Suriye Dünya Tv

11.05.2009
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

SORU: Önce Suriye ziyaretinden başlayalım. Suriye ziyaretinizde açılacak olan dosyalar, çok sıcak konulardır. Mesela bunun içinde, Suriye-İsrail dolaylı görüşmeleri, Irak konusu var. Obama'nın iktidara gelmesi meselesi var. Onun için, çok sıcak konular, herhalde bahsedilecektir. Bunu nasıl okuyacağız, bu Suriye ziyaretini.
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Öncelikle, hoş geldiniz. Sizlerle bu mülakatı yapmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum. Ayrıca öğrendiğim kadarıyla, Dünya TV, Suriye'nin özel televizyon kanalı. Dünya, Türkçe'de de Dünya olarak kullanılıyor, bu vesileyle bunu da söylemek isterim. Size de başarılar diliyorum. Ve bu mülakatı vermekten memnuniyet duyuyorum. Bildiğiniz gibi bu hafta sonu -bize göre- yani Cuma, Cumartesi ve Pazar günleri, Suriye'ye resmi bir ziyaret yapacağım. Bundan büyük bir memnuniyet duyuyorum. Çünkü komşu, kardeş bir ülkeyi ziyaret ediyor olmaktan, şüphesiz ki büyük bir zevk alacağım. Hem de bu vesileyle iki ülkenin çıkarlarını, iki ülkenin halklarının çıkarlarını konuşmamız, bölge meselelerini konuşmamız fırsatı ortaya çıktı. Ayrıca, Sayın Cumhurbaşkanı Beşar Esad, değerli kardeşim, arkadaşım, o da daha önce, ben Cumhurbaşkanı olunca, benim ziyaretime gelen ilk kişilerden birisidir. Bu vesileyle de yine bu ziyareti iade etmiş olacağım. Ve borcumu da ödemiş olacağım. O bakımdan, bu ziyarete çok önem veriyoruz. Şüphesiz ki ben birçok vesilelerle Suriye'de bulundum. Daha önce Başbakan olduğumda, ilk ziyaret ettiğim ülke -2002 yılının sonunda- yine Suriye idi. Daha sonra, Dışişleri Bakanı, Başbakan Yardımcısı olarak, birçok vesilelerle hep Şam'a ziyaretlerde bulundum, çok önemli görüşmeler yaptım. Sayın Cumhurbaşkanıyla, değerli diğer devlet adamlarıyla, hem ikili, hem de bölge meselelerini konuştuk. Bu sefer de şüphesiz ki bütün bu anlayış içerisinde geçecektir ziyaretimiz. Önemli bir ziyaret olacağına inanıyorum. Buna çok önem veriyorum. Bunu bu vesileyle bir kez daha tekrarlamak isterim. En son Şam'ı ziyaret ettiğimde -geçen seneydi- Şam'da o zaman Arap dünyasının kültür başkenti olarak, birçok kültürel faaliyetler vardı. Aradan tabii vakitler geçti, neredeyse 1,5 sene kadar oldu. Bu süre içerisinde yeni durumlar ortaya çıktı bölgemizde. Türkiye ve Suriye ilişkileri gayet güzel bir şekilde gelişiyor, ilerliyor. Ama bölge meseleleri var. Sizin de bahsettiğiniz gibi, İsrail ile ilgili, Filistin ile ilgili meseleler, yine ABD'de yeni bir başkan söz konusu, Barack Obama. Onun politikaları, daha önceki Başkan Sayın Bush'tan daha farklı. Kendisi iş başına geldi, neredeyse işte 3 ayı geçti, 4'üncü ayına yaklaşıyor, ABD'nin politikalarındaki farklılık da dünyada hissedilmeye başladı. Ayrıca ilk 100 gün içerisinde, Türkiye'yi ziyaret etti. Ankara'da burada bu salonda O'nunla ve arkadaşlarıyla toplantılar yaptık. Birçok meseleleri yine görüştük. Obama'nın ilk ziyaret ettiği ülke Türkiye oldu. Türkiye ziyaretinde, sadece Türk-Amerikan ilişkilerini de konuşmadık. Yine onunla da bölgemizi ilgilendiren konuları, bölge deyince, muhakkak ki Ortadoğu sorunu gündeme geldi. Ortadoğu sorunu deyince, sadece Filistin-İsrail, meseleleri değil, onun diğer ayakları var. Şüphesiz ki, Suriye-İsrail, Lübnan-İsrail konuları, bütün bunları hep konuştuk. Ayrıca, Suriye'nin son yıllardaki reform süreci, gerek dış politikasında, gerek içerideki konularla ilgili, bunları da doğrusu ben tabii ki aktarma fırsatı buldum. Afganistan, Pakistan meseleleri, birçok konu bu vesileyle ele alındı. Şu gerçek ki Türkiye dış politikasında çok konuyla ilgilenen bir ülke, konumu icabı böyle. Bir taraftan İslam Konferansı'nın bir üyesiyiz. İslam dünyasının bir parçayız. Ortadoğu'nun bir parçasıyız ama, aynı zamanda biz NATO ülkesiyiz. Hem de NATO'nun 1952'den beri üyesiyiz, en eski üyelerinden biriyiz. Şu anda NATO'nun çok sayıda üyesi var ama, Türkiye 1952'den beri üyedir. AB ile üyelik müzakereleri yapan bir ülkeyiz. Bu açıdan birçok konuyla ilgileniyoruz. ABD de tabii dünyanın süper gücü olarak birçok konuyla ilgileniyor. Burada birçok ortak ilgilendiğimiz konuları da ele alma fırsatını bulduk. Gayet faydalı oldu. Şam'a gerçekleştireceğim bu ziyaretimde, değerli dostum, kardeşim Beşar Esad ile yapacağım görüşmelerde bütün bunları ele alacağız. Hepsini ele alacağız. İyi bir fırsat olacak. Dolayısıyla büyük bir memnuniyet duyuyorum, bu ziyareti yapıyor olmaktan.
SORU: Suriye-İsrail konularında, Türkiye çok büyük bir rol aldı. Ancak Suriye her zaman diyor ki, Barışı sağlamak için ciddi bir ortağa ihtiyaç var." İsrailliler ise son zamanlarda, Netanyahu artık bunları dondurduk, diyor. Siz nasıl meseleyi değerlendiriyorsunuz, acaba Türkiye de biz bu konularda kandırıldık diye bir izlenim uyanıyor mu?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Biraz önce de bahsettiğim gibi Ortadoğu sorunu dediğimizde, bunun sadece bir ayağı yoktur, bunun Suriye ve İsrail ayağı da var. Suriye'nin işgal altında olan toprakları var. Dolayısıyla, bu konuda da bir ilerlemenin olması ve barışın olması elzemdir, Ortadoğuda barış görüşmelerinin neticelenebilmesi için, istikrarlı güvenliğin gerçekleşebilmesi için. Türkiye, İsrail ile ilişkileri olan bir ülkedir. Suriye ile deminden beri bahsettiğim gibi kardeş, tarihi ilişkilerimiz zaten vardır. Her iki ülke de Türkiye'ye güven duydukları için, biz bu problemin çözümüne yardımcı olabilir miyiz diye daima ilgi duymuşuzdur. Ve geçen 6-7 sene içerisinde birçok teşebbüsleri olmuştur. Bazen bunlar ciddi noktaya gelmiştir. Bazen, çok ciddi noktaya gelmeden yarıda kalmıştır. Fakat geçen seneki görüşmeler en ciddi temaslardır. Suriye ve İsrail'in arasındaki bu problemi çözmek için dolaylı görüşmeler Türkiye'nin gözlemciliğinde yapılmıştır. Ve dört görüşme yapılmıştır. Bu 4 görüşmede de gayet ciddi ve önemli mesafeler kat edilmiştir. Her iki ülkenin de, Suriye ve İsrail'in temsilcilerinin gayet meseleye ciddi bakmaları, bu sürecin gayet ciddi şekilde yol almasına vesile olmuştur. Hatta öyle olmuştur ki son görüşmede, -ki bunlar hep dolaylı görüşmelerdir- artık direkt görüşmelere geçiş safhasına gelinmiştir. Hatta bir noktada böyle bile olmuştur diyebilirim. Çünkü Sayın Olmert Türkiye'yi ziyaret ettiğinde, Sayın Başbakan Erdoğan ile görüşürlerken zaman zaman bu görüşmelerde aralar verilmiş ve bu aralarda, hep telefon diplomasisinde Sayın Cumhurbaşkanı Esad ile de Sayın Erdoğan görüşmüştür. İş öyle bir noktaya gelmiştir ki, artık direkt olarak karşılıklı oturup görüşme noktasına gelinmiştir. Bu çok büyük bir aşamaydı. Bundan dolayı, doğrusu Türkiye'ye duyulan bu güvenden dolayı teşekkür ederim. Tabii biz de gurur duyduk, komşularımıza yardımcı olmaktan dolayı. Ama maalesef, Gazze'deki olaylar, hemen o hafta ortaya çıkınca şüphesiz ki, büyük bir şok geçirdik. O ortam içerisinde görüşmelerin devam etmesi zaten beklenemezdi. Dolayısıyla bunlar askıya alınmıştır. Büyük bir üzüntü duyduk. Çünkü çok önemli bir meselede, çok önemli bir merhaleye gelmişken, onun akim kalmasından, inanıyorum ki bu meseleyi takip eden herkes, gerek Ortadoğuda gerek dünyadaki büyük ülkelerde, onlar da büyük üzüntü duymuşlardır. Büyük bir fırsat bu şekilde kaçmıştır. Neticede tabii Gazze'de olup bitenler de hiç kimsenin işine yaramamıştır. Orada 2000'e yakın insan hayatını kaybetmiştir. Büyük acılar çekilmiştir. Bu büyük acılar sadece yerinde kalmamıştır, bütün dünyanın gözünün önünde olmuştur. Dolayısıyla bütün dünyanın tepkisini ve bütün dünyanın da bu acıları paylaştığı ortam ortaya çıkmıştır. Şimdi tabii yeni bir durum vardır. İsrail'de yeni bir hükümet söz konusudur. Yeni hükümetin tavrı ne olacak, bunu beklemek gerekir. Ümit ederim ki, yeni hükümet de, diyaloglar ve görüşmelerle problemlerin çözümünden başka alternatif olmadığını görecektir. Şu anda zaman zaman bazı demeçler görüyoruz. Bunları biraz retorik olarak görüyorum açıkçası, hamaset olarak görüyorum. Ama onların da dosyaları iyice okumaya başladıklarında, daha sorumlu şekilde hareket edeceklerine bir inancım vardır. Nihayetinde devlet adamları biraz pragmatik de olmak zorundadır. Bu açıdan biraz beklememiz gerekir. Ümit ediyorum ki, tekrar yeni bir ortam ortaya çıkar, iyi niyetler eğer gayet açık bir şekilde ortaya konulursa, o zaman Türkiye olarak biz tekrar üstümüze düşeni yapmaktan geri kalmayız. Eninde sonunda bu meseleler çözülecektir. Ne kadar erken çözülürse, o kadar iyidir. Ne kadar erken çözülürse, o da demektir ki o kadar daha az kan ve gözyaşı akacak demektir. Neticede insanlar beraber yaşamayı da kabullenebilmelidir. Ama bu beraber yaşamak ancak adalet üzerine olur. Vicdanları tatmin edecek bir adalet üzerine olur. Eğer o adalet yerleşmezse o zaman o ortamda beraber yaşamak mümkün olmaz. Bunu ben İsrail için de söylerim. Oradaki yol da, iki devletin yan yana beraber yaşayabileceği bir çözümdür. İki devlet, dediğim gibi, Filistin bağımsız devletinin kendi toprakları üzerine kurulmasıdır. Bunun İsrail tarafından kabul edilmesidir. Bununla ilgili de Arap Barış Planı büyük bir fırsattır. Arap Barış Planı iyi değerlendirilmelidir. Bu yarın geçerli de olmayabilir. Şartlar ne kadar değişecek, ne hale gelecek, bunu kimse garanti edemez. Onun için herkesin soğukkanlı bir şekilde, bugünkü iyi fırsatları kaçırmaması gerektiği kanaatindeyim.
SORU: Barıştan, mantıktan, vicdanlara hitap eden çözümlerden bahsettiniz. Aynı zamanda iki devlet çözümünden bahsettiniz. Ancak bazı taraflar, bu konuya çok ciddi bir şekilde yaklaşıyorlar. Ancak karşı taraftan olumlu cevaplar alınmıyor. Türkiye olarak, bu konuya nasıl bakıyorsunuz, ikna mekanizması da bu konuda nasıl olabilir?
SAYIN CUMHURBAŞKANI:Eğer her iki taraf da bu işe makul şekilde yaklaşmazsa, yani makul dediğim şey, adaletli ve planlı bir şekilde yaklaşmazsa o zaman herhangi bir çözüm söz konusu olmaz. Herhangi bir çözüm, herhangi bir şekilde söz konusu olmayınca da ne zaman ne olacak, bunu hiç kimse garanti edemez. Türkiye şüphesiz ki daima haklı olanın yanında olacaktır. Türkiye şüphesiz ki vicdanların kabul etmediği adaletsizlikleri hiçbir zaman onaylamayacaktır. Yanlışlıklar yapıldığında, çekinmeden sesini yükseltecektir. Ve doğruyu söyleyecektir. Şimdiye kadar bunu yapmıştır. Bundan hiç kimsenin tereddüdü de olmasın.
SORU: Suriye-Türkiye ilişkileri çok gelişmiştir. Siz de diplomasinin başında ve iktidarın başında birçok mevkilerde Suriye'yi ziyaret ettiniz. Bunlar, çok ciddi bir şekilde, bu ilişkiler devam ediyor. O açıdan, Suriye-Türkiye arasındaki tatbikat konusunu sorarsak, bunlar nasıl oluyor. Acaba askeri konular mı, yoksa sadece güvenlik meselelerini mi ilgilendiriyor? Meseleye nasıl bakmamız gerekiyor?
SAYIN CUMHURBAŞKANI:Suriye ile Türkiye iki komşu ülke derken, herhangi iki komşu ülke değil, 800 km. sınırı olan ve vaktiyle tarihte değişik sınırlar çizilirken de, bazen o günkü ortam içerisinde, köyleri ikiye bölen, kazaları ikiye bölen, dolayısıyla akrabaların bir kısmı bu tarafta, bir kısmı öbür tarafta kalan iki komşu. Bu komşuluğun da ötesinde Suriye vatandaşları ve Türk vatandaşları, birbirlerinin akrabaları. O açıdan bizim komşuluğumuz, anlamlı bir komşuluktur. Önemli bir komşuluktur. Sadece birbirimize saygı göstermenin ötesinde, biz hissi birçok bağlarla da bağlıyız. Böyle olunca ilişkilerimizin de çok gelişmesi gerekir. İlişkilerimizde sadece siyasi ilişkilerimiz değil, halklarımızın daha çok kaynaşması, kültürel faaliyetler, ticari faaliyetler, her alan, her sahanın gelişmesi gerekir. Bir bayram söz konusu olduğunda, bir Kurban Bayramı söz konusu olduğunda, Ramazan Bayramı söz konusu olduğunda televizyonlarda çok alışkın olduğumuz manzaraları görürüz. Suriye'den Türkiye'ye, Türkiye'den Suriye'ye akrabalarını görmek için giden binlerce insanı görürüz, kaynaşan insanları görürüz. Bunlar gerçek. Bunlar, iki ülkenin ilişkilerinin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Tarihe baktığımızda, ortak tarihimiz var, ortak kültürümüz var. Bu açıdan, devlet adamlarına düşen şey, bu ortak paydalar üzerinde halkların menfaatine olan daha çok iş yapabilmektir. Onun için siz söylediniz, her alanda güzel gelişmeler var. Son dönemde, kamuoyuna da yansıdı, askerlerimiz arasında da bazı önemli ortak çalışmalar olmuştur. Çünkü böyle bir sınırımız varsa tabii iki sınırın da güvenliği söz konusudur. Çünkü bazen iyi niyetli olmayan insanlar olabilir. İyi niyetli olmayan gruplar olabilir. Bu söz konusu olmasa bile sınırdaki faaliyetlerin daha güvende ve düzenli olması için, yine oradaki makamlarımızın işbirliğine ihtiyaç vardır. Dolayısıyla sınır güvenliğiyle ilgili askerlerimiz ortak çalışmalar yapmışlar, ortak beraber bazı faaliyetler içerisinde bulunmuşlardır. Bunlar gayet güzel şeylerdir.Bundan hiç kimsenin tedirgin olmaması gerekir. Bunlar üçüncü bir ülkeye karşı yapılmış faaliyetler değildir. Bunlar aramızdaki ilişkilerin ne kadar ileri derecede birbirimizi bağladığını gösteren güzel işaretlerdir. O açıdan bunlar devam edecektir tabii ki.
SORU: Sayın Cumhurbaşkanı siz Suriye'yi ziyaret ettiğinizde, ABD, Suriye'ye yaptırımları tekrar yeniliyor. Bu konuya siz nasıl bakıyorsunuz?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Biz biliyorsunuz, zaman zaman Suriye'nin bulunmadığı ortamlarda, Suriye'nin düşüncelerini anlatırız. Bizim üyesi olduğumuz, Suriye'nin üyesi olmadığı birçok kuruluşlar var, demin de bahsettiğim gibi, AB, NATO. Biz aynı zamanda bir Avrupa ülkesiyiz. Dolayısıyla bu platformlarda Suriye zaman zaman çok önemli konu olur. Ve Suriye'nin ne düşündüğünü, Suriye ile nasıl bir ilişki içinde olunması gerektiğini bir komşu ülke olarak anlatırız. Ve bizim görüşümüz daima şudur: Bir gerginlik değil tam tersine bir angajman politikasının daha doğru olduğu kanaatidir. Suriye ile diyalog kurmanın, Suriye ile ilişkileri geliştirmenin, hem diplomatik ilişkileri hem diğer ilişkileri geliştirmenin daima doğru olacağını, Suriye'yi iyi anlamak gerektiğini söyleriz. Suriye eğer bazı konularda, "hayır" diyorsa veyahut da bazı konuları öne çıkartıyorsa bunları niçin öne çıkartıyor Suriye? Suriye'yi de anlamak gerektiğini hep söyleriz. Suriye'nin aslında niyetinin kötü olmadığını, Suriye'nin bütün Batı dünyasıyla da ilişkilerini çok arzusu geliştirme içerisinde olduğunu, bunları hep anlatırız. Suriye'nin kendi içerisinde yaptığı birçok reformların en iyi şekilde takdir edilmesi gerektiğini ve teşvik edilmesi gerektiğini hep söyleriz. Tabii ki ABD ile olan ilişkilerimizde de, konuşmalarımızda da bunu söyleriz. ABD, politikalarını bir günde değiştirebilen bir ülke değildir. Yani büyük bir makine olarak düşünürseniz, bu büyük bir makinenin ilişkileri birden bire bu tarafa çalışırken, farklı bir tarafa çalışmıyor. Onların kendi mekanizmaları söz konusu oluyor. Onların da kendi kendilerini ikna etmeleri gerekiyor, bu değişiklikleri anlayabilmeleri için. O açıdan buna çok takılmamak gerekir. Suriye'nin kendi bildiği açılım yolunda, başka ülkelerle daha iyi diyalog kurma yolunda verdiği mesajları daha güçlü bir şekilde devam ettirmesi gerektiği kanaatindeyim. Ama iyi olan şeyler de var tabii. ABD'nin en üst seviyede birçok temsilcilerinin Suriye'yi ziyaret edip birinci elden bilgiler aldıklarını da biliyoruz. Diplomatik ilişkilerini daha üst seviyeye çıkartma gayreti içerisinde olduğunu da biliyoruz. Bütün bunları dikkate aldığımızda sabırlı olmak gerekir. Demek ki onların da bazı sıkıntıları vardır ki, bazı politikalarını birdenbire değiştiremiyorlar diye görmek gerekir. Ve Suriye kendi çıkarlarını, kendi geleceğini nerede görüyorsa -ki benim inancım budur- dünya ile bütünleşmekte, daha serbest piyasa ekonomisine gelişmekte, demokrasisinin standartları daha yükseltmekte gördüğüne inanıyorum. İşte özel televizyonlara müsaade edilmesi, çoğulculuğa müsaade edilmesi demektir. Devlet televizyonlarının yanında özel televizyonların olması önemlidir. Biraz önce sizden duydum, beş tane yeni televizyon kanalı daha ruhsat almış, bunlar yayınlar yapacaktır. Bütün bunlar aslında demokrasinin standartlarının yükseltilmesi demektir. Bunların da gayet ilgiyle takip edileceği kanaatindeyim. Bugünkü dünyada zaten hiçbir ülke kapalı değildir. Hele Suriye Doğu Akdeniz'in en önemli bir ülkesidir, yani Doğunun Batıya açılan penceresidir. Ortadoğu'nun Batıya en çok açılan penceresidir Suriye. O açıdan Suriye'nin dünyaya tehdit olması zaten mümkün değil. Ekonomik açıdan çok büyük yeni faaliyetler söz konudur. Özelleştirmeler yapılıyor ülkenizde. Buna birçok yabancı şirketler giriyor, sermayelerini getirip koyuyorlar. Bunlara sizin yeni ekonomik politikalarınız müsaade ediyor. Bunlar hep dünyayla zaten bütünleşmedir. O açıdan bu diyalog, angaje olma politikaları, karşılıklı angaje olma politikalarından bahsediyorum. Bunların teşvik edilmesi gerektiği kanaatindeyim. Suriye, bu istikamette devam etmelidir. Suriye'nin bu politikalarını bazıları bugün tam anlayamazlarsa bile daha sonra anlayacaklardır. Neticede yaptığınız şeyler, kendi halkınızın çıkarınadır.
SORU: ABD politikasının bir günde değişmeyeceğini söylediniz. Bu konudan bazı engellerin olduğunu mu anlamamız gerekir? Eğer olursa, böyle konular, Türkiye bu konuda bunları idare etmekte de bir rol oynayabilir mi?
SAYIN CUMHURBAŞKANI:ABD gibi büyük devletlerin politikalarının, demin de söylediğim gibi, birdenbire hemen değişmesini beklemek biraz zor olur. Çünkü Başkan değişiyor, Başkanın arkadaşları değişiyor, bürokrasinin onlara ayak uydurabilmesi için bir vaktin geçmesi gerekiyor. Ayrıca ABD'de çok farklı farklı gruplar var, onlar da daima tabii kaygılarını veya arzularını hep dile getirirler. Bunu da anlayışla karşılamakta fayda var diye düşünüyorum. Türkiye olarak biz, Suriye'nin komşusu bir kardeş ülke olarak, Suriye'nin tezlerinin ve düşüncelerinin daha iyi anlaşılabilmesi için tabii ki ABD nezdinde de, Avrupa nezdinde de üstümüze düşenleri daha çok yapacağız. Yani bunları yapıyoruz. Biraz önce bahsettim size, buraya Sayın Başkan Obama geldiğinde, biz sadece Türkiye-Amerika ilişkilerini konuşmadık. Biz Ortadoğu meselelerini çok geniş bir şekilde konuştuk. Ortadoğu meselelerinin içerisinde muhakkak ki Suriye önemli bir yer tutmuştur. Ve ben bildiklerimi paylaşıp, bir nevi düşüncelerimi onlara anlatma imkanı da buldum. Bu önemlidir, çünkü ABD Başkanı daha dinleme safhasında herkesi. Öğrenme safhasında haklı olarak. Hemen işinin başında taze, taze, bu fikirleri, değişik fikirleri bizlerden de duymasının önemli olduğu kanaatindeyim. Bundan sonra da duymaya devam edecektir. İnanıyorum ki, sonunda herkes iyi yapılan şeyleri takdir edecektir.
SORU: Suriye konusundan Filistinliler meselesine başlarsak, "Türkiye sanki Hamas'ı daha çok destekliyor gibi" şeklinde, size karşı böyle birtakım ithamlar var. Filistinliler arasındaki uzlaşmayı sağlamak için nasıl bir rol oynayabilirsiniz, bu fikirler ortada iken?
SAYIN CUMHURBAŞKANI:Biz aslında bütün Filistinlileri destekliyoruz. Hamas da Filistinliler'in bir grubu. Yalnız buradaki değişiklik nedir derseniz, şudur: Türkiye, takip ettiği politikalarla problemleri görüyor. Problemleri görünce, bu problemlerin çözümü için gayret sarf eden bir ülke. Yoksa Türkiye sadece konuşan, sadece "İyiye iyi, kötüye kötü" diyen, "Sen haklısın, sen haksızsın" diyen ve oturan bir ülke değil. Birilerinin gayret sarf etmesi gerekir. Birilerinin problemlerin çözümü için bir enerji sarf etmesi gerekir. Araya girmesi gerekir. Uğraşması gerekir. İkna etmesi gerekir, anlatması gerekir. İyilik, kötülük, haklılık, haksızlık bir yana, birilerinin bu çaba içerisinde olması gerekir. Yoksa sadece konuşmak bir şey ifade etmiyor. Türkiye son yıllarda bunu yapıyor. Yeri geldiğinde konuşuyor, yeri geldiğinde de aktif bir politika güdüyor. Bu politika, bu faaliyetler bazen açık, herkesin gözü önünde oluyor. Bazen de görünmez şekilde oluyor. Çünkü diplomasi böyledir. Hamas 2006 yılında, Filistin siyasi hayatında önemli bir yer tutunca, o zaman Türkiye hemen bu gerçeği gördü. 2006 yılında Gazze'de seçimler yapıldığında, Hamas seçimleri kazanınca biz bunun hemen farkına vardık. Ve "Eğer burada iyi bir anlayış, iyi bir çalışma ortamı, Filistinliler'in içerisinde ortaya çıkmazsa ileride bu problem olur" dedik. O zaman "Esas çalışma vakti, bu zamandır" dedik. Yani 2006 yılında, Hamas'ın seçimleri kazandığı günlerdir, o zaman bunları dedik. Ve o zaman onlar da bizlerle temasa geçmek istedi, biz de onları davet ettik ve burada konuştuk. Onlarla konuşan bendim. Ve o zaman Dışişleri Bakanına şunu söyledik: "Artık sizin üstünüzde büyük bir sorumluluk var" dedik. "Siz herhangi bir dernek, herhangi bir kuruluş, herhangi bir kurtuluş örgütü falan değilsiniz. Artık siz siyasi sorumluluğu olan, ülkenizi, Filistin'i yönetecek, bir siyasi sürecin içerisine girmiş bir partisiniz. Dolayısıyla artık konuşmalarınız, davranışlarınız buna göre olmalı. Ve sizin Filistin davasına katkınız olmalı." Dedik. Şimdi işin başında bunları konuşmanın çok zamanlı olduğu ve çok önemli olduğu kanaatindeyim. Ve ayrıca onlara şunu söyleyeyim, eğer siz Filistin toprakları üzerinde, Filistin devletini kurarsanız, İsrail de bunu kabul ettiğinde, beraber yaşayabileceğinizi göstermeniz gerekiyor. O görüşmem gayet güzel geçmişti, bunu ifade etmek istiyorum. O zaman Halid Meşal ve arkadaşları vardı. Ve çok da etkilenmişlerdi benim anlattıklarımdan, çok da hak vermişlerdi. Ama maalesef bu görüşme, çok iyi değerlendirilemedi. Yani Batı dünyası tarafından da çok iyi değerlendirilemedi. İsrail de çok iyi değerlendiremedi bunu. Eğer o zaman bu iyi değerlendirilebilseydi ve onlarla daha çok ilgilenilseydi, onlara siyasi hayatlarında, devlet yönetiminde daha çok yardımcı olunabilseydi, ümit ediyorum ki daha iyi durumda olabilirlerdi. Ben onlara o gün bunu söyledim: "Dünyanın gerçeklerini görmek zorundasınız. Realiteyi bilmek zorundasınız. Amerika'yı, Avrupa bütün bunları da kazanmak zorundasınız Filistin davası için. Filistinliler arasında da bir bölünmeye asla fırsat vermemeniz gerekir." Bunları çok net söyledim. Yani gayet açık anlattım. Ben çok iyi etkisi olduğu kanaatindeyim ve kendileri gerçekten çok da etkilendiler, biliyorum bunu uzun görüştük. Ama sonra maalesef bu bu sürece çok fırsat verilmedi. Bu sürece çok fırsat verilmeyince de anlaşılmayınca da, başladı gerginlikler. Problem küçükken çözülür. Problemler büyük ve kronik hale gelince o zaman problemlerin çözümü çok daha zorlaşır. Nitekim daha sonra birçok politikalar, birçok şeyler, işin içine girdi. Ve neticede ne oldu? Neticede Filistinliler'in bir bölünmüşlüğü ortaya çıktı. Filistinliler'in bölünmüşlüğü, Filistin davasına, Filistin devletinin temellerine vurulmuş en büyük darbedir. Onun için şimdi en büyük gayretimiz de bu. Filistinlilerin birleşmesi Filistinlilerin muhakkakki tam bir birlik ve beraberlik ve dayanışma içinde olması, yani iki tane ayrı Filistin devleti mi olacak? Biri Gazze Filistin devleti, biri Ramallah'taki Filistin devleti. Böyle bir şey olmaz. Yani bu Filistinliler'in lehine olan bir şeydir. Onun için şimdi herkesin önüne gelen gayreti tekrar göstermesi gerekiyor. Filistinliler bir olacaklar ki daha büyük, güçlü olacaklar. Türkiye'nin de, Amerika'nın da, Avrupa'daki ülkelerin de, Suriye'nin de içinde farklı farklı görüşler var, "Ben olsaydım daha iyi idare edebilirdim ülkeyi" diyebilenler var. Bunların bazıları siyasi partiler, bazıları ayrı ayrı gruplar, bazıları dernekler. Çoğulculuk da bu olacak. Filistin de böyle olacak. Yani farklı düşünceler olabilir. Farklı siyasi partiler olabilir. Farklı gruplar olabilir. "Sen iyi yapmıyorsun, ben senden daha iyi yaparım" diyebilir. Ama bunun bir bölünmeye gitmemesi gerekir. Bölünmeye gittiği andan itibaren, farkına varmadan, o zaman o ülkenin ana meselesi, Filistin davası bölünmüş olur ve zayıflamış olur. Tabii son savaş, Gazze'de olup bitenler, hepsi çok acı oldu. Ben bunu sadece Filistinlilere söylemiyorum. Bunu bütün dünyaya söylüyorum, deminden beri söylediklerimi. ABD, İsrail, Avrupa, eğer başından itibaren, 2006 yılında bizim Hamas ile yaptığımız görüşmeleri daha iyi değerlendirebilselerdi, katkı verebilselerdi, onlar için de iyi olurdu ve bugün daha farklı bir duruma gelinirdi. Bu kadar yıkım araya girmezdi. Bunlar olduktan sonra hissiyatlar değişiyor tabii, davranışlar değişiyor, işler daha zorlaşıyor. Arzu ederim ki, şimdi tüm bunlardan herkes bir ders alır ve daha iyi bir yol üzerinde daha dikkatli bir şekilde hareket edilir.
SORU: Sayın Cumhurbaşkanım, Türkiye'nin bu güzel rollerini sizinle konuşmaya devam edeceğiz. Gazze konusundaki çok onurlu bir duruşunuz oldu, bunu söyledik. Bunun bir bedeli oldu mu acaba? Ayriyeten bu tutum, Türk halkının da tutumu muydu?
SAYIN CUMHURBAŞKANI:Gazze konusundaki tutumumuz sadece bizim resmi tutumumuz değil. Bu Türk halkının tutumu. Türk halkı, takip ettiyseniz, sokaklara döküldü, 7'sinden 70'ine. Sağcısı, solcusu, bütün partiler, herkes, zengini, fakiri. Çünkü vicdanların kabul etmediği bir haksızlık oluyor orada. Bütün televizyonlar da bunu gösteriyor. Bazı ülkelerde belki televizyonlar kontrol edildi, yeteri kadar oradaki yıkım, kan, gözyaşı; bunlar gösterilmemiş olabilir ama, Türk televizyonları her şeyi olduğu gibi gösterdi. Dolayısıyla Türk halkının feryadını ve tepkisini resmi makamlar olarak biz gösterdik, hükümet gösterdi, Sayın Başbakan gösterdi, ben gösterdim, ilgililerimiz gösterdi. Bunların bedeli dikkate alınmaz. Yani vicdanlara ters gelen bir şey; bir yerde adaletsizlik ve zulüm varsa "Aman ben buna susuyım, bunun bedeli olur." diye düşünmez Türk milleti. Yani Türk milletinin geçmişinde de, tarihinde de, yapısında da böyledir. Bedeli ne olursa olsun, bir yerde bir haksızlık varsa, bir yerde bir vicdansızlık varsa, Türk milleti buna daima karşı çıkmıştır; bedelini de öder. O açıdan onları hiç düşünmedik biz.
SORU: Ancak AB sürecinde olduğunuz için başka ülkelerden herhangi bir baskı oldu mu bu konuda?
SAYIN CUMHURBAŞKANI:Biz o kadar kararlıyız ki bu konularda, o şeyleri de doğrusu hiç görmeyiz. Onu da bilir herkes. O açıdan biz daima uzun vadeli düşünürüz. Yani uzun vadeli düşünmek şu; utanılacak bir şey yapmamak, ayıp bir şey yapmamak. Onun için doğru yaptığımız kanaatindeyiz. Biz bu haksızlığı sadece Türkiye içerisinde değil biliyorsunuz, bazen dünyanın en önemli merkezlerinde de dile getirdik. Bunları toplantılarda dile getirdik. Bunlar takdir de edildi.
SORU: Irak konusuna gelince; Türkiye ile İran konusunda bir koordinasyon oldu mu? Türkiye ile Suriye arasında böyle bir koordinasyon olduğunu duymuştuk. Acaba dörtlü bir koordinasyon oldu mu? Yani Suriye-Türkiye-Irak ve İran olarak güvenlik meselelerinde ve Irak'ın yeniden yapılandırmasında?
SAYIN CUMHURBAŞKANI:Irak'la ilgili biz başından beri işbirliği yaptık. Yani biz derken; Türkiye, Suriye, tabii ki İran, Irak'ın diğer komşuları. Hatırlarsanız benim savaş öncesi Başbakan olarak ilk yaptığım ziyaret Suriye'ye olmuştu. Ve o zaman Irak'a komşu ülkeler toplantısını önermiştim. Ve daha sonra da bu toplantıları hep yaptık. Bu toplantıların bazılarını Şam'da yaptık. Daima sıkı işbirliği içerisinde olduk. Türkiye, Suriye, İran sınırları en çok olan ülkedir. Suudi Arabistan yine aynı şekilde; sınırı Irak'a en çok olan bir ülkedir. En çok da bizi ilgilendirdiği için; çünkü komşunuzdaki bir evde bir ateş varsa, "Ne yapayım, benim evimde değil!" diye oturmazsınız, o ateş size de gelir. En azından o ateşin hararetini hissedersiniz veya o evdekiler sizin komşularınız, akrabalarınız, yakınlarınız olduğu için çok üzülürsünüz; onun için tedbir alırsınız, uğraşırsınız o ateşi söndürmek için. En çok size iş düşer. Bu anlayış içerisinde çok çalıştık hep beraber. Bunları hiç unutamam. Hâlâ da çalışmaya devam ediyoruz.
SORU: ABD güçleri 2011'de çekilecekler Irak'tan. Böyle bir durumda acaba orada bir güvenlik boşluğu olur mu? Olduğu takdirde Türkiye bu konuda yardımcı olabilir mi?
SAYIN CUMHURBAŞKANI:Bu önemli bir soru. Bir taraftan yabancı askerlerin bir ülkede bulunmasını istemeyiz. Yani işgalin fiilen ve resmen bitmesini çok arzu ediyoruz. Bir an önce yabancı askerler gitsin ve ülkeyi yönetenler kendi ülkelerini yönetsinler istiyoruz. Ama diğer taraftan da bir tedirginlik söz konusu oluyor. "Acaba bir boşluk ortaya çıkar mı, acaba Irak'ın kendi güvenlik güçleri yeteri kadar güçlü hale geldi mi ve bu boşluğu doldurur mu?" diye. Bu, gerçekten kritik bir durum ve iyi değerlendirilmesi gereken bir durum. Yalnız şunu biliyoruz ki, Amerika Birleşik Devletleri bir takvim koymuştur. Bu takvim çerçevesi içerisinde Irak'tan çekilecek. Onun için Iraklıların da buna göre kendilerini organize etmeleri gerekiyor. Bunlara göre güvenlik kuvvetlerini güçlü hale getirmeleri gerekiyor. Irak milli ordusunun en iyi şekilde kurulması gerekiyor. Bütün bu konularda hepimiz tabii ki Irak'a yardımcıyız, yardım etmeye her zaman açığız, yardımlar da ediyoruz, daha çok yardım da edebiliriz. Bunu Bağdat'a yaptığım ziyarette de Başbakan Sayın Maliki, Cumhurbaşkanı Sayın Talabani ve diğer yetkililerle de konuştum ve görüştüm. Ümit ederim ki, böyle bir kaos söz konusu olmaz, böyle bir sıkıntı söz konusu olmaz ve hatta işler daha iyiye gider. Çünkü artık Irak'ta yabancı güçler yok, sorumluluk üstümüzde diye daha büyük bir fedakârlıkla Irak güçleri hareket ederler. Ama bu dikkat edilmesi gereken bir konudur; hepimiz açısından da, Iraklılar açısından da.
SORU: Kürt konusunda Sayın Cumhurbaşkanı; sizin bazı açıklamalarınız oldu. "Türkiye'nin büyük sorunlarından birisidir Kürt meselesi" dediniz. Acaba bu konuda bu sene içinde birtakım açılımlar mı olacak, bu konuda bir çözüme mi gidiliyor?
SAYIN CUMHURBAŞKANI:Türkiye'de bu meseleye; kimileri Kürt meselesi der, kimileri terör meselesi der ama bu önemli bir mesele yani bizim için. Çünkü en azından son 20 yıldır bu meseleyle çok uğraşıyoruz, terörle mücadele ediyoruz. Türkiye güçlü bir ülke; açık söyleyeyim. Yani asla teröre pes etmez, asla terörden dolayı bir geri adım atmaz ama, bunlar hep maliyetli işlerdir. Şunun için bunlar maliyetli işlerdir. Siz daha başka güzel işler yapacakken; kaynağınızı, imkânınızı bu işlere ayırıyorsunuz. Türkiye'de tabii ki bizim Kürt vatandaşlarımız var. Yani "Ben Kürdüm" diyen vatandaşlarımız var. Ama hukuk açısından, Anayasamız açısından, bütün temel hukuk açısından baktığınızda "Ben Kürdüm aslen." diyenle "Ben Türküm" diyen arasında hiçbir fark yoktur, hiçbir fark yoktur. Cumhurbaşkanı da seçilebilir, başbakan da seçilebilir, her makama gelebilir. Dünyanın belki de hiçbir yerinde bu kadar entegrasyon olmamıştır. Yani bizim Kürt vatandaşlarımızla Türk vatandaşlarımız arasındaki entegrasyon, Ortadoğu'daki hiçbir ülkede olmamıştır. Bizim "Ben Kürdüm" diyen vatandaşlarımız, devlet sisteminin tamamen içindedir. Her türlü ekonomik faaliyetlerini gösterip, Türkiye'nin en zenginleri arasındadır. Her yerde yerleşirler. Hatta bizim Güneydoğu Anadolumuzda daha çok tabii ki bizim Kürt vatandaşlarımız vardır. Mesela Diyarbakır o açıdan önemli bir şehirdir. Ama en çok Kürt vatandaşımız İstanbul'dadır. Yani ne Diyarbakırda'dır, hatta Irak'taki Kürtleri de düşündüğümüzde; ne Erbil'dedir, ne Süleymaniye'dedir. Bugün Türkler de, Kürtler de, Araplar da artık bir devletin içinde yaşamıyorlar. Belki eskiden Osmanlı İmparatorluğu zamanında uzun yıllar böyleydi. Ama şimdi böyle, herkesin kendi devletleri var. Ve bu devletler içerisinde Kürtler, Türkler, Araplar; hepsi karışık. Herkes kendi devleti ne ise o devletine sadakat gösterir. Suriye'dekiler Suriye devletine, Türkiye'dekiler Türkiye devletine, Irak'takiler Irak devletine sadakat gösterecek. Ama herkes bir köprü vazifesi de görecek işbirliği için. Şimdi bizim bazı sorunlarımız vardı. Bu sorunlarımız, demokrasimizin standartlarından kaynaklanıyordu. Yani demokrasinin standartları düşük olursa bir ülkede, o zaman birçok problemler çıkar. Mesela bir zamanlar yine işte Kürt meselesi denen konulara baktığımızda ne tip sorunlarla karşılaşılıyorsa, onlar demokrasinin standartlarıyla ilgiliydi. Türkiye'nin başka sorunları da vardı, başka siyasi sorunları, başka dinî sorunları vardı. Bunlar da demokrasinin yine standartlarıyla ilgili. Ama bu standartları biz yükseltiyoruz. Biz Avrupa Birliği ile müzakerelere, tam üyelik müzakerelerine başlamış ve epey mesafe almış bir ülkeyiz. Bugün Türkiye'deki demokratik standartlarla, Almanya'daki, İngiltere'deki demokratik standartlar arasındaki fark çok azalmıştır. İşte onun için Türkiye'de resmen yasak olan şeyler vardı; bugün yasak değil. İşte Kürtçe televizyon; yoktu eskiden. Sonra günde 2 saat yaptık. Günde 24 saat Kürtçe televizyon olacağını kimse düşünmezdi. Şimdi televizyonlar var. İşte kurslar açılıyor, isteyen kurs açıyor, Kürtçe öğretiyor. Şimdi bütün bunlar hep Türkiye'deki büyük değişiklikler. Daha belki yapılabilecek başka işler de olabilir. Yani baktığımızda demokrasinin standartları; o anlamda bütün bunları hep çözmek lazım diyorum ben ve bunların hepsi çözüldüğünde tabii ki o zaman memleketin enerjisi daha farklı şekilde değerlendirilecektir. Burada şunu da söylemek isterim. Sakın işte Türkiye'de terör yapıldı, terörden dolayı bu iyi gelişmeler oluyor diye kimsenin aklına gelmemesi gerekir. Eğer Türkiye'de PKK terörü olmamış olsaydı, belki bugün çok daha ileride olurduk, belki çok daha önce bu güzel dediğimiz şeyler gerçekleşirdi. Çünkü terör söz konusu olunca; o zaman demokratikleşme standartlarını yükseltmeniz daha zor olur. Terör söz konusu olmasaydı Türkiye'de; o zaman Türkiye'de olağanüstü haller de olmazdı, Türkiye'de sıkıyönetimler de olmazdı. Şimdi kaldırdık gerçi ama, uzun yıllar hep bunlarla yaşadık biz. Bunlar da olmazdı. Bunların olmadığı ortamda demokratikleşme çok daha süratli bir şekilde olurdu Türkiye'de. O açıdan bunları herkesin iyi değerlendirmesi gerekir. Çok iyi değerlendirmesi gerekir. Herkesin herhalde aklı var, fikri var, yanlışları herkes görüyordur. O açıdan bizim yani Türkiye'deki Kürt vatandaşlarımız, terörden en çok zarar görenler de onlar, terörü en çok lanetleyenler de onlar. Ancak terör örgütleri de hiçbir zaman Kürt vatandaşlarımızın temsilcisi gibi de değiller açıkçası. Bunu seçimler de gösteriyor zaten.
SORU: Sayın Cumhurbaşkanı, siz şimdi demokratik normların yükseltilmesinden ve terörün de buna bazen engel olmasından bahsediyorsunuz. Belki bu Avrupa Birliği'ne de Türkiye'nin girmesi konusunda bir engel teşkil edebiliyordu. Fakat başka bir açıdan baktığımız takdirde, sanki Avrupa'da da bir oyun oynanıyor, bir senaryo uydurdu. Bazen Avrupa'da Almanya karşı çıkıyor, bazen Fransa, bazen başka konular. Acaba böyle bir oyun mu oynanıyor ki Türkiye AB'ye girmesin?
SAYIN CUMHURBAŞKANI:Belki dışarıdan böyle görünüp böyle yorumlanabilir ama, böyle değil aslında. Bu, demokrasinin standartları yükseldikçe, şikâyetler ortadan kalktıkça Avrupa Birliği de bunu çok takdir ediyor. Ve Avrupa Birliği -eğer takip ederseniz göreceksiniz- teröre daha güçlü bir şekilde karşı çıkıyor. Hatta birçok siyasi oluşumlara "Terörle aranıza kesin mesafe koyacaksınız" diyor. Ve "Teröre artık yer yok" diyor. Şunu memnuniyetle ifade etmek isterim ki: Dünyada ve özellikle Avrupa'da yeni bir anlayış var. Terör artık desteklenmiyor. Bunu tabii yüzde yüz diyemem. Belki bilmediğimiz boyutlar falan olabilir. Ama en azından resmi pozisyonları böyle. Bütün AB ülkeleri güçlü bir şekilde "Kim terörle ilişkiliyse biz onun yanında durmayız" diyorlar. Ve onlar da hep teröristlere karşı "Silahı bırakmanız gerekir" diyorlar. Bu iyi bir gelişmedir. Bir zamanlar bunlar böyle olmuyordu açıkçası. Onun için sizin de biraz önce bahsettiğiniz şüpheler daima hep vardı. Ha bugün biraz işi bilen kişi olarak, Devlet Başkanı olarak şunu ifade etmek isterim ki: Avrupa ülkeleri de, Batı ülkeleri de artık terörle oynanmayacağını, teröre kesin ve kategorik bir karşı çıkmanın şart olduğunu gördüler.
SORU: Son sorumuz Sayın Cumhurbaşkanımız; İslam dünyasında siz liderlik konumunda olur da, yani kafilenin önünde olmanız, arkasında olup da Avrupa Birliği'ne girmenizden daha iyidir diyenler de oluyor. Siz Cumhurbaşkanı olarak meseleye nasıl bakıyorsunuz?
SAYIN CUMHURBAŞKANI:Bakın bu dünya aslında büyük değil, küçük. Belki 100-200-300 sene önce dünya çok büyük gözüküyordu ama, bugün bu dünya küçük. Uçağa bindiğimizde, şöyle bir hemen dolaşabiliyoruz bütün dünyayı. Mesafeler ne kadar kısaldı. Telekomünikasyondaki gelişmeler, ülkeleri birbirine ne kadar yaklaştırdı. Gümrük duvarları anlamsız hale geldi. Sınırlar bile birçok yerde artık anlamsız hale geldi. Milyonlarca insan turist olarak birbirlerinin ülkesini geziyor, ziyaret ediyor. Bunu şunun için söylemek istiyorum: İlle de bir açıdan bakmamak gerekiyor, çok açıdan bakmak gerekiyor. Türkiye, kendisini hem İslam dünyasının bir parçası, hem Batı dünyasının bir parçası, Avrupa'nın bir parçası, hem Kafkasya'nın bir parçası, hem Asya'nın bir parçası olarak göstersin. Türkiye'nin Avrupa Birliği ile beraber olması, Avrupa Birliği'ne katılması, aslında İslam dünyasından kopması değil, tam tersine İslam dünyasını bir nevi oraya taşımasıdır. Aynı şekilde Batı dünyasının veya Avrupa'nın İslam dünyasına taşınmasıdır, Ortadoğuya taşınmasıdır. Herkesle daha çok iyi ilişkiler içerisine girmesidir. Türkiye'nin AB'deki önemli yerlerinden birisi şu: Halkının büyük çoğunluğu Müslüman bir ülke olarak oraya girdiği için, orayı bir Hristiyan kulübü olmaktan da çıkarttı Türkiye. Sanki Avrupa'nın bütün Ortadoğu'yu, Asya'yı, İslam dünyasını daha iyi anlamasına vesile oluyor. O açıdan, Türkiye'nin fonksiyonları çok. Bir taraftan İslam Konferansının üyesi, bir taraftan NATO'nun üyesi, bir taraftan AB ile müzakereleri yürüten bir ülke. Birine gülünce, birine sırtını çevirmesi diye bir şey yok. Yani Türkiye AB'ye girince İslam dünyasından kopacak, veya İslam dünyasında durunca Avrupa'yla ilişkisi olmayacak diye böyle bir şey yok. Her yerle irtibattasınız. Şimdi biz Avrupa Birliği'ne tam üye olmadık ama, 15 senedir Avrupa Gümrük Birliği içindeyiz. Yani Almanya ile İngiltere ile Fransa ile Türkiye arasında gümrük duvarı yok, sıfır. Bir Alman tüccar, sanayici Türkiye'ye malını gümrüksüz satar, bir Türk sanayici de Almanya'ya malını gümrüksüz satar. Aslında bir bütünleşme zaten olmuş vaziyette. Biz şimdi tüm bu süre içerisinde, komşularımızla, Ortadoğu ve İslam dünyasıyla ilişkilerimizi daha çok geliştirebiliyoruz bakın. Birbirine hiç bunlar mani değil. Biz bu süre içerisinde, üç sene önce, Suriye ile serbest ticaret anlaşması imzaladık. Daha önce olmayan bir şey. Üç sene önce imzaladık. Gümrük duvarlarını indiriyoruz, birçok ortak projelerimiz var. O açıdan bunları birbirine alternatif gibi görmemek lazım. Her alanda ne kadar çok iş yaparsak, ne kadar çok faaliyette bulunursak, o kadar daha çok bağlarımız kuvvetli olur. Böyle bakmamız gerekir. Türkiye'nin bugün takip ettiği politika da bu.
Çok teşekkür ediyorum ben de tekrar. Sizlerle bu mülakatı yapmaktan büyük memnuniyet duyuyorum. Bu vesileyle bütün Suriye halkına, oradaki bütün kardeşlerimi de, herkese de Türk halkının sevgilerini, muhabbetlerini sunuyorum. Gelince de orada hep beraber oluruz, inşallah.
Yazdır Paylaş Yukarı