First Magazine

08.11.2010
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

Güçlü Bir Stratejik Ortak

 

FIRST MAGAZINE: 2010 Chatham House ödülünü kazanmanız sizin için ne kadar önem teşkil ediyor ve bu ödül sizce nasıl geldi?

SAYIN CUMHURBAŞKANI:: Her şeyden şunu söylemek isterim;, Chatham House Ödülü, dünyanın en prestijli ödüllerinden biri ve bundan dolayı da çok gurur duydum ve şüphesiz bunu bana sağlayan herkese   teşekkür etmek istiyorum.. Kanaatimce, Chatham House ödülünün bana verilmesi sadece benim şahsi başarılarımdan değil aynı zamanda Türkiye’nin son yıllarda göstermiş olduğu başarılardan kaynaklanıyor.

Yedi sekiz yıldır, Türkiye’de bir dizi reform yapmaktayız-ya da şöyle diyelim, kendi evimizi bir düzene sokuyoruz..Bu süre zarfında hem Başbakan, hem Dışişleri Bakanı olarak görev yaptım ve şimdi de Cumhurbaşkanı olarak hizmet veriyorum. Bu reformlarla demokrasimizi ve demokratik standartlarımızı tabi politikamızı da geliştirmeyi başardık. İnanıyorum ki bu ulaştırılması gereken önemli bir mesaj. Büyük bir nüfusa sahip bu demokratik ülkede siyasal yaşamı geliştirebildik ve demokratik standartlarımızı güçlendirdik.

Siyasal reformlara ek olarak da, aynı zamanda ciddi ekonomik reformları hayata geçirdik. 2001 yılında büyük bir ekonomik kriz geçiren bir ülkenin şu an en güçlü ve sağlam ekonomiler arasında gösterilmesi bahsetmeye değer.Böylece, Kopenhag Kriterlerini gerçekleştirmek için siyasal reform yaptık ve bununla birlikte serbest pazar ekonomisini işletebilmek adına ekonomik bir reform süreci başlattık. Bu standartları karşılayarak Avrupa Birliği’ne üyelik için görüşmelerimizi daha ileri bir seviyeye taşıdık. Önemli bazı kararlar aldık ve Avrupa Birliği tam üyeliği için müzakerelerimizi başlattık ki bu çok önemli bir adımdır.

Altı çizilmesi gereken bir diğer nokta ise Türkiye’nin dış politikasıdır. Dış politikamızda gerek komşularımızla gerekse bölgemizle güvenlik, istikrar ve sıkı bir ekonomik iş birliğini öne çıkardık. Bu bizim takip ettiğimiz ve uygulamaya koyduğumuz bir politika ve bu politika tüm gözleri Türkiye üzerine çevirmiştir.

Kıbrıs meselesi ile ilgili olarak, hem Birleşmiş Milletler hem de Avrupa Birliği ile “Annan Planı” olarak bilinen plan doğrultusunda iş birliği yaptık. Biliyorsunuz,Kıbrıslı Türkler bu plana ‘’evet’’ oyu verdiler ve referandumda da bunu gösterdiler.Bütün bu çabaların ve sonuçlarının olumlu ve yapıcı bir şekilde algılanmamızı sağlayacak pozitif bir çerçeve yarattığına inanıyorum.

İlişkilerimizde bir normalleşme sürecinin başlatan Ermenistan’a olan ziyaretim, şahsımın Cumhurbaşkanı Serge Sarkisiyan’a bir tebrik mektubu yazması ve onun da karşılığında beni kendi ülkesine davet etmesiyle başladı. Tüm bu gayretler, Kafkas bölgesinde ve komşularımızla istikrara, barışa ve güvene olan katkılarımızı göstermektedir. 

Bunun dışında, terörizm,  enerji güvenliği ve Irak ve Afganistan’daki çatışma ortamı gibi günümüzün diğer önemli meseleleriyle ilgili katkıda bulunmaktayız. Yine tüm bu emeklerimiz aynı zamanda Orta Doğudaki rolümüz hep iyi niyetle ve pozitif yaklaşımla yapılmıştır.Chatham House ödülünün karar verme aşamasında yaptığımız bu işlerin göz önüne alındığı kanaatindeyim.

FIRST MAGAZINE: Bahsettiğiniz  spesifik konularla ilgili,Avrupa Birliği’nin ayak sürüdüğünü ve Kıbrıslı Türk’lere verilen sözlerin yerine getirilmediğini mi düşünüyorsunuz?  Zira, Kıbrıs meselesi, AB’ye üyeliğiniz yolundaki engellerden biri.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bu konuda size hak veriyorum çünkü Avrupa Birliği’nin sizin de bildiğiniz gibi üye olmak isteyen tüm ülkeler için geçerli olan temel bir prensibi vardır ve o da şudur: Bu ülkeler,  kendi ülkelerindeki meseleleri ve kendi bölgelerindeki diğer ülkelerle olan sorunları  çözmek zorundadır. Ancak bu prensip Kıbrıs ile beraber ihmal edilmekle kalmadı, ihlal de edildi. Bildiğiniz gibi referandum, Türk kesiminde ‘’Evet’’ oyu ile neticelendi, buna karşın bu durum Rum kesiminde ‘’Hayır’’ yönündeydi. Bundan hareketle diyebiliriz ki sorunu çözmeyi hedefleyen bu kampanya  baltalandı. Sonuç olarak, Güney Kıbrıs, Avrupa Birliği’ne tam üye oldu ve ardından bunu belli konularda engel çıkarmak  ve Türkiye’nin AB üyelik sürecini engellemek için girişimlerde bulunmak kullandı. Bu durum aynı zamanda Türkiye’nin AB üyeliğini engellemek isteyen diğer bazı AB ülkelerinin istismar etmesiyle devam etmektedir. Açık bir şekilde belirtmeliyim ki Türkiye’nin üyelik müzakereleriyle ilgili bir oyun oynanmaktadır. Üyelik müzakereleri aslında teknik müzakereler olmalı oysa, işin içine siyaset sokuldu ve bu da süreci olumsuz yönde etkilemeye başladı. Hatırlayın lütfen, “Annan Plan” ı, aynı zamanda bir Avrupa Birliği planıydı. AB Komisyonun o zamanki Genişlemeden Sorumlu Üyesi  Günter Verheugen  Kıbrıs Rum kesiminin referandumda ‘’Hayır’’ oyu vermesine atıfta bulunarak ‘aldatıldık’ ifadesini kullanmıştır.

FIRST MAGAZINE: Son zamanlarda, bazı Avrupalı liderlerin, bir İslam ülkesinde- mesela AB’ye üye olmayı hedefleyen Türkiye’de- iddia ettikleri üzere çok kültürlülüğün başarısız olduğuna dair açıklamaları sizi endişelendiriyor mu?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Elbette. Bu yorumların hangi bağlamda yapıldığını bilmiyorum. Ancak, bu tür yorumların tamamen yanlış olduğunu biliyorum çünkü İslâmın Avrupa’nın bir parçası olduğuna inanıyorum.  Bir çok Müslüman İngiliz vatandaşı var, hakeza Almanya ve Fransa’da da o ülkelerin Müslüman vatandaşları var.Balkan ülkelerin tarihlerine bakacak olursak, tarihleri boyunca, Müslüman etkisinin olduğunu görüyoruz.Avrupa’ya tarihsel bağlamda da bakarsak, mesela 1300’lere kadar gidelim,yine görüyoruz ki her zaman bir Müslüman unsur söz konusu olmuştur. Endülüs, 600 yıl Müslüman Endülüs Emevi Devleti tarafından yönetilmiştir ve bu sebeplerden dolayı Avrupa tarihinde önemli bir Müslüman boyutu vardır.

Avrupa’nın günümüz değerlerinden bahsedecek olursak da, başlıklarımız demokrasi, insan hakları ve serbest pazar ekonomisi olmaktadır. Başkalarını dışlarsa, mesela Müslümanları, Avrupa Birliği bir Hıristiyan kulübü olur, ki bu tamamıyla AB değerlerine zıt bir durum teşkil eder. Bu da tabi daha içine kapanık bir Avrupa ve daha ‘’küçük’’ bir Avrupa doğurur.Bu konu ciddi olarak tartışılması gerekir.

Elbette, bazı çevrelerde, bu tür küçük ve içe dönük bir Avrupa isteyenler olabilir. Ne var ki, küreselleşen bir dünyada insanlar daha geniş ve daha güçlü bir Avrupa hayal etmelidir ve Avrupa’nın 25,40, belki de 75 sene sonraki geleceğini göz önünde bulundurmalıdırlar.

Avrupa ve Türkiye arasındaki ortak değerlere bir göz atacak olursak açıkça görünüyor ki bunlar demokrasi, insan hakları ve şeffaflıktır. Mustafa Kemal Atatürk tüm bu değerleri önceden görmüş ve rotasını geçmişte Batıya yöneltmişti.

FIRST MAGAZINE: Cumhurbaşkanı olmadan önce sizin siyasal kökeniniz İslamcı bir partiye dayanmaktaydı. O zamandan bu yana tutumlarınızda herhangi bir değişim oldu mu?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Elbette. Herkesin açık bir şekilde anlamasını istediğim bir şey var ki bazen algılamalar ve gerçekler birbirinden farklı olabilmektedir. Belli pozisyonlarda görev yapan ve devleti yürüten siyasetçiler, belli kararları verme sürecinde kimi zaman doğru olmayan bir yönde algılanabiliyor. Ancak, ne benim yaşam tarzım ne de düşüncelerim daha önce de değişmedi şimdi de yani Cumhurbaşkanı olduktan sonra da herhangi bir değişime uğramadı.

FIRST MAGAZINE: Ancak Türkiye içinde bile AK Parti’nin İslami bir gündemi olup olmadığı tartışması yapılmakta.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Her şeyden önce belirtmem gereken bir şey var: Beno partinin önemli simalarından ve kurucularından biri olmama rağmen, bugün ülkenin Cumhurbaşkanı olarak tarafsız bir konumdayım. Bu yüzden sadece parti hakkında konuşamam.Şu anki pozisyonum tarafsız olmamı  gerektirmektedir. Ancak, söylenen şeylerin büyük kısmı  yanlış algılamalardan kaynaklanmakta. Temel haklar ve özgürlüklerden bahsederken, altı çizilmesi gereken şeylerden bir tanesi de inanç özgürlüğüdür. Kişinin şahsi inançlarını şahsi anlamda uygulaması devletin laik olmasından farklıdır. İkisi de çok farklı konular, fakat sıklıkla birbirleriyle karıştırılıyor ve yanlış algılanıyor. İnanç özgürlüğünü savunan bazı insanların düşünceler kimi zaman bir din devleti istedikleri fikriyle çarptırılıyor, yanlış anlaşılmalarına ve yanlış yorumlanmalarına sebep oluyor.

FIRST MAGAZINE: O halde, laikliğin Türkiye’de gerçek bir demokrasi için önemli bir unsur olduğuna inanıyorsunuz.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bu durum sadece Türkiye için daha iyi değil, aynı zamanda Birleşik Krallık ve Almanya ve yine diğer ülkeler için de aynı durumun söz konusu olması gerekir. Türkiye demokratik ve laik bir ülkedir ve bunlar bizim başlıca prensiplerimizdir. Kilise ve devlet arasında bir ayrımın olduğu ağırlıklı olarak Hıristiyan olan ülkelerde  durum ne ise, bizim için de cami ve devlet ayrımı şeklindedir. Aynı şekilde nasıl sizin ülkenizde bazı insanlar bazı değerlere inanıyorlar veya başkaları başka dinlere ya da inançlara sahip ya da hiç inanmıyorsa benim ülkemde de aynı durum söz konusu. Tüm bunlara saygı duyulması gerekir ve bu demokrasinin başlıca prensiplerinden biridir.  

FIRST MAGAZINE: Türkiye’nin ağırlıklı olarak Müslüman bir ülke olmasının, onun bir gücü olduğunu düşünüyor musunuz, zira böylece Doğu ve Batı arasında yine aynı şekilde İslam dünyasının daha fundementalist kesimi ve Batı Avrupa arasında bir köprü ve bir rol model olabilir? 

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bence söylenmesi gereken daha fundementalist değil, daha geleneksel olmalıdır. Bazı devletler geleneklerinden dolayı daha ‘İslamcı’dırlar  ve daha gelenekçi bir anlayış sergilerler. Bu iki kavramı net olarak ayırmamız gerekir. Daha önce de bahsettiğim gibi Türkiye’ye bakacak olursanız demokrasi, insan hakları ve belli başlı standartlara ulaşılması alanlarında tüm reformların gerçekleştiğini görebilirsiniz. Türkiye’de bir hukuk düzeni egemendir ve tüm bu gerçekleştirdiğimiz ve hâlâ gerçekleştirmekte olduğumuz reformlara ek olarak güçlü ve sağlam bir ekonomiye sahibiz.Herhangi bir doğal gaz veyahut petrol gibi tabii kaynaklarımızın olmamasına rağmen, Türk ekonomisi güçlüdür.  Başardığımız tüm bu şeyleri düşündüğümüzde, Türkiye’nin diğer ülkelere bir ilham kaynağı olması gayet doğal.

Fakat belirtmeliyim ki elbette mükemmel seviyede değiliz. Bazı alanlarda ilerleme sağlamamız gereken eksiklerimiz var. Ancak unutmamalıyız ki mükemmel ülke ya da mükemmel demokrasi diye bir şey yoktur. Biz tüm bu eksiklerimizin bilincindeyiz ve daha fazla ilerlemeliyiz ve bu reform sürecinde daha ilerilere ulaşmalıyız. Süreç tabi ki devam ediyor, hiç durmadı çünkü.

FIRST MAGAZINE: Basın özgürlüğü ve Kürt hakları meselesi gibi spesifik konular hakkında ne düşünüyorsunuz?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Kanaatim şudur ki basın özgürlüğü hususunda Türkiye’nin diğer Avrupa ülkelerinden bir farkı yoktur. Şiddeti savunmayan her düşünce ifade edilebilir ve herkes istediğini yazabilir. Yine açık bir şekilde şunu söyleyebiliriz aşağılama ve hakaret içiren tahriklerin de olmaması gerekir. Türkiye’de Başbakan ve bazı bakanlara karşı tahrik ya da hakaret olmadığı yönünde mahkeme  kararları vardır, mesele basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilmiştir.

Sizin de bahsettiğiniz Türkiye’deki konuyla ilgili olarak, kimi zaman terörizm ve demokratik standartların birbiriyle karıştırıldığını belirtmeliyim.Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısında çok çeşitli görüşleri ve bunların nereye kadar gidebildiğini dinleseniz şaşırırsınız. Türkiye’de, kesinlikle ifade özgürlüğü var ancak yine de bazen yanlış algılamalar devreye girmekte ve Türkiye hala on yıl önceki haliyle düşünülüyor, bugünkü durumuyla değil.tekrar ediyorum:Türk yasalarının önünde, her bireyin eşit hakkı ve özgürlüğü vardır; kimse ayrımcılığa tabi tutulmamaktadır.

FIRST MAGAZINE: Türkiye şayet AB’ye giremezse, Türkiye ve AB açısından  sizce ne gibi sonuçlar doğar?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Avrupa Birliği’ne tam üye olmak bizim stratejik hedefimizdir ve giriş müzakereleri başladığında ülkemizde geliştirilmesi gereken standartları tanımlamaya ve bunların kendi yasal sistemimizde nasıl aktarılabileceğine dönük özel bir süreç başlattık.

Müzakereler ilerledikçe, değişen bazı şeyler oldu, yani bazı başlıklar açıldı ve bazılarıysa kapandı. Avrupa Birliği’nin kendi içindeki  siyasi engellerden dolayı  resmi olarak açılmayan başlıkları  dahi açılmış gibi görüp, yasalarımızda geliştirmemiz gereken noktaları düzeltecek ve bizden istenenleri yerine getireceğiz. Peki müzakereler tamamlandığında, Türk halkının düşünceleri acaba ne yönde olacak? Bunun cevabını veremeyeceğim çünkü nasıl bugünkü Türkiye on yıl öncekinden oldukça farklıysa o anki Türkiye de bugünkü Türkiye’den farklı olacaktır.. Ancak, biz bir model olma niyetindeyiz. Norveç açık ve net bir model örneğin.Bizim için kötü neticeler olacağını zannetmiyorum ama durumun,  Avrupa Birliği için olumsuz sonuçları olabilir..

FIRST MAGAZINE:  Ne tür sonuçlar?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Türkiye, Avrupa Birliği’ne önemli bir stratejik değer katıyor. Bu, İngiltere tarafından anlaşılabiliyor, bu yüzdendir ki İngiltere, Türkiye’nin AB üyeliğinin sıkı destekçilerinden biridir. Unutmamalıyız ki dünyanın ekonomik ve siyasal çekimi Asya eksenine doğru ilerlemektedir. Bunun olması için yirmi beş yıl beklemek zorunda değiliz, bu on yıl içinde gerçekleşecektir. Türkiye hem Asya hem de Avrupa da bir ülkedir. Soğuk Savaş dönemi boyunca Türkiye, NATO içinde önemli fedakârlıklarda bulunarak özgür dünyanın korunmasına yardım etmiştir. Şayet Türkiye’nin tam üyeliği herhangi bir nedenden ötürü gerçekleşmezse, tüm bu stratejik değerler AB için mümkün olmayacaktır.

FIRST MAGAZINE: Son olarak, İngiltere ve Türkiye arasındaki ilişkilerinin en önemli gücü nedir size göre?

 SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bence gerek İngiltere gerekse Türkiye küresel meselelere çok stratejik bir açıdan yaklaşmaktadırlar. Bu, her iki ülkenin tarih boyunca büyük tecrübelere ve bilgiye sahip olmalarının bir sonucu olabilir. İkili görüşmelerimizde ve  siyasal ve ekonomik alanlarda iş birliğimiz söz konusudur. Aynı ortak değerleri paylaşmaktayız ve İngiltere AB üyelik müzakere sürecimizde her zaman güçlü bir destekçimiz olmuştur. Soğuk Savaş döneminde sıkı iş birliği yaptık ve hala bugün İngiltere örneğin terörizmle mücadelede güçlü müttefiğimizdir.

 

Yazdır Paylaş Yukarı