L'Express Dergisi

07.11.2008
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

SORU: Türkiye'nin üzerinden yeni bir komplo veya darbe tehlikesi gerçekten kalktı mı?

GÜL: Bu olasılıklar günümüz Türkiye'sinde artık geçerlideğil. Sözünü ettiğiniz tehlikeler dün hayal edilebilirdi, ancak bugün için artık makul değil. Elbette siyasi geçmişimize bakınca iniş ve çıkışlar görülür. Bu doğrudur. Ancak bugün görüyorsunuz ki önemli davaları, olması gerektiği şekilde iddianamelerle ve özgürce kendini ifade edebilen savunmalarla oldukça iyi yürütüyoruz. Her ne olursa olsun, eğer ki bir suç işlendiyse bağımsız mahkemeler tamamıyla bir yargıda bulunma durumundadır. Türkiye'de işleyen bir hukuk sistemi mevcuttur ve Avrupa Birliğine üyelik müzakereleri çerçevesinde yer alır. Kopenhag'ın siyasi kriterlerini yerine getirmek durumundayız. Yani demokrasi, hukukun üstünlüğü (Avrupa normları düzeyinde) ve insan hakları (bu noktada da Avrupa normları düzeyinde). Bu şartlar yerine getirilmediği takdirde katılım müzakereleri başlatılamaz. Bu nedenle kimilerinin "sessiz devrim" olarak nitelendirdiği oldukça radikal reformlar gerçekleştirdik.

SORU: Avrupa Komisyonu, Türkiye'nin modernleşmesi hakkında ilerleme raporunu yayımladı. İçeriğinde çekinceler yer alıyor. Kaygılı mısınız?

GÜL: Avrupa Birliği ile müzakere süreci, Türkiye için bir değişim sürecidir. Radikal reformlar gerçekleştirdik, ancak henüz sonuna gelmiş sayılmayız. Daha yapmamız gereken çok şey var. Bunu, Avrupa Birliğini memnun etmek, Avrupalıların bize daha iyi gözle bakması için yapmıyoruz. Bu reformları,
halkımızın hakkı olduğu için yapıyoruz. Avrupa Birliği olmasaydı yine de Türkiye'yi kendi kendimize modernleştirmemiz, Türk halkı için özgürlükleri mümkün olduğu kadar genişletmemiz gerekirdi. Çoğulculuk, şeffaflık, eşitlik... Bunlar, Türkiye'nin ve Türk halkının ihtiyaçları. Bunun için çalışıyoruz. Belki daha hızlı hareket etmek gerekirdi. Bu benim görüşüm. Ancak siz de biliyorsunuz, geçen yıl bunu yavaşlatan ekonomik ve iç politika meseleleri oldu.

SORU: İslamcı eğilimdeki bir siyasi hareketten geliyorsunuz. Çok dindar mısınız? Her gün namaz kılar, her cuma camiye gider misiniz?

GÜL: Dini siyasetten ayırmak lazım. Ülkemizde halkın çoğunluğu Müslüman. Bu kişisel alanla alakalıdır. İnançlıyım ve gücümün yettiği kadar dinimin gerektirdiklerini yerine getirmeye çalışırım. Ancak bunlar sadece beni ve ailemi ilgilendiren özel konular. Vatandaşlarımı ayırt etmem ki aralarında Müslüman olmayanlar da var. Hiçbir ayrımcılıkta bulunmuyorum. Bu söz konusu bile olamaz. İnancım, imanım sadece beni ilgilendirir.

SORU: Yıllarca Türkiye'de laiklik konusunda bir uzlaşı vardı. Hükümetin, örneğin şimdiye kadar yasak olan başörtüsünü üniversitelerde serbest bırakmak gibi, bu ilkeyi değiştirme isteğinin nedeni neydi?

GÜL: Mecliste büyük bir çoğunluğun onayladığı Anayasa değişikliğini tek isteyen hükümet değildi. Muhalefetteki iki parti de bu yönde oy kullandı. Sadece bir muhalefet grubu karşı çıktı. 550 milletvekilinden 400'ü bu yasağın kaldırılması yönünde oy verdi. Ancak Anayasa Mahkemesi laikliğe aykırı olduğu yönünde karar verdi ve bahsi olan değişikliği iptal etti. Anayasa Mahkemesinin bu kararını saygıyla karşılıyoruz.

SORU: Batılı bir bakış açısıyla üniversitede başörtüsünü takma ihtiyacını anlamak zor.

GÜL: Neden?

SORU: Çünkü şimdiye kadar üniversite bunsuz da oldukça iyi işliyordu.

GÜL: "Oldukça iyi işliyordu" derken ne demek istiyorsunuz?

SORU: Üniversiteler, okullar, kurumlar bir laik uzlaşma içerisinde işliyordu ki bu, Türkiye'nin bir özelliğiydi. Niçin değiştirilmesi gereksin ki?

GÜL: Bu soruyu, bu kuralı değiştirmeyi isteyen siyasi partilere sormalı. Demek ki bu yönde bir talep olmuş. Türkiye açık bir toplumdur. Bütün bunlar tartışıldı. Önemli olan bu konuların tartışılabilir olması ve herkesin tartışmaya katılabilmesi. Ondan sonra Anayasa Mahkemesi lehinde veya aksi yönde karar verir. Sonunda da hukuk kuralı herkes için geçerlidir.

SORU: Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi Orhan Pamuk, "Türklüğe hakareti" cezalandıran Türk Ceza Kanunu'nun 301. maddesi nedeniyle Türkiye'de gazeteci ve yazarların özgürlüğü üzerinde hala gerçek bir tehdit olduğuna inanıyor. Buna cevabınız nedir? Peki beklendiği halde hiçbir zaman kaldırılmayan bu madde hakkında Avrupalılara ne söyleyeceksiniz?

GÜL: Orhan Pamuk, Nobel Ödülü'nü kazanmış bir Türk yazarıdır ve bundan doğal olarak çok gururluyuz. Düşünürler, yazarlar eleştiriyi beslemelidir. Gelecekteki koşulların şimdikinden daha iyi olmasını diliyorlar. Bunun çok doğal olduğu görüşündeyim. Yakın geçmişte 301. maddeye dayalı bir dizi dava açıldığı doğru. Ancak bu maddeye değişiklik getirildi. Özellikle de reformların yavaşladığı söylenen dönemde yapıldı. Artık yazarlar düşüncelerinden ötürü cezaevine atılmıyor. Türkiye'de istediğinizi söyleyebilirsiniz.

SORU: Yakın tarihte bir futbol maçı izlemek üzere Ermenistan'a tarihi bir ziyarette bulundunuz. Bu, Türkiye'nin Ermeni meselesi hakkında gelişme ihtimali olduğu anlamına mı geliyor?

GÜL: Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşananları kastediyorsanız, o dönemde herkesin zarar gördüğünü hatırlatmak isterim: Türkler de, Ermeniler de, başkaları da. Her iki tarafta trajik durumlar olmuştur. Tüm bu acılar hepimizi üzüyor, ancak Türklerin kasten kendi vatandaşlarına yönelik bir katliam yürüttüklerini söylemek doğru değil. Bu olayları savaş koşullarında değerlendirmeli. O dönemde herkes savaş halindeydi. Birliklerimiz üç cephede savaşırken, Ermeni vatandaşlarımız başka bir ülke tarafından kışkırtıldılar. Ayrıntılara girmek istemiyorum, ancak bu iddialara şu şekilde cevap veriyoruz: Bu iddiaları inceleyelim. Bu konularda taraf tutmak siyasilerin işi değil. En dürüst davranış nedir? Bağımsız bir tarihçiler komisyonunun kurulmasıdır. Arşivlerimizi kısıtlama olmadan bu komisyona sunalım. Ve bu komisyon işini yapsın. Hepimiz sonuçlarını kabul edelim. Türkiye Cumhuriyeti bu teklifi yapmıştır.
Hatta daha da ileriye gittik: Fransa bu meseleyle bu kadar yakından ilgileniyorsa, bu komisyona o da katılsın dedik.

SORU: Yine de Ermeni soykırımı pek çok demokratik ülke tarafından tanındı. Barack Obama da soykırımın ABD'de tanınmasına olumlu yaklaşıyor. Türkiye bu tutumunu gelecekte de sürdürebilecek mi?

GÜL: Ermeni meselesini konuşabilirim. Ancak bizi olmamış bir şeyi tanımaya zorlamak, sadece bazı siyasetçiler bunu böyle anladı diye, dürüst bir davranış değildir. Bu daha çok Barack Obama için bir sorun olacaktır. Unutmayın ki, Türklerle Ermeniler bin yıl boyunca birlikte barış içinde yaşadılar. Bu iki halk arasında, Birinci Dünya Savaşı'nın özel şartları dışında tartışma olmadı. Gelecek için kin beslenmemeli. Türkiye ile Ermenistan bugün iki komşu ülkedir. Bizler de Ermenistan ile dostluğumuzu ve ilişkilerimizi geliştirmekistiyoruz.

SORU: Ermenistan Cumhurbaşkanı ile soykırım konusunu konuştunuz mu, yoksa konuyu bir kenara mı bıraktınız?

GÜL: Size bir şey söyleyeyim: Biz bölgede yan yana yaşayan insanlarız. Ermenistan'da yaşayanların geleceğini düşünmek zorundayız. İstikrar içerisinde, mutluluk içerisinde yaşamalılar. Türkiye ile iyi ilişkiler içerisinde olmalılar. Türkiye'nin onlarla iyi ilişkileri olması gerek. Bu nedenle de Ermenistan ile Türkiye arasındaki süreci desteklemeliyiz. Olaylara uzaktan bakmak, kendi kimliğini korumaya çalışmak, bu anlaşmazlık üzerine odaklanmak, sürekli aynı konuyu tekrarlamak ve bunu siyasete alet etmek kimsenin işine yaramaz. Cumhurbaşkanı Sarkisyan seçildiğinde kendisine tebrik mesajı yolladım ve ortak sorunlarımızı çözmeyi, birlikte ilişkilerimizi düzeltmeyi umduğumu söyledim. Ve Ermenistan Cumhurbaşkanı oldukça cesur bir şekilde beni ülkesine davet etti. Kendisini tebrik ediyorum. Ben de Türkiye'de pek çok eleştiri aldım. Ancak aynı şekilde cesurca bu daveti kabul edip Ermenistan'a gittim. Oraya gitmekten çok mutlu oldum. Çok yapıcı görüşmelerimiz oldu. Bu görüşmelerin devam etmesini diliyorum. Çok fazla konu ve sorun var. Herbirinin ayrıntılarına girmedim. Bu bizim ilk görüşmemizdi ve tartışma yaratacak konulara girmek istemiyordum. En önemlisi iyi bir ortam yaratmaktı.

SORU: Orhan Pamuk gibi "Ermeni soykırımından" söz etmekte zorluk çekmeyen Türk düşünürler hakkında ne düşünüyorsunuz?

GÜL: Bu, Türkiye'de tüm görüşlerin ifade edilebildiğinin tam bir göstergesidir. Her şeyin artık tartışılabileceğini gösterir. Bazıları, insanların bu tip görüşlerini açıkladıklarında hemen cezaevine atıldıklarını sanıyor. Durum bu değil. Her şeyi tartışıyoruz. İstediğimizi yazıyoruz. Bu konuda yazılmış kitaplar bile var. Bazı görüşleri paylaşmasam da kendilerini ifade eden insanları susturma taraftarı değilim. Ancak kabul etmek istemediğim bir fikir varsa, bu yönde uluslararası bir baskı var diye de kabullenemem. Ermeni diasporasının faaliyetleri Türk-Ermeni ilişkilerinin normalleşmesini engellemektedir.

SORU: İslam ile Batı arasındaki ilişkiler hakkında kimileri ülkenin Avrupa Birliğine katılmayı heves ederken İslam Konferansına katılmasından kaygılı.

GÜL: Türkiye'nin İslam Konferansı üyesi olmasıyla Avrupa Birliğine katılımı konusundaki müzakereler arasında bir çelişki göremiyorum. İslam Konferansı ile AB, bugün globalleşen dünyada birbirine alternatif değildir. Türkiye halkının çoğunluğu Müslümandır. Türkiye bu nedenle İslam Konferansına üyedir. Rusya da Müslüman kesimi nedeniyle gözlemci üyedir. Ancak Türkiye aynı zamanda AB'ye katılımı konusunda müzakereye başlamıştır ve Birliğin sistemini kendine uyarlamaya devam etmektedir. Müslüman olmak Avrupa Birliği üyesi olmaya engel değildir. Bunu sanmıyorum. Ortak değerlerimiz nelerdir? Demokrasi, insan haklarına saygı, pazar ekonomisi. Bu ilkeleri kabul ettik. Ayrıca Türkiye'nin çabaları Müslüman dünyasında da desteklenmektedir. Türkiye'nin, medeniyetler arası köprü rolü oynayarak Avrupa Birliğine büyük bir zenginlik getireceğine inanıyorum.

Yazdır Paylaş Yukarı