TV5

14.10.2009
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült
Mülakatı gerçekleştiren Fransız gazeteciler, "TV5 Monde" adına Xavier Lambrechts, Fransız uluslararası radyo kanalı "RFI" adına Bruno Daroux (RFI) ve "Le Monde" gazetesi adına Nicolas Bourcier'dir.
XAVIER LAMBRECHTS: Tüm izleyicilerimize iyi akşamlar diliyoruz. "Internationales" adlı programımızın bu Pazar günkü misafiri Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül. Sayın Cumhurbaşkanı hoşgeldiniz. Bizi evinizde kabul ettiğiniz için teşekkür ediyoruz, çünkü yayınımızı Fransa'daki Türkiye Büyükelçiliği'nden gerçekleştiriyoruz. Mülakatımız sırasında Fransız uluslararası radyo kanalı RFI'den Bruno Daroux ve Le Monde gazetesinden Nicolas Bourcier de bizlerle birlikte olacak.
Sayın Cumhurbaşkanı, öncelikle sizi kısaca tanıtmak istiyorum. İktisat eğitimi aldınız; milletvekilliği yaptınız; 2002 sonu ve 2003 başı arasında birkaç ay Başbakanlık görevini ve 4 yıl boyunca da Dışişleri Bakanlığı görevini üstlendiniz. Türk parlamentosu tarafından Ağustos 2007'de Cumhurbaşkanı seçildiniz. Bu hafta, diğer faaliyetlerinizle birlikte "Türkiye Mevsimi" çerçevesinde Fransa'yı ziyaret ediyorsunuz. Türkiye Mevsimi kapsamında 400'e yakın kültürel ve bilimsel faaliyet sözkonusu. Bunlar arasında Paris'te "Grand Palais"de düzenlenecek büyük çaplı "Bizans'tan İstanbul'a: İki Kıtanın Limanı" sergisi de bulunuyor. Liman/köprü kavramını tekrar ele alacağız. 4 Temmuz'da başlayan Türkiye Mevsimi, 31 Mart 2010 tarihine kadar sürecek. Genel olarak Fransızların Türkiye hakkında bilgileri oldukça sınırlı. Sayın Cumhurbaşkanı, bu tür kültürel etkinliklerin Fransa'yı Türkiye'ye yaklaştırabileceğini düşünüyor musunuz?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Siz gayet güzel özetlediniz aslında yapılanları. Fransa'da böyle bir Türkiye Mevsimi gerçekleştirilmesine 2006 yılında karar verilmişti. O zamanlar, Türkiye'de bir Fransız Baharı düzenlenmişti, dolayısıyla Fransa'ya özgü bir dizi kültürel faaliyete yer verilmişti. Biz de bu aşamada benzer bir çalışmayı Fransa'da yapmayı düşündük, Fransız Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin de desteğiyle. Kendisinin bu projeyi üstlenmesiyle de Mevsim'e başlamış olduk. Büyük bir memnuniyetle söylemek istiyorum ki, burada sözkonusu olan sadece Türkiye'nin tarihi mirasını tanıtmak değil, aynı zamanda Türkiye'nin çağdaş yüzünü, modern sanatlarını, kültürel faaliyetlerini de en iyi şekilde tanıtmak. Ben de bundan çok memnunum.
XAVIER LAMBRECHTS: Sayın Cumhurbaşkanı, son dönemde Fransa-Türkiye ilişkilerine hakim olan konu Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üye olup olmayacağı sorusu. Fransa ve Almanya Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girişine karşı çıkıyorlar. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı Sarkozy ile yüzyüze görüştüğünüzde, kendisini Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliği konusunda ikna etmek için ne söylüyorsunuz?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Aslında, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişki 60'lı yıllara kadar uzanmaktadır. O zamanlar, bu fikri ilk olarak ortaya atan General de Gaulle olmuştu ve o zamandan bu yana çok büyük ilerleme kaydedildi. 2005 yılında da üyelik müzakerelerine başlanması kararlaştırıldı ve açılan birçok başlık altında başlayan üyelik müzakereleri halen devam ediyor. Elbette bazen, üye ülkeler farklı yaklaşımlarda bulunabilirler. Şu anda da Fransa'nın birçok tereddüdü var, bunu görüyorum. Benim bu konuya bakış açım ise şöyle: Üyelik müzakerelerine başlamış olan bir ülkenin neler yaptığına bakmak lazım. Aslında üyelik müzakerelerine başlayan bir ülke, Avrupa Birliği müktesebatını benimsiyor. Sonuçta, çalışması gereken biziz; bu alanda çalışmakta olan ülke Türkiye. Tüm standartlarımızı, Avrupa standartlarına yükselteceğiz, buna ulaşmaya çalışacağız ve şu anda da bununla meşgulüz. Tartışmalı konuları ya da zaman zaman farklılık gösteren düşünceleri bugün ele almanın gerekli olmadığını düşünüyorum. Neden? Çünkü bu, farklılıkları daha fazla derinleştirebilir. Bunun yerine ben Türkiye'nin bu değişim sürecini başaracağını söylemeyi tercih ederim. Türkiye müzakereler esnasında çok değişecek, çünkü müzakereler aday ülkenin dönüşüm geçirdiği bir süreçtir. Bence bu sürecin tamamlanmasını beklemeliyiz. Bu süreç tamamlandıktan sonra Türkiye, bugünkü Türkiye'ye göre çok farklı olacaktır. Türkiye'yi o zaman görmemiz gerekmektedir. O zaman Fransa, Avusturya, Almanya veya diğer Avrupa ülkeleri veya bu üye ülkelerin vatandaşları ve siyasetçileri, Türkiye'nin o günkü durumuna göre inceleyip karar vereceklerdir. Dolayısıyla birtakım farklılıkları tartışmaktansa, önemli olan Türkiye'nin ilerlemesidir. Bu kültürel faaliyetlerin, ekonomik faaliyetlerin Türkiye'nin potansiyelini, Türkiye'nin gerçek yüzünü en iyi şekilde göstereceğini umuyorum. Sanırım bütün bunlar düşünceleri değiştirecek ve ilerleme sağlayacaktır.
BRUNO DAROUX: Sayın Cumhurbaşkanı, Fransa'nın tutumundaki tereddütten bahsettiniz, ancak Türkiye'nin AB üyeliğine karşı açıkçası bir muhalefet sözkonusu. Cumhurbaşkanı Sarkozy bu hususu net bir şekilde ifade etti; 2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasından bu yana da sözkonusu yaklaşımını birçok defa yineledi. Yeniden seçilen Almanya Şansölyesi Angela Merkel de Fransa ile aynı çizgide. Her iki ülkenin, yani Fransa ve Almanya'nın Avrupa Birliği'nde çok önemli bir rol oynadıklarını biliyoruz. Dolayısıyla, Avrupa'nın iki ağır topu olarak Fransa ve Almanya'nın Türkiye'nin üyeliğine "hayır" dedikleri bir ortamda, ülkenizin görevi çok çok daha zor bir hale geliyor.
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Elbette Türkiye'nin Avrupa'ya girmesine karşı gelen kişiler de var, "evet" diyen kişiler de var. Avrupa'da "hayır" diyenlere karşı çıkan çok değerli sesler de mevcut. Fakat bu bugünün konjonktürel durumu, bugünün tepkileridir. Ayrıca unutmamamız gereken bir şey var; o da hukuki anlaşmaların, hukuki bir durumun sözkonusu olduğudur. Avrupa Birliği'nin tüm üye ülkeleri oybirliğiyle, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesi için gerekli üyelik müzakerelerinin başlamasını kabul etmişlerdir ve bu müzakereler devam etmektedir. Ancak müzakereler başarı ile tamamlansa bile mesele yine bitmiş sayılmaz. Fransa ve Avusturya gibi ülkeler, Türkiye Avrupa Birliği'nin kriterlerini tamamen yerine getirse bile, Türkiye'nin girişi konusunda bir referandum yapacaklarını söylediler. Sonuçta nihai kararı Fransız halkı verecektir. Türkiye'nin o zamanki durumunu değerlendirerek, yani müzakereleri tamamlamış bir Türkiye'nin, Avrupa Birliği'ne üye olmasını istemezlerse bunu söyleyeceklerdir ve biz de bunu saygıyla karşılayacağız. İster "evet" ister "hayır" desinler. Ayrıca tekrarlıyorum, belki de o gün, Norveç'in yaptığı gibi Türkiye halkı da "hayır" diyecektir. Belki de o gün, Türk halkı "Avrupa Birliği'nin dışında devam etmek istiyoruz" diyecektir. Söylemek istediğim, tüm bunlar, üzerinde bugün karar verilecek meseleler değil, o zaman karar verilecek meselelerdir ve o günün ne zaman geleceğini de henüz bilmiyoruz. Öte yandan, bu Türkiye'nin performansına da bağlıdır. Eğer Türkiye, demokratik olsun, ekonomik olsun, her alandaki standartlarını, Avrupa Birliği standartlarının seviyesine yükseltirse ve Avrupa Birliği müktesebatını en iyi şekilde benimserse, o zaman Komisyon Türkiye'nin hazır olduğunu söyleyecektir ve bu konular güncel hale gelecektir. Fakat önemli bir nokta var; Türkiye'nin bu değişimleri gerçekleştirebilmesi için, herkesin attığı imzalara sadık kalması gerekmektedir ve hukuki temel üzerinde, hukuka saygı çerçevesinde herkesin tavrını düzgün tutması önemlidir.
NICOLAS BOURCIER: Türkiye Mevsimi konusuna geri dönmek istiyorum. Bu Fransa-Türkiye ilişkilerinin manidar bir göstergesi. Sergi açılışının görkemli olmasını istiyordunuz, Mevsim'e büyük oranda mali kaynak tahsis ettiniz. Ancak, görünen o ki Fransız siyasi makamları "asgari" bir tutum içinde. Sizinle çok fazla temas kurulmuyor. Fransız Uluslararası İlişkiler Enstitüsü tarafından düzenlenen akşam yemeğinde az sayıda Bakan sizi ağırladı. Sarkozy ile ilişkileriniz malum. "Grand Palais"deki serginin açılışı için yalnızca yarım saat ayrıldı. Hayal kırıklığına uğradınız mı?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Hayır. Benim amacım çok açık; ben Fransız halkına Türkiye'nin gerçek yüzünü göstermek için buradayım. Burada olma nedenim bu. Bu açıdan bakarsak Mevsim çerçevesinde düzenlenen 400 adet çok önemli kültürel faaliyet bulunmaktadır. Louvre'da "Café Turc" düzenlendi, 30.000 kişi ziyaret etti, Louvre'un bahçesine gelip kahve içti, bu çok önemli bir rakam. Önemli olan bu faaliyetlerin gerçekleştirilebilmesidir. Ayrıca, bu faaliyetlerin finansmanına, Fransız Devleti'nin ve Fransız şirketlerinin de yeterince katkıda bulunduklarını memnuniyetle söylemek isterim. Dolayısıyla bu konuda herhangi bir problem yok. Açıkçası ben kesinlikle hayal kırıklığına uğramadım, tam tersine şimdiye kadar yapılanları takdirle karşıladım. Gerçekleştirilen bu kültürel faaliyetler, sanıyorum bugüne kadar düzenlenenlerin en iyileri arasında sayılabilir. Dün akşam IFRI'de gayet güzel bir toplantı gerçekleştirildi. Bu toplantıya Fransa'nın önemli isimleri de katıldılar. Benim amacım sadece siyasetçileri görmek değil; ben Fransız entelektüellerine, yazarlarına da seslenmek istiyorum. Katılan kişilere bakıldığında, IFRI'de bulunanlar arasında çok önemli ve tanınmış kişiler vardı ve bundan çok memnunum.
XAVIER LAMBRECHTS: Sayın Cumhurbaşkanı, siz kendinizi Avrupalı hissediyor musunuz? Türkiye'nin doğu bölgesinde doğdunuz, fakat kendinizi Avrupalı hissediyor musunuz?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Aslında böyle bir soruyu Avrupa'da birçok kişiye sorarsanız size oldukça farklı cevaplar vereceklerdir. Avrupa nedir, ilk önce buna bakmamız gerekiyor. Güvenle ifade etmek isterim ki, Türkiye yüzyıllardır Avrupa'nın ortasında bulunmaktadır. 600 yıldır, 6 yüzyıldan bu yana Avrupa'nın ortasında bulunmaktadır, bu tarihi bir gerçektir. Ben burada Ritz otelinde kalıyorum ve otel müdürü bana 1700 yılından kalma bir arşiv belgesi gösterdi. O zamanlarda Türkiye Büyükelçisi Paris'e geldiğinde, bugün otel olan Sarayın önünde büyük bir tören düzenlenmişti. O dönemin Fransız Kralı 15. Louis'de töreni bu ihtişamlı töreni Sarayın camından izlemiş. Bunlar tarihi gerçeklerdir. Türkiye'nin Asya'da da Avrupa'da da toprakları bulunmaktadır. Eğer, coğrafi açıdan bakarsanız, İstanbul'a bir saat uzaklıkta ülkeler var ve bunların bazıları Avrupa Birliği'ne üyedirler. Yani, sorun coğrafya değil. Önemli olan değerlerdir. Demokrasi, insan haklarına saygı ve serbest piyasa ekonomisi gibi değerlerdir önemli olan. Size hatırlatmak isterim ki, Türkiye 1949 yılından beri Avrupa Konseyi'nin, ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kurucu üyesidir. Mahkeme'nin verdiği kararlar Fransa'da, Almanya'da, İngiltere'de geçerlidir. Türkiye bu Mahkemenin kurucu üyesidir ve Mahkemenin kuruluş tarihinden itibaren hakimleri orada yer almaktadır. Türkiye, kültürden spora kadar tüm konularda Avrupa kurumlarının üyesidir, hatta kurucu üyesidir.
BRUNO DAROUX: Sayın Cumhurbaşkanı, tüm bu söylediklerinizden sonra, Fransa ve Almanya tarafından, özellikle içinde bulunduğumuz aşamada, Türkiye'ye kötü davranıldığını düşünüyor musunuz? Çünkü sanırım "Paris ve Berlin'in büyük hedefleri yok" demiştiniz. Bu gerçek hissiyatınız mı?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bu konjonktürel bir durumdur. Tabii ki her demokratik ülkede, seçimler demokratik şekilde gerçekleşir ve çoğulculuk vardır. Bu çoğulculuk çerçevesinde, bazı partiler hükümete gelir, gider. Birkaç yıl önce, Türkiye'ye çok daha müzahir iktidarlar vardı. Bugün, daha tereddütlü iktidarlar olabiliyor, fakat ikili ilişkilerimizde, görüşmelerimizde hepsi Türkiye'nin değerini biliyor. Tekrar söylüyorum, Avrupa Birliği'ne üye olacak olan bugünkü Türkiye değildir, bunu söylemiyoruz. Türkiye'nin standartlarının, Avrupa standartları seviyesine yükseltilmesi gerekiyor. Ancak o zaman üye olacağız ve bu soruyu o zaman tekrar sorabiliriz.
BRUNO DAROUX: Dolayısıyla mesajınız kararı bugünün Almanyası ve Fransasının vermeyeceği, doğru mu?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Şüphesiz ki, bugünkü Fransa, bugünkü Almanya veya bugünkü Türkiye de karar vermeyecekler. Ancak önemli olan şu; tabii ki devamlılık önemlidir, atılan imzaların uygulanması önemlidir. Stratejik yaklaşımın da özellikle Avrupa için çok önemli olduğunu unutmamak gerekir. Türkiye üyelik müzakerelerine başladığında, bir gün içinde başlamadı. Bunun arkasında büyük bir geçmiş var, hukuki bir geçmiş sözkonusu. Ayrıca, o zamanlarda çok işler başardık. Stratejik ilişkilerden konuşuldu, raporlar düzenlendi ve en sonunda Türkiye gerekli şartları yerine getirdiğinde müzakerelere başlandı. Bunlar örneğin, Kopenhag kriterlerini yeterli ölçüde sağlamak ve işlevsel bir serbest ekonomiye sahip olmaktı. Bunlar gerekli şartlardı. Türkiye bu şartları yerine getirdiği için üyelik müzakerelerine başlayabilmiştir. Bundan dolayı, Türkiye şu anda bir değişim sürecindedir ve sanıyorum herkesin bu değişim sürecini desteklemesi gerekir. Sonunda "hayır" veya "evet" diyebilirsiniz. Fakat güçlü bir Türkiye; demokratik açıdan, ekonomik açıdan güçlü bir Türkiye, hem Fransa'nın hem Almanya'nın hem de tüm Avrupa ülkelerinin lehine olacaktır, bunu unutmamak gerekir. Türkiye, Avrupa Birliği'ne üye olduğu zaman, şimdiki pastayı büyütecektir. Mevcut pastadan pay almayacak, bu pastayı büyütecektir. Eğer Türkiye bu pastayı büyütmezse, o zaman Fransız halkı şüphesiz "hayır" diyecektir, bu çok açık. Biz de bunu saygıyla karşılarız.
XAVIER LAMBRECHTS: Nicolas Bourcier'nin bir sorusu var.
NICOLAS BOURCIER: Şimdi şunu hissettiğimi söylemek istiyorum: 2002 yılında Kopenhag'ı hatırlıyorum. Avrupa konusunda inanılmaz bir canlılık ve şevk içindeydiniz. Çok güçlü ifadeler kullanıyordunuz. Recep Tayyip Erdoğan'la çalışıyordunuz. Gerçekten bir şeylerin eşiğindeydiniz. Bugün bunu biraz daha az hissediyoruz. Sıkıntılı konulara pek değinmiyorsunuz. Son altı, yedi yıl içinde neler oldu?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bilmiyorum, eğer yakından takip ederseniz, Türkiye'nin son derece dinamik -hatta inanılmaz- bir değişim içinde olduğunu, bu değişimi görebilirsiniz. Tüm tartışmalar, her şey pozitif bir yönde ilerlemektedir. O günden bugüne, Türkiye'nin demokratik standartları inanılmaz bir seviyeye yükselmiştir. Aksi takdirde, Kopenhag kriterlerini yerine getirmeden üyelik müzakerelerine başlayamazdık. Çünkü, bu şarttı. Fakat, 2005 yılından itibaren, Türkiye'de dinamik ve olağanüstü bir tartışma ortamı oluştu. İki-üç veya dört yıl önce, söylenmesi yasak olan şeyler bugün günlük hayata girmiştir. Herkes çok daha mutlu. Ekonomik durum da aynı, Türkiye bugün Avrupa'nın 6. ekonomisidir. Harcama paritesine göre bir trilyon Dolar Gayri Safi Milli Hasılamız var. Bugün Türkiye'de inanılmaz bir dinamizm var, kriz döneminde bile devam eden yatırımlar sözkonusu. Geçen yıl Türkiye'ye yabancılar tarafından 20 milyar dolarlık yatırım yapılmıştır. Hangi yönden bakarsanız bakın, Türkiye'de çok şeyler gerçekleştiriliyor. Bunların çok yakından takip edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
XAVIER LAMBRECHTS: Sayın Cumhurbaşkanı, Türkiye ve özellikle Fransa arasındaki ilişkileri büyük ölçüde karmaşıklaştıran Ermeni meselesi hakkında bir soru sormak istiyorum. Bu dosya üzerinde büyük ölçüde ilerleme kaydedildi, çünkü imzaladığınız anlaşmadan sonra, Türkiye ve Ermenistan arasındaki diplomatik ilişkilerin kaldığı yerden devam etmesi çok yakında sözkonusu olacak. Fakat Ermeni soykırımına gelince; Türkiye bu soykırımı tanımaya hazır değil mi Sayın Cumhurbaşkanı?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Biz bu konuda gayet açığız. Eğer öyle bir iddia var ise, bunu kabul etmiyoruz. Ayrıca, buna kim karar verecek? Siz eğer tarihçi değilseniz, bilim adamı değilseniz, bu "soykırım", olaylar nerede olmuştur, kimler yapmıştır, kim haklıdır, hangi şartlar altında gerçekleşmiştir?; şayet bu konularda yeterli bilginiz yoksa, gazeteci olabilirsiniz, siyasetçi olabilirsiniz, vatandaş olabilirsiniz, fakat bu alanda uzman değilseniz nasıl karar verirsiniz? Neye göre? Türkiye cesur bir şekilde şunu yapmıştır: "Gelin bir komite kuralım ve bu komiteye Türk ve Ermeni bilim adamları, Türk ve Ermeni tarihçileri ve isterseniz üçüncü bir ülke de, örneğin Fransa da katılsın" dedik, bunları beyan ettik.
XAVIER LAMBRECHTS: Yani bu bir tabu değil mi artık?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bütün arşivlerimizi açacağız ve en sonunda komisyonun vardığı sonuçları kabul edeceğiz.
XAVIER LAMBRECHTS: Yani bu Türkiye'de artık bir tabu değil mi?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bakın, Türkiye'de hiçbir tabu kalmamıştır. En aşırı düşünceler bile tartışılabiliyor, yazılabiliyor. Eğer, Türkiye'nin 10 veya 20 yıl öncesini düşünüyorsanız evet belki, ama bugünkü Türkiye konusunda yanılmış olursunuz. Bugünkü Türkiye'de arkasında şiddet bulunmaması şartıyla en aşırı düşünceler bile açıkça tartışılabiliyor; herkes, her şeyi söyleyebiliyor. Türkiye'de bazı kişiler bu düşünceyi kabul edebilirler. Fakat biz istiyoruz ki, Birinci Dünya Savaşı'nın şartlarına vakıf olan tarihçiler konuşsun. Muhalefet ve Millet Meclisi'ndeki iktidar, bu teklifi işbirliği ile sunmuşlardır. Bu kendimize güvenimizdir. Fakat bunları aşmamız gerektiğini düşünüyorum. Şimdi yeni bir dönem başlıyor ve bu yeni dönem, barışın, istikrarın, güvenin, güvenliğin, işbirliğinin dönemidir. Bu kavramlar sahnenin ön planında olacaklardır ve umuyorum ki bu dönem başarıyla tamamlanacaktır.
XAVIER LAMBRECHTS: Teşekkür ederim Sayın Cumhurbaşkanı. Küçük bir aradan hemen sonra devam edeceğiz.
Fransa'daki Türkiye Büyükelçiliğinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile beraber düzenlenen "Internationales" programının 2. Bölümü.
Sayın Cumhurbaşkanı, eğer izin verirseniz Türkiye'deki Kürt azınlığı konusunda bir sorum var. Bu azınlık Türk toplumunun yaklaşık yüzde 20'sini temsil etmektedir. Hareket imkanınız nedir? "Derin devlet" dediğiniz askeriyeyi gücendirmeden Kürtlere ne verebilirsiniz? Örneğin Türk Anayasası'nda Kürt kimliğinin tanınması yer alabilir mi?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Her şeyden önce şunu söylemek istiyorum, Türkiye'de böyle bir azınlık statüsü yoktur. Bu nedenle Türkiye'de herkes, Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün vatandaşları, dini veya etnik olarak farklılıkları da olsa, herkes Türkiye'de aynı anayasal haklara sahiptir. Herkes Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan olabilir ve tüm haklardan eşit şekilde faydalanabilir. Yani, bu açıdan baktığınızda, azınlık statüsü yoktur. Bu bağlamda, sorun bunlar değildir. Fakat tabii ki, büyük bir Türkiye'de farklı kimlikler vardır; sosyolojik, kültürel farklılıklar vardır. İnsanların etnik kimliklerini sorduğunuzda size farklı olduğunu söylerler. Bu yönde de, bazı vatandaşlarımız etnik olarak Kürt olduklarını söylerler, hatta çok sayıdadırlar. Bu vatandaşlarımızın, bilmiyorum, sanıyorum Meclis'te 100'den fazla milletvekilleri bulunmaktadır ve Bakanlar Kurulu'nda da mevcutturlar. Bunlardan bazıları Başbakan, Bakan ve Cumhurbaşkanı olmuştur ve bu hala devam etmektedir. En önemli bakanlıklarda da mevcut olarak bulunmaktadırlar. Ülkemizde bu seviyede etnik bir ayrımcılık yoktur, herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır ve herkes aynı haklara sahiptir. Türkiye'deki demokratik standartlarda eksiklikler vardı ve bu eksiklikler yüzünden bazı kültürel ve sosyolojik sorunlar ortaya çıkıyordu, bunu saklamanın anlamı yok. Örneğin, sadece Türkçe televizyonlara izin veriliyordu. Fakat, Kürt dilini konuşan vatandaşlarımız olduğu için "Neden onların da Kürtçe televizyon hakları olmasın?" dedik. Bugün Türkiye'de, Kürtçe televizyon programları bulunmaktadır. Bu tür şeyler, demokratik standartlara bağlı konulardır ve şu anda inanılmaz değişimler gerçekleştiriliyor. Açıkça söyleyeyim, bu değişimlerden çok mutluyum. Şüphesiz ki, genel olarak demokratik standartları yükseltmek için daha çok şey yapabiliriz ve özellikle son dönemlerde, bu konular çok canlı bir şekilde Türkiye'de tartışılmaktadır. Ama Türkiye'de etnik köken, mezhep veya din üzerine ayrı siyasi düzenlemeler yapılmak istenebilir. Bunları Anayasamız kabul etmiyor ve ben de bu yöne gidilmesini doğru bulmuyorum. Önemli olan demokrasidir ve Türk Anayasası'nın demokratik ve laik hukuk devleti prensibine uymasıdır.
XAVIER LAMBRECHTS: Nicolas Bourcier.
NICOLAS BOURCIER: Partiniz 2002 yılından itibaren iktidarda ve Barack Obama'nın Nisan ayındaki ziyaretinin, Kürt sorununun daha hızlı bir şekilde ilerlemesini sağladığı izlemindeyiz. Yasal Kürt partisi yöneticisi Ahmet Türk'ün elini sıktı kendisi. Bunu nasıl açıklıyorsunuz? Neden Erdoğan'ın, Ahmet Türk'ün elini sıkması bu kadar uzun sürdü ve neden bu konuları, Kürt çözümünü, Kürt sorununu Eylül ayından itibaren açtınız?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Öncelikle şunu söylemek isterim ki, bu konuların Barack Obama'nın Türkiye ziyaretiyle kesinlikle herhangi bir ilgisi yoktur. Ne Barack Obama, ne başka bir lider bu konuda herhangi bir şey söylememiştir ve bu konuda bir şey söylenmesini hiçbir zaman kabul edemem. Bunlar Türkiye'nin iç sorunlarıdır ve her ülke sorunlarını kendisi çözer. Ayrıca, söylediğiniz parti, Demokratik Toplum Partisi, Türkiye'nin bir partisidir fakat bu parti, Türkiye'de "Ben Kürt'üm" diyen bütün vatandaşlarımızı temsil etmemektedir. Ak Parti'nin bazı milletvekilleri de "Kürt'üz" diyorlar ve sayıca da oldukça fazlalar. Bugün Bakanlar Kurulu'nda ve en önemli Bakanlıklarda, milletvekilleri bulunmaktadır. Sayın Erdoğan ve biz hepimiz, Türkiye'de terör sorununu tabii ki çok ciddiye almaktayız. Unutmayalım ki, Türkiye'de PKK adında bir terörist örgüt bulunuyor. Başbakan herkese terörün dışlanmasını ve terörizme karşı sert tavırlar alınmasını söylemiştir. Her zaman bunu istemiştir. Sayın Başbakan, Sayın Türk'le daha önce, daha eskiden de görüşmüştür fakat tekrar görüşmeleri için bir randevu talebi gelmişti, o da kabul etti ve yine görüştüler. Yani, ilk defa birbirlerinin elini sıkmıyorlardı. Ben şahsen, Cumhurbaşkanı olarak, partilerin başkanlarını zaten davet etmiştim ve Sayın Türk'ü de davet ettim; birbirimizi gördük, onlar da birbirlerini gördü ve konuştular.
BRUNO DAROUX: Sayın Cumhurbaşkanı, Türk Parlamentosu'nun sadece birkaç gün önce çıkardığı, isyancı PKK'lılara karşı, Türk askerlerinin Irak sınırlarında müdahale yetkisini bir yıl daha uzatan kararını tamamen onaylıyorsunuz değil mi?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Tabii ki kabul ediyorum, kabul ediyorum. Çünkü, eğer Irak, sınırlarını kontrol edebilme gücüne sahip olsaydı ve komşu bir ülkeye karşı düzenlenen terörizm faaliyetlerine kendi sınırları içinde izin vermeseydi, eğer Irak vatandaşı olmayan kişileri ve kendi sınırları içinde silahlı faaliyetlerde bulunan kişileri kovmuş olsaydı, biz de bunu yapmak zorunda kalmazdık. Fakat, düşünün ki Fransa'ya komşu bir ülkede, bir silahlı terörist örgütü bulunsa…
BRUNO DAROUX: Yani, halen Irak'ı suçluyorsunuz.
SAYIN CUMHURBAŞKANI:…ve silahlı saldırılar düzenlense, bu ülkeden Fransa'ya saldırılsa, bu durumda Fransa ne yapardı?
BRUNO DAROUX: Yani, Irak'ı kendi topraklarının kuzeyinde gerçekleşen Kürt ayaklanmasıyla mücadele etmek için elinden geleni yapmamakla suçluyorsunuz.
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Hayır, Irak'ta Kürt ayaklanması yoktur, orada…
BRUNO DAROUX: PKK'nın arka bazları vardır.
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Irak sınırları içinde, Irak vatandaşı olmayan silahlı terörist gruplar vardır ve bunlar diğer ülkelere Irak toprakları üzerinden saldırmaktalar; olay budur. Buna Irak'ın izin vermemesi gerekir fakat, Irak'ın bunu yapmak için yeterince gücü yoktur, bunu açıkça söylüyorum. Neden? Çünkü, Irak'ın nasıl sıkıntılı bir zamandan geçtiğini biliyorsunuz, sınırlarını kontrol edebilmek için gerekli önlemleri alamıyorlar. Fakat, hangi ülke kendi vatandaşı olmayan binlerce silahlı kişinin başka ülkelere saldırmasına izin verebilir? Hangi ülke buna izin verebilir? Bunu düşünebilir misiniz? Tabii ki böyle durumlarda, bu tür kararlar alma mecburiyetinde kalıyoruz.
XAVIER LAMBRECHTS: Sayın Cumhurbaşkanı, bölge üzerinde geriye doğru bir tür "zoom" yapalım. Bu noktada, Türkiye'nin büyük Orta Doğu'daki imajının değişmekte olduğunu göreceğiz. G-20 toplantısında olduğu kadar, Yakın Doğu ve Orta Doğu'daki diplomatik faaliyetleriniz de son günlerde çok hareketli. Göstereceğimiz Carine Henri'nin anlatımı bunu hatırlatıyor, beraber izleyelim.
Carine Henri (Davos Zirvesi, İsviçre, tarih 29/01/2009) :
Birden bire ne flörtleşme ne de incelik kalmıyor. Bir adam sesini yükseltiyor, itiraz ediyor, eşyalarını topluyor ve gürültüyle Davos Ekonomi Zirvesi'ni terk ediyor. Bu adam Recep Tayyip Erdoğan. Türkiye Başbakanı, Gazze konusunda kendisine süre verilmediği için öfkeli, oysa kendisi bir diyalog sağlamak için çabalıyordu. Bu sinirlenme bir şeyi ispatlıyordu: Ankara uluslararası satranç tahtasında piyon olmak istemiyor, vezir olmak istiyor. Geçen Nisan ayında, Türkiye'yi G-20 ve NATO zirvesinde gördük. Aynı ay içinde, 5'inci Dünya Su Forumu'ndan sonra, Medeniyetlerin İttifakı Forumunu düzenledi. Ülkede atılan adımlar hızlanıyor. En azından böyle bir imaj veriliyor. Türk diplomasisi, en hassas uluslararası dosyaların kalbinde yer alıyor. Ankara, aylardır Suriye ve İsrail ilişkilerini başlatmak için çaba gösteriyor. İsrail'in, Golan Tepelerinden geri çekilmesi ile ilgili ilişkiler 2000 yılında itibaren donmuştu. 2008 yılının Eylül ayında Şam'da düzenlenen Zirve'ye Suriye, Katar, Fransa katılmışlardı ve Türkiye yine buradaydı. Toplantının konusu, Suriye ile İsrail arasındaki dolaylı müzakerelerdi. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Türk etkinliğini selamlıyordu.
"NICOLAS SARKOZY: Barış için çalışılmasına olanak sağlayan şey iradedir. Bu nedenle Zirveye, kendi imkanlarıyla, tarihleriyle, ülkeleriyle barışın tesisi için gelen kişiler ile beraber katılmaktan mutluluk duydum."
CARINE HENRI: Sonuç olarak, Ankara huzursuzluk yaratan komşusu İran'ın yanında bile büyük bir aracı rolü üstlenmiştir. Nükleer krizinin ortasında, Türk yetkilileri diplomatik bir çözüm sunuyorlar. Bir askeri harekattan çekiniyorlar. Ayrıca, İran'la önemli enerji sözleşmeleri imzalamış durumdalar. Ankara bölgede değerinin yükseldiğini görmüştür, Barack Obama da bunu anlamıştır. Seçildikten hemen sonra Amerikan Başkanı, Türkiye'ye resmi ziyarette bulunmuştur. 2009 yılının Nisan ayında, askeri üslerinin kullanımı konusunu konuşmaya gelmiştir. 1952 yılından itibaren NATO üyesi olan Ankara uzun süredir Birleşik Devletler'in "uçak gemisi" olmuştu. Fakat o günler bitmiştir. Türkiye, Vaşington'un talimatlarına katlanacak bir ülke değildir. Bundan sonra, Barack Obama, onun eşsiz rolünü kabul etmiştir.
"BARACK OBAMA: Karşılıklı faydalar ve karşılıklı saygı üzerine dayanmış samimi bir taahhüt arıyoruz. Özenle dinleyeceğiz ve yanlış anlamaları aşacağız, anlaşma alanları arayacağız. Aynı fikri paylaşmasak bile saygıyla karşılayacağız."
CARINE HENRI: Bu prensip Kürt ve Ermeni dosyası için de geçerlidir. Eğer bir gün, Avrupa Birliği'ne girmek istiyorsa, Ankara'nın durumu yatıştırması gerekiyor. Türkiye son zamanlarda Batı ile Doğu arasındaki köprü imajıyla, vazgeçilemez bir bağlantı olduğunu göstermiştir."
XAVIER LAMBRECHTS: Sayın Cumhurbaşkanı, bu durumda Türkiye'nin yoğun bir diplomatik faaliyet içinde olduğunu görüyoruz. Yakın Doğu'yla başlamak istiyorum. İsrail ve Suriye arasındaki arabuluculuk çalışmalarınız ne durumdadır? Biliyoruz ki, bu ilişki yakın Doğu'da barışın anahtarlarından biridir.
SAYIN CUMHURBAŞKANI: İlk önce söylemek isterim ki, Türkiye bölgedeki problemlerin çözümlerine katkıda bulunmak istiyor. Oldukça gayret gösteriyoruz, özellikle son 6-7 yıl içinde gerçekten çok gayret gösterdik. Yapıcı bir şekilde davranmak istiyoruz. Herkesle ilişkilerimiz var, fakat gerçekten yapıcı olmak istiyoruz. Bunun için tüm gücümüzü kullanmaktayız. Tabii ki İsrail ve Suriye arasındaki temaslarımız çok önemlidir. Bunun üzerinde birçok görüşme, tam olarak 5 görüşme yapılmıştır ve tam direkt müzakerelere geçileceği anda, bildiğiniz gibi bu görüşmeler kesintiye uğramıştır. Fakat bu tamamen donduğu anlamına gelmez, sadece şu an için donmuş durumdadır ve umuyorum ki devam edecektir. Orta Doğu'da herkes birbiriyle konuşma kapasitesini göstermelidir ki, kaldığımız yerden devam edebilelim. Bunlar sadece Orta Doğu'nun değil, bütün dünyanın sorunlarıdır. Gazze Şeridinde veya İsrail'de bir olay gerçekleştiğinde bu bütün dünyayı etkilemektedir. Bu nedenle, bütün ilgili ülkeler problemleri yapıcı bir şekilde çözmek için güçlerini kullanmalılar. Türkiye bu anlamda, Suriye ve İsrail ilişkilerine olduğu gibi, Lübnan veya Irak hatta İran konularına da aynı şekilde yaklaşmaya çalışıyor ve problemlerin diplomatik yollarla, yapıcı bir şekilde çözülmesi için çaba gösteriyor. Bu da Avrupa Birliği'nin politikasına uymaktadır. Aslında çevremize Avrupa'nın, Avrupa Birliği'nin "soft power"ini yaymaya çalışıyoruz. Aslında politikamız budur ve sanıyorum ki bölgedeki ülkeler de bunu gayet iyi anlamışlardır.
BRUNO DAROUX: Sayın Cumhurbaşkanı, İran konusuna gelince, daha önce de sözkonusu olduğu gibi, ülkeniz önemli enerji sözleşmeleri imzaladığı için mi Tahran'a karşı alınacak ekonomik cezaları kabul etmediniz?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bu konularda aşırı önemli anlaşmalarımız yoktur. Sadece İran'dan doğalgaz alımı gerçekleştiriyoruz. Fakat bu bütün gaz ihtiyacımızı karşılamıyor.
BRUNO DAROUX: O zaman, ekonomik yaptırımlara karşı gelmenizin nedeni politik mi?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Hayır aslında, İran komşu bir ülkedir. İran'a büyük bir önem vermekteyiz. İran, hem nüfus olarak, hem kuvvet olarak, hem kültürel derinliğinden dolayı Orta Doğu'nun en önemli ülkelerinden biridir. İran'da büyük bir dinamizm vardır ve böyle bir ülkeye komşu olduğunuzda ilişkilerinizin iyi olması için çok dikkat edersiniz. Savaşlarla problemleri aslında çözmüyorsunuz ve problemleri savaşlarla çözmek istediğinizde neler olduğunu da görüyorsunuz. Eğer, Irak sorununu savaş yapmadan çözebilseydik, daha iyi olurdu fakat oradaki ızdırapları görüyorsunuz.
BRUNO DAROUX: Ben yaptırımlardan bahsediyorum, ekonomik yaptırımlardan.
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Türkiye, Birleşmiş Milletler'in aldığı bütün müeyyidelere uymaktadır, bunun üzerinde…
BRUNO DAROUX: Yeni yaptırımlar var ve ülkeniz Tahran'a karşı alınacak yeni ekonomik yaptırımları uygun görmüyor.
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Tekrarlıyorum; Türkiye, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından verilen tüm kararları kabul etse de etmese de, her zaman uygulamıştır. Şüphesiz ki, eğer gelecekte yeni kararlar alınırsa, bunları da uygulayacağız. Fakat Türkiye şunlara önem veriyor: Sorunlar silahlarla, çatışmalarla, kavgalarla çözülmemeli. Bu yöntemlerle sorunları çözmek kolay değildir. Sorunlar böyle daha karmaşık hale gelir, hele de komşu olduğunuzda. Şüphesiz ki, daha fazla diplomasi ve diyalog kullanmak gerekir. Bunlar çok önemlidir ve çok açıkça söylemek isterim, Türkiye olarak bölgemizde nükleer silahlara karşıyız, kimin olursa olsun. Tüm Orta Doğu bölgesinin tamamen nükleer silahlardan arındırılmasını istiyoruz. Biz bunu talep ediyor ve bunu destekliyoruz. Fakat, problemlerin çözümünün silahlı çatışmalar, askeri yöntemlerle kolay olmadığını düşünüyoruz. Bu yollar seçilmemeli, diplomasi ve diyalog öne çıkmalıdır. Biz bunu cesur ve açık bir şekilde söylüyoruz.
XAVIER LAMBRECHTS: Nükleer konusunu açtınız. İran'daki nükleer konusuna gelince, İran'ın 2-3 yıl içinde nükleer silah elde edeceğini düşünüyor musunuz?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Şu an bir şey söyleyemem, ancak Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı söyleyebilir.
XAVIER LAMBRECHTS: Kanaatiniz?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: İran bu Ajansın üyesi zaten. Olayın iki yönü vardır; sorumluluklar ve avantajlar. Avantajlar size fayda sağlarken sorumluluklar kontrollere şeffaflık kazandırmaktadır. Bu açıdan, son zamanlardaki tüm gelişmelerin pozitif yönde olduğunu düşünüyorum. Çünkü İran, sınırlarını Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın yeni denetimleri için açmayı kabul etmiştir. Bu denetimlere engel olmayacaktır. Bunun altını çiziyorum, bu çok önemlidir. Dolayısıyla konuştuklarımıza göre hareket edebiliriz. Yoksa, Irak savaşında davrandığımız gibi hareket edersek, çok büyük yanlışlar yapabiliriz. Çünkü, Irak savaşından önce, Irak'ın nükleer silahlara ulaşacağı beyan ediliyordu ve bunun sadece bir propaganda olduğunu gördük.
XAVIER LAMBRECHTS: İsrail'in, İran'ın nükleer tesislerine bir saldırı düzenleyeceğini düşünüyor musunuz? Bu saldırıdan çekiniyor musunuz?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Eğer böyle bir şey gerçekleşirse, çok büyük bir yanlışlık olur ve içinden çıkılamayacak bir duruma düşeriz. Sorun oldukça karmaşık boyutlara ulaşır ve bu tür hataların yapılmaması gerektiğini düşünüyorum. Bunu çok açıkça söylüyorum.
NICOLAS BOURCIER: 1 Kasım tarihinde, Afganistan'da ISAF'ın başına geleceksiniz. NATO veya ABD, oradaki birliklerinizi güçlendirmenizi istediler mi?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Biliyorsunuz ki, ISAF'ın komutanlığını alan ilk ülkeyiz. Daha sonra, komutanlığı ikinci defa aldık ve şimdi de üçüncü defa olacak. Afganistan'da sayımızı arttırıyoruz, Afganistan'daki imkanlarımızı arttırıyoruz ve bunları da ABD söylediği için yapmadık. Fakat, biz birliklerimizin orada savaşmasını istemiyoruz. Orada bulunan askerlerimizin muharip güç olmasını istemiyoruz. Afgan ordusunu hazırlamalarını, eğitmelerini ve güvenliği sağlamalarını istiyoruz. Bu tür görevleri almaktayız ve biliyorsunuz ki ISAF'ın görevleri de bunlardır.
NICOLAS BOURCIER: Askerleriniz 700 jandarmayla özetlenebilir.
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Yaklaşık 1000 civarı. Bazen daha az, bazen daha fazla, bazen 800, bazen 900. Oradaki mevcudiyetimiz sadece askeri varlığımızla sınırlı değildir. Şunu söylemek isterim ki, Afganistan'da sadece asker sayımızı yükselterek iyi bir politika uygulayamayız.
XAVIER LAMBRECHTS: Tam olarak, Sayın Cumhurbaşkanı. Şu an Başkan Obama Afganistan'a destek gönderme konusunda tereddütlü, politik gündeminin en önemli konusu da bu. Sizce, Afganistan'daki Talibanlara karşı kazanmanın en iyi şekli, en iyi yöntemi hangisidir?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bakın, ABD başta olmak üzere birçok ülke, Afganistan'da çok enerji tüketmiştir, para, asker ve silah anlamında. Bunu gözardı edemeyiz. Fakat, sadece askeri güçlerle, silahlarla bu sorunu çözemeyiz. Ben 5 yıl boyunca Dışişleri Bakanlığı yaptım ve Afganistan'ı gayet iyi tanıyorum, tüm Afganistan'ı gezdim, Kabil'i ziyaret ettim, Kabil'in tüm mahallelerini gezdim. Oysa hiç kimse Kabil'i gezmeye gidemiyordu. Sadece Cumhurbaşkanı Karzai'yi görmeye gidiyorlar ve geri dönüyorlardı. Ben Afganistan'ın tamamını dolaşanlardan birisiyim. Şimdiki ve önceki Dışişleri Bakanlarımız için de böyledir. Bunları neden söylüyorum? Çünkü, bu ülkenin gerçeklerini biliyoruz. Sadece silahla ve askeri güçlerle bu problemleri çözemeyiz. Bunun yerine Afgan halkının gönlünü kazanmayı denemeliyiz. İhtiyaçlarına cevap vermeli, ihtiyaçlarını karşılayacak harcamalar yapmalıyız. Kabil'i tamamen gezdim, -söylemiştim- , Kabil'in tüm sokaklarını gördüm, hepsi çamur içindeydi. Silahlara o kadar para harcıyoruz, fakat neden Kabil'in sokaklarına asfalt dökemeyelim? Böylece orada yaşayan birkaç milyon kişiyi de kazanmış oluruz. Biz Türkiye olarak bunları yapıyoruz. Bakın, NATO toplantılarında bunu sürekli söylüyorum, fakat hiç kimse cevap vermiyor. Türkiye olarak bunun için 100 milyon dolar harcama yaptık ve Kabil'in tüm sokaklarını asfaltlamaktayız. Fakat, orada bulunan kişiler afyon üretiyorlar. Onlara sadece afyon üretmemelerini söylüyoruz, ancak bu şekilde bir çözüme ulaşamayız. Bu insanların para kazanmaları gerekmektedir, para kazanmaları için de bir alternatif sunulmalıdır.
XAVIER LAMBRECHTS: Bruno Daroux sadece 3 dakikamız kaldı.
BRUNO DAROUX: Çok güzel. Çok kısaca soracağım, şu an Başkan Obama Afganistan'daki stratejisini düşünmekte. Eğer karşınızda olsaydı, ona "Barack, Afganistan'daki birlik sayısını yükseltme, bu kötü bir çözümdür" der miydiniz?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bu konuyu Başkan Obama Türkiye'ye geldiğinde geniş çaplı bir şekilde görüştük. Sadece, Türk ve Amerikan ilişkilerini konuşmadık, Afganistan'dan ve Orta Doğu'dan da konuştuk. Ayrıca, tüm problemleri tartıştık ve orada görüşümü, size az önce açıkça söylediğim gibi, ona da aynı şekilde belirttim. "Orada, daha akıllı bir politika uygulamalıyız" dedim. Şüphesiz ki güçlü ve önemli bir askeri kuvvet gerekiyor. Fakat önemli olan şu, öncelikle Afgan askerini eğitmek gerekiyor. Afgan ordusunun generalleri şöyle söylüyor: "Neden kendi çocuklarınızı kurban ediyorsunuz, bizi eğitin ve o işi biz yapalım". Yani orada, çok farklı şeyler yapabiliriz. Şüphesiz ki, Başkan Obama için bu oldukça güç bir karardır.
XAVIER LAMBRECHTS: Sayın Cumhurbaşkanı, programımızın son bölümü olacak. Türkiye Doğu ve Batı arasındaki bir köprüye benzetiliyor. Aynı şekilde, Hıristiyan dünyası ve Müslüman dünyası arasındaki bir köprü olarak da görülüyor. "Medeniyetler çatışması" olarak adlandırdığımız şeye inanıyor musunuz veya bunun bir hayal ya da bir gerçek olduğunu düşünüyor musunuz?
SAYIN CUMHURBAŞKANI: Eğer gerçekçi konuşursak, teknolojideki gelişmeleri, seyahat özgürlüklerini, insanların hareketliliğini görürüz. Bunlar, farklı kültürlerin, farklı dinlerin karşılaşmasını ve tanışmasını sağlar. Bazen çatışmalar çıkabilir, bazen de şoklar olabilir. Fakat, bu nedenle bu farklı kültürler birbirlerini anlayabilmeli, birbirleriyle daha iyi anlaşabilmeli, beraber yaşayabilmelidir. Beraber yaşayabilmemiz için gerekli şartları üretmemiz, bunu açıklamamız, bu yönde çalışmamız gerekiyor. Bunun doğru ve faydalı olduğuna inanıyorum. Unutmayalım ki, dünyada sadece bir kavram, sadece bir din, sadece bir etnik köken, sadece bir dil, sadece bir kültür yoktur. Aksi takdirde, dünya hiçbir rengin olmadığı donuk bir yer olurdu. Dünyada birçok farklı renk var. Bu renklerin hepsi de beraber yaşayabilmeli, birbirine saygılı olmalılar. Bu atmosferi yaratmamız gerekiyor. Samimiyetle inanıyorum ki, Türkiye bu yönde çok önemli rol oynayacaktır. Bunu çok iyi şekilde görüyorum ve bunu yapmaya da çalışıyoruz.
XAVIER LAMBRECHTS: Programın son sözü bu iyimser görüşünüz olacak. Teşekkür ederim, bizi burada Fransa'daki Türk Büyükelçiliği'nde misafir ettiğiniz için çok teşekkür ediyorum. Programımıza katıldığınız için ve sorularımıza samimiyetle cevap verdiğiniz için de çok teşekkür ederim. Her iki meslektaşıma ve tüm izleyicilerimize de teşekkür ediyorum. Gelecek Pazar günü yeni bir "Internationales" programında görüşmek üzere, iyi akşamlar diliyorum.
Yazdır Paylaş Yukarı