Al Arabia Tv

13.02.2009
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült
SORU: Sayın Cumhurbaşkanı çok teşekkür ediyorum bize bu vakti ayırdığınız, bu fırsatı verdiğiniz için. Bölgede çok önemli gelişmeler yaşıyoruz. Siz de bunu görüyorsunuz. Onun için hemen konuya girmek istiyorum. Neler oldu, Türkiye'nin yeni stratejisi nedir bölgede?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Aslında Türkiye'nin yeni, bugün ortaya çıkmış bir stratejisi yok. Türkiye'nin eskiden beri gelen stratejisi belki bugünlerde daha çok görünür hale geldi. O da şudur; bu bölgede barış, istikrar ve güvenliğe verdiği önemdir. Barış, istikrar ve güvenlik de problemlerin çözümüdür. Filistin meselesi sadece Filistinliler ile İsrailliler arasında bir mesele değildir. Filistin meselesi dünyadaki büyük olayların neredeyse hemen hemen hepsini besleyen bir olaydır. Ve Filistin meselesi İsrail ile Arapları sonra da bütün İslam dünyasını ilgilendiren, hatta bütün insanlığı ilgilendiren bir konudur. Her iki senede bir Filistin'de katliamları, Filistin'de ölümleri, Filistin'de kadınların, çocukların karşı karşıya kaldığı muameleyi televizyonlardan anında seyretmek dayanılacak bir şey değil tabii. Türkiye bununla ilgili tepkilerini yeri geldiğinde ortaya koyuyor ama çok da önem verdiği bir şey şu; meseleyi kritik etmek, tenkit etmek, kınamak, öfkesini ortaya koymak değil, önemli olan bu problemlerin bir daha yaşanmamasını temin edecek çalışmaları yapmak. Biz şimdi o yönde daha çok gayret sarf ediyoruz. Ama Irak savaşı öncesini de hatırlarsanız, aynı şekilde gayret içinde oldu Türkiye. Bu savaş olmadan bu işi çözelim diye çok toplantılar yaptı. Hatta o zaman ben Başbakan'dım. Bölgede tura çıktım. Bazıları zannetti ki Türkiye gösteriş yapıyor, şov yapıyor. Öyle değildi. Çünkü bu bir "Pandoranın Kutusu"ydu, açılınca içinden neler çıkacağı belirsizdi. Ve nihayet gördük işte. O kutu açılınca da ne kadar büyük bir maliyeti oldu, hem Irak halkına hem dünyaya hem bölgeye. Bunlar daha acısız bir şekilde halledilebilir. Eğer bölgenin liderleri, sorumluları daha geniş bir vizyondan bakar, daha realist, gerçekçi olurlarsa, zorluklarla karşılaşmayı göğüsleyebilecek cesareti üstlenirlerse bu problemler çözülebilir. Sovyetler Birliği çöktükten sonra Avrupa bir araya geldi, Helsinki Belgesi hazırlandı, birçok toplantılar düzenlendi, (AGİT)Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, bütün bunlar kuruldu, temel prensipler geliştirildi ve savaş ortamı ortadan kalktı. Yine problemler var anlaşmazlıklar var ama savaş ortamına gelmeyecek şekilde çözümler önceden bulunuyor. Niçin bizim bölgemizde de olmasın? Şimdi, iki hafta önce Gazze'de olanları, biz bir sene sonra ateşkes bittiğinde bir daha mı yaşayalım? Türkiye, işte buradan hareketle çok daha fazla çözüme yönelik bir çalışma içerisinde. Belki bu çok dikkati çekmeye başladı.
SORU: Ancak Sayın Cumhurbaşkanı, izin verirseniz size iki tane de konu sormak isteriz. Bu Arap-Filistin savaşları, İsrail'in şu anda yaptıkları saldırıları da ilk defa olmuyor. Türkiye'nin tutumu bu alanda yeni bir tutumdur. İsrail'in tutumunda bir değişiklik yoktur, her zaman saldırılarda bulundu. Ancak Türkiye'nin tutumu biraz yenilik arz etti. İkinci bir konu da sizin Hamas ile bir işbirliği içinde olduğunuz, ona daha çok yöneldiğiniz söyleniyor. Ancak siz Türkiye olarak İslam ülkeleri arasında en büyük ülkelerden birisiniz. Türkiye içinde de dini yönelişli bazı partiler var. Bunu konuda da değerlendirmenizi alabiliriz miyiz?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Öncelikle, şunu söylemek isterim. Türkiye'nin kendi dinamiklerinde öyle büyük bir değişme yok. Türkiye ne ise odur. Ayrıca bildiğiniz gibi Türkiye Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerine başlamış bir ülkedir. Türkiye Anayasasını değiştirmiştir, kanunlarını değiştirmiştir. Avrupa Birliği'nin müktesebatı Türkiye'nin müktesebatı haline gelmeye başlamıştır. Demokratik standartlarımız o şekilde gelişmiştir. Siyasi reformlar yapılmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türklerin gidebildiği bir mahkemedir, bu bireysel haktır. Herhangi bir Türk vatandaşı eğer Türkiye'deki mahkemelerin neticesinden razı olmazsa oraya gidebilir, itiraz edebilir. Türkiye'nin doğrusu bu yönelimi var ama Türkiye Müslüman bir ülkedir tabii tarihi bellidir, geçmişi bellidir. Dolayısıyla olup bitenlere duyarlıdır halkımız. İnsanlara sorduğunuzda bu değerlere çok önem vermektedir. Türkiye demokratik laik, bir ülkedir ama fertlerin, bireylerin tabii ki dini değerleri vardır. Şimdi bunları şunun için söylüyorum. Türkiye'de dini akımlar dediniz. Türkiye ne ise odur ama Türkiye Filistin'de bir barışın temin edilmesi için Filistin'in önce kendi arasında birleşmesi, bütünleşmesi gerektiğine inanmaktadır. Yani Filistinliler bölük pörçük olunca, siz bölük pörçük devletler mi kuracaksınız? Yani iki tane Filistin Devleti mi olacak, biri Gazze'de, biri Ramallah'ta? Bunlar olmayacak şeyler. Hamas ayrı bir partidir, El Fetih ayrı bir partidir, diğerleri ayrıdır ama hepsinin Filistin Kurtuluş Örgütü içerisinde yerini alması lazım. Farklı görüşleri olabilir, bu ayrı bir mevzu. Kendi aralarında demokratik mücadele de yapabilirler. Bu da gayet normal. Bizde yok mu? Amerika'da seçimler oldu görmedik mi? Yeri geldiğinde kıran kırana mücadele yapılıyor ama bu mücadele devletin temeline dinamit koyma anlamına gelmez. Çünkü Filistin'de iki grup eğer ayrı olursa, o zaman Filistin Devleti'nin temeline dinamit konuluyor demektir. Onun için biz Filistin'deki bütün gruplarla, yani Filistinliler ile aslında temas halindeyiz. Hamas, Gazze'de yapılan seçimler, diğer yerlerde yapılan seçimlerde başarıyla çıkmış. Başka zaman bir daha seçim olur o zaman da başkaları başarıyla çıkabilir. Seçimlerde daima bir parti, bir görüş, her zaman o kazanacak diye bir şey yok. Hadi bu seçimler 2006 yılında yapılmış. O zaman bu seçimlere Hamas'ın da girmesi, onların temsil ettiği partinin de girmesi kabul edilmiş. Ben o zaman Dışişleri Bakanı'ydım. NATO toplantılarında bizim en büyük gündemimiz Ortadoğu gündemi. Orada da bu seçimleri konuşmuştuk. Orada açıkça yine birçok meslektaşımla birlikte, Amerika Dışişleri Bakanı bunların içerisindeydi. Tabii ki kimseyi seçimlerden men edemeyiz. Eğer seçimlere girmezse siyasi partiler o zaman şu olur, o zaman başka yollara tevessül ederler ve o zaman legalize ederler ve hakları doğar. Onun için görüşlerini gelsin siyasi temsil içerisinde göstersin. Seçimi kazanırsa idare eder, seçimi kaybederse kaybeder. Bu çerçeve içerisinde o zaman Hamas seçime girdi ve seçimi kazanınca da hatırlarsanız o zaman ilk defa Türkiye'ye geldiler. O zaman ben onlarla konuştum. Onlara da şunu söyledim açıkçası: şimdi siz bir siyasi partisiniz, seçimi kazandınız yani illegal bir direniş örgütü gibi olamazsınız. Siz şimdi bir muhatap olacaksınız. Siz şimdi ülkenizi yöneteceksiniz. Ülkenizi yönetebilmeniz için sakın yanlış sokaklara girmeyin. Sonra çıkamazsınız yanlış sokaklar sizi esir alır. Onun için realist olun, gerçekçi olun ve bu çerçeve içerisinde Filistin davasını en güçlü bir şekilde hep beraber temsil edin. Bunlar çok iyi niyetli görüşmelerdi doğrusu o zaman. Ben o zaman hatırlıyorum, çok da mantıklı buldum kendilerini ve bu söylediklerime de çok önem verdiler. Ama maalesef sonra işler rayından çıktı. Yani seçimle gelmiş insanları kimi tanıdı, kimi tanımadı. Şimdi bizim alakamız, biz Filistin içerisinde herhangi bir partiyi, herhangi bir grubu destekliyor değiliz. Bunun anlaşılmasını isterim. Çünkü böyle olursa o zaman Filistinlileri bölmeye başlıyoruz demektir. Biz bütün Filistinlilere sahip çıkarız. Ve bütün Filistinliler içerisinde de ayrılıklar varsa o ayrılıkların giderilmesi için bir gücümüz, katkımız varsa bunu sağlamaya çalışıyoruz. Yoksa kendi aralarında o haklıdır, bu haksızdır, onun hatası vardır, bunun hatası vardır, o ayrı bir mevzu. Şimdi bugün gelinen nokta şudur: Muhakkak bir ulusal Filistin hükümetinin kurulması lazımdır. Filistinlilerin birleşmesi lazımdır. Siz bölük pörçükken nasıl mücadele edebilirsiniz. Yani sizin tezinizi kim karşı tarafa iletecek. Bu büyük bir zafiyettir. Ayrıca bu tabii ki Arap dünyasını da bölüyor, sonra İslam dünyasını da bölüyor. Bundan kim faydalanır? Filistin davasına bunun hiçbir hayrı yoktur. Onun için bizim bu son görüşmelerimiz, temaslarımız hep bu çerçeve içerisinde. Bunun bilinmesini isterim özellikle.
SORU: Sayın Cumhurbaşkanı, sizin de önerdiğiniz konuları gördüğümüzde bazı Araplar tarafından kabul ediliyor, Hamas tarafından kabul ediliyor. Ancak Avrupalılar tarafında Hamas şu ana kadar bir terör örgütü olarak görülmektedir. Amerikalılar da Hamas ile görüşmeye hiç yanaşmıyorlar zaten. Arap ülkelerinin büyük bir bölgesi de sadece Ebu Mazin'in sadece hükümetini tanıdıklarını söylüyorlar. O zaman Türkiye'nin tutumu nedir? Hamas'a olan telkinleri, nasihatleri nedir? Filistinliler ile onlar da Ebu Mazin'i, Sayın Mahmud Abbas'ı Filistin Devleti'nin tek temsilcisi meşru temsilcisi görüyorlar mı?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Filistin Devleti'nin şu anda Devlet Başkanı Sayın Mahmud Abbas'tır. Devlet başkanı partilere karşı aynı mesafede olur. Devlet Başkanı bütün farklı görüşleri de, bütün partileri de bütün Filistinlileri temsil eder. Ama hükümet farklıdır, Devlet Başkanı farklıdır. Şimdi bizim buradaki bütün temasımız ve tavrımız şudur bunu bir kez daha tekrarlamak istiyorum. Tabii ki biz Filistinlilerin birleşmeleri ve bütünleşmeleri için katkımızı, gücümüzü, telkinlerimizi kullanıyoruz. Avrupalıların da, herkesin de, aslında bu yönde olması gerekiyor. Yani o zaman ne yapacaksınız? Ayrıca Avrupalıların, Amerikalıların, öbürlerinin, Türklerin, diğerlerinin akıl vermesine de ihtiyaç yoktur. Filistinlilerin kendilerinin görmesi gerekiyor. Yani ne kadar bölünürse Filistin davası o kadar güçsüz olur. Filistinliler bu olgunluğu gösteremezlerse kendi devletlerinin köküne dinamit koyarlar açık söylüyorum. Onun için farklı görüş olabilir, ben senden daha iyi Filistin davasını temsil ederim, ben senden daha iyi Filistin Devleti'nin kurulmasını kolaylaştırırım, ben senden çok daha iyi Filistin'in işgal altındaki topraklarını kurtarırım ve ben Filistin halkını daha hızlı bir şekilde refaha, mutluluğa ulaştırırım iddiasında olabilir bütün gruplar. Filistin halkı aslında demokrasiye de en yakın halktır Arap dünyası içerisinde, bu bir gerçek. Dolayısıyla bu mücadeleyi kendi aralarında verebilirler. Ama milli mesele söz konusu olduğunda, milli mesele Filistin Devleti meselesi, Filistin davası meselesidir, işgalden kurtulmak meselesidir. O zaman hepsinin gücünü bir araya getirmesi gerekir. Bütün çevre ülkelerin de, Arap ülkelerin, Müslüman ülkelerin, batılı ülkelerin de bu yönde onlara telkinlerde bulunması gerekir. Başka türlü barış söz konusu olmaz asla. Barış söz konusu olmayınca da acılar devam eder. İki hafta önce Gazze'de seyrettiğimiz acı yeni değildi ki. İki sene önce de Lübnan'da seyretmedik mi? Beyrut'ta seyretmedik mi aynı olayları? Peki, şimdi iki sene sonra tekrar mı olacak bu? Şimdi bu soğuyacak birazcık. Unutulacak sıcaklığı. Hadi iki sene sonra tekrar ortaya çıkacak. Ve bu doğrusu akıl işi değil. Onun için bizim Türkiye olarak yola çıkışımız, politikalarımız, Filistinlilerin birleşmesi, Filistin'de kimsenin dışlanmaması. Hepsinin birleşmesi, ondan sonra güçlü bir şekilde davalarını karşı tarafa iletebilmeleridir. Görüşmeleri güçlü bir şekilde yapmalarıdır.
SORU: Sayın Cumhurbaşkanı, duyduğumuz kadarıyla hatta Türkiye içinde ve bazı basın taraflarından, hükümeti ve Türkiye'nin resmi tutumunu, İsrail'e karşı olan tutumunu eleştirenler oldu. Hükümetten, eski esaslara dönmesi ve batı ile olan ittifaklarına dönmesini istediler. İsrail ile olan stratejik ve güvenlik bakımındaki işbirliğine dönmesi. Bu konuda Türkiye içerisinden baskılara maruz kalıyor musunuz?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Türkiye çoğulcu bir ülke. Farklı farklı partiler var, farklı farklı görüşler var. Basın da hür, herkes istediğini yazabilir. Dolayısıyla bu çerçeve içerisinde farklı görüşler daima ortaya çıkabilir. Ama şu bir gerçek ki, Türk halkının çok büyük bir ekseriyeti Filistin davasına destek vermektedir. Türk halkı, yediden yetmişe herkes Gazze olayları olurken sokaklara dökülmüştür ve tepkisini açıkça göstermiştir. Bütün siyasi partiler aynı şekilde tepkilerini açıkça ortaya koymuştur. Ama Türk halkının çok büyük bir kısmı, nerdeyse tamamı şunu arzu etmektedir; bölgede bir barış olsun, Filistin Devleti kurulsun kendi toprakları üzerinde, İsrail ile beraber yan yana güven içerisinde yaşayabilsinler. İsrail'in güvenliği ve Filistin Devleti'nin güvenliği, böyle bir ortamın gerçekleştirilmesi. Ondan sonra işbirliği de yapabilirler. Ekonomik ortak çalışmalar da yapabilirler. Türk halkı bu düşüncededir. Ama bu tabii ki baskıyla, zorla olmaz. Bunun için önce işgal edilmiş topraklardan çekilmek lazım. Bunun için Filistinlilerin haklarının verilmesi lazım. Bu işte görüşme de bu. Aslında başlayan barış süreçleri iyi noktaya geliyordu ama son anda kopuyordu. Şimdi ümit ederiz ki yeni bir fırsat ortaya çıkar ve doğar.
SORU: Sayın Cumhurbaşkanı, sizin söylediklerinizden hareket ederek, İsrail seçimleri bugün gördüğümüz kadarıyla İsrail seçimlerinin sonunu görüyoruz. Çok fazla, çok fazla ümit verici bir sonuç görmüyoruz. Belki Gazze senaryosu tekrar yenilenir. Onun için eğer Gazze hadisesi tekrarlanırsa, İsrail ile mesela ilişkilerin kesilmesine mi gidecek veya onlarla olan güvenlik anlaşmalarının askıya alınmasına mı, savaşa mı, Türkiye'nin tutumu nereye kadar gidiyor?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Önce şunu da açıkça söylemek isterim; İsrail ile ilişkisi olan tek ülke, bölgede Türkiye değil. Mısır'ın da, Ürdün'ün de ilişkileri var. Resmi, karşılıklı büyükelçiler var. Başka körfez ülkelerinde bürolar var. Dolayısıyla bunu herkesin bilmesini isterim. Türkiye'nin İsrail ile ilişkileri, bir bakıma daima hep avantaj olmuştur. Allah rahmet eylesin Yasser Arafat bile bunu, hep bize söylemiştir, daha önce bana da söylemişti. Aman sizin bu ilişkileriniz hiç değilse barışa gitme yönünde siz bir katkı sağlayabilirsiniz. Çok katkınız olur. Önemli olan bakın tekrar altını çiziyorum, önemli olan acıları mı konuşmak, acılar ortaya çıksın, kan ortaya çıksın da çok daha fazla retorikle bunları tenkit edelim, sokaklara dökelim. Bu mu, yoksa acılar bir daha tadılmasın, bitsin ve barış olsun, bu mu? Buradan hareket etmek, motivasyon hangisi, buna iyi bakmak gerekir. Benim gördüğüm, şöyle bir alışkanlık var, ne kadar çok acı olursa, ne kadar çok çocuk ölürse, ne kadar çok kurban giderse o kadar çok tenkitler oluyor. Ama bu sürekli tekrarlanıyor. Yani acıları daima duymak mı gerekir? Bir daha tekrarlanamayacak bir noktaya gelmek gerekir. Önemli olan bu. Yani bunun için çalışmak gerekir. Herkesin bunun için uğraşması gerekir. Savaştan bir netice çıkmıyor. O zaman yapılacak şey, kalıcı bir çözümü bulmak. Kalıcı bir çözüm için de ben tekrar aynı noktaya geleceğim. Bugün yeni bir fırsat var ortada. ABD'de yeni bir seçim yapıldı, yeni bir yönetim işbaşına geldi. Bu yönetimin, eski yönetimden dünyaya daha farklı bakışı var. Şunu söylüyor; "Biz dinleyeceğiz" diyor, "Biz fikrimizi tek başına empoze etmeyeceğiz" diyor, "Diyalog kuracağız" diyor, "Konuşacağız" diyor. Şimdi bu iyi bir şey. Daha önce daha farklı şeyler söyleniyordu. Bu bakış açısı ümit verici bir bakış açısı. Şimdi böyle bir fırsat varken, bu tarafta da hiç vakit geçirmeden, Filistinlilerin bütünleşmesi birleşmesi, Arap dünyasının bütünleşmesi, birleşmesi ve sağlam bir tezle batı dünyasının, İsrail'in, Amerika'nın karşısına çıkması gerekir. "Ben bütünleştim ve hep beraber şu fikri destekliyorum" demesi lâzım. Aslında böyle bir şey var, Arap Barış Planı. Ama Arap Barış Planı aslında Arapların çok cesurca ortaya koyduğu ve gerçekçi bir plan olmasına rağmen, Arapların arasındaki bölünmüşlük, Filistin'deki bölünmüşlük, bunu gölgeliyor. Aslında o moral üstünlüğün Filistinliler'de ve Araplarda olması gerekiyor. Çünkü teklif ediyor, "Bak barış planı bu" diyor. "Sen bunu kabul edersen karşılığında biz de hepimiz seni tanıyacağız ve senin güvenliğini de garanti altına alacağız" diyor. Şimdi bunun bile çok iyi şekilde yansıyabilmesi için arkasında sağlam durulması, o birlik bütünlük görüntüsünün sağlam verilmesi gerekir. Eğer bu 3-4 ay içerisinde de açık söylüyorum, benim fikrim bu, bütün tecrübem şu; bu fırsat kaçarsa, ABD'nin yeni yönetimi yılın ilk döneminde, eğer en iyi şekilde etkilenir ve bir angajmana sokulamazsa ondan sonra ümitler kaybedilebilir. Onun için benim burada çok acil çağrım, hem Filistinlilere hem Arap dünyasına budur. Farklılıklarınızı kaldırın, hemen birleşin. Ondan sonra da hep beraber toplu bir şekilde tezinizi ortaya koyun. Türkiye olarak tabii biz direkt bir parçası değiliz bu problemin. Ama biz bölgenin bir ülkesi olduğumuz için, tarihten gelen geçmişimiz ortak yanlarımız olduğu için, kardeş Filistin halkının acısını Türk halkı çok derinden hissettiği için bütün gücümüzle destek veriyoruz.
SORU: Sayın Cumhurbaşkanı, burada açıkça konuşuyorsunuz. Onun için, bu konuyu, biz de sizinle açıkça konuşalım. Gördüğünüz gibi Arap ülkeleri, iki bölüm olmuşlar. Birincisi mutedil ülkeler olarak görülüyor, itidallı ülkeler olarak görülüyor. Onlar da barış planını destekliyorlar. Bir de ret cephesi olarak görülen bir takım ülkeler. Türkiye'nin dostu olan başkan Beşar Esad da bu barış planının öldüğünü söylüyor. Ve yeni bir atılımın yapılması gerekiyor. Hamas da bugün diyor ki, bir zafer kazandık, bu son savaşta. Ve onun ret cephesi de onun arkasındadır. Türkiye bu konuda nerede duruyor? Nasıl görüyor? Hamas'ın bu mesajları böyle mi vermesi gerekir? Hangisi itidal mı, red cephesi mi…
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bakın biz bu bölünmüşlüğün içinde bir taraf olmayız, açık söyleyeyim. Ve biz Arap dünyası içindeki bu problemlerde, karşılıklı problemlerde, detaylara da girmeyiz. Çünkü o zaman biz bir tarafı tutmuş oluruz. Sizin çok derin, ince meselelerinize karışmış oluruz. Bunun da bir faydası olmaz. Biz onun için bu bölünmüşlüklerin dışında ama demin yaptığım çağrıyı güçlü bir şekilde yapıyoruz. Ve katkımızı da burada koyuyoruz. Bu bölünmenin parçalanmanın sırası değil, esas bunlar zayıflatıyor. Dolayısıyla muhakkak bir araya gelmek ve konuşmak lazım. Ayrıca ben şuna da inanıyorum, sizin tarif ettiğiniz bütün ülkelerle yakın teması olan bir ülkeyiz biz. Suriye ile Mısır ile Suudi Arabistan ile Katar ile hepsiyle, bölgedeki bütün ülkelerle çok yakın, samimi ve içten bir ilişki içerisindeyiz. Gayet dürüst şeffaf bir çalışma içerisindeyiz. Bundan dolayı da bütün bölgedeki liderlere müteşekkiriz gerçekten. Türkiye'ye çok büyük bir güven duyuyorlar. Bu güvenimizi sarsmak da istemeyiz. Ama bütün bu temaslarımdan ve ilişkilerimden şunu biliyorum ki, deminden beri konuştuğumuz bölünmüşlük dediğimiz şey böyle asla bir araya gelinemeyecek, derin, arada kapatılamayan yaraların olduğu bir bölünmüşlük değil, öyle değil. Ortada çeşitli psikolojik sebepler var. Çeşitli propaganda konuları var. Detaylardan ortaya çıkan bazı yanlış anlamalar var. Ben şuna inanıyorum ki, yani bütün bu liderlerin hepsinin kol kola, elbirliği içerisinde hareket etmeleri mümkündür. Aslında Arap Barış Planı vaktiyle Arap Liginde de, İslam Konferansı'nda da bunlar konuşulmuş ve desteklenmiştir. Ama konjektürel sebeplerden dolayı, günlük sebeplerden dolayı, yanlış anlamalar olabilir. Yanlış birbiri hakkında laflar söylenebilir. Bunlar abartılabilir yeri geldiğinde, çok abartılabilir. Bunlara herkes kırılabilir. Ben, problemlerin bu çerçevede olduğu kanaatindeyim. Görüştüğüm bütün Arap liderleri gıyaplarında, birbirlerine hep güvenlerini ve saygılarını açıklayıp ifade etmişlerdir. Ben bunun şahidiyim. Demin saydığım, en azından bu son dönemde, Mısır, Suudi Arabistan, Suriye, Katar, Filistin, tüm bu ülkelerin liderleriyle çok yakın temaslarımız oldu, istişarelerimiz oldu. Kapıların arkasında tek tek görüştüğümüzde, hepsinin birbiri hakkında, çok olumlu, güzel düşünceleri olduğuna, hep saygı duyduklarına, şahidim açıkçası. Dolayısıyla abartılar ve çeşitli çıkarlardan dolayı problemleri daha çok büyütmeler, bunlar da bölgenin bir gerçeğidir. Bizim onları bırakmamız lazım. Şimdi hepimizin yapması gereken şey, esas mesele, temel konularda eminim ki herkes aynı görüşte. Beraber çalışma ortamını ortaya çıkartmak lazım. Türkiye doğrusu bu konularda elinden gelen bütün gayretini desteğini, bütün bu kardeş ülkelere vermeye çalışmaktadır.
SORU: Sayın Cumhurbaşkanı, mademki konuları bu kadar açıkça konuşuyoruz. Şimdi bugün Türkiye'nin rolünü görenler, İran ile olan bir karşı karşıya gelme demek istemiyorum. Ama bir denge sağlama konusu olarak görüyorum. Yani belki bazıları böyle görecekler. Türkiye bölgede bir liderlik konumu durumundadır. Bu denge var mıdır, böyle bir konu mu var, Türkiye'nin stratejisinde mi var, İran ile bu dengeyi sağlamak ve ayrıyetten Şiilere karşı, çok açıkça konuşayım, böyle bir dengeyi mi uygulamak istiyorsunuz.
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bakın ben demin Filistin meselesini, Arap meselesini konuşurken, bölünmüşlüklere karşı tavır koydum. Çünkü şu bir gerçek ki farklılıklar bir gerçek bölgede. Ülkelerimizin içinde bile farklılıklar var. Şehirlerimizin içinde bile farklılıklar var. Şimdi önemli olan şey şu; bu farklılıkları görüp, tanıyıp, barış, huzur, güvenlik, istikrar için uğraşmak. Hepsinin bütün yaptığı şey budur. İstikrara, güvene ve tabii ki bunu bozan konularda, barışa, çok büyük ihtiyaç vardır. Bizim bu yöndeki gayretlerimiz bunlar için. Çünkü barışın istikrarın ve güvenin olmadığı bir bölgede ekonomik işbirliği olmaz, ekonomik kalkınma olmaz, refah olmaz, halkların mutluluğu olmaz. Ve açıkcası demokrasi de olmaz. Yani özgürlükler de olmaz. Şimdi biz bunlara bu söylediğim değerlere çok önem veriyoruz. Onun için de bunun temeli istikrar ve güvendir. Şimdi bu bölgeyi bırakın, dünyanın hangi bölgesine bakarsanız bakın, istikrar ve güvenin olmadığı bir bölgede ekonomik kalkınma yoktur. Ama istikrar ve güvenin olduğu bölgenin ise çok büyük ekonomik işbirlikleri vardır. Ekonomik kalkınma vardır ve halkların refahı vardır. Güneydoğu Asya'da bakın, yakın Amerika'ya kadar nerede istikrar huzur var, bu var. İran bu bölgenin önemli bir ülkesidir. Çok önemli bir ülke, bu güven ve istikrar içerisinde İran'a da pay düşüyor. Onun da muhakkak ki bu yönde bakması gerekir. Biz İran ile komşu ülkeyiz. Komşuluğumuza çok önem veriyoruz. İran'ın birçok kendi güvenlik algılamaları var, güvenlik sorunları var. Özellikle batı ile, Amerika Birleşik Devletleri ile var. Nükleer çalışmalarından dolayı yine çok büyük problemler var.
Tüm bu problemlere baktığınızda, İran ile ilgili ki Türkiye olarak çok uğraştık, çalıştık. İran'ın nükleer meselesiyle ilgili Birleşmiş Milletler'in beş daimi üyesi, Almanya'nın verdiği paketlerin, İran'a daha iyi anlatılması konusunda biz yine arada olduk. İstanbul'da, Ankara'da toplantılar oldu. Sayın Laricani, Sayın Solana buralara geldiler. Zaman zaman gittik dünyaya duyurmadığımız bu konuda birçok çalışmalarımız oldu. Niçin, çünkü bu bölge, savaşlardan ve istikrarsızlıktan çok çekmiştir. İran-Irak savaşını hatırlayın, 1 milyon insan öldü. Bütün bu bölgenin serveti boşa gitti, öyle değil mi? Şimdi biz İran'ı tamamen yok farz edemeyiz. İran ile de ilişkilerimizin, bu yönde olması gerekiyor. Şii Sünni meseleleri bunlar tarihi konulardır. Bunlar gerçektir, vardır. Ama Şiilerin de, Sünnilerin de beraber yaşayacağı, benim söylediğim güvenliğe ve istikrara önem verileceği bir ortamın sağlanması için uğraşmamız lâzım. Şiiler şu tarafa, Sünniler bu tarafa dediğimizde, o zaman bunun sonu yoktur ki. Ondan sonra geliriz etnik temele göre ayırmaya başlarız. Ondan sonra kabilelere göre ayırmaya başlarız. Bunun sonu yoktur. Onun için bu yönde sıkıntılar var bu bölgede, yok mu var, halis olmamız lazım, hayalperest olmamamız lâzım. Bunları görmemiz lazım ama bunları daha körükleyen bir üslup içerisinde değil, tam tersine bunları söndürecek ve bunlara ikazlarda bulunacak bir üslup içerisinde olmamız, beraber yaşamanın ve beraber işbirliğinin ortamını sağlamamız lâzım. Bizim bakışımız bu yönde açıkçası. Onun için ben, Türklerin dış politikası açık, şeffaftır diyorum. Gizli ajandaları yoktur, Türkiye'nin. Ve gerçekten de böyledir. Bu prensipler için uğraşıyoruz. Bunlar gerçekleşirse, bizim için çok büyük fayda olacak. Sizin için de öbürü için de. Çünkü ekonomik işbirliği başlayacak. Hepimiz nihayette çok dostuz. Hepimiz nihayette baktığımızda tarihte beraber olmuşuz, bu bölgede, aynı milletin parçaları olmuşuz. Dolayısıyla işbirliği yapma ortamımız birdenbire kolaylaşır, istikrar gelirse.
SORU: Suriye konusuna geçmeden önce İran konusunda tekrar, bakıyoruz ki Sayın Obama'nın seçilmesinden sonra, İran'a karşı yeni bir yönelişin olduğunu görüyoruz. İran'ın bu konuda çok açık bir mesajı vardır. Nükleer silahının olmaması gerekir. Bunu açıkça söylüyorlar. Türkiye'nin, İran'ın bu konuda durdurulması konusunda, nasıl bir çalışması olabilir? Eğer bir savaş olursa, eğer bir saldırı olursa, ne olur o zaman? Türkiye'nin tutumu ne olur? Eğer bir askeri saldırı da olursa Amerika'dan İran'a karşı, Türkiye'nin tutumu nasıl olur?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Şimdi biz bölgede nükleer silahlara, kitle imha silahlarına karşıyız Ortadoğu bölgesinde. Tamamen karşıyız bölgemizde. Komşumuzda, hele hele komşumuzda, komşumuz kim olursa olsun, İran olabilir, başka bir ülke olabilir, bir kitle imha silahı nükleer silâhı, kullanılmasını istemeyiz. Bu gayet açık, istemeyiz. Tabi ki nükleer çalışmalar, bunlar başka amaçlarla yapılabilir. Bu İran'ın da hakkıdır. Başka amaçlarla nükleer enerjiden faydalanması, onun da hakkıdır. Ama nükleer silah farklı bir şeydir. Ayrıca meselenin aslı da şudur ki, İran, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın üyesidir. Dolayısıyla oranın üyesi olanlar, nükleer konularda oradan faydalanırlar, birikiminden faydalanırlar. Ama bunun karşılığında da bir sorumlulukları vardır, şeffaf olma ve bunun karşılığı Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nı her konuda bilgilendirme ve bu konuda da tabii ki Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın başında da çok saygın bir isim vardır, El Baraday. Çok saygın bir isim. Baskılara boyun eğmiyor, görüyorsunuz. İyi bir fırsat var. İran'ın en iyi şekilde Uluslararası Atom Enerjisi Ajansıyla işbirliğine çok önem veriyoruz. Bu konuların diyalog yoluyla çözümüne çok önem veriyoruz. Amerika Birleşik Devletleri'nin yeni yönetimi de bu konuda diyaloğa önem verdiğini açıkça ortaya koydu. Bunlar çok büyük fırsatlar. İnanıyorum ki, İran da, bütün bunları en iyi şekilde değerlendiriyordur, değerlendirecektir. Ve bu fırsatın kaçmasına da herhalde fırsat vermeyeceklerdir. Çünkü her ülkenin -büyük olsun, küçük olsun- kendi saygınlığı vardır. Karşılıklı saygı içerisinde bu konuların görüşülüp çözülebileceğinin mümkün olduğuna inanıyorum. Diyalog yoluyla bunların çözüleceğinin mümkün olduğuna inanıyorum. Savaş, kolay bir şey değildir. Savaş, böyle kolay kolay ağza alınabilecek bir laf değildir. Savaş dediğin şey yıkımdır, ölümdür. Onun için, hatta savaşı askerler hiç istemez. Çünkü savaşın ne olduğunu askerler çok iyi bilirler. Şakası yoktur savaşın. Onun için, diplomasiye çok önem vermemiz gerekir, diyaloğa çok önem vermemiz gerekir ve İran'ın da bu fırsatı açıkçası en iyi şekilde değerlendirmesi gerektiği kanaatindeyim. Çünkü kendilerine gayet açık, dünyanın gözü önünde böyle diyalog çağrıları yapılırken, inanıyorum ki İran liderleri bunu en iyi şekilde değerlendirecektir. Bu fırsatın kaçmasına fırsat vermemesi gerekir.
SORU: Sayın Cumhurbaşkanı, bir de Suriye'yi sormak istiyorum, oradaki görüşmeler konusunda. Siz mühendisliğini yaptınız bu konunun, görüşmelerin başlatılmasında. Bugün Gazze olaylarından sonra, Türkiye belki İsrailliler tarafından, çok tarafsız olarak görülmüyor. Acaba bunlar askıya mı alınıyor, Türkiye'nin dışında mı bir arabulucu bulunacaktır, bu konuya nasıl bakılacaktır?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Size önce şunu söylemek isterim; Türkiye bütün bu gayretlerini yaparken kendisine bir pay çıkartmak, prestij sağlamak peşinde değildir, açık söyleyeyim. Türkiye'nin bütün derdi bu yaralar kapansın, iki taraf birbiriyle kavgalıysa bunlar barışsın. Kendi kendilerine bir araya gelip barışırlarsa, hallederlerse, biz bundan çok memnun oluruz. Bizim de kendi milli meselelerimiz var; enerjilerimizi onlara harcarız. Ha bizim bu gayretlerimizi hiç kimse Türkiye bir prestij sağlamak istiyor diye görmesin. Onun için, biz gayet rahatız açıkçası. Şimdiye kadar yaptığımız çalışmalarda da, kendimiz gönüllü değil, her iki tarafın, hem Suriye'nin hem İsrail'in bizden talepleri üzerine biz bu çalışmaları yaptık. Hatta son defa, her iki tarafa da tekrar tekrar sorduk; kararlı mısınız? Bunlar gibi, başka denemelerimiz de olacaktır, sonra. Bazıları iç politika sebebiyle birlikte İsrail'deki iç politika sebebiyle baltalanmış bazı meseleler vardır. Birçok unsur o anda hallolabilirdi. Onun için bu sefer başlarken açıkçası, "Siz istiyor musunuz gerçekten" diye sordum, karşılıklı teyit ettiler; onun üzerine biz bu çalışmalara başladık ve bu çalışmalar da belli bir noktaya gelmiş. Tabii ki bu ortam içerisinde artık mümkün değil ama eğer tekrar bu olayları yaşamak istemiyorsa bölge, tekrar barış görüşmeleri, bu tip çalışmalar muhakkak başlayacaktır. Türkiye olarak biz her zaman hazırız. Elimizden gelen katkıyı yapmaktayız. Bu konularda da adil davranıyoruz, onu da söyleyeyim yani. Kim haklıysa, daima onun hakkını teslim edici bir şekilde davranırız. Ama bir kez daha altını çizmek istiyorum. Biz, şov, gösteri peşinde değil, tam tersine bir problemin çözümüne katkı sağlama peşindeyiz.
SORU: Ancak, Sayın Cumhurbaşkanı, dış politikada sizin için "Türkiye'nin dış politikasının kralı" denir. Bu konuda bir bedel olmadan, bir konu olmaz. Dolayısıyla deniliyor ki; Türkiye bunu yaptığında Avrupa Birliği'ne bir mesaj gönderiyor. Bu bölgede bir lider konumunda olduğunu, Avrupa Birliği'ne ciddi bir şekilde ve büyük dosyalarla, önemli dosyalarla gitmek istiyor deniliyor.
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Biz, Avrupa Birliği'ne bir mesaj verelim diye bu işle uğraşıyor değiliz. Ama Avrupa Birliği de, herkes de, biliyor ki; kapasitesi olan, gücü olan, kendine yakışan bu işleri yapabilir. Türkiye'nin bu gücü veya bu müktesebatı tarihten geliyor. Ayrıca Türkiye'nin bu gücü, bugünkü modern yapısından ileri geliyor. Türkiye'nin bu gücü, ülkenin prensipli ve ilkeli hareket tarzından kaynaklanıyor. Demin söyledim; "Biz bölünmelerde taraf olmayız." dedim. "Biz sizin Arap dünyasının bazı detay meselelerinde taraf tutmayız." dedim. "Karışmayız onlara; yukarıda dururuz, dışarıda dururuz. Biz sadece dışarıdan genel meselelere destek veririz." dedim. Filistin meselesinde de biz bir partiyi, bir grubu, Hamas'ı, El-Fetih'i, onu bunu tutan, körükleyen bir ülke değiliz. Tam tersine biz bütün Filistinlilere sahip çıkıyoruz. Türkiye'nin bu ilkeli politikasından kaynaklanıyor.
SORU: Sayın Cumhurbaşkanı, o zaman eski soruya dönünce; İsrail ve Suriye başkanları arasında direkt görüşmeler konusu demek ki ölmemiştir, tekrar canlılık kazandırılabilir buna. Öyle midir, yoksa bu artık geçmiş midir?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Tabii ki tarafların arzusuna bağlı ama bunlar olabilir kanaatindeyim. Çünkü dikkat ederseniz her iki taraf da, en zor şartlarda bile "Bu iş bitmiştir." demediler. Haklı olarak askıya aldılar. Şunu da söylemek isterim; Avrupa Birliği yokken de Türkiye bu işleri yapıyordu. Yani sadece Avrupa Birliği'ne bağlamamak lâzım. Sadece Ortadoğu'da değil, Kafkaslarda da çünkü Türkiye'nin konumu, Türkiye'nin jeopolitik, stratejik durumu, ilkeli dış politikası Türkiye'ye bu gücü vermektedir. Ama Avrupa Birliği de şüphesiz ki, onlar da bundan memnun olmaktadırlar.
SORU: Peki bir de Irak'ı sorarsam Sayın Cumhurbaşkanı. Biliyorum ki, birtakım ortak komisyonlar oluyor, çalışmalar oluyor. Fakat bir konu vardır ve bunu sormak istiyoruz. Açıkça, Kürtleri sormak istiyorum. Türkiye, sadece Kürt meselesine sanki bir güvenlik meselesiymiş gibi bakıyor. Orada, Kuzey Irak'ta bir yerel yönetim vardır. Bu, Anayasa'da da mevcuttur. Sanki tanımıyormuş gibi bakıyor ona Türkiye. Nasıl başlayabilir? Biliyorum ki, Türkiye'nin içinde de milyonlarca Kürt vardır. Onun için bu dosya nasıl güvenlik değil siyasi bir konuma çözülebilir? Siz Kuzey'deki yerel yönetimi tanıyor musunuz, yakın mısınız bu tanımaya?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bakın aslında burada bir yanlışlık var. Şimdi biz her şeyden önce Irak'ı tanıyan ve Irak'ın güvenliğine, bütünlüğüne çok önem veren bir ülkeyiz. Irak'ın Anayasası, Irak'ın hukuku Iraklılara aittir. Biz Irak'a "Senin şöyle bir anayasan olsun" diye dikte edemeyiz. Buna kimsenin hakkı yok. Irak Anayasası federal sistemi öngörmüştür. Dolayısıyla Irak'ta böyle bir yapı vardır. Dolayısıyla bu Irak Devleti'nin içerisinde farklı farklı yapılardır ama hepsi Irak bayrağının altındadır. Bu çerçeve içerisinde Irak'ın kuzeyinde de Irak Bölgesel Kürt Yönetimi vardır. Bu aslında son anayasadan önce de vardı. Dolayısıyla bunlara bizim söyleyecek bir şeyimiz yok. Bu, Iraklıların kendi aralarında, hepsinin; Arap'ıyla, Kürt'üyle, Türk'üyle, Şii'siyle, Sünni'siyle karar vereceği bir husus. Ama bizim şöyle bir problemimiz vardı ki, bunu da bütün dünya biliyor, bir terör örgütü; Irak'ta otorite noksanlığından dolayı, Irak'ın kuzeyindeki dağlara yerleşmiş ve oradan Türkiye'ye karşı terörist faaliyetlerde bulunuyor. Irak'ta otorite noksanlığı olduğu için, şimdi biraz daha iyi ama hatırlayın o yılları 4-5 sene hiçbir otorite yoktu. Ayrıca Irak ordusu dağıldığı için onun bütün silah depolarına ulaştılar, o karmaşa içerisinde ve bunları Irak'ın o yüksek dağlık bölgesinde depo ettiler. Ve buradan bize karşı terör faaliyetleri organize etmeye başladı. Masum insanların, İstanbul'un göbeğinde, Ankara ortasında, okulların önünde; buralarda bombalar patlattı ve biz kayıplar verdik. Biz tabii Irak otoritesinden, Irak Devletinden isterken, Irak'ın kuzeyinde tabii ki, Irak Bölgesel Kürt Yönetimi olduğu için, o bölgede olduğu için, o dağlık bölgelerde; onlardan daha çok talepte bulunduk. Hatta şunu söyledik; bütün Irak'a, "Sizin gücünüz yetmeyebilir, siz çok zor durumdasınız. Eğer sizin gücünüz yetmiyorsa biz o zaman bu işi yapalım." dedik. "Sınırımızın hemen dışında sizin topraklarınızdan bize karşı kaynaklanan bu terörist faaliyete fırsat vermeyeceksiniz" dedik. Problem budur. Ama siz bir şey söylediniz; sadece "Kuzey Irak Kürtleriyle güvenlik meselesi" dediniz. Siz eğer Erbil'e, Süleymaniye'ye, buralara giderseniz orada Türk askeri görmeyeceksiniz, Türk şirketlerini göreceksiniz. Bütün Türk firmalarını göreceksiniz, Türk okullarını göreceksiniz, hatta üniversiteler göreceksiniz. Irak'ın ve özellikle de Kuzey Irak'ın bütün temel ihtiyaçlarının Türkiye'den nasıl karşılandığını göreceksiniz. Memnuniyetle görüyorum ki Irak'ta her şey yerli yerine oturmaya başlayacak. Irak'taki, Kuzey'deki Irak Yerel Bölgesel Kürt Yönetimi de bu konuyu daha çok anlamaya ve fark etmeye başladı. Onlar da tabii Türkiye'yle olan ilişkilerine çok önem verdiler. Vermeleri gerekirdi, veriyorlar da. Onun için onların da bazı tedbirler alma gayretleri içerisine girdikleri kanaatindeyim. Yani nihayette biz hepimiz, bu bölgede, birbirimizin parçasıyız açıkçası. Devletlerimiz ayrı, sınırlarımız ayrı, hatta rejimlerimiz ayrı ama tarihten gelen akrabalık ilişkilerimiz var. Onun için Irak'taki Kürtler de bizim akrabamızdır, kardeşlerimizdir. Biz, düşman olarak hiçbir zaman görmedik. Irak'taki Türkmenler de bizim kardeşimizdir, akrabalarımızdır. Araplar da öyle; çok yakın bir işbirliği içerisindeyiz.
SORU: O zaman Sayın Cumhurbaşkanı, bu görüşmenin içinde şöyle bir mesajınız da var, Kürtlere bir olumlu mesajınız var. Ben de gördüm oraları ve Türklerin de orada olduğunu gördüm. Siz, üniversitelerinizin de olduğunu söylüyorsunuz. Dolayısıyla bu mesajı da biz de Kürtlere bir olumlu bir mesaj olarak sizden nakletmiş olalım. Size son sorumuz da, ileride sizi Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri olarak görecek miyiz? Bu konuda ciddi hazırlıkların olduğunu duyuyoruz. Acaba gelecek devre sizi Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri olarak mı göreceğiz?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Ben ilk defa duydum bu lafları doğrusu.
SORU: Biz bunu duyduk ama biz, bir varsayımla başladık. Biz bunu tabii ümit ederiz. Böyle bir şey olursa biz buradan söylemiş olduk Sayın Cumhurbaşkanı.
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Daha işimin başında, dönemimin başındayım cumhurbaşkanı olarak.
SORU: Sayın Cumhurbaşkanı, çok teşekkür ediyorum size; bize bu fırsatı verdiğiniz için ve açıkça konuştuğunuz için de çok çok teşekkür ediyorum. Sizinle başka görüşmelerde de beraber olmak ümidiyle; çok teşekkür ediyorum. Sağolun, var olun efendim.
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Sağ olun. Ben de sizin televizyonunuz vasıtasıyla bütün bölge halkına Türklerin, sevgisini muhabbetlerini sunuyorum.
.
Yazdır Paylaş Yukarı