ATV

01.01.2009
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült


SORU: ATV'den mutlu yıllar, iyi akşamlar, sevgili izleyiciler.
Açık Kapı'yı yeni yılın ilk gününde çok özel bir mekandan sunuyoruz, meslektaşım ATV Haber Genel Yayın Yönetmeni Fuat Uğur'la birlikte. Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül'le beraberiz. Geride bıraktığımız 2008 yılını ve fırsatları, riskleri, endişe ve umutlarıyla 2009'u konuşacağız.
Efendim, size de mutlu yıllar.
SN. CUMHURBAŞKANIMIZ: Sağolun, teşekkür ederim. Size önce "Hoşgeldiniz" diyorum. Ayrıca, bugün yılbaşı olduğuna göre yeni bir yıla giriyoruz. Bütün vatandaşlarımın, herkesin yeni yılını kutluyorum, tebrik ediyorum. Yeni yılın başarılar getirmesini, hayırlar getirmesini, güzellikler getirmesini temenni ediyorum. Sadece Türkiye için değil, bütün insanlık için bunun böyle olmasını çok arzu ediyorum.
SORU: Biz de, bizi ağırladığınız için çok teşekkür ediyoruz efendim. Açık Kapı'da Cumhurbaşkanı Sayın Gül'le Türkiye'nin geçen 365 gün içindeki yolculuğunu ele alacağız. Tabii gerek iç politika, gerekse dış politika açısından geniş bir ufuk turu yapacağız.
Efendim, herkes bir yeni yıl dileğinde bulunur. Siz Türkiye için nasıl bir dilekte bulundunuz 2009 için?
SN. CUMHURBAŞKANIMIZ: Yeni yıl için biraz önce söylediğim dileklerde bulunmak isterim. Bizim için, Türkiye için huzurlu, başarılı bir yıl olmasını isterim. Yıllar büyük periyoddur aslında. 365 gün az değil. Bir yıl içerisinde çok güzel şeyler de yapılabiliyor. Tabii çok büyük yanlışlar da olabiliyor. O açıdan önümüzdeki yılın Türkiye için barış ve huzur getirmesini temenni ediyorum. Tabii 2009'a sıkıntılı bir şekilde giriliyor, realist olmamız gerekir. Özellikle küresel mali krizi dikkate aldığımızda bunun çeşitli yansımaları oluyor. Ümit ederim ki, Türkiye ve bütün dünya olarak bundan toparlanarak çıkıldığı bir yıl olur. O açıdan ben, önümüzdeki yıla büyük bir ümitle bakıyorum. Önümüzdeki yılda Türkiye'nin çok daha güçlü, Türkiye'nin çok daha büyüyerek, Türkiye'nin çok daha kendi iç bünyesini sağlamlaştırarak ve barışı kardeşliği, dostluğu hakim kılarak çıkacağına inanıyorum. Yani bu bakımdan çok büyük bir ümit taşıyorum.
SORU: Biraz geriye, geçen yıla gidecek olursak, global ve bölgesel politikalarda, stratejik arayışlarda yaşanan çalkantılar, Avrupa Birliği ile başlatılan müzakere sürecinin gidişatı ve yansımaları nedeniyle Türkiye 2008'de dünya sahnesinde daha dikkatli izlenen bir ülke oldu. Yakın çevresindeki gelişmeleri onu daha farklı bir üslupla, daha proaktif bir rol üstlenmeye de itti. Ancak dış politikadaki açılımlar, Türkiye'de yaşanan çalkantıların bir anlamda gölgesinde kaldı. Anayasa Mahkemesi'nin, anayasada üniversitelerde kıyafetle ilgili maddelerin Meclis'te değiştirilmesinin ardından, iktidar partisi AKP'ye açtığı kapatma davası, ayrılıkçı terörün yeniden tırmanışa geçmesi, yeni anayasa olmak üzere reformların biraz durma noktasına gelmesi ve 2008'in az önce zikrettiğiniz gibi ikinci yarısından itibaren global küresel krizin yayılmaya başlaması, pek yaygın olarak görülen bir görüşe göre Türkiye için 2008 kayıp bir yıl olmuştur' dedirtiyor. Bu görüşe katılıyor musunuz?
SN. CUMHURBAŞKANIMIZ: 2008 yılında yaşanan olaylara şöyle bir baktığımızda bunların muhakkak ki bir tahribatı oldu, realist olmak gerekir. Yani gerçekleri saklamanın bir anlamı yok. Ama büyük resme baktığımızda Türkiye'nin daima ileri gittiğini ve güçlendiğini, bu söylediğiniz, çeşitli olumsuzluklar olarak gördüğünüz şeylerden bile güçlenerek çıktığını söyleyebilirim. Bunu belki şöyle izah etmek isterim: Biraz yüksekten baktığınızda, beş yüz metre yüksekten baktığınızda çevrenizdeki en yakın binaları görürsünüz ve ona göre çok detaylarla uğraşırsınız. Bin metre yukardan baktığınızda biraz daha geniş görürsünüz, beş bin metre yukarı çıktığınızda çok daha geniş bir alanı görürsünüz. Uçakla Türkiye'nin üzerinde şöyle on bin metreye çıkınca Karadeniz'i Akdeniz'i hepsini bir görebilirsiniz Şimdi böyle baktığımızda 2008 yılı içindeki gelişmelere rağmen, kimine göre olumlu kimine göre olumsuz denebilir, bütün bunlara rağmen, Türkiye'nin giderek daha güçlü olduğunu, giderek daha itibarlı hale geldiğini ve Türkiye'nin giderek kendi içindeki meselelerini, problemlerini konuşarak, tartışarak çözen ve daima ileriye giden bir ülke olduğunu göreceksiniz. Onun için biraz önce siz dışardan Türkiye'nin görünüşüyle, içerden bizim meselelere bakışımız arasında bir fark var diyorsunuz. Dışardan baktığınızda Türkiye'nin çevresiyle, diğer ülkelerle mukayese edildiğinde daima ileri giden, daima gerçekten itibarlı hale gelen ve övünülecek çok şeyi olan bir ülke olduğunu görürsünüz. O açıdan ben bu büyük resme bakıyorum, Türkiye gerçekten büyük bir ülke ve çok daha büyük bir ülke olmaya devam ediyor. Ekonomisiyle, demokratik yapısıyla, güçlü ordusuyla, diğer kurumlarıyla ve özgürlüklerle.
Sıkıntısı olmayan hiçbir ülke yok bugün. En sıkıntısız ülke olarak gözüken ABD en zengin ülke, bakın insanlarının Irak'ta, Afganistan'da hatta New York'ta neler geliyor başlarına. O açıdan küreselleşmenin getirdiği avantajlarla birlikte dezavantajları herkes yaşıyor. Türkiye'nin de kendine has problemleri vardır, ama Türkiye büyük bir olgunluk içerisinde bu problemlerini aşma yolundadır. Bunların hepsini aşacağına da inanıyorum. Ben Türk insanının, bu ferasetine, bu derinliğine gerçekten çok inanıyorum. Ve geleceğe biz çok daha güçlü bir Türkiye taşıyoruz.
SORU: Yani Türkiye içindeki, Türkiye evi içindeki yaşanan bu kavga, bu 'ev kavgası' sizi çok fazla endişelendirmiyor. Bunu bir olgunlaşma süreci olarak görüyorsunuz siz.
SN. CUMHURBAŞKANIMIZ: Bunlar kaçınılmaz şeyler. Türkiye büyük bir ülke, 70 milyon nüfusu olan bir ülke. Farklı farklı gerçeklerimiz var, farklı farklı kültürel sosyolojik durumlar var, onun için bu son tartışmalara baktığımda ben bunları hep bir olgunlaşma süreci olarak görüyorum. Ama Türkiye'nin gittiği istikamet belli, Türkiye dünya ile ne kadar çok bütünleşiyor belli, Türkiye'nin ortak değerleri belli, kendi geleneklerimiz, manevi değerlerimiz, bunları bir yana koyduğunuzda bunların da ötesinde evrensel değerler; demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, kadın-erkek eşitliği konuları, şeffaflaşma konuları, bütün bu konulara baktığımızda Türkiye daima ileri gidiyor. Daha süratle gidebilir denebilir, daha hızlı yapılabilir denebilir, bunlar tartışılıyor. Hatta şimdi bazen öyle konular tartışılıyor ki, en zengin ülkelerde tartışılan konular, yani temel meselelerin dışında marjinal gibi gözüken bazı konular Türkiye'de tartışılmaya başladı. Bazı gazetelerin manşetlerinde görüyorum. Bunlar aslında iyi şeyler. Şu açıdan iyi şeyler, detaylara bile girilmeye başlanıyor. Temel, büyük meselelerde Türkiye'nin istikameti bellidir. Gayet açık, şeffaf bir şekilde. Demokrasiyi daha çok derinleştiren, hukukun üstünlüğünü daha çok pekiştiren ve insan haklarına daha çok saygı duyan ama bunun yanında devlet sistemini güçlendiren, bunun yanında ordusuyla bütünleşmiş, ordusunun gücüyle kuvvetiyle daima övünen gurur duyan, onur duyan bir millet var. Ekonomi alanında dünyanın bütün büyük şirketleri bugün İstanbul'da geliyorlar ofisler açıyorlar. Hepsi akın akın Türkiye'ye geliyorlar. Bölge ofisleri eskiden başka ülkelerdeydi. Onları Türkiye'ye taşıyorlar. Dünyanın büyük gazetelerine baktığınızda, televizyonlarına baktığınızda Türkiye ile ilgili büyük olumlu yazılar, makaleler haberler hep çıkıyor. O açıdan ben hep geleceğe olumlu bakıyorum. İçimizdeki bu tartışmaları da ben hep bir olgunluk süreci olarak görüyorum.
SORU: Türkiye bölgesel bir güç hatta küresel bir güç haline gelmeye başlıyor yavaş yavaş. Bunun 2008'de de ciddi yansımalarını gördük. Başta siz olmak üzere, hükümet de Ortadoğu'da ve çok yakın coğrafyada çok ciddi ataklar yapıyor. Diplomatik anlamda, askeri anlamda ve ekonomik anlamda ataklar yapıyor. Bu çok önemli bir gelişme kuşkusuz. Şimdi son aktüel olarak Ortadoğu ve bizim dolayısıyla iç işimizi ilgilendiren bir terör sorunu var. Geçtiğimiz aylardan itibaren ete kemiğe bürünen Talabani'nin teklifiyle giderek ısınan PKK'nın silahsızlandırılması ve tasfiye edilmesi sürecinde ciddi adımlar atılmaya başlandığı izlenimi ortaya çıktı. Bu konuda çok inisiyatifli davranıyorsunuz ve gerçekten de önemli adımlar atıldığını bizler hissediyoruz. Şunu merak ediyoruz; Yol haritası nedir? Bizden ne tür adımlar bekliyorlar? Farklı adımlar bekliyorlar mı? Biz neler istiyoruz?
SN. CUMHURBAŞKANIMIZ: Şimdi biz önce terörle mücadele ediyoruz. Dünyanın birçok ülkesi terörle mücadele ediyor. Ve herkes farklı farklı metodlar uyguluyorlar. Türkiye'de terörü haklı çıkartacak hiçbir gerekçe yoktur, bunun altını özellikle çiziyorum. O bakımdan teröre müsamahakâr bakmak asla mümkün değildir. Biraz önce konuştuk, Türkiye demokrasisini Avrupa standartlarına taşıyan bir ülkedir. Noksanlıklarımız olsa bile, kararlılıkla bütün bu noksanlıklarımızı gidermek için büyük bir azim içerisindeyiz. O açıdan Türkiye'de herhangi bir şekilde teröre gerekçe gösterilecek bir şey kesinlikle söz konusu değildir. Ayrıca Anayasamıza göre fiilen de bu böyledir, Türkiye'de bütün vatandaşlarımız birbirine eşittir, aynı hak ve hukuka sahiptir. Türkiye'nin içinde bazı bölgelerimiz daha gelişmiş, bazı bölgelerimiz daha az gelişmiş, bunlar olabilir. Ama en gelişmiş bölgemizde bile, İstanbul'un, Ankara'nın en yakınlarında bile en az gelişmiş bölgemize benzer yine beldeler, köyler bulabilirsiniz.
O bakımdan Türkiye büyük bir fedakarlık içerisinde bütün bu noksanlıklarını gidermek çabası içerisindedir. Ama bir süredir Türkiye'de maalesef bölücü bir terörle karşı karşıyayız. Tabii bu bölücü terörün zaman zaman saldırılarının artmasının bir sebebi komşudan faydalanıyor olmasıdır. Komşu olan ülkedeki boşluklar terör örgütü için bir fırsat olmuştur ve terör örgütü oralarda lojistik üst kullanma imkanı bulmuştur. Bir de bölgenin arazilerinin çok dağlık olduğunu düşündüğünüzde, teröristler için daha rahat bir ortam çıkmıştır. Şimdi Irak'ın geçen yıllar içerisinde neler çektiğini, hala neler çektiğini görüyoruz. Önemli olan şudur; terörü yok etmek, yok edemiyorsanız minimize etmek, bunun için bütün yolları denemek. Elinde silah olan, ben "silahla devlete karşı mücadele ediyorum" diyenle çok daha güçlü silahla muhakkak ki mücadele sürecektir. Onlarla mücadelede bütün yollar şüphesiz ki denenecektir. En önemlisi de şudur: Onları izole etmektir. İzole etmenin yolu da yine demokrasi; çözüm olmuyor ama, onları izole ediyor. Onların herhangi bir şekilde halk içerisinde sempati toplamaması gerekiyor. O açıdan Türkiye kararlı bir şekilde demokratik açılımlarına devam ederken diğer yandan da terör örgütünün gücünü kırmak için her şeyi yapacaktır. Tabii ki başkalarıyla işbirliği önemlidir. Bunlar madem ki Irak'ta, tabii ki Türkiye Irak'la da ilişkilerini geliştirecektir, Irak'tan da bu talepte bulunacaktır. "Sen de üstüne düşeni" yap diyecektir. Bu konuda şunu da söylemek isterim, terör örgütünün en çok istismar ettiği şey, sadece Türkiye'deki kendi Kürt vatandaşlarımız değil, Irak'ın da kendi Kürt vatandaşları vardır. Bunlar gerçektir, realitedir. Dolayısıyla terör örgütü onları da istismar etmek istemektedir. Halbuki bütün tarih boyunca Türk-Kürt herkes birbirinin kardeşi olmuştur. En zor zamanlarında Irak Kürtlerine Türkiye en büyük yardımı sağlamıştır. Yeri gelmiştir kırmızı diplomatik pasaport vermiştir onların liderlerine, yeri gelmiştir bir gece içerisinde yüz binlerce insana kapısını açan Türkiye olmuştur. Onlara kimyasal silahlarlarla saldırıldığında Halepçe'de ve başka yerlerde, Türkiye'ye yüz binler gelmiştir. Avrupa ülkeleri on tane, on altı tane, yirmi tane almıştır. Dolayısıyla bizi birbirinden kimse ayıramaz. Terör örgütü hatta burada da bir zehirleme faaliyeti içerisinde olmuştur belli bir süre içerisinde. Ama görüşmeler, temaslar sürdürülmüştür. Türkiye büyük bir ülkedir. Türkiye asla bir kompleks içerisinde değildir asla. Herkesle görüşür, konuşur. Hele hele dün kendisine yardım ettiği insanlarla niye konuşmasın ki? Irak'ın birliğine, bütünlüğüne daima önem veren ve bunun bir noktada en büyük savunucusu olan Türkiye, Irak içerisinde her grupla görüştüğü gibi, tabii ki onlarla da görüşmektedir. Çünkü ayrıca komşumuzdur da onlar. Bu çerçeve içerisinde onların da üstüne düşeni yapmasını talep etme hakkı tabii ki vardır.
SORU: Bir zamanlar kırmızı pasaportun sahibi olan Sayın Celal Talabani, Irak Cumhurbaşkanı. Aranızda bir güven bağı var mı? Ne ölçüde güveniyorsunuz, bu konuştuğumuz sorunun çözümü ile ilgili olarak Sayın Talabani'ye?
SN. CUMHURBAŞKANIMIZ: Tabii ki benim size açıklayabileceğim şeyler var, açıklayamayacağım şeyler vardır. Gerek baş başa yaptığımız konuşmalarda, görüşmelerde, gerek telefonla yaptığımız görüşmelerde onların da bunun farkında olduğunu, böyle bir belanın ortadan kalkması gerektiğine inandıklarını görüyorum. Çünkü bunun onlara da bir faydası yok, hiç kimseye faydası yok.
SORU: Basına yansıyan açıklamalarında da zaten sizin de söylediğiniz bu düşünceye sahip olduklarını hissedebiliyoruz. Yani farklı bir söylem geliştirmeye başladılar, Barzani olsun, Talabani olsun ve gerçekten herhalde bu sözlere değer biçiliyor ve bir adım atmak açısından belki önemlidir bu aşamadan sonra.
SN. CUMHURBAŞKANIMIZ: Başta tabii ki, bakın önce vatandaşlarımızın devletimize güvenmesi gerekir. Devletinin başında olan insanlara, hükümetine, kurumlarının başında olan insanlara güvenmesi gerekir. Onlar bütün detayları biliyorlar. Bu kadar terörle mücadele toplantıları yapılıyor. MGK toplantıları yapıyoruz. TSK çok büyük bir fedakarlıkla bu mücadeleyi yürütüyor. Güvenlik güçlerimiz, şehir içerisinde büyük görevler yapıyorlar. Dışişleri Bakanlığı'nın en önemli işi bu. Dolayısıyla bunlara güvenilmesi lazım. Bir şey yapılırken sonuca ulaşmak için birçok yollar denendiğinde, herkesin güven içerisinde olması lazım. Hükümet, Sayın Başbakan, Sayın Dışişleri Bakanı, TSK'nın değerli komutanları, güvenlik birimlerimiz hepsi bir araya geliyorlar ve yeri geldiğinde benimle de bir araya geliyorlar. Bunları enine boyuna konuşuyoruz. Yapılanlara güvenmeleri lazım. Ve inanıyorum ki, koordinasyon içerisinde çok daha iyi neticeler alınacaktır. Bildiğiniz gibi yeni bir yapılanmaya da gidiliyor. Bu konuyla ilgili, terörle mücadele politikalarını daha iyi oluşturmak için böyle bir karar da aldı hükümet. Bunlar tabii ki, bütün yapılan toplantıların neticesinde ortaya çıkan hep kararlardır.
SORU: Bu mesele tabii bir yanıyla terör meselesi ya da çok yaygın bir biçimde tartışıldığı gibi Türkiye'nin belirli bir kesiminde oturan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı insanların da belli bir takım talepleri, belli birtakım istekleri, beklentileri var devletten. Bu Kürt meselesi denilen meselenin size göre çekirdeğinde ne var? Yani ne çözülürse Türkiye rahatlar Türkiye içinde?
SN. CUMHURBAŞKANIMIZ: Çeşitli istismar edilen konular olabilir. Ama ben gerçekten çok samimi olarak inanıyorum, Türkiye'de teröre gerekçe gösterilecek bir sebep yoktur. Tabii ki kandırılmış bir sürü insanlar da vardır. Dağa çıkan, kandırılmış, ne olduğunu bilmeyen, on senedir dağlarda perişan halde yaşayanlar için de bildiğiniz gibi kanunlar var. Her zaman gelebilirler. Ailelerine bunlar kavuşabilirler, evlerine dönebilirler. Bununla ilgili yasal tedbirler de hep vardır. Ama bu işin başındaki esas yönetici olanların bölücü oldukları ve bunların çok farklı ajandaları oldukları bunların zaman zaman başkalarına hizmet ettikleri artık çok aleni şeylerdir.
SORU: Efendim, Türkiye'de tabii ki bu meseleden yola çıkarak, başka meseleye atlamak gerekiyor, ilintili aslında, biraz önce sözünü ettiğiniz demokrasinin derinleştirilmesi. Bu bize AB'yi hatırlatıyor aslında. Buna geçmek istiyoruz biraz da. Siz 2009 yılında Türkiye'nin Avrupa Birliği yolculuğunu nasıl görüyorsunuz?
SN. CUMHURBAŞKANIMIZ: Bakın, buraya geçmeden önce, demokrasi dediniz, bununla ilgili birkaç cümle de söyleyip geçmek istiyorum. Bir ülkeyi güçlü yapan şey nedir? Bir ülkenin milli gücü, ulusal gücü dediğimizde bunun içine ne girer? Bunun içerisine bütün insan değerleri, coğrafyası, müktesebatı, o ülkenin güçlü ordusu, o ülkenin üniversiteleri, o ülkenin araştırmacıları, o ülkenin gençliği, eğitim kurumları, bütün bunlar girdiği gibi bir de 'soft power' dedikleri yabancıların veya Türkçeye 'yumuşak güç' diye tercüme edilen demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi bu evrensel konulardaki ulaştığı seviye, standart girer. Bütün bunları bir araya koyduğumuzda, o zaman o ülke çok güçlü bir ülke oluyor. Ülkenin o milli gücü buradan kaynaklanıyor. O açıdan bizim demokrasi dediğimizde hoş bir şey olarak görmememiz lazım. "Bizim demokrasimizin standartları şu seviyededir, Avrupa ülkeleri seviyesine ulaşmaktadır, ulaştıracağız, onları da geçeceğiz" dediğimizde, bu hoş bir düşünce gibi kalmamalı. Bu Türkiye'yi güçlendiren, Türkiye'yi onurlandıran, Türk insanının gerçekten başını dik tutan bir şeydir. Önemli olan şudur, ben arkadaşlarıma hep söylerim; birileri gelip bizimle konuşurken güzel konuşuruz yüz yüze, ama gittikten sonra arkamızdan neler söyleniyor, onlara sunulan dosyalarda Türkiye ile ilgili neler yazılıyor? Bunlar çok önemli. Amerika'da, Avrupa'da veya herhangi bir Arap ülkesinde, Asya'da Türkiye ile ilgili neler konuşuluyor? Türkiye'nin imajı nedir? Bu çok önemli. Türkiye'yi güçlü yapan şey bu. Eğer deniyorsa ki Türkiye'de insan hakkı yoktur, Türkiye'de demokrasi çok şeydir, Türkiye'de otoriter bir rejim vardır, Türkiye'de yolsuzluklar almış başını gidiyor. Bunlar eğer raporlara geçiyorsa, yazılıyorsa, biz bununla onur duyamayız. O açıdan 'yumuşak güç' denen, demokrasi diye çok genel olarak aslında tarif ettiğimiz ve altını açtığımızda bütün bu dediğim unsurların girdiği konu bir ülkeyi en sağlamlaştıran ve en güçlü hale getirendir. Bu her şeyle irtibatlıdır. Ekonomiyle de irtibatlıdır. Böyle ülkelerde ekonomi çok daha hızlı bir şekilde gelişir. Çünkü böyle ülkelerde hukuk sağlam olacağı için, yerli-yabancı ayrımı yapılmadan herkes parasını korkmadan getirir, koyar, bir haksızlık olursa ben eşit muameleye tabi tutulurum diye. O açıdan bu yöne hepimizin çok önem vermesi gerekir. AB bağlamına…
SORU: Buraya geçmeden önce o zaman şimdi söyledikleriniz bağlamında Türkiye'nin demokrasi karnesini 2008'de nasıl görüyorsunuz? "Avrupa'dan Amerika'dan bize nasıl bakılıyor? Hakkımızda ne tür raporlar tutuluyor?" dediniz. Sizin bir değerlendirmenizi alabilsek bu konuda.
SN. CUMHURBAŞKANIMIZ: Ben demin söyledim. Trendin giderek daha ileriye gittiğine, daha iyileşme olduğuna kesinlikle inanıyorum ve görüyorum. Daha hızlı olabilir, daha fazla şey yapabiliriz, bu ayrı bir konu, bu tartışılabilir tabii ki. Arzu ederdim ki ben 2008'de TBMM çok daha fazla bu konularla ilgili yasalar çıkartsın. Ama nelerle meşgul olunduğunu da, iç siyasetin, Türkiye'nin gündemini gördük hep beraber.
Ama bütün bunlara rağmen ben yine daha önceki yıllarla mukayese ettiğimizde hep ilerlemenin olduğunu görüyorum. Bu söylediğim şeyler yanlış anlaşılmasın, Avrupalı Amerikalı Türkiye için hoş konuşsun diye değil, bütün bunları kendi insanımız için kendi vatandaşımız için yapıyoruz. Avrupa Birliği bağlamında da ben bütün bu reformları veyahut da bütün bu müzakere sürecini Avrupa'yı tatmin etmek için değil açıkçası, kendi halkımıza iyilik getiriyorsa yapmamız lazım, güzellik getiriyorsa yapmamız lazım. Eğer müzakere süreci içerisindeki bir şey bize orta ve uzun vadede, kısa vadede çok zararlar getiriyorsa -ki kısa vadede bazı şeylerde olabilir, özellikle ekonomik konularla ilgili ama orta ve uzun vadede bizim zararımıza ise- biz yapmayalım onları, açık söylüyorum, niye yapalım ki? Ama şimdi bu müktesebat dediğimiz, reform süreci dediğimiz konulara baktığımızda, şimdi mesela Mecliste Türk Ticaret Kanunu var, geçen gün bir toplantıda da söyledim ben bunu. Çok büyük bir yasa, aslında temel nitelikli bir yasa. Türkiye'de otuz-kırk sene önceki ticaret şartlarına göre Ticaret Kanunu var, ona göre iş hayatı çalışıyor. Halbuki, elektronik haberleşme, elektronik imzalar, elektronik alışverişler, İhale Yasası çıktı, bu İhale Yasasında son değişikliklerle her şey elektronik ortamda olacak. Teklifini elektronik olarak verecek, elektronik olarak indirim yapacak kimse kimsenin farkında olmayacak. Şimdi böyle bir gerçek karşısında siz otuz-kırk sene önceki Ticaret Yasasıyla devam ederseniz, bu lehimize mi aleyhimize mi? Bunun gibi diğer misalleri de verebilirim.
SORU: Siz çok aktiftiniz tabiî. Sizin öncülüğünüzde Türkiye müzakere eden ülke konumuna yükseldi, siz Dışişleri Bakanı iken.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Tabiî hükûmet olarak o zaman.
SORU : Ama 2008'in başında, örneğin Dışişleri Bakanı 2008 için çok büyük vaatlerde bulundu. "Şaşıracaksınız, göreceksiniz 2008 reform yılı olacak." dedi. Fakat 2008'i maalesesef yarı koma halinde bir Türkiye-AB ilişkileriyle kapatmak zorunda kaldı Türkiye. Az önce yine Fuat Bey'in sorusuna dönecek olursak, 2009'da sizin önünüzde gördüğünüz, yapılması gereken ödevler Türkiye açısından ve AB açısından neler? Ne olmalı ki, bu iş bir hız kazanmalı.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Geçenlerde, doğrusu herkes benden böyle bir toplantıyı beklediğini işaret etti, ben de onun üzerine yasama tarafı Meclis, yürütme tarafı hükümet ve bununla ilgili bürokratları davet ettim ve burada konuştuk. İlgili komisyon, bütün siyasi partilerin temsilcileri de vardı. Neticede çok güzel mutabakatlar çıktı. Ben bunun 2009 yılı içerisinde gerçekleşeceği kanaatindeyim. Şimdi bütçe tartışmaları oldu. Bütçe bitti, yeni yıla gayet taze bir ruhla herkes giriyor. O açıdan ben 2009 yılından çok daha fazla ümitliyim, eğer olağanüstü gelişmeler söz konusu olmazsa. 2008 yılında olağanüstü, hiç kimsenin tahmin etmediği gelişmeler söz konusu oldu. Ümit ediyorum 2009 yılı bu açıdan çok verimli olur. TBMM'de yaptığım konuşmalarda da, dışarıda da söylediğim şey şu; biz Avrupa Birliği'ni tatmin için iş yapmamalıyız ve onlara fırsat vermemeliyiz. O açıdan fasılları kendimiz açıp kapatıyor gibi yapmamız lazım. Bunların resmi açılıp kapanması üç-dört dakikalık iştir. Bir araya gelinir, niyetler açıkça, metinler okunur, olur. Bizim bunu yapmamız gerekir. Şundan dolayı; Avrupa Birliği'nin noksanlarını, Avrupa Birliği'nin tezatlarını, Avrupa Birliği'nin çelişkilerini göstermemiz gerekir. Hem kendilerine, hem dünyaya. Şimdi hep bizim, Türkiye'nin üstüne kalıyor yük. Halbuki öyle değil. Türkiye bir taraftan çok şey yapıyor, aslında Avrupa Birliği Türkiye'ye gerekli yolu açmıyor. Şimdi neredeyse açılacak fasıl kalmamıştır. Dışişleri Bakanı bununla ilgili çok daha geniş bilgiler verecektir, veriyordur da kamuoyuna. Girmek istemem derinlemesine. Ama Avrupa Birliği kendisi çok çelişkili durumda. Kendi gücünün farkında değil. Kendi büyüklüğünün farkında değil. Küçük, iç politikadaki ayak oyunlarına birçok meseleleri kurban ediyor. Stratejik meseleleri, çok küçük günlük taktik meselelere kurban eden bir davranış şekli içerisinde. O bakımdan ben doğrusu kendi davranışlarını tezat ve çelişkili diye ifade ediyorum. Bunu kendilerine ve dünyaya göstermek gerekir. Bundan dolayı biz hiç beklememeliyiz, ne yapılacağı belli, o standartlara nasıl ulaşılacağı belli. Bunlar bizim elimizde. Tarama sürecinde tüm bunları gördük. Biz kendi işimizi kendimiz yapmamız lazım. Sonunda bu standartları elde ettikten sonra zaten Türkiye değişeceği için onlar çok daha fazla Türkiye'ye müzahir olmaya başlayacaklardır. Bu ortamı yaratmak önemli AB ilişkilerinde.
SORU: '2009 dönüm noktasıdır' dendi, özellikle Brüksel'den gelen mesajlar da bu yönde. Burada anahtar, kapıyı açacak olan anahtar Kıbrıs'ta çözüm müdür? Kıbrıs'ta bir çözüm gelecek midir 2009 içinde?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Kıbrıs tabii ki 2009 yılı içerisinde önemli bir konu. Ama bu sadece Kıbrıs meselesi de değildir. Orada genel bir tutukluk söz konusu. Tabii bütün bunları söylerken şunu da eklemem gerekir; Avrupa Birliği monolitik bir yapı değil, yani herkes böyle değil. Çok çeşitli düşünceler var. Bir taraftan Türkiye'nin değerini çok iyi anlayan ve bu konuda çok büyük gayret içerisinde olanlar olduğu gibi, demin söylediğim küçük meselelere takılanlar, büyük meseleleri küçük konulara kurban edenler de var. Bir haksızlık yapmak istemem. Yeri geldiğinde ayağa kalkıp, "Hayır yanlış yapıyorsunuz Türkiye'ye karşı çok ayıp ediyoruz" diyenler de var. Bunları da söylemem gerekir. Ama Kıbrıs meselesi daima kullanılan, istismar edilen bir konu olmuştur orada.
SORU: Son zamanlarda daha az istismar edilebilecek bir durumda olmasına rağmen yine de tabii bir çıban başı olmayı sürdürüyor. Çünkü Annan Planı'nın oylamasından önce çok daha fazla Türkiye'nin başını ağrıtıyordu kuşkusuz. Her toplantıda karşımıza çıkıyordu, ama bu çok başarılı bir operasyonla ve KKTC'nin de elini kolaylaştıran bir faktör oldu. Bugünkü müzakerelerin bu seviyeye gelmesinde bu başarının bir payı var diye düşünüyorum.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Muhakkak ki. Her şeyden önce Türkiye'nin önünü açmıştır. Çünkü bir yalan Türkiye'nin önünü tıkıyordu. Bu bir yalandı. Ama hiçkimse bunun bir yalan olduğuna inanmıyordu. Herkes Türkiye'yi suçlu buluyordu. Herkes Rum kesimini haklı buluyordu. Bu referandumla bu yalan ortaya çıkarıldı ve bütün dünya onun bir yalan olduğuna inanmadığı için gerçek ortaya çıkınca da bütün dünya şok oldu.
SORU: Çözüm olmazsa ne olur 2009 yılı içinde Kıbrıs'ta? Siz nasıl görüyorsunuz? Biliyorsunuz 2009 sonunda bir revizyondan geçirilecek Türkiye- Avrupa Birliği ilişkileri bu açıdan.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Türkiye dürüst ve yaşayabilir bir çözüm için samimiyetini ispatlamıştır, 2004 yılında. Eğer bugün her hangi bir çözüm söz konusu olmazsa, o zaman dün nasıl bunu engelledilerse, bugün de engelleyenlerin kim olduğu ortaya çıkar. Türkiye olarak biz KKTC'nin arkasındayız. Müzakereleri de güçlü bir şekilde destekliyoruz.
SORU: Çözüme her zamankinden daha yakınız bu yıl içerisinde diyebilir miyiz?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Detaylarla ilgili bir şey söyleyemem. Onu yine Dışişleri Bakanlığı, Sayın Dışişleri Bakanı, Sayın Başbakan, yakın istişare içerisindeler. Ama Türkiye'nin pozisyonu, KKTC'yi, Cumhurbaşkanı Sayın Mehmet Ali Talat'ı sonuna kadar desteklemektir.
SORU: 2008'de bardağın dolu kısmında görünen pozitif resmin içerisinde sizin damganız var: Türkiye-Ermenistan açılımı. Futbol maçı vesilesiyle size gelen daveti, aslında kamuoyuna ilan etmemekle birlikte, aslında erken bir aşamada kabul edeceğiniz hissedildi, böyle bir intiba uyandı ve daha sonra da kabul edip gittiniz Erivan'a. Futbol maçındaydınız. Orada tabii kapılar açıldı, diplomatik yeni bir süreç başladı. Umut veren bir süreç başladı. Bu sürecin neresindeyiz şu anda ve 2009'da ne getirecek bu süreç bize. Komşularla "Sıfır Problem" politikası açısından bakıldığında?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Önce şu genel prensibi bir hatırlatmak isterim. Bir bölgede eğer güvenlik sorunları çözüldüyse, bir bölgede eğer istikrar varsa, o bölgede ekonomik işbirliği söz konusu olur, o bölgede huzur olur, o bölgede refah olur, kalkınma olur. O bölgenin insanları da mutlu olur. Türkiye'nin bütün hareket tarzı buradan kaynaklanmaktadır. Bütün komşularla olduğu gibi. Ermenistan da Türkiye'nin komşusudur. Devlet adamlarına düşen nedir? Her gelenin problemleri daha da problemli hale getirmek için bir düğüm atması mı, yoksa bu düğümleri hakkaniyet çerçevesi içerisinde, tarihten ders alarak, bütün olaylardan ders alarak, diyalog yoluyla konuşarak, gayet medeni bir şekilde çözümünü temin edip kendi halkına faydalı olması mıdır? Tabii ki bunların ortamı vardır, bazen de hiç ortamı yoktur. Böyle bir ortamın ortaya çıktığını görünce bu da bir vesile olmuştur. Türkiye ile Ermenistan'ın, Dünya Kupası elemelerinde, kurada eşleşerek aynı grupta yer alacağını kim bekleyebilirdi. Biliyorsunuz Çin ile ABD'nin de ilişkileri bir pinpon turnuvasıyla başlamıştı. Koskoca Çinle ABD birbirini tanımazdı, ilişki yoktu. Çin dünyada yok gibiydi. Kimse tanımazdı, Türkiye de tanımazdı, Avrupa hiç tanımazdı. Ama öyle bir masa tenisi, pinpon nereden nereye getirdi, dünyayı değiştirdi. Böyle bir vesile olunca tabii bu vesileyi düşündük, değerlendirdik. Doğru olduğu kanaatindeyim. Biz bu kararı verdikten sonra da Kafkasya'da büyük olaylar oldu. Onlar da tabii ki böyle bir buluşmada konuşulacak konuları daha destekler mahiyette gelişmeler ortaya çıktı. Bu görüşmemizde Kafkaslarda istikrarın herkese nasıl faydası olacağını konuştuk, istikrarsızlığın da herkese nasıl zararı olacağını konuştuk. Bu bağlamda Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki meseleler, Karabağ meselesi, Gürcistan meselesi, Türkiye-Ermenistan arasındaki mesele. Bütün bunların hepsini konuşma fırsatı oldu. Ve iyi niyetle bunları diyalog yoluyla, konuşarak çözme konusunda bir çalışma iradesi ortaya kondu. Bu çalışmada bir süreç devam ediyor.
SORU: Müzakereler ilerliyor mu? Yoksa yavaşladı mı? Frene mi basıldı?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Konuyla ilgili bir şey söylemek istemem. Önemli olan neticenin temin edilebilmesi. Onun için bazen sessiz çalışma yapılır, bazen de herkesin gözü önünde çalışma yapılabilir. Ama bu konuyla ilgili çalışmalar yapılıyor.
SORU: Türkiye kamuoyu umutlu olmalı bu konuyla ilgili 2009 yılı içerisinde.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Bir şey söyleyemem. Tabii ki iyilikler konusunda umutlu olmamız gerekir ve bunları desteklememiz gerekir.
SORU : Bilmiyorum, belki yeni yıl bizi böyle konuşturuyor, ama hep ben de bardağın dolu tarafından devam edeceğim. Yıllar öncesine baktığımızda, kendimizi yıllar öncesine çekip bugüne baktığımızda, herhalde bugünleri çok fazla hayal edemezdik. Dün açıklandı, biz de yayınladık haberlerimizde. TRT bir Ermenice radyo istasyonu kuruyor. Gelecek yıl Ermenice yayın yapacak bir TV istasyonu kurulacak. Bugün Ardahan'da, Iğdır'da özür dilerim, bir barış heykeli yapılıyor, heykeltraş Mehmet Aksoy tarafından. Hem Ermenistan'dan hem Türkiye'den görülebilecek büyüklükte bir heykel. Umarım bu heykel ve yapılan tüm girişimler barışa katkı sunacak, ama ben şu meseleyi çok merak ediyorum, bunu sormadan geçmek istemiyorum. Ermenistan'la olan ilişkilerde sizin o proaktif tutumunuzla gelişen süreçte hep denildi ki belki spekülatif Azerbaycan bu konudan dolayı çok kırıldı, gibi şeyler söylendi. Sonra bir Karabağ meselesinin çözümüne yönelik girişimler ortaya çıktığında, bunun daha farklı algılanması gerektiğini düşündük ama böyle bir görüşme geçti mi aranızda? Azerbaycan gerçekten kırıldı mı? Böyle bir şey var mı?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Ben Azerbaycan'ı da ziyaret ettim, Sayın Başbakan da ziyaret etti biliyorsunuz. Biz konuştuk Kafkasların istikrarı, Kafkaslardaki problemlerin çözümü herkesin işine gelir. O bakımdan Azerbaycan da bundan mutlu. Şüphesiz ki en çok Azerbaycan'ın mutlu olması gerekir. Çünkü Karabağ işgal altında. Bütün bu konulardaki çözüm, yani Kafkaslardaki olumlu gelişmeler herkesin işine yarayacaktır.
SORU: Bunun yanı sıra Türkiye içinde sivil zeminde birtakım gelişmeler var, örneğin 1915 ile ilgili özür kampanyası kamuoyunu epey tartışmaya sevk etti. Sizin bununla ilgili olarak tavrınız çok net oldu. Dediniz ki bu bir ifade özgürlüğü meselesidir, Türkiye Cumhuriyeti'nde temel ifade özgürlükleri vardır. Dolayısıyla bu böyle karşılanmalıdır dediniz. Diğer taraftan bakınca bu kampanya üzerine konuşmak olduğumuz süreci her hangi bir şekilde etkileyici gibi gözüküyor mu?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Açık konuşmam gerekirse etkiler.
SORU : Olumsuz manada mı?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Olumlu değil, olumsuz etkiler. O bakımdan, birisi bir şey yaparken devletten, kurumlardan izin alarak yapmıyor bu ülkede. Ama neticeleri açısından bu son tartışmalara baktığımızda ben bunların olumlu katkısı olduğu kanaatinde değilim, olumsuz etkilemiştir de. Türkiye'de beğendiğimiz veya beğenmediğimiz, sevdiğimiz veya sevmediğimiz, desteklemediğimiz hatta karşısında mücadele ettiğimiz fikirler eğer şiddet yoksa konuşulabilir. Ama bunlar bazen öyle bir süreç içerisinde oluyor ki, konuların hassasiyeti itibariyle birden bire kutuplaşmalar, oluyor, bunlar çok büyük boyutlara ulaşıyor. O zaman tabii ki bu tür etkiliyor, açık söylemek gerekirse.
SORU: Sizin söylediğiniz çok açık bir şeydi, aslında bir demokrat kimliğinin yansımasıydı. İfade özgürlüğünüze değindiniz ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini söylediniz. Ama sizin sözleriniz çarpıtıldı.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Çarpıtıldı tabii. Benim ömrüm, siyasi hayatım, Türkiye'de inandığım davaları anlatmakla geçmiş. Avrupa'da, Amerika'da, en zor yerlerde bu meselenin aslı nedir, vaktiyle ne olmuş, nasıl olmuş bunları anlatmakla geçmiş. Bir ay önceki L'Express dergisine bakarsanız, Avrupa'nın en çok satan Fransızca dergisidir, benimle yaptığı mülakatta hiç kimsenin inanamayacağı şeyler yayınlandı orada, benim söylediğim. Bir zamanlar biz Fransız gazetelerinde Ermeni Dosyası diye bir kitap ilanını çıkartamazdık, yani kitap ilanını basmazlardı. Şimdi bir buçuk milyon satan bir dergi eğer benim mülakatımda bu iş nasıl oldu, ne oldu, Türkiye'nin nasıl haksız suçlandığını, bunları gayet net bir şekilde basabiliyorsa, anlatabiliyorsa, bu Türkiye'nin inandırıcılığı ve Türkiye'nin itibarı arttığından dolayıdır. Ayrıca bugün Ermeni Patrikanesi'nin de, bana verilen bilgiye göre, bütün bu şeylerin çok yanlış olduğunu, özürdü falan bu tip tartışmalara girmenin bir fayda getirmeyeceğini söylemişler. Doğrusu bu gerçekten.
SORU : Doğrusu şaşırtıcı tabii.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Bunlara takılmamak lazım.
SORU : Bardağın yine tabii dolu tarafından hareket edersek,
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Sonra affedersiniz, demin Türkiye'de bir radyo olacak falan diyorsunuz, Türkiye'de yüzyıllık, hiç kesilmeden çıkan Ermenice bir gazete var. Türkiye'de bunlar hiç konuşulmuyor, yazılmıyor gibi bir anlayış da var. Sanki ilk defa oluyor gibi. Bu da haksızlık Türkiye'ye karşı. Veya Kürtçeyle ilgili de. Kitapçılarda dergiler, kasetler, bir sürü plaklar, her şey var; öyle değil mi? Televizyonlar var. Sanki hiçbir şey yok da, ilk defa oluyor gibi de bir intiba var.
SORU : Şaşırtıcı olan Ermenistan Devlet Radyosu ile Türkiye arasında böyle bir sürecin başlamış olması. Bu da olumlu bir izlenim yarattı tabii. Bunu da yeni birşey olarak görmek lazım.
SORU : Türkiye'de tabii ki, demin sormak istediğim şeyi sormak istiyorum size. Yine bardağın dolu tarafı ve hani futbolda bir deyim vardır, "Çok güzel hareketler bunlar" denilir. Sizinle ilgili ayıplı sözler, detaylarına inmeyeceğim.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Onları geçelim.
SORU: Hayır, o soru üzerine tepkinizi sormayacağım, başka bir şey söyleyeceğim. Türkiye sizi eleştirenlen, size karşı olanlar olmak üzere tek vücut oldu, sizi desteklediler. Daha doğrusu, yapılanın ayıplı olduğunu söylediler birincisi. Bu çok güzel hareketler bunlar dedirtecek bir şey daha oldu. CHP, Şükrü Elekdağ CNN Türk'de "Sayın Abdullah Gül'ün annesinden özür diliyorum." dedi. Nasıl karşıladınız?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Sayın Şükrü Elekdağ bütün diplomasi hayatında, siyasi hayatında gerçekten takdir ettiğim bir kişi benim. Devamlı görüşüyoruz. Özellikle bu Ermeni konularında da çok katkısı olmuştur. Dışişleri Bakanı olduğum dönemde de fikirleriyle çok katkısı olmuştur.
SORU: "Çok üzüntü duydum" dedi kendisi ve gerçekten izleyen herkes de çok farklı bir etki yarattı. Ben sizdeki etkisini de merak ediyorum doğrusunu söylemek gerekirse.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Ben kendisine de teşekkür ettim.
SORU: Efendim, 20 Ocak'ta Barack Obama görevi devralacak, ABD'nin yeni başkanı olarak. Şaşırtıcı, tüm dünyayı yeni birtakım umutlara sevk eden bir seçimden sonra iktidara gelecek. Bu yeni süreçte Türkiye-ABD ilişkilerinde yine her şey eskisi gibi mi yürüyecek, yoksa yeni bazı nirengi noktaları üzerinden, yeni parametreler üzerinden yeni bir başlangıç denebilecek tarzda bir süreç mi söz konusu olacak?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Ben Türk-Amerikan ilişkilerinin güçlenerek devam edeceği kanaatindeyim. Kendisiyle bir telefon konuşması da yaptık. Doğrusu Türkiye ile ilgili kendisini belli ki bilgilendirmişler. Yani çok güzel, Türkiye'yi çok takdir eden, Türkiye'nin hem önemiyle ilgili, hem de Türkiye'de olup bitenlerle ilgili çok güzel kanaatleri var. Ayrıca ekibini de bildiğiniz gibi tayin ediyor, atıyor. Yanındaki yakın arkadaşları da Türkiye'yi çok iyi bilenler. Ben çok sağlıklı ve çok iyi bir dönem olacağı kanaatindeyim, iyi çalışacağımız kanaatindeyim.
SORU: Neler görüyorsunuz burada? Pürüz noktaları görüyor musunuz ya da hangi alanlarda onun tam zıddı olarak iş birliği daha yoğunlaşacak gibi gözüküyor?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Türkiye'nin avantajlarını ben göreceğini tahmin ediyorum. Kendisinin baştan bugünkü yönetimden en büyük farkı şurada olacak: Tek taraflı hareket etmeyecek. Dünyada en çok tartışılan şey budur biliyorsunuz, tek taraflı hareket etmek ya da istişareyle çok taraflı uluslararası toplumla beraber hareket etmek. Bush yönetimi tek taraflı hareket eden bir strateji takip etti. Sayın Obama bu politikayı değiştirecek. Dünyayla tekrar beraber tartışacak ve kararları beraber alacak ve onları da bu işin içerisine sokarak ne yapılacaksa, ne olacaksa beraber yapma kararında. Çok taraflı hareket edeceği konular söz konusu olduğunda Türkiye kendisinin herhalde en önemli ortaklarından birisi olacaktır. Türkiye ile ABD'nin çok ortak yanları vardır, ilgilendiğimiz konular birbirine çok çakışır. Irak'tan Afganistan'dan enerji konularından, terör konularından, güvenlik konularından, Balkanlardan. Amerika bir süper güç olarak bütün bu konularla ilgilenir. Türkiye ise bölgedeki konumu ve tarihi müktesebatı itibariyle bütün bu konularla ilgilenir. Nadir ülke vardır ajandaları birbirine bu kadar çakışan. Ben yönetimin bunun farkında olacağı kanaatindeyim. Özellikle Afganistan'a tabii şimdi çok öncelik verecek onlar. Türkiye'nin Afganistan'da nasıl yapıcı olduğunu, nasıl doğru politikalar takip ettiğini zaten anlatıyoruz, gerek bütün NATO içerisinde, gerek bütün uluslararası toplum içerisinde bu çok fark ediliyor. Sadece savaşla, askeri konularla büyük silah bütçeleriyle bu işler hallolmaz. İnsanların gönlünü, kalbini kazanmadan problemler daha büyür. Bizim orada yaptığımız gerçekten güzel şeyler var. Bu konularda ben inanıyorum ki Türkiye'nin önemini çok görecektir.
SORU: Irak'ta daha aktif bir rol bekliyor mu Türkiye'yi, Türkiye-ABD ilişkileri çerçevesinde?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Tabii ki kendileri çekildikten sonra, -ki, çekilecekler SOFA Anlaşması yapıldı biliyorsunuz- Irak ve Türkiye arasındaki ilişkiler çok daha önemli hale gelecek. Hem Irak'ın dünyaya kazandırılması, hem Irak'ın bu kadar olup bitenlerden sonra farklı bir istikamete kaymaması açısından Türk- Irak ilişkileri ve Amerika ilişkilerinin çok önemli olduğuna inanıyorum.
SORU: Obama 2009'da Türkiye'ye gelecek mi?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Bilemem, o kendi bileceği bir şey. Ama şunu söylemek isterim, Obama'nın seçimiyle ilgili de düşüncelerimi de bu vesiyle anlatmak, sizinle paylaşmak isterim. Bu büyük bir olay. Aslında buna dikkat etmek gerekir. ABD gibi bir ülkede, siyah bir Amerikan vatandaşının, adı Barack Hüseyin Obama olan bir kişinin, Amerikan halkı tarafından başkan seçilmesi büyük bir olay. İki sene önce ben kendisinin ismini duyduğumda, o zaman konuşmaları herkesi cezbeden bir kişi diye bana anlatmışlardı kendisini. Ama hiç kimse herhalde böyle bir şeyin olabileceğine ihtimal vermiyordu. Gayet açık bir seçim, bütün dünyanın ibretle takip ettiği bir seçim neticesinde ABD "beni idare edecek, benim başkanım olacak" diye, işte bu şahsı seçti. Bu işte, insanın sisteme olan hayranlığını gerçekten çok büyük boyutlara ulaştırıyor. Nasıl kendisini tazeleyebiliyor, düşünün. Bütün yaşananları düşünün bir sene, iki sene, üç sene içerisinde yaşananları düşünün, bütün politikaları düşünün. Bütün bunlar tartışıldıktan sonra kendisine nasıl bir ayar veriyor o ülke, ABD halkı nasıl bir ayar veriyor. İşte demokrasinin buradaki önemi ortaya çıkıyor ve insan gerçekten hayranlık duyuyor, böyle 'olmaz' denen bir şeyin olmasına.
SORU: Efendim, Ortadoğu'da, Gazze'de yaşanan bir trajedi var. Birkaç gündür de bütün dünyayı ilgilendiriyor. Obama'dan söz açılmışken çeşitli savlar var, deniliyor ki İsrail tarafından Obama'ya karşı yapılmış bir harekettir deniyor, bir yerde Hamas'ı tasfiye operasyonu deniliyor. Kimi kesimler de Hamas'ın yok edilmesiyle birlikte Filistin devletinin kurulmasına yönelik girişimlerin başlangıcı olarak nitelendiriyor. Şimdi Sayın Başbakanımız da bir Ortadoğu turuna çıkacak; Suriye, Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün'ü içine alan ve Türkiye yine proaktif burada ve bölgesel bir güç olarak etkisini, ağırlığını hissettiriyor. Siz bütün bu iddiaları nasıl değerlendiryorsunuz ve Gazze ekseninde, Filistin ekseninde neler olabilecek 2009'da, bu konuda bir projeksiyon istesek sizden?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Kısa olarak buna değinmek isterim. Olup bitenler çok üzücü ve çok yanlış. Türkiye işin bu noktaya geleceğini gördü. Hatta bunu üç-dört sene önce gördü, Filistinliler arasındaki bölünmeyi görünce. Bir ay önce de gördü. Sayın Başbakan, Sayın Dışişleri Bakanı bu konuyla ilgili hep bilgilendirdiler. Ve "Aman bir şeyler yapmamız lazım, uyarmak lazım bütün komşuları ilgilileri, bu iş gidiyor, patlıyor ve büyük olaylar olacak ve çok kötü olacak" diye uyardılar. Maalesef engellenemedi, oldu. İşin tabii çok acı yanlarından birisi şu; ABD'de yeni bir yönetim geliyor, diyaloğa açık olduğunu söyleyen ve herkesle diyalog yoluyla problem çözme arzusu içerisinde olduğunu beyan eden bir yönetim geliyor ve böyle bir yönetime böyle bir Ortadoğu hediye ederek başlamak herhalde iyi bir şey değil. Çok kötü bir şey. Çok acı doğrusu. Sayın Olmert buraya geldiğinde de ben kendisine, "Yeni bir şiddet sarmalına girecek davranışlarda asla bulunmayın" dedim. "Bu bölünmüşlüklerden size de fayda çıkmaz" dedim. Gazze'de yaşanan dram gerçekten trajedi, çok acı. Bilmiyorum Gazze'ye gittiniz mi? Gittiyseniz oradaki hayat şartlarını bilirsiniz. Ben Avrupa Konseyi'nde milletvekiliyken bir heyetle gitmiştim o zaman, inanılmaz bir hayat. Dünyanın tabii duyarsız kalmaması lazım. Ama oradaki bu bölünme bütün Arap dünyasını da adeta bölmek üzere. Dolayısıyla oradaki bölünmeden de kimse medet ummamalı, bir fayda çıkartmamalı. Çok daha büyük resmi parçalayan tehlikeli bir gelişme var ortada.
SORU: Bu durum çözüm için bir fırsat mı, yoksa Obama yönetimindeki ABD açısından işi daha da zorlaştırıcı bir süreç mi başlıyor?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Tabii ki zorlaştırıcı bir süreç oldu bu. Çünkü böyle bir şekilde başlamak kolay değil. Hiç kimse için kolay değil. Bir hafta önce hatırlarsanız İslam Konferansı'na üye bütün ülkelerin bayraklarını ihtiva eden gazetelerde bir sayfalık bir ilan çıktı. İslam Konferansı Teşkilatı verdi. İran Bayrağı bile vardı orada. Filistin meselesinde Filistin ve İsrail arasındaki barışla ilgili olarak, Ortadoğu barışı ile ilgili çok güzel yaklaşımlar vardı, temenniler vardı. İşte Arap barış planı vardı ortada. Bütün bunlar birden bire kırılmış oldu, ayrıca Arap ülkeleri içerisinde tabii onların rejimleri çok farklı olduğu için, açık olmadığı için oralarda çok büyük sıkıntılar söz konusu olacak. Dolayısıyla bu çok kötü bir şey oldu.
SORU: Ekonomik krizi sona saklayalım, en tatsız konu. Efendim şimdi farklı bir profil çiziyorsunuz Cumhurbaşkanı olarak. Gerçi geçmişteki Cumhurbaşkanlarımız da böyle bir profil çizdiler, ama siz entelektüellerle, sanatçılarla yemekler yiyorsunuz. Öğle yemekleriniz oluyor, basına da konu oluyor. TÜBİTAK ödüllerini de Çankaya Köşkü'nde veriyorsunuz, dağıtıyorsunuz. Keza Yaşar Kemal'e, Alaaddin Yavaşca'ya ödül verilmesi töreni burada yapıldı ve Türkiye'nin gündeminde yerini aldı. Sanat, kültür ve bilimle çok içiçe olacağınız ve bu konuda çok etkinlik göstereceğiniz izlenimini ediniyoruz. Bu doğru mu ve neler olacak?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Bu doğru. Ben Meclis'te yaptığım ilk konuşmamda bunların altını çizdim ve bu konularda çok gayretli olacağımı ve bütün bu çalışmaları himayeme alacağımı ta o gün söyledim. Tabii o zaman dikkat edilmiyor bunlara. Her şey sanki o gün oturuldu, birisi düşünmeden güzel bir yazı yazdı, o da okundu gibi geliyor insanın aklına. Ben öyle yapmam. Önemli konuşmalarımı kendim hazırlarım, arkadaşlarım tabii çok yardımcı olur ve takip ederim. Çok önem verdiğim konu bilim, teknoloji, araştırma konusudur. Demin bahsettiğim Türkiye'nin o büyük gücü, esas gücü, milli gücünün en önemli parçalarından birisi de budur. Bununla ilgili hangi toplantı varsa, Bilişim 08, her sene TÜBİTAK ödülleri himayemde burada veriliyor. Bilişim 08'de himayemde yapıldı. Gittim buralarda hep konuşma yaptım ve oralarda güçlü mesajlar veriyorum. Türkiye bu konuyu yıllardır çok ihmal etti. Türkiye gibi büyük bir ülkenin muhakkak bilim, araştırma, teknoloji konularında çok ileri gitmesi gerekir. Biz şimdi sadece teknolojiyi transfer ediyoruz. Fabrikalarımıza gittiğinizde bakıyorsunuz, ne kadar güzel fabrikalar diyorsunuz, ama o teknoloji dışarıdan alınmış, getirilmiş, buraya monte edilmiş ve orada çalışıyor.
SORU: Kendi teknolojimizi üretemiyoruz.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Teknolojiyi kullanan, teknoloji transfer eden ülke olmak Türkiye'ye asla yetmez. Türkiye teknolojiyi üreten ve bunu başka ülkelere transfer eden bir ülke olmak durumunda. Bunun için de bilim ve araştırma yapmak lazım ve geliştirme yapmak gerekir. Memnuniyetle ifade etmek isterim ki, bu konuda son dört-beş sene içerisinde Türkiye'de çok büyük bir gelişme var. Çok büyük gelişmenin sebebi de şu; kaynak ayrılıyor, ilk defa bütçeden araştırma-geliştirmeye para ayrılıyor. Hukuki alt yapı yapılıyor, bununla ilgili teşvikler, yasalar, kanunlar çıkıyor ve çok iyi de bir koordinasyon var. Mesela yapılan toplantılara, işte Sayın Başbakan ilgilendirenlere o gidiyor, ben himayeme alıyorum. Geçenlerde MGK'da bu konuyla ilgili brifingler aldık. Çok önem veriliyor Tirkiye'de. Bunun neticesini dört-beş sene sonra alacağız. Bu çok önemli, gerçekten çok önemli. Acı bazı tecrübelerimiz var bizim. Mevcut fonları bile kullanamadığımız dönemler olmuştur. Ama şimdi yeni bir dönem başladı. Hem özel sektör hem devletin bütün kamu kurumları araştırma, geliştirmeye çok önem veriyor. Ben dört-beş sene sonra Türkiye'nin isminin bütün dünyada geçmeye başlayacağına inanıyorum. Şimdi ABD, AB, Japonya, Kore, Çin, Hindistan gibi ülkelerin isimlerini nasıl bilim ve teknoloji de çok duyuyoruz, beş-altı sene sonra Türkiye'nin ismi de duyulmaya başlanacak. Bu ancak yapılan yatırım ve gösterilen ilgiyle olur. Bir söz vardır, "Marifet iltifata tabidir" diye. Biz ne kadar çok bu konuyla ilgili olursak, o kadar da netice çıkar. Türkiye'de çok ilim adamı var, Türkiye'de çok güzel üniversiteler var. Ama hepsi dağınık olunca, belli bir teşvik söz konusu olmayınca, netice alamıyorsunuz. Şimdi onun olmaya başladığını gördüm. Buna çok seviniyorum.
Tabii kültür sanat alanı da aynı şekilde. Onları da hep himayeme alıyorum. Bu sene büyük bir memnuniyetle başlattık Kültür-Sanat ödüllerini. Yaşar Kemal Türkiye'nin yetiştirdiği en önemli romancılarından, sanat insanlarından birisidir.
SORU: Neler hissettiniz ödül verirken?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Ödül verirken, bunu yapmış olmaktan dolayı onurlandım doğrusu. Kendisinin de çok memnun kaldığını gördüm. Kamuoyunun da çok takdir ettiğini gördüm. Değerlerimizin kıymetini biz bilmezsek, başkaları hiç bilmez açıkçası. Siz kendi insanınıza değer biçmezseniz, başkası niye değer biçsin ki? Bu kadar kitapları tercüme edilmiş dünya dillerine, Türkiye'yi tanıtmış, Türk isimleri hep geçmiş, Türk kültürü geçmiş. Bunlar aslında Türkiye'yi tanıtıyor, en büyük hizmeti bunlar yapıyorlar. Yazarlar, çizerler yapıyor.
SORU: Mesajınızda da bazı önemli noktalar vardı. Özellikle geçmişte farklı siyasi inançlara sahip insanların hor görüldüğününde altını çizdiniz. Geçmişte yaşanan bazı hatalara da dikkat çektiniz.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Olmuştur tabii. Geçmişte, demokrasimizin standartlarının bu noktada olmadığı dönemlerde, çok sıkıntılar olmuştu. Ama ne mutlu ki Türkiye bunları hep aşmıştır ve aşıyor.
SORU: Aslında bu sizin yaptığınız ve tabii senin de söylediklerinin ışığında Charles De Gaulle'ü hatırlattı. Jean Paul Sartre çok eleştirildiğinde, "Sartre Fransa'dır" demişti bir dönem, Yaşar Kemal de farklı çıkışlarıyla, farklı değerlendirmeleriyle Türkiye'de zaman zaman sistemin üzerine yüklendiği isimlerden biriydi, ama gerçekten ona sahip çıkmak, onunla birlikte olduğumuzu hissettirmek çok önemli bizler açısından da.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Kültür, sanat, bilim, teknoloji gerçekten çok önemli. Bunlar, Türkiye'yi zenginleştiren ve önünü açan konular. Demin söylemeyi unuttum. Obama yeni ekibini kurarken, çok seçkin şahsiyetler var ama, en çok dikkatimi çeken Enerji Bakanlığı'na Nobel Ödülü kazanmış, -97 yılında herhalde fizik alanında- bir kişiyi getirdi, bakan yaptı. Şimdi ABD'nin Enerji Bakanı petrolcü değil, doğalgazcı değil. İklim konularıyla uğraşan ve bu konularda Nobel ödülü kazanmış bir kişi. Onun kendi yönetimine ve ABD'ye getirdiği gücü düşünebiliyor musunuz? Bir moral olarak güç. İkincisi, tabii şunu gösteriyor, bilim ve araştırmaya verdiği önemi gösteriyor. Kampanyasında ben petrolden kurtulacağım diyordu. Nasıl kurtulacak? En iyi üniversiteler onda, en iyi bilim adamları onda. Onları seferber edecek, petrolün, gazın yerine geçecek bir şey bulacak. Yani yeni bir enerji kaynağı bulacak. Şimdi o açıdan Türkiye'ye baktığımızda, Türkiye olarak biz de bilim adamlarımıza, üniversitelerimize, araştırma geliştirme kurumlarımıza gerçekten çok önem vermeliyiz. Gerektiğinde başka yerlerden tasarruf edebiliriz, ama burada tasarruf etmemeliyiz. Türkiye de aynı durumda. Türkiye de enerji konusunda tamamen dışarı bağımlı. Biz de bu konu da büyük çalışmalar yapmalıyız ki, neticesini alalım. Bakın kömürden enerji bize 100 yıl sonra geldi. Petrol kuyuları ABD'de 1840'larda ilk defa açıldı, bize ise 1940'larda, 100 yıl sonra geldi. Bizim bir şansımız var. Bilim ve teknoloji sayesinde biz en zengin ülkeyle aynı anda bazı şeylere başlayabiliriz. İşte bu bilgisayarın, bilişimin getirdiği en büyük avantaj. Ama yeter ki bunun önemini kavrayın, yeter ki bu konuda yatırım yapın ve yeter ki bu konuda bilim adamlarını teşvik edin. Onların arkasında durun, onların her türlü ihtiyaçlarını karşılayın ve her türlü desteği verin. Üniversitelerinizi bu yönde harekete geçirin. Üniversiteleriniz bu yönde birbirleriyle yarışmaya başlasınlar.
SORU: Birkaç çevreci dostum sizinle yapacağımız görüşmeyi bildiği için size şunu sormamı istediler. Bu yenilenebilir enerji, rüzgar enerjisi vb. çevre dostu enerjiler için Sayın Cumhurbaşkanımız ne düşünüyor? Bu konuda teşvik olacak mı? Bunun geleceği konusunda Türkiye'de neler yapılabilir?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Çok önemli. Ben bu yönde çalışmalar olduğunu takip ediyorum. Türkiye'de yapılıyor aslında. Hidrojen Enstitüsü kuruldu mesela, yeni enerji kaynağının o olacağı düşünüldüğü için. ABD'de çok önemli bir bilim adamı, profesör getirildi başına. Yenilenebilir enerji Türkiye için en büyük alternatif. Türkiye'nin bu konuda iyi imkanları olduğu da yapılan araştırmalarla hep ortaya çıkmış vaziyette. Çok çalışmak gerekiyor. İklim konusu şaka değil. Geçenlerde biz BM toplantısına giderken İzlanda üzerinden geçtik uçakla. Yani kutuplara yakın, kutupların üzerinden geçtik. Gündüz vakti hava da açıktı. Arkadaşlar "Bakın bakın" dediler. O buzulların nasıl eridiğini, düştüğünü biz uçakta giderken gördük. Bu şaka değil. İşte eskiden kış oluyordu, şimdi olmuyor, yağmur oluyordu, şimdi olmuyor. Bu herkesi ilgilendiriyor. Yani Avrupa'da sadece şu ülkeyi ilgilendirir, ama öbür ülkeyi ilgilendirmez diye bir şey yok. Sınır tanımayan bir olay.
Bu konuda da biliyorsunuz Kyoto Anlaşması'nı Türkiye, Hükümet TBMM'ye sevk etti. Yani çok cesur bir adım attılar.
SORU: Ben biraz 2008 yılı boyunca negatif enerji yayan bir meseleye dönmek istiyorum. Sadece siyasi aktörler, siyasi liderler, partiler arasında bir sert, hoyratça çatışmaya sahne olmadı Türkiye. Aynı zamanda gerek kurumlar arasında, gerekse kurumlar içinde bir uyumsuzluğa da tanıklık ettik. Ve bu süre gitti, en son Anayasa Mahkemesi'nin içinde de bir bölünme bir ayrışma olduğu ortaya çıktı. Sizin tabii görev tarifiniz Anayasa'da, kurumlararası uyumu da sağlamak. Bu sizi, yaşanan, görülen manzara ne ölçüde rahatsız ediyor? Daha aktif bir rol üstlenmek gibi bir niyetiniz var mı 2009'da?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: 2008 yılı içerisinde sizler de takip ettiniz, zaman zaman ben burada kurumlarımızın başkanlarını, siyasi partilerin başkanlarını, bazen tek tek, bazen toplu olarak davet ettim. Hep beraber burada görüşmeler yaptık. Türkiye'nin o günkü gündemindeki konuları ele aldık. Tabii ki ben usul çerçevesi içerisinde devam edeceğim bu tip çalışmalarıma. Ama şu bir gerçek ki, özellikle kurumlarımız arasındaki farklı görüşler olabilir, farklı yorumlamalar olabilir. Ama kurumlarımız arasındaki işbirliği, dayanışma, harmoni Türk halkı için en büyük moral kaynağıdır.
SORU: Küresel mali krize geçelim. Şimdi ABD'den yola çıkıldı, ilk işaretleri de alınmıştı tabii ki, ekonomistler bunu sık sık söylüyordu ve bütün dünyayı sardı, sarmal gibi. Türkiye'ye de geldi. Gerçi Türkiye bakıldığında diğer ülkelere nazaran çok daha az etkilenmiş gibi görünüyor ama tabii bunun etkilerinin derinleşmesi söz konusu ve kaçınılmaz, bundan kaçış yok. İki görüş var Türkiye'de. Hükümet diyor ki, bu kriz, bu küresel kriz reel sektörü vurmayacak, vurmamalı, bu konuda gerekli önemleri almalıyız. Bir taraf da diyor ki, muhalefet, ona destek olan medya kuruluşları ve çeşitli iş adamları "Hayır çok kötü durumdayız. Battık, batmak üzereyiz" Negatif bir tablo çiziyorlar. Ama aslında ortada bir gerçek var, 2009 yılı zorlu bir yıl olacak, bunu herkes söylüyor. Siz ne önerirsiniz, kurumlar arasında, sosyal katmanlar arasında, yahut siyaset arenasındaki tüm siyasi partiler arasında bir mutabakat mı gerekir, yoksa başka bir çıkış yolu mu gerekir? Ne bileyim sıkı bir ekonomi politikası mi izlenmesi gerekir, toplumsal mutabakat mı olmalı, adı ne olursa, sosyal kontrat mıdır ya da adı başka bir şey. Ne olmalı 2009 yılında Türkiye'de bunu atlatabilmek için?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Önce meselenin ne olduğunu herkesin iyi kavraması gerekiyor. Bugün ben burada bir sıkıntıyla karşı karşıyayım. Bunun müsebbibi sensin diye ilk gördüğü kişiyi suçlamaması lazım. Bütün dünyada esen büyük bir fırtına ortaya çıktı. Çok büyük bir fırtına. ABD'de başladı. Para bol olunca herkese bol keseden dağıttılar. Ondan sonra onların geri dönmediğini görünce, birden bire bir panik başladı ve sonra ne oldu? Dünyanın en büyük bankaları battı, dünyanın en büyük şirketleri battı. Dünyanın en büyük otomobil fabrikaları, Fordlar, Chevroletler, bütün bunlar birazcık paranız olsa kelepir fiyata alınabilecek duruma geldi, hepsi bu hale düştü. ABD'de olduğu gibi, Avrupa'da da aynı şeyler oldu. 1929'dan bu yana neredeyse 100 yılın en büyük finans, mali ve ekonomik krizi oluyor. Yani bir deniz düşünün öyle büyük bir fırtına, dalga var ki, bu fırtına o denizdeki bütün gemileri dalgalandırıyor. Tabii ki Türkiye de bu denizde olduğuna göre, bu kürenin içinde olduğuna göre Türkiye'nin gemisi de dalgalanıyor. Dalgalanmayacak demek mümkün değil. Önemli olan tedbirini alıp da böyle günlere gemiyi hazırladın mı, gemi sağlam mı değil mi? Hepimiz memnuniyetle ifade ediyoruz ki, Türkiye bu dalgalara hazır yakalanmış oldu. Türkiye gemisi sağlam, sağlam da olmak zorunda. Çünkü Türkiye bunun maliyetini ödedi 2001 yılında. Neredeyse 50 milyar dolara yakın zarar ödedi Türkiye. Bugün artık biz çürük olabilirdik diyemeyiz. O gün, o büyük krizi düşünün. Faizlerin bir gecede 7 binlere çıktığı, herkesin battığı, bankaların yok olduğu o dönemi düşünün. Türk halkının cebinden 50 milyar dolar gitti. Dolayısıyla ondan ders alarak Türkiye kendini hazırladı, bankacılık sistemini kontrol etmeye başladı, ona göre finans sistemine yeni kurallar getirdi, gemimiz sağlam.
Şimdi bu sallanan gemi içerisinde dolaplar açılmasın, dökülmesin, tabaklar kırılmasın, ranzalar darmadağın olmasın, bunun tedbirini almak gerekir. Bununla ilgili de gördüğüm kadarıyla birçok şeyler yapılıyor. Tabii ki yapılması da gerekir. Ama burada en önemli şey şu: Burada işin başında, icraatın başında olan hükümet, devletin diğer kurumları, Merkez Bankası, BDDK ve buna benzer kurumlar, yani icranın başındaki kurumlar, resmi devlet kurumları, başta hükümet olmak üzere, işadamları, yani işverenler, çalışanlar ve sendikalar. Hepsinin kol kola ve elbirliği içinde olması gerekir. Bunu geçen TÜSİAD toplantısında da söyledim. Herkesin tam dayanışma yapması gerektiği bir günü yaşıyoruz. Kim bencillik yaparsa hep beraber kaybederiz. Tabii ki kazanılan dönemler var. O bakımdan işçisi için, herkesin elinden geldiği kadar dayanabilmesi lazım, onu muhafaza etmek için. İşadamı sürekli tabii ki maliyetlerini karşılayamaz, eğer bir geliri olmazsa. Bankaların bu konuda çok dikkatli olması gerekir. Bankalara para yatıranlar, bankalar ve bankaların para verdiği şirketler, bu da bir zincir, nerede bir hastalık olursa yine üçü birden batar. Onlar da bencil olmasın. Dikkatli olmak ayrıdır, panik yaratmak ayrıdır. Bir panik yaratmamak gerekir, ama hiçbir şey yok değil. Gemi sallanıyor haklı olarak. Geminin sallanmasının sebebi Türkiye değil, dışardan geliyor, ama bunun da tabii ki tedbirlerinin hep beraber elbirliği içerisinde alınması lazım. Birçok tedbirlerin alındığını görüyorum tabii, emin ki daha yenileri de alınacaktır. Ama bu süreçten ancak dayanışma içinde çıkabiliriz. Halkın, herkesin psikolojisini de iyi tutmak gerekir. Bunu kolaylığa kaçmak anlamında söylemiyorum. Bunu şu açıdan söylüyorum, bazen görüyorum açıkçası, geçen sene de zaten boş olan bir iş merkezinin, modası geçmiş bir iş merkezinin, o boş halini bu sene de gösterirseniz bu hoş olmaz. Bu şöyle olur, eğer bir panik olursa insan parasını cebinde tutmaya başlar, parasını cebinde tutmaya başlayınca harcama olmaz, harcama olmayınca alışveriş olmaz, alışveriş olmayınca tüketim olmaz, tüketim olmayınca fabrika yaptığı malı satamaz, imalatı durdurur, bir hafta durdurur, iki hafta durdurur, ondan sonra işçisini çıkartmak zorunda kalır. Yani zincirleme. Bir taraftan psikolojiyi sağlam tutmak gerekiyor, panik yaratmamak gerekiyor. Ama bir taraftan da herkese güven verecek bir şekilde yapılanların izah edilmesi ve tedbirlerin anlatılması gerekir.
SORU: En büyük endişe de zaten o. Kime biz sorsak dışarıda farklı kesimlerden, işsizliğin, işaretleri de çok net bir şekilde görüldüğü gibi, ciddi bir tırmanış göstermesi. Bu şu anlama geliyor; 2000li yılların başından itibaren Türkiye'de iyice güçlenmekte olan orta sınıf ki demokrasilerde orta sınıfın önemi artık net bir şekilde ortaya konmuş durumda, bu orta sınıf sallanmaya başlarsa işsizliğin yayılmasıyla birlikte bu Türkiye'nin zaten kırılgan olan siyasi coğrafyasında ciddi kenara kaymalara, radikalleşmelere yol açacak. Bu, ciddi bir endişe olarak ortada duruyor.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Bir insanın işini kaybetmesi, işsiz olması o insanın kendi içinde, ailesinde kıyametin kopması demektir. ABD'deki en büyük şirketin -milyarlarca dolarlık bir şirketin- batması ne etki bırakıyorsa, buradaki bir insanın kendi işini kaybetmesi de, ona o çapta etki yaratır. En önemli şey budur tabii. O açıdan üretimin kısılmaması için her türlü tedbirin alınması lazım. Bazen elimizde olmadan ihracat azalabilecektir. ABD ekonomik olarak önümüzdeki yıl küçülecek. AB ülkeleri de önümüzdeki yıl büyümeyecek, onlar da küçülecek. Onların küçülmesi demek daha az mal almaları demektir. Yani bizim o ülkelere ihracatımız azalacaktır. Memnuniyet verici başka bir husus, Türkiye Afrika ülkeleri ve komşu ülkeler gibi yeni ihracat pazarları buluyor. Bundan önce aslında o çalışmalara başlandı. O, onu ne kadar karşılayacak bilmiyoruz, ama ihracatımızda bir azalmanın olacağı belli. Fabrikaların üretimini bu da etkileyecek. Eğer buna ilave bir de iç tüketim azalırsa, o zaman tabii bu üretim daha çok azalır ve o zaman da dediğiniz gibi işsizlikte ciddi boyutlar ortaya çıkar. Ben bütün bunların, hükümet, işverenler ve sendikalar, hep ortak çalışarak, hep beraber çalışarak, fikirlerini birbirlerine hep açarak, hep beraber alınan tedbirleri en güzel şekilde anlatarak, her türlü günlük siyasi çekişmelerin üstünde bu işlere bakılması gerekir.
SORU: Adı konmuş bir mutabakat gerekir mi sizce?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Muhakkak ki gerekir. Bütün ülke bazında ne zaman bir dayanışma ve beraberlik olursa, o zaman bu problemleri daha kolay aşarız. Ne zaman bu konuları siyasete alet edilir veya bu konularda da bencil davranılır, işadamı bencil davranır veya işçi, sendika böyle bir ortam içerisinde olmayacak taleplerde bulunur veyahut da kurumlar, hükümet tarafı bu sıkıntıyı yeterince algılayamaz, o zaman tabii ki problemler büyür. Onun için herkesin bir dayanışma içerisinde olması gerektiğine inanıyorum. 2009 yılının ortalarına doğru buradan çıkılacağını da tahmin ediyorum ben. Zaten ABD için yapılan tahminler onlar için temmuzu gösteriyor. Ama onların ki çok farklı, onlar çok farklı. Bakın bu kriz çıktığında Almanya'ya kitap fuarı için gittiğimde Almanya Cumhurbaşkanı Köhler'le bir araya geldik. Köhler biliyorsunuz IMF'in eski başkanıydı. IMF başkanlığından Almanya Cumhurbaşkanlığına geçti. Tabii ki tecrübesi çok. O dönemde benim kısa dönem Başbakanlık yaptığım dönemdi. Türkiye'nin o ilk ekonomik programları, acil eylem planlarını ilan ettiğimizde de oradaydı. Kendisiyle görüşmelerimiz, ilişkimiz hep olmuştur. Orada bu krizin nasıl olacağı konusunda kendi görüşünü bana aktardı. "En çok korktuğum şey korumacılık başlayacak, özellikle gelişmiş, sanayileşmiş ülkelerde Avrupa'da, ithalat azalacak" dedi. "Bu da tehlikeli bizim için" dedi. "Çünkü o zaman rekabet ve etkinlik etkilenecek" dedi. Sonra şunu söyledi, "Bizde ne yazık ki gerekli reformlar yapılmadı" dedi. Açıkça Köhler "Sizin geçen dört-beş sene içerisinde yaptığınız reformları, keşke biz de yapmış olsaydık" dedi. "Sosyal güvenlik reformları başta olmak üzere, bankalarla ilgili, finans kurumlarıyla ilgili yaptıklarınızı, makro ekonomide sizin yaptıklarınızı keşke biz de yapsaydık, biz de hazır yakalansaydık" dedi. Bunlar hep kayıtlarda var. O açıdan biz bir taraftan moralimizi bozmayalım, ama bir taraftan da bize bir şey olmaz, bizde bir şey yok gibi davranmayalım. Bu bizim elimizde olmayan bir şey, dışarıdan gelen büyük bir dalga. İster istemez bu gemiyi de etkiliyor.
SORU: Nobel ödüllü Krugman'ın, New York Times yazarı aynı zamanda, siz de şimdi dile getirdiniz, olumsuz anlamdaki psikolojik beklenti, mutlaka olumsuzluk getirir. Onun için psikolojik beklentiyi hazırlayacak, sözlerden, yayınlardan, beyanatlardan ya da girişimlerden kaçınmak gerekiyor.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Ekonominin en önemli kısımlarından bir tanesi beklentilerdir. Faiz oranlarını bile tespit ederken faiz anketleri yapılır ona göre. Enflasyon beklenti anketleri yapılır, ona göre hep tahmin edilir. Tahminler ve beklentiler ekonominin en temel unsurlarından bir tanesidir. O bakımdan biz beklentileri bozacak bir psikolojik ortama girdiğimiz andan itibaren, bu çarpar etkisi gösterir ve her şey çok daha kötüye gider.
Tekrar söylüyorum. Bunları ben hiçbir şey olmaz, hiçbir şey yok diye değil, bir şey var da onun için diyorum, dikkatli olalım. Bu gemi sallanacaktır, sallanıyor da. Ama kapılarımızı iyi kilitleyelim, dolaplarımızı iyi kapatalım ve tedbirimizi iyi alalım.
SORU: Efendim, kadim dostluklar ve yol arkadaşlıkları vardır, çok önemlidir, kimileri bunun kardeşlikten de öte olduğunu söylerler. Bu anlamda sizin de yol arkadaşlarınız ve kadim dostluklarınız var. Siyasette de var. Bunlardan biri tabii ki kuşkusuz Sayın Erdoğan, Başbakanımız. Son bir yıldır, özellikle Cumhurbaşkanı olduğunuzdan bu yana, aktif siyaseti bıraktıktan sonra siz şöyle bir söylenti var, bunu birinci ağızdan, sizden almak istiyoruz; Biraz soğuk oldu araları, uzaklaştılar, eskisi gibi görüşmüyorlar, fikir ayrılıkları ortaya çıktı gibi şeyler var. Fikir ayrılıkları tabii ki doğaldır da. Buna bir nokta koymanızı sizden istesek acaba çok haddimizi aşmış olur muyuz?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Dediğiniz gibi Tayyip Bey ile biz 1968'lerden beri arkadaşız. O bakımdan kadim arkadaşız tabii ki. Ayrıca en son beş-altı senemiz de nasıl geçti bütün Türk kamuoyunun gözü önündedir. Her şey, öyle değil mi? Beraberliklerimiz... Bunlar saklanacak gerçekler değil. Ve bu dostluğumuz da muhakkak ki bakidir. Dostuğumuz bizim medeni ölçüler içerisinde, gayet profesyonelce, bugünkü konumlarımız itibariyle aynı şekilde devam etmektedir. Biz düzenli görüşmelerimizi hiç aksatmadan yaparız. İstişare ederiz. O gün ne konuşulacaksa bunları hep konuşuruz. Sayın Başbakan benimle ilgili, Cumhurbaşkanı olduktan sonra bu hukukumuzun ve bu profesyonel ilişkilerimizin devamında gayet dikkatlidir, ben aynı şekilde dikkatliyim. Bunlar Türkiye'nin itibarını zenginleştiren şeylerdir. Ama Sayın Başbakanla Cumhurbaşkanı arasında kavga, itişme, kakışma, birbirini iğneleme, basın üzerinden birbirine bir şey söyleme, bunlar eğer arzu ediliyorsa bunların hiç birisi söz konusu değildir, olmayacaktır da. Bunların memlekete hiçbir faydası da yoktur. Bunun Türkiye'ye bir faydası var mı? Biraz önce ne dediniz? Kurumlarımızın şöyle birazcık son günlerdeki farklı tavırlarından bile nasıl rahatsızlık duydu herkes değil mi? Hepimizin morali bozuldu, öyle değil mi? Ne dedim ben? "Bu en büyük moral kaynağıdır" dedim. Bir ülkenin başbakanıyla bir ülkenin Cumhurbaşkanı birbirlerine dolaylı laf göndersin, dolaylı birbirlerini iğnelesin veyahut da birbirlerinin gıyabında konuşsun. Bunlar bir ülkede arzu edilen şeyler mi? Bunlar yoksa, bunun takdir edilmesi gerekiyor. Ve açıkça da böyledir. Ama tekrar söyleyeyim, biz gayet medeni şekilde, kendi konumlarımızın farkındayız. Sayın Başbakan kendi konumunun, ben kendi konumumun farkındayız. Konumlarımızın gereği neyse, konumlarımızın gereğini de, hepimiz hakkını vererek yerine getiriyoruz. Gayet birbirimize saygılı şekilde, diğer kurumlarımızla da aynı şekilde. Ülkemiz içindir bütün bunlar. Öteki konu, yani şahsi dostluklarımız, ailelerimiz bunlar, hep bakidir, açık söyleyeyim size. Ama bizim tarihi sorumluluklarımız vardır. Bu tarihi sorumluluklarımızın da doğrusu hepimiz farkındayız. O bakımdan bunları görüyorum zaman zaman, bunları da normal karşılıyorum. Çünkü hür bir basının olduğu bir ülkede, açık toplumda, bazen bunlar ciddi zannedilerek yazılabilir, bazen bunlar kamuoyunu zenginleştirmek için, renklendirmek için olabilir. Tekrar söylüyorum, biz modern, profesyonel bir yaklaşım içerisindeyiz ve böyle bir ilişki içerisindeyiz. Bunun da ülkemize, devletimize çok faydalı olduğuna, katkı sağladığına inanıyoruz.
SORU : Efendim zamanımız iyice daraldı, iki minik soru kaldı. Bu soruyu sormazsak gençler bana kızacaklar, çünkü sormamı istediler. İfade özgürlüğü konusuna olan ilginizi, hassasiyetinizi biliyoruz. Türkiye'nin bu konuda hala sorunlar yaşamakta olduğu da aşikar. Onların dikkat çektiği mesele şu, tabii ki 301. madde gibi konular henüz tamamıyla çözülmüş değil, ama gençlerin dikkat çektiği nokta, Türkiye'yi hayli sohbet konusu eden internetteki uygulamalar. Youtube ve diğer blog sitelerinin kapatılması, internet yasasının Türkiye'ye yaşattığı sorunların kaldırılması için Cumhurbaşkanı ne yapabilir?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: İnternet tabii çok önemli. Bazı ülkelerde internet biliyorsunuz gazeteleri geçti. Mesela ABD'de. Geçen bir haber vardı gazetelerde okudum. Haberleri gençler gazetelerden değil, artık internetten takip ediyorlar. Türkiye'de de çok yaygın olduğunu düşünüyorum. Hatta bazen yine arkadaşlarıma diyorum, basın mensuplarıyla toplantı yaparken sadece televizyoncular ve gazetecilerle toplanıyoruz. Öyle internet sayfaları, networkleri var ki, onlar birçok gazeteden, televizyondan çok daha fazla etkili kamuoyu yaratıyorlar. Bizim onlarla da görüşmemiz gerekiyor diye düşünüyorum. Türkiye'ye haksızlık etmemek gerekir. Türkiye'de herkes düşündüğünü söyleyebiliyor. Türkiye'de herkes farklı farklı şeylerini yazabiliyor, çizebiliyor. Zaman zaman çeşitli teknik sebeplerden eğer bunu gölgeleyici davranışlar oluyorsa, -ki oluyor- onun tedbirinin alınması gerekir kanaatindeyim. Ben Youtube'u yasaklayan ülkeler içerisinde Türkiye'yi görmek istemem doğrusu. Çünkü o hemen Türkiye'yi başka bir gruba sokar. Bu Türkiye'ye büyük zarar verir. Ama oradaki tabii, bazen de hoşgörü ile karşılayamayacağımız yıkıcı, hiç sineye de çekmeyeceğimiz bazı yayınlar da oluyorsa, bunların da tedbirlerini başka bir şekilde almak gerekir diye düşünüyorum.
SORU: Umuyoruz ki gelecek sene sonunda da böyle bir değerlendirme mülakatı yapma fırsatımız olur sizinle. 2009'un sonuna geldiğimiz vakit, bir sene sonra…
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Size bir şey daha söyleyeyim. Aklıma geldi, siz belki sorarsınız diye düşündüm. Bu vesileyle üniversitelerle ilgili, YÖK ve rektörlerle ilgili de, çünkü çok tartışılıyor bir fikrimi paylaşmak istiyorum.
Ben üniversitelerde Türkiye için yeni bir dönem olması gerektiğine inanıyorum. Bu yeni dönem dediğim, yine yanlış anlaşılmasın, ülke meseleleriyle ilgilenmeyen, siyasetle ilgilenmeyen, susturulmuş üniversiteler demek istemiyorum. Asla. Onlardan tabii en büyük beklentimiz ülke meselelerinin aşılmasına da katkı sağlamalarıdır. Ama üniversitelerimizin bir siyasi platform, günlük siyasetin platformu olmamasını, üniversitelerin o demin söylediğim Türkiye'nin gücüne güç katacak hamleleri yapmasını -eğitimde, araştırmada ve geliştirmede- istiyorum. Onun için bütün güçlerini üniversitelerin kendi misyonlarına biraz yoğunlaştırmaları gerektiğine inanıyorum.
Bu çerçeve içerisinde, rektör seçimleriyle ilgili geçenlerde yine bir açıklamada bulundum. Ben gayet cesur bir şekilde, rektör seçimleriyle ilgili, yetkilerimden vazgeçebileceğimi söyledim. Bunu da şöyle söyledim, üniversitelerdeki bu rektör seçimleri, üniversitelerde çok derin yaralar açıyor dedim. Bu derin yaralar gerçekten devam ediyor, kapanmıyor daha sonra da. Eskiden siyasette gördüğümüz bazı şeyler oluyor, bunları burada konuşmak bile istemem. Bunlar unutulmuyor üniversitelerde ve "bunlar üniversiteleri yaralıyor" dedim. Onun için "en gelişmiş ülkelerdeki en başarılı üniversitelerde bu sistem nasılsa, bu sistemi bizim Türkiye'ye getirmemiz gerekir" dedim. Ve ben rektör seçimleriyle ilgili konuların, bana, Cumhurbaşkanlığı'na bırakılmasının, hatta işte -YÖK de geçen gün söyledi- YÖK'e bırakılmasının, bunların doğru olmadığını da düşündüm. Bu fikrimde de aynen duruyorum. Tabii, bir değişiklik gerekiyor. Anayasa değişikliği falan gerekiyor. Arzu ederim ki Türkiye 2009 yılında, daha kapsamlı, herkesin katılabileceği bir anayasa değişikliği çalışmasını gerçekleştirebilir. Burada en önemli konu usuldür, metotdur. Ben aslında Anayasa'nın nasıl olacağıyla ilgili herkesin kafasında iyi-kötü aynı şeylerin olduğunu tahmin ediyorum. Çünkü farklı farklı şeyleri, iktidar, muhalefetin hazırladığı taslaklara baktığımda, nelerin değişmesi gerektiğini görüyorum. Oturmuş kurumlar açıklamışlar. Bütün anayasa taslaklarını şöyle masanın üstüne koyduğumuzda o kadar çok ortak konular var ki. En önemli, en temel meselelerde ortak anlayış var aslında. Onun için burada güzel bir usul geliştirilmesini, daha katılımcı bir şekilde, daha sakin bir şekilde böyle bir konunun ele alınmasını, bunun polemik konusu yapılmadan, günlük siyasi meselelere karıştırılmadan, daha dikkatli bir şekilde ele alınmasını çok tavsiye ederim.
SORU: Bu konuda iyimsersiniz ama, Anayasa Mahkemesi'nin almış olduğu karar, 10 ve 42 ile ilgili karar, aslında Anayasa'nın herhangi bir şekilde değiştirilmesini Anayasa Mahkemesi'nin vesayeti altına soktu.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Değil, bunların hepsinin ben olabileceği kanaatindeyim.
SORU: Aşılabilir diyorsunuz?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Her şey aşılabilir. Yeter ki böyle güzel bir anlayış, çalışma ortamı anlayışı olsun. Bakın tekrar söylüyorum: Bu tartışmalardan ayrı olarak, ortaya çıkmış taslakları alın koyun ortaya. Birbiriyle çok muhalif durumda olanların, sadece siyasi partilerin değil, kurumların, sivil toplum örgütlerinin hepsini alın.
SORU: Bu konuda bir hamle bekliyorsunuz ya da çağrı da bulunuyorsunuz?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Baktığınızda demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, özgürlüklerle ilgili temel meselelerle ilgili olarak aslında hepsi ortak noktadalar. O bakımdan ben iyimserim. Yeter ki güzel bir şekilde bu tekrar ele alınabilsin. Bunu da tavsiye ederim bu vesileyle.
SORU: Efendim süremiz doldu, ama 2009 sonunda umarım yine bir araya geldiğimizde, nasıl bir Türkiye ile karşılaşacağız gerçekçi açıdan baktığımızda? Biraz sıkıntılar hissetmeye başlayan vatandaşlarımıza nasıl bir Türkiye sunacak 2009?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Ben daha iyi bir Türkiye olacağı kanaatindeyim. Çünkü önemli olan gidişatın istikameti, trendi. Bu trendin doğru istikamette gittiğini görüyorum. Daha hızlı gidilebilir, daha çok şeyler yapılabilir, o ayrı bir mevzu. Ama bugünden daha iyi olacağı kanaatindeyim.
Tabii bir de herkes olup biten her şeyden ders alır, bazen açıkça söyler, bazen açıkça söylemez. Ama uygulamasını yaptığında, hepimiz bunlardan ders alırız. O açıdan bütün kurumlar olarak, bütün siyasetin tarafları olarak, herkesin daha dikkatli, daha tecrübeli bir çalışma içinde olacağına inanıyorum.
Ekonominin de 2009 yılı içerisinde toparlanarak çıkacağını, 2009'un tekrar bir çıkış yılı olacağına inanıyorum, böyle görüyorum.
SORU: Efendim tekrar mutlu yıllar diliyoruz.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Sağolun. Ben de tekrar sizlerin, bütün vatandaşlarımın, herkesin yeni yılını kutluyorum ve yeni yılın hepimiz için iyilikler getirmesini temenni ediyorum.

Yazdır Paylaş Yukarı