve Arap halklarının da emrindedir. Dolayısıyla dünyanın neresinde ne oluyor, ne bitiyor, nasıl yönetimler var, bunları bütün Arap gençliği de herkes de görüyor. Dolayısıyla haklı olarak kendi yönetimlerinde eğer bir noksanlık görüyorlarsa bunu sorgulayabiliyorlar. Bunu gayet normal karşılamak gerekir ve bundan korkmamak gerekir. Bu aslında işleri doğru istikamete de sokar. Tabi çok uzun yıllar diktatörlüklerin olduğu bazı ülkelerde nihayet korku duvarları yıkıldı ve gençler, halk ayaklandı. Gördüğünüz gibi halkın gücü karşısında kimse duramadı. Ümit ederiz ki şimdi her şey doğru istikamette gitsin. Çünkü kargaşa ve kaos çok tehlikelidir. Zaten diktatörlüklerle çok vakit kaybedildiği için şimdi kaosla vakit kaybedilmemesi gerekir. Herkesin büyük bir sorumluluk duygusu içerisinde milletin birbirine dayanışmasını göstererek her ülkenin toprak bütünlüğüne, milli egemenliğine saygı göstererek inanıyorum ki doğru istikamete girecektir. Zaten gördüğünüz gibi Tunus’ta gayet başarılı bir şekilde devam etti, yeni hükümet görevine başladı ve güvenoyu aldı. Mısır’da parlamento seçimleri oldu, 40 yıl sonra göreve başladılar. Tabi ki Mısır bütün Arap âlemi için, İslam âlemi için çok önemli bir ülke. Hepimizin Mısır’a çok yardımcı olması gerektiğine inanıyorum. Çünkü Mısır çok büyük bir ülke, birikimi çok büyük. İnanıyorum ki oradaki sağduyu da işlerin doğru istikamette gitmesine fırsat verecektir. Libya’da bildiğiniz gibi 42 yıllık bir diktatörlük devrildi. Kolay değil, 42 yıl içerisinde bütün kurumlar yok olmuş oluyor, gelenekler oluşmamış oluyor ve böyle zorla değişince de devlet otoritesi kalmıyor. Şimdi yine inanıyorum ki devlet otoritesinin, güvenlik güçlerinin otoritelerinin kurulması ve ülkelerin ekonomilerinin tekrar düzelmesi yönünde hızlı adımlar atılacaktır. Libya’da bildiğiniz gibi Birleşik Arap Emirlikleri’yle Türkiye ortak operasyonlar yaptı. Libya halkına, insani yardım operasyonlarını beraber yaptık, bundan da çok büyük kıvanç duyduk. 

Şimdi Tunus’ta, mağrip devletlerinde, Mısır’da İslami değerlere sahip olan bazı partiler çıkıyor onda da bir takım söylentiler var. Türkiye’den de bir takım ilham kaynağı ve model olarak alınıyor. İslami partilerin bu kadar ciddi bir şekilde kazanım elde etmesi konusunda siz nasıl bakıyorsunuz? 

Hepimiz Müslümanız, bu ülkelerin halklarının büyük bir kısmı Müslüman halk. Partileri, siyasi akımları İslami parti ve başka şekilde sınıflamanın bu şekilde olmasını çok doğru görmüyoruz biz. Onun için biz Türkiye’de hiçbir zaman dini, İslam’ı siyasi partilerin başına koymuyoruz. Çünkü nihayette siyasette başarılı olursunuz, başarısız olursunuz bundan İslam’ı tenzih etmek gerekir. Ama İslami duyarlılığı olmak, ortak değerlerimize daha çok sahip çıkan bir politika takip etmek, tarihe sahip çıkmak, Müslüman ülkeler arasındaki iş birliğine önem vermek gibi değerler tabi ki siyasi akımlar için bir rehber olabilir, siyasi partiler bunlara önem verebilir. Bu istikamette dediğiniz gibi, bu ülkelerde de bu siyasi akımlar öne çıktı. Uzun yıllar bunlar baskı altında olduğu için, diktatörlük rejimlerinde çok fırsat verilmediği için haksızlıklara karşı en cesur davranışları da bu tip hareketler gösterdi. Dolayısıyla serbest halkın iradesi ortaya çıktığında halk da onlara itimat gösterdi. Şimdi önemli olan nokta şu, bu akımlar devletlerin yönetimlerine talipler ve devletleri yönetecekler; esas sınavı şimdi verecek herkes. Burada hislerle, duygularla, hayallerle devlet yönetimini karıştırmamak gerekiyor. Devlet yönetiminde çok gerçekçi, çok adaletli olmak gerekiyor ve doğruları yapmak gerekiyor. Hayali ekonomik politikalar olmaz. Ekonomide çok gerçekçi, realist politikalar uygulamak gerekiyor. Ümit ediyorum ki bütün bunlar gerçekleşir. Türkiye olarak belki bu açıdan ilham kaynağı oluyoruz kardeşlerimize; ama her ülkenin kendi şartları ve gerçekleri vardır. Ümit ederim ki bütün ülkeler arasındaki dayanışmayı gerçekleştiririz ve herkes birbirine faydalı olur. 

Suriye’de de bir yıldan beridir kaos yaşanıyor. Bunu nasıl çözeceğiz ve bunun Türkiye’ye herhangi bir etkisi olacak mı? Sizin değerlendirmeniz nedir? 

Tabi Suriye’de olup bitenler hepimizi çok üzüyor, bizi de çok üzüyor, belki bizi çok daha fazla üzüyor. Çünkü uzun bir sınırımız var ve Suriye’deki herkesi de kardeşimiz olarak görüyoruz. Suriye halkının muhakkak ki başka ülkelerde olduğu gibi en geniş özgürlüğü ve en geniş refahı hak ettiğine inanıyoruz. Bizim bütün arzumuz şuydu, Suriye’deki gelişmeler kanlı olmasın, kontrollü bir şekilde ve hızlı bir şekilde gerçekleşsin ve bir kargaşa çıkmasın. Ama maalesef böyle olmadı ve çok fazla kan dökülmeye başladı. Bunlar tabi ki bütün bölge halkına büyük bir acı veriyor; şüphesiz ki Suriye halkı da çok büyük bir sıkıntı içerisinde. Şimdi böyle bir noktada işlerin uzamaması gerekir. Eğer kaos ortamı, halkla silahlı güçlerin karşı karşıya gelmesi çok uzun sürerse hem ülkeye zararı çok olur hem de o ülkelerin halkı çok büyük zarar görür. O zaman başkalarına da fırsat çıkıyor açıkçası. O bakımdan bizi memnun eden şey şu, belki de ilk defa oluyor, Arap Ligi’nin, bölge ülkelerinin kendi bölgesine sahip çıkması. Uzaktaki başka ülkelerin, dünyadaki birtakım büyük ülkelerin ön plana çıkması yerine Arap Ligi’nin, bölge ülkelerinin kendi ülkelerine sahip çıkmaları önemli; bu anlamda Arap Ligi çerçevesi içerisinde yapılan toplantıları Türkiye olarak destekliyoruz. Biz bir Arap ülkesi değiliz ama Müslüman bir ülke olarak, bölgenin bir ülkesi olarak biz de doğrusu Arap Ligi’yle çok yakın çalışıyoruz ve ümit ediyorum ki bu son teşebbüsler Suriye halkı tarafından da takdir edilir ve çok uzun sürmeden Suriye doğru bir istikamete girer. 

Sayın Cumhurbaşkanı, eğer uluslararası camiadan Suriye hakkında bir karar çıkarsa Türkiye buna katılacak mı? Siz nasıl görüyorsunuz? 

Şimdi tabi gelecekle ilgili fazla bir şey söylemek şu anda mümkün değil, biz bölgeye dışarıdan müdahaleleri pek doğru görmüyoruz. O bakımdan Arap Ligi’nin bu inisiyatifini çok destekliyoruz ve bölge halklarıyla beraber, bölgedeki ülkelerle beraber hareket etmeye çok önem veriyoruz. Bakalım işler nasıl gelişecek, ümit ederim ki Arap Ligi’nin bu son teşebbüsü kabul edilir ve başarılı bir şekilde ilerler. Hepimizin arzusu Libya’da gördüğümüz şeyleri burada görmemek. Onun için olup bitecekleri en kötü senaryolara göre düşünerek herkesin buna göre hareket etmesini temin etmek için çalışmak. O bakımdan Arap Ligi’nin muhalefetle diyalog çalışmalarına çok önem veriyoruz. 

Hürmüz Boğazı konusunda İran’la Batı arasında birçok atışma oldu, karşılıklı bir takım açıklamalar oldu. Tam bu arada da Sayın Dışişleri Bakanı Tahran’ı ziyaret etti. Bu arada bir takım tepkileriniz, nasihatleriniz oldu mu? Bir de ayrıca İran’ın nükleer dosyası konusunda nasıl bir yol izlenmeli sizce? 

Tabi bildiğiniz gibi İran da bizim komşumuz ve hem bölgenin hem de İslam dünyasının en önemli ülkelerinden birisi. İran’la yakın temas halindeyiz; gerek Dışişleri Bakanımızın ziyareti, gerek onların Dışişleri Bakanlarının bugünlerde Türkiye’ye ziyaretleri oldu. Hep konuştuğumuz konu, teenni ile hareket etmek gerektiğidir. Bölgede kışkırtıcı olmamak gerekir, yeni çatışmaların çıkmasına fırsat vermemek gerekir. Dolayısıyla bu düşüncelerimizi gayet açık bir şekilde paylaşırız İran’la. İran’ın nükleer dosyası da dünyanın önemli konularından birisidir. Bunun da biz diyalog ve diplomasi yoluyla çözülmesinin gerekliliğine inanıyoruz. Bu konuda zaman zaman kolaylaştırıcı faaliyetlerimiz de oluyor biliyorsunuz. 

İran’ın meseleye bakış tarzı konusunda Suriye’yle olan politikası belki de bölgeyi bir silahlı çatışma haline getirecek. Bundan kurtulmak için ne gerekir? Siz bu meseleye nasıl bakıyorsunuz? 

Doğrusu Suriye konusunda İran’la biraz farklı düşüncelerimiz var tabi bunları da konuşuyoruz kendileriyle. Onların da Suriye’de olup biten her şeyi onaylamadığını görüyorum, onlar da Suriye’de reformların yapılması gerekliliğini ve bu konuda çok gecikildiğini, hatta silahlı kuvvetlerin halka karşı sert davrandığını söylüyorlar, ama onlar biraz daha farklı şekilde bu iş hallolsun düşüncesindeler. Biz bunu çok istedik, önceden keşke öyle olsaydı. Ama bu şu anki Suriye yöneticilerinin davranışlarıyla ilgili bir şey; o bakımdan Arap Ligi’nin son inisiyatifinin büyük bir fırsat olduğu kanaatindeyim. 

İran ile Türkiye arasında sanki bir çekişme veya bir rekabet varmış gibi görülüyor. Türkiye, eskiden de Osmanlı’nın parçası olan, Arap ülkelerine ve bu Doğu bölgelerine çok yakın durarak bir ilişki kuruyor şimdi. Bu meseleye, bu çekişmeye ve bu rekabet konusuna nasıl bakıyorsunuz? 

Biz açıkçası kendi açımızdan kimseyle bir rekabet ya da çekişme içinde değiliz. Demin de söylediğim gibi Türkiye ve İran, İslam dünyasının iki önemli ülkesidir. Dostluğa ve iyi ilişkilere çok önem veririz, yani politikamız da hep böyle. Türkiye’nin Arap dünyasıyla olan beraberliği, Arap dünyasıyla olan ilişkileri yeni değildir; başta dinî, kültürel ve tarihî derin ilişkilerimiz olduğu bir gerçek. Bunları tarihe şöyle bir bakan herkes görür; büyük Arap halklarıyla beraber yüzyıllarca beraber olmuşuz. O açıdan Türkiye’nin Arap dünyasına tekrardan ilgi göstermesini farklı senaryolara bağlamak, hiçbir şekilde doğru değildir. Hükümetimizin demin de söylediğim gibi İslam ülkeleriyle olan iş birliğine ve kendi bölgesine verdiği önem bizim ortak değerlerimize ve kimliğimize, ki Müslümanlık da bizim kimliğimizin bir parçasıdır, buna verdiğimiz değerin bir işaretidir. Ayrıca da bizim karşılıklı ekonomik çıkarlarımız çerçevesinde iş birliği yapmamız, ticaretimizi arttırmamız, yatırımları arttırmamız kadar doğal bir durum olamaz.

Türkiye dış politikada sıfır problem diye bir algıyla kendini göstermişti. Fakat şu anda bu konuyla ilgili birçok sıkıntı var. Bu sıfır problem politikası artık ne kadar devam edebilecek? 

Biz buna samimi olarak inanıyoruz. Çünkü komşularımız ve bölgedeki ülkelerle bizim çok köklü bir çatışmamız yok, çıkar çatışmamız da yok. Onun için şuna inanıyoruz ki bir bölgede komşularla ilişkiler iyi olursa o bölgede güvenlik olur, istikrar olur; güvenlik ve istikrarın olduğu yerde de refah olur. Bu bizim uzun vadeli perspektifimiz, uzun vadeli olarak buna inanıyoruz. Ama zaman zaman elde olmayan sebeplerden dolayı problemler çıkıyorsa da o problemleri yaratma değil, o problemleri çözme eğilimindeyiz. Yani biz Türkiye’de bölgeye istikrar dağıtmak için, bölgenin istikrarına katkı vermek için politikalar üretiyoruz. Bölgede herhangi bir komşumuzun içini karıştıralım, herhangi bir komşumuzda kargaşa olsun da ondan fayda görelim diye bir politikayı asla benimsemiyoruz ve bunları yıkıcı politikalar olarak görüyoruz. O bakımdan elimizde olmayan sebeplerden dolayı eğer problemler oluyorsa bunları da geçici olarak görüyoruz. Onun için inanıyoruz ki uzun vadede eğer biz hem komşularımızla hem de bütün bölgemizle, daha geniş bir bölgede sıfır problemli bir döneme ulaşırsak o zaman bütün bölge halklarının mutluluğunu ve refahını göreceğiz. 

Fazla zamanınızı aldık Sayın Cumhurbaşkanım, fakat izin verirseniz son bir soru soralım. 

Buyurun. 

Irak konusuna nasıl bakıyorsunuz? Amerikalıların Irak’tan çekilmesinden sonra Türkiye bu konuda ne yapabilir ve şu anda Irak’ta olan bitenlere nasıl bakıyorsunuz? 

Irak’ta maalesef büyük bir istikrarsızlık var. Bu hepimizi çok üzüyor. Irak’ta terör olaylarının giderek artması da çok üzüyor; ama bir diğer üzücü gelişme de mezhep kutuplaşmasının giderek artmasıdır. Bunlar tabi hiç iyi şeyler değil açıkçası. ABD’nin Irak’ta ilelebet duracak hali yok, sonunda çekilip gitti; gitmek zorundaydılar zaten onlar “Biz geçici geldik” dediler. Şimdi Irak esas sınavıyla karşı karşıya; bütün Irak halkını kucaklayacak bir yönetim tarzı kurmaları gerekir. Şu bir gerçek ki, Irak çok çeşitli bir ülke, yani gerek etnik gerek mezhep bakımından, farklı kültürler açısından zengin bir ülke. Bunu ülkenin zenginliği ve bir realitesi olarak görüp herkesi kucaklayacak, herkesi işin içine sokacak bir yönetim tarzı kurabilirlerse, o zaman Irak çok müreffeh ve çok güçlü bir ülke olur. Çünkü Irak’ın hem insan gücü var hem de tabii gücü var, yani tabii zenginlikleri olan bir ülke. Aslında Irak dünyanın en zengin, en müreffeh ülkesi olabilirdi bu bakımdan; ama maalesef diktatörlerin yönetiminde ve bu kargaşada çok kan kaybetti. Ümit ediyoruz ki kısa süre içinde kendilerini toparlarlar. Biz Irak’ın sadece istikrarını isteriz açıkçası. Gerek Irak’ta gerek Suriye’de hiçbir gizli ajandamız söz konusu değildir. Tek görmek istediğimiz, Suriye’nin de Irak’ın da istikrara kavuşmaları ve halklarının mutlu olmasıdır. Böyle olduktan sonra biz bölgedeki istikrar ve barıştan fayda elde ederiz. Diplomaside bir terim vardır ‘peace divident’ diyorlar. Yani barışın ve istikrarın olduğu yerde onun getirdiği büyük bir kar ve büyük bir kazanç vardır. Biz bölgede onu elde edemiyoruz. Çünkü istikrarsızlık ve çatışma var. O açıdan Irak komşumuz olduğu için gayet yapıcıyız ve onların da problemlerini çözmesi için elimizden gelen her türlü katkıyı sağlıyoruz. Bugün Irak’ta hiç kimsenin giremediği yerlerde iş yapanlar yine Türk iş adamlarıdır; herkesin çekinip de uzak durduğu yerlerde enerji, yol, diğer ihtiyaçları, sağlık hizmetleri bütün bu alanlarda faaliyet gösteren Türk şirketleri var. Tabi ki bu hem bizim hem Iraklıların lehine olan bir şey ve bunların çoğalmasını istiyoruz. 

Çok teşekkür ediyorum Sayın Cumhurbaşkanım. 

Ben de teşekkür ederim. Bu fırsattan istifadeyle bütün Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki kardeşlerimize Türk halkının sevgi ve muhabbetlerini kanalınız vasıtasıyla iletirim. Ayrıca değerli dostumuz Şeyh Halife bin Zahid’e de yine selamlarımı iletmek isterim. Kendisiyle görüşmeyi de dört gözle bekliyorum.

Yazdır Paylaş Yukarı