TRT Haber Özel Röportaj

22.09.2010
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

         GAZETECİ: İyi akşamlar. Amerika’nın merkezi New York, New York’un merkezi Manhattan’dayız. Çok önemli bir konuğumuz var, gazeteci ağabeylerimizle beraber, Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül. Efendim, hoş geldiniz.

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Sağ olun.

         GAZETECİ: Önemli sorular soracağız. Türkiye’nin merakla beklediği bir röportaj olacak. Sayın Fehmi Koru, Yeni Şafak Gazetesi’nin ünlü gazetecisi. Sayın Derya Sazak, hakeza Milliyet Gazetesi ve Sayın Ergun Babahan, Star Gazetesi. Sevgili seyirciler, gerçekten çok büyük bir ilgiyle karşılandı Türkiye burada. Sayın Cumhurbaşkanımızı da takip ediyoruz ve her gün bir medya kuruluşu kendisiyle röportaj yapmaya, hatta birkaç tane medya kuruluşu, kendisiyle röportaj yapmaya çalışıyor. Efendim, bugün de CEO’larla görüştünüz. Medyanın size yönelik çok büyük bir ilgisi var. Tüm bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz?

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bütün bu ilgi, aslında Türkiye’ye olan ilgi. Türkiye’yi ben temsil ettiğim için benimle tabii ki görüşüyorlar Cumhurbaşkanı olarak, ama şu artık Türkiye’de de görülmeli: Türkiye gerçekten çok önemli bir ülke, Türkiye çok başarılı bir ülke ve giderek Türkiye’nin önemini bütün dünya, bölge, herkes görüyor. Onun için herkes bizimle görüşmek istiyor, çok sayıda devlet başkanı. Çok sayıda dışişleri bakanı, Dışişleri Bakanımızdan randevu alıyor ve olağanüstü bir trafik burada. Şimdi gelirken, Kolombiya Cumhurbaşkanı’yla, Latin Amerika’dan, görüşmeyi neredeyse yarım bıraktım geldim. Ondan önce Avusturya Cumhurbaşkanı, Avrupa’dan görüştüm. Aynı şekilde, herkes görüşmek için çok uğraşıyor. Yani Türkiye ilgiyle takip ediliyor. Gerçekten Türkiye’de biz bazen bunun farkında değiliz. Kimle görüşürseniz, hemen bakıyor, "Aa siz bu kadar nasıl büyüyorsunuz?" diyorlar. Hatta sizler de yazdınız; koridorda yürürken karşılaştığımız insanlar, "Eskiden Avrupa’nın hasta adamı diye bilinirdi Türkiye, şimdi Avrupa’nın en sıhhatli adamı" diyorlar. Yani bunu yüzümüze söylediler. Niye söylüyorlar derseniz, bakıyorlar, işte Türkiye birinci çeyrekte yüzde 11.7 büyümüş, ikinci çeyrekte yüzde 10.3 büyümüş, yılın sonunda ortalama büyümesi yüzde 7 civarında olması bekleniyor. Bunlar Avrupa’da, Amerika’da, Latin Amerika'da, buralarda hiç düşünülemeyen şeyler.

         Ayrıca tabii Türkiye’nin özellikle çevresindeki problemlerle ilgili yapıcı, çözüme yönelik gayretleri, inisiyatif alması; bu da çok dikkati çekiyor. Türkiye’nin inisiyatif alması önemli gerçekten. Bu inisiyatifi alırken de yapıcı, olumlu bir diplomasi güdüyor. Bu da çok takdir ediliyor. Bazen kıskanılıyor belki. Onun için şüpheler dile getiriliyor, basında sık sık, "Acaba, Türkiye’nin ekseni nereye kayıyor?" şeklinde tartışmalar da tabii oluyor. Ama bütün bunlar Türkiye’yi çok görünür yapmış vaziyette. Hiçbir dönem belki Türkiye bu kadar görünür olmamıştı.

         GAZETECİ: En çok hangi husus? Mesela ekonomi mi, büyüme dediniz, büyüme mi, yoksa siyaset mi?

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: En çok tabii siyaset konuşuluyor. Ama bugünkü diplomasi şöyle: Sadece siyaset değil. Eskiden sadece siyaset konuşulurdu. Ama bugün işte dışişleri bakanları da, cumhurbaşkanları da konuşurken, konuşmalarının yarısı ekonomiyle, yarısı siyasetle ilgili. Ben bakanken, büyükelçilerimizi gönderirken yeni görevlerine, hepsine derdim ki, "Bakın, artık eski diplomasi yok ortada. Eskiden büyükelçiler, bulundukları merkezlerden haberleri bize yazarlardı, biz de değerlendirirdik. Şimdi sen yazmadan önce biz orada ne oluyor, bitiyor; takip ediyoruz. Onun için sen şimdi artık daha çok ekonomik faaliyetleri hızlandıran, işbirliğini hızlandıran, ticareti hızlandıran, bütün Türk şirketlerinin birer sanki sahibi gibi hareket eden insan olacaksın" derdim. Çünkü sadece eğer siyaset olsa, iş yoğunluğu çok azalmış olacak. O açıdan burada da konuşurken, ekonomi de konuşuluyor. Türkiye G-20’nin bir üyesi, dünya inanılmaz bir ekonomik krizden geçti, hâlâ tam çıkamadı. Görüştüğüm devlet başkanları hep şunu tekrar ediyorlar: "1929 Ekonomik Buhranı, çok büyük bir buhrandı o. Ondan bu yana dünya en büyük ekonomik sıkıntıyı çekti" diyorlar. Gerçi o zaman uzun sürüyordu bu tip sıkıntılardan çıkmak. Şimdi kısa sürüyor, ama izi çok büyük oluyor. O bakımdan herkes bunu konuşuyor.

         Demin söylediğim gibi, Türkiye’nin Ortadoğu’daki bütün ilişkileri; bunlar da, sizin de tahmin edeceğiniz çeşitli konular, gündeme çok sık geliyor. Bunları anlatma fırsatı oluyor. Şu bir gerçek ki: Bugünkü dünyada siz aktif olacaksınız ve siz anlatacaksınız, siz meseleleri izah edeceksiniz; bu görevimiz. Yoksa yanlış algılamalar oluşuyor, yanlış anlayışlar oluyor. Kasıtlı olarak çarpıtanlar da oluyor, ama herkesi kasıtlı olarak da görmemek gerekir. İnsanlar bazen yanlış anlıyorlar. Siz yeteri kadar bilgilendirmezseniz, yeteri kadar önem verip kendi PR’ınızı yapmazsanız… O açıdan bu dönem, iyi bir dönem.

         Zaten Genel Kurul sırasında, bütün Devlet Başkanları, herkes, Birleşmiş Milletlere,  "Diplomasinin pazarı, açık pazarı" derler. Yani büyük merasimlerle karşıladığımız devlet başkanlarıyla, şimdi işte selamlaşıyorsunuz, ayaküstü görüşüyorsunuz. Böyle pratik bir ortam var.

         GAZETECİ: Şimdi, diplomasinin açık pazarı, yani Birleşmiş Milletler Genel Kurulu vesilesiyle buradayız, ama daha önceki gelişlerden biraz farklı gibi gördüğüm, hiç değilse benim baktığım pencereden, yan birtakım etkinlikler de var. Yani sadece Genel Kurul olmuyor, işte Binyıl Kalkınma Zirvesi, en az gelişmiş ülkeler için paneller, Türkiye bunlarda da, anladığım kadarıyla, çok önemli bir rol oynuyor. Bu arada, Güvenlik Konseyi’nin seçimle gelmiş üyelerinden biri oldu Türkiye. Güvenlik Konseyi de sizin başkanlığınızda yarın toplanacak. Bütün bunlara battığımız zaman, daha önce de Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık yaptınız ve o sıfatlarınızla buradaki bu etkinliklere katıldınız. Genel olarak dünyanın gidişi, Türkiye’nin bunun içindeki rolü, niye Türkiye bu kadar önemseniyor, bunu anlattınız, ama bir de yaptıkları ile Türkiye nasıl bir rol oynuyor, bunlardan da bahseder misiniz?

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Şöyle, yani önemli bir noktayı söylediniz. Türkiye’ye özgüven geldi açıkçası. Diplomatlarımıza da özgüven geldi. Siyasetçilerimize de özgüven geldi, iş adamlarımıza da, gazetecilerimize de; herkese özgüven geldi. Belki biraz geç buna ulaştık, ama  bugün var. Size bir misal vereyim; ben biliyorum, eskiden Türkiye uluslararası platformlarda gözükmezdi. Kendisiyle ilgili bir konu varsa, diyelim ki Kıbrıs meselesi varsa, hepimiz oraya yığılırdık. Herkes sadece onu konuşur, ondan sonra diyelim ki diğer bir oturum iklim değişikliği ise, hepimiz çıkardık, bu bizim meselemiz değil. Veya işte kadınlarla ilgili, işte nüfusla ilgili, böyle bir mesele varsa, bunlarla hiç Türkiye ilgilenmezdi. Şimdi, Türkiye bütün bu konularla ilgilenen bir ülke oldu. Söylediğiniz gibi, aslında Genel Kurul yarın başlayacak, ama başka bir Genel Kurul başladı Pazartesi; Binyıl Kalkınma Hedefleri. 2000 yılında dünya liderleri toplanmıştı ve demişlerdi ki, "Ya dünyada bir felaket var. Milyarlarca insan çok fakir, çok fakir. Milyarlarca insan güzel bir içme suyuna ulaşamıyor, içme suyu yok. Yolu yok, okulu yok, hastanesi yok. Milyonlarca anne şu kadar doğum yapınca ölüyor; bu büyük bir felaket. Biz bununla ilgili bir şey yapmamız lâzım ve en azından 2015 yılına kadar bazı iyileştirmeler olmalı." Buna, "Binyıl Hedefleri" diyorlar. Bununla ilgili, bu sene işte tekrar bir Genel Kurul oldu ve "10 senede ne mesafe alındı" diye görüşüldü. Şimdi bu toplantılara biz Türkiye olarak başkanlık yapmaya başladık. Yani bunlar hiç olmayan şeylerdi açıkçası.

İşte başkanlık yaptığım toplantıda bütün diğer işte Cumhurbaşkanları, Başbakanlar sözler aldılar, konuşuyorlar. Bu söylediğin koocher olarak yönettiğim toplantı aslında "milenyum hedefleri" dediğimiz, bin yıl hedefleri ile ilgili, ama burada birçok toplantı aynı anda yapılıyor. Ertesi gün yapılan toplantıda dünyanın En Az Gelişmiş Ülkeleri Zirvesi yapıldı. 49 tane ülke var ki, bunlar dünyanın en fakir ülkeleridir. Şimdi buna da ben başkanlık yaptım. Ama bu toplantıda en fakir ülkeler şurada oturdu, en zengin ülkelerde şurada oturdu, karşılıklı oturdu. Avrupa ülkelerinin başbakanları, diğer ülkelerin cumhurbaşkanları, şimdi hepsi buralarda sözler aldılar. Bunu ülkem adına gururla burada ifade etmek isterim ki, her söz alan bu 49 ülke Türkiye’ye teşekkür ederek başladı.

         GAZETECİ: Yardımlar yapılıyor değil mi?

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Yardımlar bunlar için. Üç sene önce ben Dışişleri Bakanıydım, o zaman bunların Dışişleri Bakanları toplantısını yapmıştık. Gelecek sene de bunlarla ilgili bir zirve toplantısı yapıyoruz. Ama bunları hep Birleşmiş Milletler ile beraber yapıyoruz. Yani ortak yaptığımız toplantılar. Bunlar insanlığa katkı ve orada Türkiye’yi herkes takdir ederken; Belçika Başbakanı da orada, Avusturya Başbakanı da, orada İngiliz Dışişleri Bakanı da… Hepsi de dinliyor, hepsi hayretler içinde kaldı. Niye derseniz, Derya Bey söyledi, bu da Türkiye açısından çok gurur verici bir şey, Türkiye hep yardım alan ülke olarak bilinirdi. Hâlâ da öyle bilir birçok vatandaşımız. Türkiye artık yardım yapan bir ülke. Türkiye’nin yıllık insani amaçlı yardımları bir buçuk milyar dolara ulaşıyor; bizim sivil toplum örgütlerimiz ve devlet beraber topladığınızda. Bunlar bizim hesaplarımız değil, bunlar Birleşmiş Milletlerin kriterine göre yapılan hesap. Bu müthiş bir şey, yani bir şey beklemeden, insanlık adına, Afrika’daki susuzluğa, Afrika’daki kıtlığa, Afganistan’da; tüm buralarda hiç din, dil, ırk ayrımı yapmadan bunu yapıyoruz. Bu tabii çok dikkati çekiyor. Bir ülkeyi büyük yapan unsurlardan biri de bu açıkçası. Bir ülkeye takdir, bir ülkeye karşı bir sempati oluşuyorsa bunun birçok sebepleri vardır. Ama biri de budur. O açıdan Türkiye böyle bir dönemi geçiriyor.

         GAZETECİ: Efendim güvenlik boyutuyla İran meselesi çok ön planda, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad burada ve İran’ın nükleer programının eğer gelecekte önlenemez ve denetlenemezse bölgede hatta dünyada sıcak bir çatışmaya yol açma ihtimalinden söz ediliyor. Bugün Ahmedinejad’ın Newyork Times’te demeci var, orada diyor ki; "Amerika kaç zamandır gerçek bir savaş yapmadı, savaşın sınırları yoktur başladığı zaman." Hani o da bu noktaya gelinmemesini söylüyor, siz bugün Ahmedinejad ile görüşeceksiniz. Ne telkin edeceksiniz, yani bu süreci Türkiye barış içerisinde yönetmede nasıl bir rol oynayacak ki, daha önce Güvenlik Konseyi’nde "hayır" oyu kullanmıştı.

         GAZETECİ: Küçük bir cümle de ben ekleyeyim, dün Charlie Rose ile yaptığınız röportajda o da çok üstünüze gitti ama çok fazla bir şey söylemediniz. "Something happening" dediniz. Bir şeyler oluyor.

         GAZETECİ: Yani neler oluyor efendim?

         GAZETECİ: Bir yandan da çatışma olasılığının düşmekte olduğunu da dün bizlerle yaptığınız söyleşide belirtmiştiniz.

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Şimdi bu konu, Amerikan basınının benimle yaptığı röportajlarda da öne çıkan bir konu oluyor. Çünkü Türkiye bir şekilde bu konunun içinde, gerek Güvenlik Konseyindeki oyu gerekse ondan önce ve ondan sonra bir nevi arabulucu demiyoruz biz iddialı olmamak için, ama kolaylaştırıcı fonksiyonlarımızdan dolayı. Şimdi dünyanın en önemli meselelerinden birisi olarak gözüküyor, bu nükleer mesele. İran’ın nükleer meselesi, bu aslında gayet açık, İran'a "Yeteri kadar şeffaf olmuyorsun" diyorlar, "Aynı zamanda sen Uluslararası Atom Enerji Ajansı’nın üyesisin oradan faydalanıyorsun, faydalanmanın karşılığı…" İran da;  "Hayır ben yeteri kadar şeffaf oluyorum, ben nükleer silah peşinde değilim, ama ben de barışçı amaçlarla nükleer enerji geliştirebilirim" diyor. Burada işte tereddütler var. Onun için şimdi Türkiye’nin pozisyonu çok dikkati çekti. Gerçekten geçen seneler savaş ihtimali, bunlar çok daha fazlaydı. Şimdi ben "Bunlar tamamen kalktı" demiyorum, ama diplomasi biraz çalışmaya başladı.

         Dün Charlie Rose’de söyledim. Diplomasi biraz çalışmaya başladı. Birleşmiş Milletler'in Güvenlik Konseyi’ndeki o oylamadan sonra bazı buluşmalar yapıldı, bazı açıklamalar yapıldı. İran’ın gönderdiği bazı mektuplar var. Bunlar aslında beklenen şey, olmuyordu bunlar. Bütün bunların olmasında Türkiye çok aktif oldu. Türkiye’nin orada ki "hayır" oyu bütün bunları temin etme yönünde işe yaradı. O açıdan Amerikalılar da biliyor, herkes biliyor ve bunlar Amerika Birleşik Devletleri’nde de bir noktada koordine de ediliyor açıkçası, yönetimle. Onun için dışarıda bazı şeyler yazılıyor, ama beraber olunduğunda da Türkiye’nin bütün bu rolü takdir ediliyor. Unutmayın ki Türkiye bölgesinde NATO üyesi tek ülke, bunları yapan tek Müslüman ülke. Türkiye’nin bu kapasitesi var. Türkiye’nin bu kapasitesini biz görmeyebiliriz, ama dışarıda herkes görüyor. Şimdi ben söylüyorum, hangi lider İran’ın liderleri ile -dini liderleri de dâhil olmak üzere- her şeyi oturup açık seçik görüşebilir, konuşabilir? Hangi ittifak içerisinde, hangi ülke bunu yapmıştır? Biz bunu yapıyoruz.

         GAZETECİ: Siz ne telkin edeceksiniz şimdi İran Cumhurbaşkanına bu anlamda? Yani barışçı bu programın denetlenmesi ya da yani Amerika ve Batı’nın kaygıları konusunda bir şey var, hatta İran’ın bu şekilde zaman kazandığı iddiası da söz konusu.

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bu tabii sadece Amerika'nın meselesi değil, aslında bütün dünyanın meselesi. Hatta parantez içinde şunu da söyleyeyim: Türkiye’nin de meselesi, yani nükleer silah meselesi. Türkiye komşusunda bir nükleer silah görmek ister mi?

         GAZETECİ: Türkiye içinde tehdit aynı zamanda.

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Türkiye için de tabii yani böyle bir şey varsa. Ben burada "İran nükleer silah yapıyor" demiyorum. Ama biz bu konuları hafife almıyoruz. Şimdi bu neye benzer, yine söyleyeyim; iki tane insan, iki arkadaş yan yana yürüyor, birinin belinde silah var öbüründe yok. Silah olan daima tabiî ki farklı havada olur, öyle mi? Yani bu gayet normal. Ve silahsız olan insan daima bir şey altında, o bakımdan Türkiye komşusunda, bölgesinde, nükleer silah asla görmek istemez. Onun için biz bunu bir hafife almıyoruz. Bizim yaptığımız ne? Madem böyle bir anlaşmazlık var, bir taraf diyor ki "Hayır sen nükleer silah peşindesin", İran diyor ki "Hayır ben bunu yapmıyorum". O zaman bunun hallolmasının iki yolu var. Gene siz söylediniz; ya savaş veyahut da diplomasi ile bu işin hallolması. Savaş ise, şimdi Türkiye 1990’dan beri Irak’taki istikrarsızlıktan, savaşlardan en çok çeken ülke. Güvenlik sorunu çıktı, orada bir PKK terör örgütünün yerleşmesi… Çünkü Irak’ta ordu yok ki. Irak’ta güvenlik güçleri yok ki. Ekonomik boyutu, göç boyutu, insani boyutu, bizim yatırımlarımız, büyük bir maliyet, büyük bir istikrarsızlık. Türkiye güneyinde 20 senedir bunu yaşarken doğusunda başka bir savaşa tahammül edebilir mi?

         Onun için biz açıkçası bu işi hafife aldığımızdan değil, biz "Bu iş savaşla olmasın, bu iş diplomasi ile neticelensin" diyoruz. Latin Amerika’da böyle bir konu varsa, bu kadar gayret sarf etmeyiz. Şimdi Türkiye öne çıkınca bazıları "Türkiye neden bu kadar öne çıkıyor" diyor. Benim menfaatim var burada. 1639’dan beri sınırı aynı kalmış bir ülkeyim. Bir de şu var mesela: Ambargolarla ilgili de diyorlar.

         Türkiye, Birleşmiş Milletler kendisini bağlayan hukuken, uluslararası hukuk bir şey bağlıyorsa bizi buna uyarız, uyuyoruz da. Ama bunun ötesinde de Türkiye’den bir şey de beklenmemesi lazım. Ben biliyorum ki birçok şirket, birçok batılı şirket, Amerikan şirketi orada farklı isimler altında -ortakları farklı gözüküyor- dolaylı ortaklıklarla faaliyet gösteriyor. Hatta şimdi bu ambargodan sonra ortaklık yapılarını değiştiriyorlar. Bunu herkes biliyor ve Türkiye İran’dan gaz alıyor değil mi? Şimdi ben onlara hiçbir şey satmazsam, yarın ne olur dış ticaret açığı? Onlara devamlı para ödeyen, 10 milyar dolar onlar bize satacak, biz ise onlara hiçbir şey satmayacağız, bizim dış ticaret hacmimiz büyük olacak. Bunlar Türkiye’nin menfaatine mi, çıkarına mı? Değil. Onun için biz bunları düşünerek diplomasi yolu ile çözülsün diye olağanüstü gayret içerisindeyiz. Bunun yanlış anlaşılmaması lazım, hem Türkiye’de hem dünyada. Buralarda çok yanlış anlamalar var, müttefiklerimiz var, ama bunları tabii konuşmak, izah etmek gerekiyor. İzah edince de bunu anlıyorlar doğrusu. O açıdan şimdi büyük bir ümit içinde değilim, böyle bir şey vermek istemiyorum, ama en azından iki ay öncesine göre daha iyi bir durum var ortada.

         GAZETECİ: Peki efendim hep Türkiye diyorsunuz, ama İstanbul ayrı bir önem kazanıyor galiba batıda. Bugün Türkiye ile yatırım yapan ya da yatırım ihtimali olan büyük şirketlerin CEO’larıyla bir araya geldiniz, galiba Citibank CEO’su da İstanbul’un finans merkezi olması konusunun önem kazandığını, destek vermeye hazır olduğunu söylemiş, arkadaşlardan duyduk, İstanbul bir yandan da uluslararası organizasyonların merkezi haline geliyor, o konuda neler var?

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: İstanbul herkesi çekiyor ve herkes görüyor. Bugün sabah Türkiye ile ilgilenen büyük şirketlerin genel müdürleri ile yaptığımız toplantıda, Türk ekonomisini anlattım. Sayın Bakan Ali Babacan da yanımda vardı, o da tabii kendisi bu işten sorumlu kişi olarak daha teknik bilgiler verdi. Ama onlara şunu söyledim hep: Türkiye’nin sadece ekonomisi iyileşmiyor, Türkiye’nin ekonomisi ve demokratik standartları, demokratik reformlar ve ekonomik reformlar el ele gelişiyor. Çünkü iş adamı büyük yatırımcı şuna bakar: Geleceği tahmin ederek yatırım yapar. Türkiye’de sadece ekonomi değil, demokratik standartlar, hukuk standartları, tüm bunlar elele kararlı bir şekilde gelişiyor. Hangi istikamette gelişiyor, hangi istikamette değişiyor? AB standartları sevisinde gelişiyor. Onlara bunu anlattım. Sonra bazılarının kafasında "İşte Türkiye’nin etrafında bir sürü krizler var, bunlar acaba Türkiye için bir sıkıntı değil mi?" sorular vardı. Onlara dedim ki: "Bunlar, tam tersine arzu etmeyiz, ama avantaj. Çünkü Türkiye bölgede güvenilir bir ada oluyor, etrafımızda ise kriz olan ülkelerin çok büyük zenginleri var, çok büyük şirketler var, çok büyük sermaye var bu çevrede. Bu sermaye, coğrafyasına yakın güvenilir yerde kendinin bir ayağını oraya koymak istiyor. Sıkıştığında ben buradayım hiç değilse" diye. Bu İstanbul oldu açıkçası. Bütün Ortadoğu’daki, hatta yakın, daha geniş Ortadoğu’daki bütün büyük şirketlerin hepsinin İstanbul’da bir bölge temsilcisi oluyor. Bunu gören dünya şirketleri de, hepsi koşarak geliyorlar İstanbul’a. İşte "İstanbul finans merkezi oluyor" diyor Citibank grubu ki, işte en büyük grup, yüz bin üzerinde insan çalıştırıyorlar. Dünyanın her tarafında bunlar çok yakın takip ediyorlar Türkiye’yi ve açıkçası herkes yani bu yarış içinde koşarak ben biran önce gideyim, yerimi alayım yarışı içerisinde. Tabiî ki onlar yeteri kadar bilgilendirilince, siz önem verirseniz, o da daha çok geliyor.

Onlara hep şunu söyledim: "Artık Türkiye’deki yönetim, bürokrasi, herkes bunun farkında, yani iş dünyasıyla çok barışık, iş dünyasının önemini çok iyi biliyor. Onun için yerli-yabancı ayrımı yapmıyoruz gelin ve Türkiye’ye yatırım yapın." Hatırlarsanız size söylemiştim, buraya geçen Cumartesi günü geldim. Pazar günü, dışarıda kahvaltı yaparken birisi geldi. New York eyaletinin valisi imiş. "İşte memnun oldum falan, siz de buradasınız" dedi hemen bana. Sonra, "İstanbul’da ofis açıyoruz" dedi. "İstanbul’da ofis mi?" dedim, yani eyaletin ofisi başka nerelerde var falan, "Hayır" dedi, "İlk defa İstanbul’da açıyoruz" dedi. Şimdi bunlar çok önemli. 

         GAZETECİ: BM de bir merkez açıyor.

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Birleşmiş Milletler tabii, yeni bazı ofislerini, mesela insani yardımla ilgili, gıda yardımlarıyla ilgili ofisleri İstanbul’da, Türkiye’de açıyor. Şimdi bu bir nevi şuna dönüşüyor: Cenevre’den, Viyana’dan ve New York’tan sonra İstanbul, inanıyorum ki 10 sene sonra Birleşmiş Milletlerin çok önemli bir merkezi haline gelir. Bu tabii büyük bir ayrı bir güç oluşturuyor bizim için.

         GAZETECİ: Bir de gıda yardımı yapacağı yerlerin herhalde tedarikini de Türkiye’den yapacak.

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Çok doğru söylüyorsunuz. Birleşmiş Milletlerin o birimin başında Yeni Zelanda’nın eski Başbakanı var. Madam Clark diye bir hanım Türkiye’ye de gelmişti. Başbakan olarak o geldi bana dedi ki; "Biliyor musunuz,  biz Dünya Gıda Programını yaparken, bunların 3’te 1’ni Türkiye’den alıyoruz." Yani nedir bu? Aç olan, ihtiyacı olan yerlere BM olarak, buğday alıyorlar gönderiyorlar veya yağ veya başka bir şey, çünkü böyle bir fon var. Bunu iş adamlarımız bilir.

         GAZETECİ: Bu bölümde bir şey söylemek istiyorum, siz Genel Kurul'a da sesleneceğiniz için hem bu yoksulluk programı çerçevesinde; işte gelecek 5-10 yıl içersinde işte bir dolara beslenen, açlık sınırında hatta açlık sınırının altında insanlar var,  ama bir yandan da silaha giden milyarlarca dolar var. Yani bu çelişkiye değinecek misiniz?

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Değineceğim. Derya bey genellikle burada yapılan konuşmalarda şöyle bir metot takibi edilir, yani çoğu zaman bütün konulara birer cümle değinirsiniz. O çok teknik bir şey olur, yazım olur ve teknik bir hitap olur. Ben mesela Dışişleri Bakanı iken burada Türkiye adına çok konuşma yaptım hep bu şekilde. Hatta her şeyi içine koyarsınız ki, Türkiye şu konuda ne demiş, bir şey eksik kalmasın diye. Ben bu seferki konuşmamı öyle yapmayacağım. Bu seferki konuşmamı bazı önemli konuları öne çıkartarak yapacağım. Doğrusu yapacağım konuşmada bu söylediğiniz meselede olacak. Şimdi Irak savaşına ABD bir trilyon dolar harcadı. Şimdi bu parayla Afrika’nın sorunu, belki Irak, başka bir şekil haline gelirdi.

         Şimdi Afganistan da aynı şekilde. ABD dünyanın parasını harcıyor, oğullarını, kızlarını gönderiyor, onlar ölüyor orada, ama eğer siz o Irak halkının, biz kalbini ve aklını diye söyleriz, onu kazanıcı bir politikanız olmazsa; işte siz böyle harcamaya devam edersiniz, insanlar ölmeye devam eder her iki taraftan ve işin içinden çıkılmaz, çıktık deyince de bir işe yaramaz. Şimdi Irak’tan çekilindi, "Bitti mi Irak?" Yani devam eder, sadece ABD için değil, bütün diğer NATO ülkeleri için, bizim için de tabiî ki, herkes için.

         Bir zaman Türkiye’de savunma harcaması, bütçede bütün bakanlıkların önünde gelmez miydi?  Milli Eğitimin de önünde gelirdi. Halbuki o zaman eğitime daha çok ihtiyacımız vardı bizim değil mi? sağlığa daha çok ihtiyacımız vardı. Bu konuda dünyada tabii bir anlayışın muhakkak ki gelişmesi gerekir. Bunlar çok tartışılıyor, hep aydınlar, entelektüeller ve bilim adamları bunlarla ilgili kitaplar yazıyorlar, ama tabii siyasetçilerin de en önemli konularından birisi bu savaşlar. Belki daha kolay önlenebilir.

         Şimdi biz Güvenlik Konseyi yarın toplanacak ve Güvenlik Konseyi'ne Türkiye başkanlık yapacak. Şimdi oradaki konumuz bizim -bağlantılı olduğu için tekrar bu noktaya geldim- barış yapmak, barışı sağlamak ve önleyici tedbirleri, yani problemler çıkmadan, savaş çıkmadan önleyici tedbirleri almak. Şimdi bu önleyici tedbirlere harcayacağınız para, gayret, enerji ile savaşa harcayacağınız para, gayret, enerjiyi karşılaştırdığınızda; bunun maliyeti çok az. Eskiden fakir insanlar bölgesinde yaşıyordu, ama zenginin hayatından haberi yoktu. Şimdi öyle değil. Afrika'nın en fakir yerinde de günde belki iki saat elektrik var, ama o iki saat içerisinde televizyonda gelişmiş ülkelerdeki hayatı izliyor, olmuyor.

         GAZETECİ: Yani şimdi İran nükleer tehdidi nedeniyle Amerika’nın Suudi Arabistan’a bir silah satışından söz ediliyor, 60 milyar dolar. Dokuz senedir Afganistan’a yapılan yardım sadece 40 milyar dolar, senede 3-4 milyar dolar

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Yarın bu rakamlar da çok küçük kalabilir. Çünkü bir nükleer yarış başlarsa bölgede, o zaman artık daha farklı. Onun için Türkiye bölgesinde, bu nükleer silaha karşı. Yine söyleyeceğim bir şey de şu: Yani ülkeler belki yapmıyorlar, ama zihinlerinden geçiriyorlar. Çünkü bölgede nükleer silahı olan ülke var. Dolayısıyla herkesin tehdit algılaması farklı farklı oluyor. Güvenlik algılaması farklı farklı oluyor ve buna karşı tedbirler alıyor. Nasıl Hindistan nükleer silah yapınca, Pakistan gibi bir ülkeler "Biz gerekirse ot yiyeceğiz, ama bu silahı yapacağız" dediler ve yaptılar, bu güvenlik algılamasıyla ilgili. Onun için bölgeyi tamamen nükleer silahlardan arındırıcı bir çabanın aslında başlaması lazım. Nitekim Başkan Obama bununla ilgili çağrı yaptı aslında, yarın bahsedeceğim ben yine, 1990 yılında BM Güvenlik Konseyi'nin bir kararı da var, bunun canlandırılması lazım.

         GAZETECİ: Orada akla İsrail geliyor

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Evet, yani bütün onun da sorunu çözülür, İsrail’in de birçok sorunu çözülür. Çünkü onun güvenliği de tabii çok önemli.

         GAZETECİ: Bu arada burada bir tartışma yaşanıyor ikiz kulelerin yıkıldığı yere bir cami projesi, öte taraftan da Kur'an yakma meselesi, bir tartışma konusu yapılıyor. Sizin konuşmanız ve BM Güvenlik Konseyi'ne de başkanlık edeceksiniz, böyle tarihi bir görevde üstleneceksiniz. Bütün bu kontekste İslamofobi konusunda da bir şeyler var mı bu konuşmanız içerisinde?

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Doğrusu burada konuşma 15 dakika oluyor biliyorsun, ama ben birçok başka platformda bu konuları daha geniş bir şekilde hep konuştum. Dediğiniz gibi burada böyle bir tartışma var şimdi, ama gördüğüm kadarıyla yönetim bu tartışmaların böyle tehlikeli boyuta gelmesini asla istemiyor. Baştan burada bir din özgürlüğü olduğunu ve olması gerektiğini, herkesin burada Müslüman ise cami, Hıristiyan ise kilise, Musevi ise sinagog yapmalarının hak olduğunu, yani Amerika’da cami yapılabilir ve bunda anormal bir şey yok diye en güçlü insanlar çıkıyor bunu konuşuyorlar, ediyorlar tabii. Ayrıca Kur'an yakma girişimi, dünyada her dönemde birtakım saçma insanlar, hasta insanlar çıkmıştır doğrusu, ama ona tepki koymak önemli, usulüne göre tepki koymak… O yönde de Amerikan Yönetimi elinden geleni yaptı ve böyle bir saçmalığa müsaade etmedi. "Yapacağım, edeceğim" diye ortaya çıkan o meşhur papaz var, o şekilde duyurdu, ama işte hasta insanlar her tarafta her yerde olabilir, onu öyle görmek lazım ve onları orada tutmak lazım.

         GAZETECİ: Gerçi buradayız yani New York’ta BM toplantısı vesilesiyle. Dolayısıyla daha global bakıyoruz, ama o global yaklaşımlar içerisinde Türkiye gerçeği var. Referandumdan yeni çıktık, kampanyalar yürütüldü. Dışardan biraz bakıldığında sanki Türkiye kutuplaşmış gibi görülüyor. Siz de referandumdan sonra ilk kez bir televizyon kanalına çıkmış oluyorsunuz. Bu referandumu, sonuçlarını, kampanyalar sırasındaki üslubu biraz değerlendirir misiniz ?

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Sizlerle de, diğer başka arkadaşlarla da bunları konuştuk. Doğrusu bu referandum nihayetinde müracaat edilen bir mekanizma olmuş oluyor. Yapıldı bitti, neticesinde herkes, hayır kampanyası yapan diğer partiler de "halk kararını madem böyle verdi, böyle olacak" diye saygıyla karşıladı. Bu önemli bir şey, yani en şiddetli hayır kampanyasını yapan siyasi partilerimizin liderleri böyle söyledi. Birçok tahliller yapılıyor. Ben de tabii görüyorum o tahlilleri; sanki hani Türkiye üçe, dörde bölünmüş. Doğrusu ben bunları kabul etmiyorum. 20 sene önceki seçimlere bakalım, o zamanda buna benzer haritalar var. :ölünmüş mü diyeceğiz Böyle lafların, yani ekstrem lafların şuyu bulması, bence hoş değil. Tabii insanlar bir şekilde fikrini söyleyecek, "evet veya hayır" diyecekler. Kız mı doğacak, oğlan mı doğacak, ya öyle ya öyle olacak. Öyle değil mi? Yani insanlar nihayetinde evet veya hayır bir şeyler söyleyecekler.

Şöyle olsa ki çok önemli; bir de evet diyenler yüzde 100 evet, hani yüzde 80, yüzde 90; hayır diyenler sanki yüzde 90’la, yüzde 100’le hayır diyor. Böyle bir durum yok ortada. Yani nihayette her tarafta yüzde 50-yüzde 50 çıkacak, eşit çıkacak diye bir şey yok. Birinde yüzde 48 çıkmış, diyelim ki hayır; öbür tarafta başka bir yerde evet çıkmış,  biraz da yüksek; başka bir yerde bu tarafta hayır yüzde 60 çıkmış.

         GAZETECİ: Bir de efendim "korku cumhuriyeti" söylemi var, bu şeyle birlikte; "Türkiye’de işte herkesin telefonu dinleniyor her gün, işte sesini çıkarmaya korkuyor insanlar" gibi bir hava yaymak isteyenler var, bu iddialara ne diyorsunuz?

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Şimdi bunlar bir şeyle ters düşer: Türkiye’nin bir taraftan yaptığı kanunlar, değiştirdiği anayasalar, Türkiye’nin bütün AB müzakeresi, Türkiye’de özel sektörün dinamizmi, bütün bunlara baktığınızda,  böyle genel bir Türkiye resmi asla çıkmaz, böyle bir şey olmaz. Yani ne olabilir şimdi? 10 sene önce diyelim Amerikalı, Avrupalı, Türkiye’ye gittiğinde çok daha fazla restoranlar, gideceği eğlence yerleri vardı da, şimdi azaldı mı? Yoksa 10 sene önce daha azdı da, şimdi çoğaldı mı? Herkesin alternatifi çoğaldı, yani hangi hayat tarzına ait olursanız olun. herkesin hayat tarzı çoğalıyor. Bireysel, ferdi, mevzii şeyler, yanlışlıklar olabilir. Yani ben hiçbir zaman tozpembe gösteren bir kişi değilim açıkçası. Yanlışlar da olabilir, birisi çıkabilir, "Siz böyle diyorsunuz, ama bak ben şununla karşı karşıyayım" diyebilir ve haklı da olabilir. Bunlar ayrı, ama Türkiye resmi olarak böyle bir şey yanlış.

         GAZETECİ: Sayın Cumhurbaşkanım, IKYB’den bir açıklama geldi, Türkiye’de güneydoğu sorununun çözümüne yönelik adımların atılması konusunda yumuşadı hava. Ondan dolayı bu ateşkes süresini uzatın diyorlar örgüte. Öte yandan Sayın Başbakan önümüzdeki günlerde BDP’liler ile görüşecek. Sanıyorum bu iki gün içerisinde bir görüşme olacak. Siz buradasınız terör sorununun yurtdışından beslendiğine dair yıllardır devam eden iddialar var ve Çankaya’nın bütün bu süreci gözlemlemesi; bir hangi noktada duruyorsunuz, sorunu nasıl görüyorsunuz, süreci nasıl görüyorsunuz? Bir şey daha soracağım. Sizce rahatlıkla bu meselenin çözümüne yönelik konuşulabiliyor mu Türkiye’de, yani medya baskısının dışında çeşitli kurumların baskısının dışında rahatlıkla Türkiye oradaki problemin çözümünü konuşabiliyor mu, referandumdan sonra özellikle?

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Yine genel söyleyeyim ben bu terörle ilgili, bu konularla ilgili her şeyi sadece dışarıya atmak kolaycılık. Dışarının önemli bir rolü var bu ayrı.  Yani işte otorite noksanlığında orada bir şey var. Ama her şeyi dışarıya atma bir noksanlık olur. Çünkü o zaman bu meselenin çözümünü sağlamamız ve bu meselenin üstesinden gelmemiz de zorlaşır. Onun için tahlili çok objektif ve doğru yapmak lazım. İçerde de var şeyde de var. İkincisi şu: Bizim için, devlet için önemli olan ne? Terörü ortadan kaldırmak. Onun için ben defalarca söylüyorum, terörü ortadan kaldırmak için devlet her türlü gayreti gösterir. Yani devletin taviz vermesi, devletin Türkiye Cumhuriyeti’nin temel meseleleri, ilkeleri; bunlardan vazgeçmesi zaten düşünülemez. Böyle bir şey söz konusu olmaz. Biz hepimiz bu ülkenin vatandaşlarıyız. Herkesin aidiyetinin Türkiye Cumhuriyeti'ne ve devletimize ait olması lazım. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin nihayetinde hakları, hukukları eşittir. Ama şikâyetler de vardır tabiî ki. Yani bu şikâyetler 10 sene önce daha çoktu, beş sene önce daha azaldı, bugün daha az, ama hâlâ var. Kendimize özgüvenimiz olması lazım. Tartışırken, konuşurken eğer ön kesici, birbirimizin elini kolunu bağlayıcı bir tartışma üslubu olursa, o zaman olan Türkiye’ye olur açıkçası. Yani olan Türkiye’ye olur. Tekrar söylüyorum, hiç kimsenin zihninde şöyle bir şey olmasın: Türkiye’nin temel meselelerinden bir taviz, Türkiye’nin üniter yapısından bir taviz, ondan sonra Türkiye’de üniter yapıyı ileride bozmaya dönük bir kapı açma; bunlar söz konusu değil, bunlar olamaz.

         GAZETECİ: Yani bu özerklik meselesine siz katı bakıyorsunuz, daha doğrusu tepki gösterdiğinizi biz gözlemledik, uçaktaki söyleşinizde de vardı.

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Şimdi onlar, onlar bir gizli ajanda ile gelen şeyler açıkçası. Onun için ben onlara sempati ile bakamam. Ama hemen arkasından ben şunu söyledim: Türkiye’de yerel yönetimler reformu yapılması lazım. Bu reform aslında Meclisin de gündeminde yani biraz daha ademimerkeziyetçi olmak, biraz daha yetkiler vermek. Bunlar ayrı şeyler. Yani Hakkâri’nin meselesini, her şeyi Ankara’dan yönetmek veya Edirne’nin Tekirdağ’ın her meselesini Ankara’dan yönetmek; bunlar doğrusu modern yönetim anlayışına da ters olan şeyler. O açıdan bu çerçeve içerisinde bakmak ayrı, ama böyle gizli ajandalarla falan yaklaşmak onlar ayrı.

         GAZETECİ: Silahlar susarsa, silah bırakırsa örgüt, siyaset yoluyla siyasi programlar üzerinden şimdi referandum sonrası bir anayasa değişikliğini de ana muhalefet siyasi iktidar neredeyse bütün kamuoyu savunuyor.

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Silahın olduğu, kanın olduğu, terörün olduğu yerde konuşamazsınız bile. Çünkü güvenlik daima o zaman öne çıkar. Terör olduğunda sanki teröre taviz veriyormuş gibi bir davranış içine de, hiçbir devlet girmez açıkçası. Bir şey yapacaksa bile yapmaz. Yani bunu herkesin bilmesi lazım. Burada o zaman önemli olan şey ne? Önemli olan bütün vatandaşlarımızın mutlu olacağı bir neticeye ulaşmak. Diyarbakır’daki vatandaşımızın da, Ankara’dakinin de, Kayseri’dekinin de, Konya’dakinin de, Edirne’dekinin de, hepsinin mutlu olabileceği bir neticeyle problemleri bu şekilde çözmek.

         GAZETECİ: Siz efendim bu demokratik açılım ilan edildiğinde hükümetçe ya da siz ilk defa bundan söz ettiğiniz de "Tarihi bir fırsat" demiştiniz. Bu fırsat devam ediyor mu yoksa?

         GAZETECİ: İyi şeyler de olacak mı?

         GAZETECİ: Evet iyi şeyler yani daha böyle bir istekli ve sonuca gitmeyi yani o politikaların biraz.

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Başka yolumuz yok.

         GAZETECİ: Yani fırsat kaçmadı diyorsunuz, çözülebilir yani bu sorun.

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Türkiye'nin bu işten kurtulması lazım. Türkiye'nin bu işleri halletmesi lâzım. Siz o zaman görün Türkiye’yi. O zaman görün Türkiye’yi, Türkiye’nin büyüklüğünü. Türkiye’nin etkisini o zaman görün.

         GAZETECİ: İç barışını sağlamak durumunda.

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Tabiî ki. Onun için hepimizin, herkesin buna gayret sarf etmesi, herkesin yapıcı bir şekilde uğraşması gerekir. Ben çerçeveyi koydum. Buradan yanlış anlama çıkmasın gayet açık söylüyorum, Türkiye’nin üniter yapısı, ilerde buna kapı açacak şeyler bunlar değil, ama herkesin ülkesinde mutlu olacağı, "Burası benim öz vatanım, öz vatanımda başım dik" diyebileceği bir iklimi hep beraber oluşturacağız tabiî ki.

         GAZETECİ:  Kimliklerini ve kültürlerini ifade ederek.

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Tabiî ki, tabiî ki

         GAZETECİ: Eşit yurttaşlar olarak.

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Herkes zaten eşit yurttaş açıkçası. Herkes Başbakan da olabilir, herkes Meclis Başkanı da olabilir, herkes Cumhurbaşkanı da olabilir. Nitekim hep olmuştur da, değil mi? Yani hiç kimsenin etnik kökenine bakılmamıştır. Yani şu şundan dolayı Cumhurbaşkanı olamaz, şu şundan dolayı Başbakan olamaz, şundan dolayı bakan olamaz; bunlar olmamıştır. Ama demokratik standartların düşüklüğünden dolayı çok da şikayetler olmuştur.

         GAZETECİ: İsrail konusuna girmemiz lazım. Aslında biraz önceki konu çok daha cazip tabii Türkiye açısından, ama bir de İsrail konusu var. Sanki buraya Simon Peres ile İsrail Cumhurbaşkanı ile buluşmaya gelmişsiniz de, bu bir türlü gerçekleşmemiş gibi bir hava İsrail basını tarafından verildi. Nedir bu işin gerçeği?

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Amerikan basınının hepsinin sorduğu, burada karşı karşıya kaldığım sorulardan biri de buydu. Bu gayet açık, mesele gayet açık. Türkiye ile İsrail’in ilişkilerini herkes biliyor. Mevcut yönetimde de Sayın Başbakan da defalarca gitti geldi, bakanlar, ben… Dolayısıyla sanki 20 sene önce iyiydi de, şimdi kötü oldu. Bbu baştan tamamen yanlış bir şey. Ama ortada bir sebep var tabii. Ortadaki sebep ne? Tabiî ki Gazze’deki insanlık dramı bütün dünyanın meselesi. Gazze’deki insanlık dramına sadece Türkiye sesini yükseltmedi. Veya o insani yardım filosu sadece ilk defa Türkiye’den gitmedi. Daha önce başka ülkelere de hep gitti.

         GAZETECİ: Bu seferde başka ülkeler de vardı zaten.

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Tabii, tabii, bu yardım filosunda 36 ülkeden insanlar vardı. Bunların birçoğu çok seçkin insanlardı. Aydınlar, profesörler, siyasetçiler; bu tip insanlar vardı doğrusu. Ve bu yardım filosunu organize etmek, yardım etmek için gayret sarf etmek, uluslar arası hukukta suç değil, bir suç değil. Tam tersine insani değerleri, hep batının insani değerler dediği değerleri sahiplenme bu aslına bakarsanız. Nitekim Avrupa Birliği de, Birleşmiş Milletler'in beş daimi üyesi de, Amerika Birleşik Devletleri de bu ambargonun insani olmadığını söylüyor. Hillary Clinton da, Başkan Obama da, İsrail’e hep "Bunu kaldırın. Bu böyle devam etmez" diye çağrılarda bulundu.

Şimdi böyle bir yardım filosu giderken Akdeniz’in ortasında, Akdeniz bizim gölümüz, öyle değil mi? Bu kadar Akdeniz'e hukuku olan bir ülke. Akdeniz’in ortasında, uluslararası sularda, siz gelir saldırır; şimdi bir terör örgütü gelir saldırır bu ayrı. Bir ülkenin askeri, ordusu saldırır, ondan sonra oradaki masum insanları öldürür, ondan sonra orada bir tane silah tabanca bile çıkmaz, ondan sonra da "Bu iş bitti Türkiye bunu görmezlikten gelsin." Böyle bir şey söz konusu değil.

         GAZETECİ: Eskiden olsa savaş çıkardı dediniz.

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Eskiden olsa bu tip şeyler savaş sebebi olurdu ve savaşarak bunlar çözülürdü. Şimdi uluslararası hukuk var, herkesi bağlayan hukuk var. Bu hukuk çerçevesi içerisinde gereği neyse bunu yapması gerekir. Ama İsrail’i anlamıyorum doğrusu. Gerçekten İsrail’in iç politikası çok ayrıdır, biraz ilgilenenler çok iyi bilir. Biz kendi iç politikamızdan şikayet ederiz. Ama İsrail’in iç politikası inanılmaz bir kargaşadır. Orada yüzde üç seçim barajı vardır. Hükümet kurma, etme çok zordur orada ve her şey iç politikaya dönüktür. Şimdi bu meseleye de gördüğüm kadarıyla tamamen böyle bakıyorlar ve büyük bir hata yapıyorlar. Yani gelecekleri, şimdi beka meselesi olan ülkelerin çok daha dikkatli olması gerekir. Bakın bu söylediğim söz çok önemli.

Türkiye İsrail’in oradaki varlığını tanıyor, Türkiye'nin orada İsrail’in varlığı ile ilgili bir sorunu yok. İlk tanıyan ülke, büyükelçisi var, her zaman en üst seviyede ilişkiler yapmış. Bunu takdir etmeyen bir anlayış var orada. Şimdi ben buraya gelirken gazetelerde gördüm. Gazetelerde işte "Cumhurbaşkanı Peres ile görüşün"." Açıkçası böyle bir programımız yok bizim. Bize böyle bir randevu talebi oldu ve reddetmiş de değiliz. Yani hiç düşünmedik böyle bir şeyi. Veya aracılar gitti geldi işte, o Clinton Vakfı gibi, bu da olmadı. Şimdi böyle değilken, bir bakıyorsunuz İsrail kaynaklı basın kuruluşları, bu güveni de kaybettiriyor. Şimdi bizim hiçbir diplomatımız, hiçbir Türk İsrailliler ile konuşmaz. Niye konuşmaz biliyor musun? Burada konuşsa kapıdan çıkınca hemen basına bunu açıklar. Bir bakıyorsunuz basında. Böyle bir şey olur mu?

         GAZETECİ: Peki burada dokuz vatandaşımız öldüğünde.

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Düşmanlar bile konuşur, eder; "Ya düşmanlığı nasıl giderelim" der. Türkiye ile İsrail arasında bir düşmanlık yok. Bizim İsrail halkına, İsrail devletine bir düşmanlığımız yok, bir şeyimiz yok, ama ortada bir olay var.

         GAZETECİ: Öldürülen dokuz yurttaşımızın hakkı.

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Tabii hakkı var.

         GAZETECİ: O konuda en azından bir özür ya da soruşturma başlatsa.

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Dediğim gibi, eskiden savaş çözerdi, şimdi uluslararası hukuk çözüyor bunu. Bunun hiç farkında değiller, yani ben doğrusu gerçekten hayret ediyorum.

         GAZETECİ: O zaman biz mi az tepki gösteriyoruz, yani anlatmak için?

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Biz, biz bir büyük ülke nasıl davranırsa öyle. Biz hani bir sokak dalaşı, retorik, ama bunu yapmıyoruz. Ben ne diyorum size "uluslararası hukuk" diyorum. Ama eminim ki onu görmesi ve İsrail’in dostlarına, hep onlara söylemesi gerekir. Bu iş de böyle. Bir bakıyorsunuz Türkiye’nin de İsrail’in de dostu olan insanlar ülkeler "Ne yapabiliriz, ne olabilir ya hoş değil bu durum, nasıl giderebiliriz" diyorlar.

         GAZETECİ: Tekrar düzeltmeye.

         SAYIN CUMHURBAŞKANI: Biz de diyoruz ki; "Biz aslında memnun değiliz bundan. Biz arzu etmedik ki, ama "Ortada böyle bir olay var" diyoruz. Belki o insanlar, o kişiler işte İsraillilerle de mesela konuşuyor olabilirler, normal değil mi? Bir bakıyorsunuz İsrail basını "Türkiye’ye şunu söyledik de, şuna hayır dedi veya Türkiye şunu yapmak istiyor." Çok yanlış bir şey, bu çok güven sarsıcı bir şey. Böyle bir şey olur mu? Yaptıkları bu doğrusu.

         GAZETECİ: Cumhurbaşkanım anladığım kadarıyla burada çok yoğun bir programınız var. Efendim çok teşekkür ederim verdiğiniz bilgiler için, bu yoğun süreç içerisinde bize vakit ayırdığınız için. Türkiye’de sizden haberdar olmaktan mutlu olmuştur Sayın Cumhurbaşkanım. Önemli bir açıklamalar zinciriydi; Sayın Cumhurbaşkanımız sağ olsun bu dar vakitte bize zaman ayırdı sevgili seyirciler. Bu özel yayınımız sona erdi görüşmek dileğiyle.

 

Yazdır Paylaş Yukarı