CNN TÜRK

04.01.2010
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

CENGİZ ÇANDAR: Evet, 2010 yılının ilk Tecrübe Konuşuyor programında birlikteyiz. Ankara'dayız; Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül'ün ikametgâhındayız ve 2010 yılının ilk Tecrübe Konuşuyor programında Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'le birlikte yapacağız. Böylece, Sayın Cumhurbaşkanımız da 2010 yılı için milletimize mesajlarını televizyon ekranlarından bu vesileyle Tecrübe Konuşuyor üzerinden ilk defa vermiş olacak.
Lafı fazla uzatmadan Tecrübe Konuşuyor'un geleneğine uygun olarak Hasan Cemal'e döneyim. Onla başlarız biz. Ondan sonra Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül bizlerle birlikte.
HASAN CEMAL: Hoşgeldiniz Sayın Gül, Sayın Cumhurbaşkanı.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Sağolun. Siz hoşgeldiniz esas buraya; hem Ankara'ya hem buraya.
HASAN CEMAL: Teşekkür ederiz. Siyasi geçmişinize baktığımız vakit, bayağı badireler atlatmış, atlatarak Çankaya'ya tırmanmış bir siyaset ve devlet adamısınız.
Şöyle bir bakınca 12 Eylül askerî yönetimi sırasında hapis yattığınızı biliyoruz. Ondan sonra yaşadıklarınız var; inişli çıkışlı. Muhtıralar yaşadınız. 28 Şubat döneminde bayağı badireler atlattınız. Sonra Cumhurbaşkanlığı sürecinde muhtıralar yediniz ve sonunda en tepeye geldiniz. En tepe, dediğim gibi 864 rakımlı tepe; Ankara'ya
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Aslında bir şey söyleyeyim. O öyle değil.
HASAN CEMAL: Değil mi?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: 1041 burası.
HASAN CEMAL: 1041 mi?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Evet.
HASAN CEMAL: Neden 864 diye kalmış o zaman?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Valla o zaman öyle söylenmiş.
HASAN CEMAL: Evet
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Yani Çankaya'nın, bizim o tepe .
HASAN CEMAL: 1041, daha da yüksek.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Evet öyledir.
HASAN CEMAL: Hem devletin tepesindesiniz. Hem de Ankara'ya en hâkim yer, 1041 rakımlı tepeden baktığınız vakit kuşbakışı bir yerde, devletin hallerini çok daha iyi herhalde göreceksiniz. Ve biz Ankara'ya geldik bu sabah, sizinle konuşmak için ve gördüğümüz nereye baksak, "devletin kurumları çatışma halinde" diye bir söylem var.
CENGİZ ÇANDAR: Bir soru var, bir soru var.
HASAN CEMAL: Evet, bir soru var ve devletin kurumları ve acaba hakikaten devletin kurumları arasında bir çatışma mı var; yoksa devletin kurumları arasında bir çatışmadan çok, bir normalleşme ve devletin kurumlarının bir hukukun içine çekilmesi süreci mi yaşanıyor? Demokratik normalleşme ve hukuki bir normalleşme mi yaşanıyor? Ne diyorsunuz bu konuda?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Önce, Sayın Cengiz Çandar'ın da söylediği gibi; bu 2010 yılının ilk televizyon programımız oluyor ve halkla da bu şekilde ilk buluşmamız oluyor. Bu vesileyle bir kez daha bütün Türk milletinin, halkımızın yeni yılını tebrik ediyorum ve yeni yılın herkese iyilik getirmesini, güzellik getirmesini temenni ediyorum. Ve yeni yılda hepimizin çok güzel şeylere şahit olmamızı öncülük etmemizi arzu ediyorum. Önce tabii ülkemiz için, sonra bütün çevremiz ve bütün dünya için, bütün insanlık için bu temennimi sizinle de bir kez daha paylaşmak isterim.
Sonra şunu söylemek isterim; okuyorum gazetelerde de bu söylediğinizi, görüyorum da. Ben buna katılmıyorum. Kurumlar arasında çatışma, kurumlar arasında büyük çekişme; böyle bir şey söz konusu değil açıkçası. Bunu samimi olarak söylüyorum. Hani bazen işte olmaz, üstünü kaparsınız ve bu yönde inandırmak için söylersiniz. Öyle söylemiyorum. Yani gerçekten böyle bir şey söz konusu değil.
HASAN CEMAL: Ya da evvelce es geçilen bazı şeyler şimdi artık es geçilmiyor mu?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Tabii, şöyle; bunu söyleyenler Türkiye'nin sanki yakın siyasi tarihini, 20-30 yılını hiç bilmiyormuş gibi, hiç yaşamamış gibi konuşuyorlar.
Bugün ne var; yani kurumlar dediğimizde, devletin kurumları dediğimizde, anayasayı şöyle açıp baktığımızda, bir tarafta Türkiye Büyük Millet Meclisi var, bir tarafta yürütme, idare var, hükümet var. Bir taraftan yargı organları var, onların altında mahkemeler var. İdarenin içerisinde tabii çeşitli yine organlar var. Bunların arasında çatışma diye bir şey söz konusu değil. Ama çeşitli uygulamalardan dolayı, çeşitli yetki yorumlarındaki farklılıktan dolayı ortaya çıkan problemler olabilir. Bunları kurumlar arasındaki çatışma şeklinde tarif etmenin yanlış olmadığı kanaatindeyim.
İkinci bir nokta da şu; Türkiye, anayasamıza göre demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti. Bu anayasamız 1982 yılında yapıldı; o zaman böyle. Anayasada birçok değişiklikler oldu. 1990 yılında da Türkiye demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti. 2010 yılına geldik; yine anayasamızda birçok değişiklikler yapıldı. Türkiye yine demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti. Şimdi burada, hepsinde de gerçekten amaç bu. Ama hep kriterler değişiyor ve gelişiyor. Referans aldığımız ne; referans aldığımız da Atatürk'ün çok güzel bir şekilde vaktiyle söylediği ve hedef gösterdiği muasır medeniyetlerin üstü. Yani bugünkü anlamda gelişmiş demokrasiler, gelişmiş, kalkınmış ülkelerdeki demokratik yapılar. Şimdi bu noktaya gelmek için biz de gördüğünüz gibi 80'den bu yana devamlı anayasamızı değiştirerek, kanunlarımızı değiştirerek, kendimizi, devamlı standartlarımızı yükseltiyoruz. Şimdi bazıları, açıkçası bazıları derken herhangi bir kurumu kastetmiyorum, bütün. Buna basın da diyebilirsiniz, kurumlar da diyebilirsiniz, vatandaşlarımız da diyebilirsiniz. Bu standartların yükselmesi sürecinde bir adaptasyon sıkıntısı çekiyor.
HASAN CEMAL: Yani bir değişim görmüyorlar mı, bir değişim mi görmüyorlar Sayın Cumhurbaşkanı?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Yani bu açıkçası biraz böyle herhalde.
HASAN CEMAL: Yani mesela.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: O açıdan bunu yani ben negatif anlamda almanın doğru olmadığı kanaatindeyim.
CENGİZ ÇANDAR: Sayın Cumhurbaşkanı; bu adaptasyon zorluğundan söz ettiğiniz zaman, bunu devletin belli başlı kurumları ve yetkili şahısları mı, medya mı, kanaat önderleri mi; kimi tam olarak kastederek söylüyorsunuz?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Herkesin bir payı vardır bunda, herkesin bir payı var. Baştan tabii ki bu değişiklikler, aynı zamanda mantalite, anlayış, alışkanlıkların değişimi olduğu için, bunlar kanunlar değişse, yasalar değişse bile ertesi gün aynı şekilde olmuyor.
HASAN CEMAL: Şimdi mesela çatışma söylemine yol açan, bugünlerde çatışma söylemine yol açan en önemli şey; ilk kez sivil bir yargıcın Seferberlik Tetkik Kurulu, yani kozmik odaya girip araştırma yapmaya başlaması büyük bir gümbürtü kopardı ve bu bir yerde, kurumlar arası çatışmanın bir örneği olarak gösteriliyor. Sizce böyle mi, yoksa olması gereken mi yapılıyor?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Hayır, öyle değil. Bugünkü yasalarımızın emrettiği neyse o oluyor. Böyle bir diyelim ki şüpheli bir davranış söz konusu olmuş; hemen savcılar bununla ilgilenmişler ve ondan sonra savcılar, hâkimler, bağımsız bir yargı çerçevesi içerisinde bu soruşturma devam ediyor. Bu devam ederken, bir sene önce veya bir süre önce, birkaç sene önce; o zamanki yasal yapımız askerî mahkemelerin baktığı olaylar, sivil mahkemelerin baktığı olayları daha farklı bir şekilde tasnif ediyordu. Şimdi bir yasa değişikliği ve bugünkü, şu anda geçerli nizam bu olduğuna göre; onun gereği olarak bunlar yapılıyor.
HASAN CEMAL: Yani kurumların hukukun içine çekilmesi diye bir şey söz konusu.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Şimdi mevcut, şu anki mevcut hukukumuzun bir noktada uygulanması söz konusu olmuş oluyor. Şimdi bunu hem basın yayın organları ki bazen ben de kendimi sizin yerinize koysam, daha sansasyonel bir şekilde haberleri vermek, daha dikkat çekici olma konusunda davranabilirim; onu bilemem. Yöneticilerle basın yayın organları arasında bir, bir şey vardır; çıkar çatışması vardır. Yöneticiler daha sakin ve huzurlu bir ortam isterken, basın yayın organları daha dalgalı, daha..
CENGİZ ÇANDAR: Heyecanlı
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Heyecanlı bir ortam isteyebilirler. Yani şimdi
HASAN CEMAL: Veya yani bu aslında bir açıdan kontrgerilla dediğimiz ve geçmiş Başbakanların el süremediği, Bülent Ecevit'in yakınıp da kapısını açamadığı bir yere ilk defa sivil bir yargıcın girmesi ve araştırma yapmaya başlaması; bu dünyanın her yerinde büyük haberdir.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Şimdi, sizin açınızdan bu tabii ki büyük haber olabilir ama ben "kurumlar arasında çatışma var mı, yok mu" açısından bakarken bunu söylüyorum.
Bir gazeteci gözüyle bakınca, gazeteci farklı bakabilir. Ama ben bakınca, nedir; mevcut bir yasamız var, herhangi bir zorlama değil. Bu yasa çerçevesi içerisinde bağımsız olan bir yargı organı ve hâkim, hâkim karşısında devlet sırrı söz konusu değildir, o fotokopi alamaz; bunun kuralları bellidir. Orada bir inceleme yapar ve budur. Buna da herkesin zaten saygısı var, kurumların zaten saygısı var; olup biten şey bu. Şimdi bunu biz eğer "kurumlar arasında çatışma" diye yansıtırsak, bu tabii yanlış olur.
CENGİZ ÇANDAR: Tam bu noktada; Cumhurbaşkanlığı görev tanımında, "Cumhurbaşkanının devletin kurumları arasında eşgüdümü sağlaması" diye bir görevi var. Ve bir anlamda görev tanımı içinde bir durum.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Evet.
CENGİZ ÇANDAR: Şimdi bu, şu anda konuştuğumuz konu; diyelim çatışma yok. Çatışma olmaması, sizin Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olarak kurumlar arasındaki eşgüdümü sağlamanız neticesinde mi oldu, yoksa hiç böyle bir ihtiyaç olmadan hukuk devletinin kuralları kendiliğinden işlediği için normal bir seyir içinde miyiz yani?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Şimdi, aslında demin koyduğum metodu, metodolojiyi şöyle tekrar hatırlarsak; Türkiye sürekli bir şekilde standartlarını bütün alanda -siyasi alanda, ekonomik alanda, asker-sivil ilişkisi alanında, kültür alanında, gıda alanında; her alanda- standartlarını, ulaşmak istediği dünyaya yaklaştırmak için bir çaba içerisinde. Bu, hükümetleri de aşan bir şekilde, daha önceki hükümetler yapmış, şimdiki hükümetler yapıyor, bundan sonraki hükümetler yapacak. Buna belki bir reform süreci diyebiliriz. Şimdi bu süreç neticesinde aslında, tabii ki gelinen durumdur. Hepimizin ayrı bir şekilde katkısı söz konusu olabilir ama Türkiye normal bir ülke, yani normal, normalleşmedir aslında bütün bugün Türkiye'de yaşananlar dedik.
HASAN CEMAL: Yani hukuki ve demokratik normalleşmedir diyorsunuz.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Şimdi bunlar yapılırken, evet, bunlar yapılırken yanlışlar olabilir, hatalar olabilir. Mesela öyle olur ki, gizli bilgiler, yayınlanmaması gereken gizli bilgilerin yayınlanması veyahut da ilgili kurumların haberi olmadan bazı şeylerin gazetelere, basın yayın organlarına sızdırılması gibi şeyler; bunlar tabii ki bütün yanlışlardır, aksaklıklardır, düzeltilmesi gereken ve yine hukuk yoluyla, idarenin talimatlarıyla düzeltilmesi gereken şeylerdir. Ama ben işin genel yapısına, gidişata baktığımda; Türk demokrasisi Türkiye'nin softpower'ı aslında. Giderek güçleniyor, Türkiye'nin çok güçlü bir ordusu vardır; bununla gurur duyuyoruz ve bu hepimizin dikkatle koruması gereken ve övünmesi gereken bir kurumudur. Türkiye'nin ekonomisi güçlenmektedir. İşte dünyada büyük krizler yaşandı, Türkiye de tabii etkilendi ama görüyoruz ki krizden çıkacak ilk ülkelerden biri olarak gösteriliyor. G-20'nin içerisine girmişiz, dünyanın 20 büyük ekonomisi platformu içerisine giren bir ülkeyiz. Diğer taraftan, Türkiye'nin demokratik, kültür, sanat, hukuk ilkeleri, hukuk sistemi; buralardaki tabii standartları da gelişerek, hani bugünkü tabirle yumuşak güçlü .
HASAN CEMAL: Yani siz şunun altını yeniden çizdiniz.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Bütün bu açıdan baktığımızda; ben Türkiye'nin doğru bir istikamette gittiğini ve Türkiye'nin güçlenerek gittiğini, itibarının bütün dünyada arttığını ve ilham kaynağı olduğunu; çevresine, herkese; çok açık bir şekilde görüyorum. Bununla problemlerimizi görmemezlikten gelme, tehditleri göz ardı etme anlayışı içerisinde değilim. Ama ben şimdi size genel bir çerçeve çizmiş oldum.
HASAN CEMAL: Yani diyorsunuz ki Türkiye'de demokrasi ve hukuk süreci işliyor, demokratikleşme ve devletin hukukla kendini ve bütün kurumların kendini hukukla bağlı saydığı bir ortam gelişiyor. Bu da olumlu bir gelişmedir ve normalleşme sürecidir bu, diyorsunuz.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Ben böyle görüyorum, evet.
HASAN CEMAL: Ama çünkü öyle böyle .
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Bu olurken aksaklıklar, onaylamadığım hususlar, bunları söylüyorum. İnsanlar, mahkeme kararları ortaya çıkmadan insanların suçlu gösterilmesi ki anayasamızın 15. maddesinde sıkıyönetimle savaş anında bile insanları böyle yargılamadan, kuralsız, temel haklarını alarak yapamazsınız. Bunlara dikkat edilmesi, usûl yasalarına dikkat edilmesi; bu konulara da sık sık dikkatleri hep çekiyorum. Bunları biliyorsunuz.
HASAN CEMAL: Tabii yani şu konuda, hukuk konusunda son derece hassas olmanız, demokratik haklar konusunda hassas olmanız çok normal. Çünkü Cumhurbaşkanı olma sürecinde Genelkurmay Başkanlığı'ndan yayınlanan bir e-muhtıraya da muhatap oldunuz yani.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Şimdi şöyle, ben geçmişle doğrusu, yani bu benim Cumhurbaşkanı olduktan sonra prensibim bu. Bu prensibim, geçmişle, daha önceyle ilgilenmek değil. Çünkü bunları hep beraber yaşadık. Türk siyasi, ben 1991'den beri siyasi hayatın içerisindeyim. Ama daha önceki siyasi tarihimizi yakinen takip eden, bilen bir kişiyim. Şimdi bunları bugün tartışmanın şu anda bir faydası olmadığı kanaatindeyim.
CENGİZ ÇANDAR: Evet
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Bunların bazılarında önemli roller oynadım, işte siz de söylediniz. Bundan sonra biz işimize bakmamız lâzım, bundan sonra işimizi düzgün yapmamız lâzım.
CENGİZ ÇANDAR: Yani geçmişe takılı kalmamamız lâzım diyorsunuz.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Onu söylüyorum, evet.
HASAN CEMAL: Ancak geçmişin de yaşanmaması lâzım.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Onu söylüyorum.
CENGİZ ÇANDAR: Yani geçmişin tekrarlanmaması.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: İşimizi bugün, işlerimizi bugün düzgün yapmamız lâzım. Bunu hep beraber ve bu konuda da gerçekten ben çok iyimserim ve herkesin üstüne düşeni, bütün kurumlarımızın üstüne düşeni hassasiyetle yaptıkları kanaatindeyim. Aksaklıklar olabilir, yetki tartışmaları olabilir, hayır, kıskançlıklar olabilir. Zaman zaman hatta kurumlar içerisinde kişilere karşılıklı güvensizlikler olabilir. Bunlara şahit oluyoruz, görüyoruz. Bunları çözmek için de tabii ki uğraşmak, başta Cumhurbaşkanı olarak ben olmak üzere şüphesiz ki icraatın şu anda esas başı, hükümetin başı olarak Sayın Başbakan'a, kurumların başkanları; hepsine düşüyor ve bu çerçevede kurumları temsil edenler bir araya geliyorlar, konuşuyoruz, toplanıyoruz, çeşitli sıkıntılar açık açık konuşuluyor. Mesela en çok bu bahsettiğimiz konularla ilgili dersek; bizim devlet günümüz vardır biliyorsunuz. Bu devlet günü, perşembe günleri Cumhurbaşkanı, Başbakanla, Genelkurmay Başkanıyla, istihbarat teşkilatı başkanıyla düzenli görüşür; herhangi bir aksaklık olmazsa. Bu sene -bilmiyorum buna ne kadar dikkat ettiniz- başka bir gelişme de oldu. Sayın Genelkurmay Başkanı ile Sayın Başbakan da düzenli bir şekilde görüşüyorlar. Anayasaya baktığınızda; yetki ve sorumlulukları açısından Sayın Başbakan'a karşı Genelkurmay Başkanı sorumludur. Dolayısıyla onlar da düzenli bir şekilde bir araya geliyorlar, konuşuyorlar. Zor konular konuşuluyor, çözülmesi gerekenler, dikkatler çekiliyor; işte şurada bir rahatsızlık var deniyor. Bütün bunlar tabii ki ele alınıyor. Bunları hep beraber çözmek ve işleri düzgün götürmek de hepimizin görevi.
HASAN CEMAL: Yarın da bir yemeğiniz var galiba, değil mi, var mı?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Evet, ben bunu geçen sene de yapmıştım yani bir geleneksel bir şekilde, yine anayasaya baktığımızda yürütme, yasama var; Türkiye Büyük Millet Meclisi, yürütme var hükümet olarak; Sayın Başbakan, kurumlar sayılıyor; yargı. Tabii bağımsız yargı, yargıda bir tek başlılık olmadığı için bizde yargıda; Anayasa Mahkemesi, Danıştay, askerî mahkemelerin ..
CENGİZ ÇANDAR: Yargıtay
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Yüksek askerî mahkemeler, Sayıştay; bu kurumların başkanlarıyla da geleneksel, geçen sene de bir araya geldiğimiz gibi bu sene de bir araya geleceğiz.
CENGİZ ÇANDAR: Sayın Cumhurbaşkanı, bu televizyonların anayasaları da kesen katı kuralları var; reklam arasına gitmek gibi. Çok kısa bir süre içinde reklama gideceğiz ama bir soru sorayım; cevabınızdan sonra bir ara verelim. Ve çok net bir gazeteci dili sorusu.
Toplumumuzun önemli bir bölümü, Türkiye'de bir askerî vesayet rejimi altında yaşamaktan bunca zaman sıkıntı duydu ve yakın geçmişte içinde bulunduğumuz günlerde sanki bundan çıkılıyor gibi bir durum var fakat bir yandan da tedirginlik var. Türkiye'nin Cumhurbaşkanı olarak, 2010 yılı içinde artık Türkiye'de bir askerî darbe ihtimali olmadığını söyleyebilecek rahatlık içinde misiniz?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Onu şimdi, kimseyi merak ettirmeyelim de şimdi söyleyeyim o yüzden.
CENGİZ ÇANDAR: Askerî vesayet rejimi kalkmıştır, Türkiye kuralları ve kurumlarıyla çalışmaktadır, diyebiliyor musunuz?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Tabii, böyle bir şey asla söz konusu değildir. Bu hem Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı da açıkçası saygısızlık olur. Yani bugün böyle bir şey asla söz konusu olamaz.
HASAN CEMAL: Peki e-muhtıralar dönemi de kapanmış mıdır?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Ama dışarıda, dışarıda yanlış insanlar yanlış düşünceler içinde olabilirler, yanlış çağrılar, yanlış arzular olabilir. Büyük bir toplumuz. Bu toplum içerisinde farklı farklı fikirler, düşünceler var. Ama böyle bir düşünce, böyle bir şey Silahlı Kuvvetlerimize karşı da saygısızlık olur, böyle bir şey asla söz konusu değildir.
HASAN CEMAL: Peki askerî muhtıralar dönemi de kapanmıştır diyebilir misiniz?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Açıkça söyledim ben; bunların hepsi.
HASAN CEMAL: Sadece darbeler değil, muhtıralar dönemi de kapanmıştır.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Hayır, hayır, hayır, tabii şüphesiz, her şey. Böyle bir şey söz konusu olamaz.
CENGİZ ÇANDAR: Sayın Cumhurbaşkanı, bizim ikimizin arasında şöyle bir mesele var. Hasan topu alınca hiç pas vermiyor, bırakmıyor. O yüzden bu sefer ona, soru sorması için dönmeyeyim; cevap verme fırsatınız bile olmaz belki. Çünkü o soru sorarken bir de bütün bir dünya görüşünü, mimarisini koyuyor.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Ne yapalım; Tecrübe Konuşuyor diyorsunuz, tecrübeniz çok olunca!
CENGİZ ÇANDAR: İşte o bir de geçenlerde 40. yılını kutladı. Böyle bir 40 yıllık bir birikimle konuşunca, süremiz sınırlı, o yüzden soruyla ben gireyim; şöyle gireyim.
Geçen yıl, 2009 yılında -yanılmıyorsam Şubat ayında- Tahran'a giderken uçakta ben de vardım uçağınızda ve siz çok önemli bir açıklama yaptınız o tarihte uçakta. Bir sürü konunun içine bir cümle sıkıştı böyle; "Kürt sorununda yakında iyi şeyler olacak." dediniz.
HASAN CEMAL: "Güzel şeyler olacak."
CENGİZ ÇANDAR: "Güzel şeyler olacak." dediniz. Biz Tahran'a geldik, gezi İran-Türkiye ilişkileri üzerine odaklanmıştı. Haberlerimizi geçtik Türkiye'ye, bir baktık; Türkiye sadece o cümleyle ilgili. Ertesi gün de dönerken Tahran'dan İstanbul'a, biraz açar mısınız, dedik. Dediniz ki; "Bunu burada bırakmamız, o güzel şeylerin olması için iyi olur; fazla deşmeyelim."
HASAN CEMAL: Bir de Mayıs'ta Prag'a giderken.
CENGİZ ÇANDAR: Prag'a giderken tekrar ettiniz. Daha sonra Bağdat, Şam gezilerinde de altını çizdiniz ve sonbahara doğru, yaz sonunda açılım başladı. Demokratik açılım başladı ve muazzam bir umut dalgası ülkemizde. Ülkemizi en çok zorlayan sorunun çözülmesi ihtimaline yönelik iyimserliklerle yükseldi. Yıl kapandığı zaman 2009, çok zevkli bir görüntü yoktu. Bir parti kapatıldı, Türkiye'de olmaması gereken şeyler oldu, tutuklama dalgaları oldu. Şimdi 2010 yılında, 2010'un hemen başlarında "iyi şeyler, güzel şeyler olacak" mesajınızı bu yıl için tekrar, geçtiğimiz bu tecrübeye bakarak teyit ediyor musunuz? bir;
HASAN CEMAL: İyimserliğinizi koruyor musunuz?
CENGİZ ÇANDAR: İkincisi; başka "güzel şeyler olacak" dediğiniz şeyler var mı 2010 için?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Ben Türkiye'nin geleceğinin güzel olacağına inanıyorum ve Türkiye giderek daha güzelleşecek, daha güçlenecek ve problemlerini çöze çöze çok daha güçlü bir ülke haline gelecektir. Bundan doğrusu hiç tereddüdüm yok.
CENGİZ ÇANDAR: Bir temenni, temenninin ötesinde söylüyorsunuz bunu yani.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Buna inanıyorum doğrusu.
CENGİZ ÇANDAR: İnanç ..
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Yani buna inanıyorum, çünkü vatandaşlarıma inanıyorum. Vatandaşlarımın çok sağlam bir mayası var; ben buna inanıyorum.
Türkiye artık kendisi, çevresine bu kadar istikrar yayan bir ülke, çevresinde bu kadar bir ilham kaynağı olan bir ülke. Kendi meselelerini, kendi sorunlarını tabii ki kendi gücüyle ve kendi inisiyatifiyle çözebilecek gücü ve aklıselimi olduğuna inanıyorum. Terör işini ise açıkçası bundan ayrı tutuyorum. Terörle ilgili de tarihî bir fırsatın olduğuna inanıyorum. Bununla ilgili terör örgütünün başı yakalandığında bir fırsat vardı. İkincisi de bu senelerde oldu.
HASAN CEMAL: O fırsat kaçırıldı galiba?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: O fırsat maalesef kaçırıldı, ona girmek istemem. Bir de, şimdi bir fırsat olduğuna inanıyorum, buna da bölge politikası, bölge şartları, uluslararası konjonktür buna çok müsait olduğu içindir. Artık teröre bu bölgede yer olmadığına inanıyorum. Artık terörü destekleyecek -dolaylı, dolaysız- teröre bir himaye verecek bir güç olmadığına inanıyorum ve bunu görüyorum doğrusu. Dolayısıyla bundan herkes sinyalini alacaktır, herkes de bunu görecektir ve bu konuda daha işbirliği içerisinde güçlü bir irade ortaya konduğunda terörün artık yol olmadığını herkes görecektir.
HASAN CEMAL: Peki Sayın Cumhurbaşkanı, Kürt sorunu dediğimiz vakit sadece bir şiddet sorununa herhalde indirgemiyorsunuz değil mi?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Ben ikisini ayırdım dikkat ederseniz. Terörü geçerli kılacak, hani justify edecek terörü, terörü gerekçelendirecek Türkiye'de bir konu olmadığına inanıyorum. Ne olursa olsun terör söz konusu olamaz. Bu kadar binlerce insanın kanının akması, buna hiçbir şekilde şey edemeyiz. Veyahut da şuna da inanıyorum ki; eğer terör olmamış olsaydı, geçen 20 sene içerisinde, yani ta 80'li yıllardan bu yana, onun öncesinden bu yana şöyle ayrı bir simülasyon yapsak, ayrı bir çalışma yapılsaydı, bugün Türkiye'nin birçok sorunlarının çok daha kolay bir şekilde çözülmüş olacağını ve demokrasinin çok daha olgunlaşmış olacağına inanıyorum.
HASAN CEMAL: Peki devletin bu konularda yanlışları yok mu?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Olmaz olur mu; hepimizin muhakkak ki geçmişte noksanları, eksiklerimiz, yanlışlarımız şüphesiz ki hep olmuştur. Yani bunları niye saklayacağız ki. Ama şimdi bütün bunlardan tabii ki ders alarak yanlış yapmamak çok önemli! Yani herkesin, hepimizin olabilir yanlışı. Bunlar şüphesiz ki vardır. Ama nihayette şu bir gerçek; biz hepimiz bu ülkenin eşit vatandaşlarıyız. Bu ülkenin kurucu unsuruyuz, hepimiz. Ve ben şuna yine samimi olarak inanıyorum. Bu ülkede ayrı iki halk; böyle bir şey söz konusu değildir. Bu ülkede bir millet vardır, hepimiz. Kuruluş da budur. Ha farklı tabii ki gerçeklerimiz var, farklı özelliklerimiz var, farklı zenginliklerimiz var; bu ayrı bir konu. Bunları reddetmek aslında yanlış olan şey. Şimdi, hepimizin sorunları derken, Diyarbakır'dakinin sorunu çok ayrı oluyor, Kayserililerinki ayrı oluyor. Benim evimdeki sorun ayrı oluyor, sizin evinizdeki ayrı, Tunceli'deki sorun ayrı oluyor.
HASAN CEMAL: Bize burada, burada ..
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Bütün bunları işte; topyekün o reform süreci, demokratik standartları yükselterek bunları çözmenin, ben doğru yol olduğuna inanıyorum ve burada neticede de şu olacaktır. Hiç kimse öz yurdunda kendisini garip hissetmeyecek ve bunu her vatandaşa hissettireceğiz ki; arkadaş bu ülke senin ülken, sen de birinci sınıf vatandaşsın. Sosyolojik, kültürel, ekonomik ne yapılacaksa; bunları cesur bir şekilde ele almaktan çekinmemek gerekir.
CENGİZ ÇANDAR: Peki tam da sorum bu zaten. Yani geçen yıl itibariyle, 2009 itibariyle sizin çok önemli üç çıkışınız oldu. Biri az önce söylediğim; önce Tahran'a giderken, bu konuda, Kürt sorunu konusunda "Güzel şeyler olacak yakında." dediniz, birkaç kere de teyit ettiniz. Sonra Bitlis'in Güroymak ilçesinden geçtiğiniz sırada, işte "Merhaba Norşinliler" dediniz.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Bak onu da söyleyeyim.
CENGİZ ÇANDAR: Sonra Tunceli'ye gittiniz, ilk, çok uzun zamandır ilk giden Cumhurbaşkanısınız. Dersimspor yazılarıyla karşılandınız ve
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Evet
CENGİZ ÇANDAR: Az önce işaret ettiğiniz konularda, kendi öz vatanında insanların kendisini rahat hissedebileceği bir döneme girme duygusunu, Cumhurbaşkanı olarak bütün vatandaşlara verdiniz.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Evet, evet, evet.
CENGİZ ÇANDAR: Fakat şu an itibariyle, bugün işte 4 Ocak 2010'dayız. O kadar iyimser duyguları vatandaşlarımız, Fırat'ın doğusunda batısında paylaşamaz durumda. Önümüzdeki dönemde ne olabilir, onu soracağım.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Şimdi bunlar tabii ki muhakkakki zor konular, zor şeyler. Ama bütün bu zor konulardan geçerken tecrübeyi, tarihi, kendimizi tanıyarak, soğukkanlılıkla, büyük bir sorumluluk duygusu içerisinde tartışarak, konuşarak geçebileceğimize inanıyorum. Ben Türkiye'nin yine bu olgunlukta olduğuna inanıyorum. Devlet adamlarının; devlet adamı derken sadece şu anda işte Cumhurbaşkanı, Başbakan olarak veyahut da kurumların başındaki insanları değil, Türkiye'nin önemli figürlerini, siyasetçilerini, sözcülerini, çok önemli sivil toplum kuruluşlarının başındaki insanları, toplum liderlerinin; ben bunların yeterli olgunlukta olduğuna inanıyorum.
Nihayette burası bizim kendi ülkemiz. Herkes de bizim kendi vatandaşımız. Bu vatandaşlık, 10 sene önce insanlar bir yerden gelip de buluşmuş; böyle bir şey değil ki; 1000 yılın kazanıdır burası. Yani 100 yıllık bir Cumhuriyet dönemi neredeyse, Osmanlı dönemi, Selçuklu dönemi; bütün baktığınızda değerler ortak, her şey ortak ama Türkiye, Belçika gibi veyahut da Lüksemburg gibi küçük bir ülke değil ki. Veyahut da bir şehir ülkesi değil ki. Kayseri'ye gelirseniz veya Konya'ya gidip veya Trabzon, Diyarbakır değil ki. Büyük bir coğrafya; 70 milyon nüfusu olan, hinterland'ında uzantıları, akrabaları olan bir ülke. Bu ülkede tabii ki çeşitlilikler var, farklılıklar var. İşte burada, bu özellikleri herkesin, bu kültürel özelliği dilidir, başka şeysidir, geleneğidir. Bütün bunlara saygı göstererek, bunları bir tehdit unsuru olarak almadan, bunların demokratik standartlar yükseltilerek halledilmesi bizim görevimizdir, başkasının görevi değildir.
CENGİZ ÇANDAR: Tam bu noktada, bu demokratik standartlar yükseltilerek dediniz. Şimdi siz, adınız Abdullah Gül, Türkiye Cumhurbaşkanı sıfatı taşıyorsunuz. Ama siz Cumhurbaşkanlığı mevkiine bürokrasiden gelen, yani eski bir Genelkurmay Başkanı veya Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak, oradan gelmediniz, siyasi bir geçmişiniz var ve bazı siyasi partilerde bulundunuz. Mensubu bulunduğunuz iki siyasi parti, bir dönemde; Refah Partisi, daha sonra Fazilet Partisi, kapatıldı Anayasa Mahkemesi tarafından. Sonra Adalet ve Kalkınma Partisi mensubuydunuz. Gerçi Cumhurbaşkanlığı döneminde partiyle ilişkiniz kalmamıştı ama eski partiniz, yine kurucularından biri olduğunuz partiniz iki yıl önce yine bir kapatma davasına muhatap oldu. Şimdi, demokratik standartları yükselen ve yükselmesi gereken bir ülkenin Cumhurbaşkanı olarak bu yıl yine bir parti kapatıldı Türkiye'de. DTP kapatıldı ve siz o zaman "Hukuka saygılı olmak gerekir." diye bir demeç verdiniz ve birçok insan da biraz o demeci garipsedi. Sizin kendi siyasi geçmişinizde parti kapatmalara çok sıcak bakmayacak bir Cumhurbaşkanı olacağınız inancından, kanaatinden ve varsayımından hareketle. Şimdi 2010 yılında Türkiye'nin demokratik standartlarının yükseltilmesi dediğiniz zaman, bu parti kapatma tecrübesini yeni geçirmiş birisi ve geçmişte bunun sıkıntısını yaşamış bir siyaset adamı ve bugün Cumhurbaşkanı olarak, demokratik ufkuna ilişkin olarak 2010 yılı için Türkiye'nin, neler söylemeyi düşünüyorsunuz?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Şimdi bakın, söylerim tabii. Önce şunu ifade edeyim. Ben ilke olarak parti kapatmaların doğru olmadığını söyledim o gün de, ilke olarak. Çünkü partiler tüzel kişi, parti kendisi yanlış yapmıyor. Partiyi yönlendiren, yani bir otobüs, otobüsün kendisi yapmıyor ki, otobüsü süren yapıyor yanlışı. Dolayısıyla doğru olan şey, suç işleyenler, yanlış yapanların cezalandırılmasının daha doğru olduğu kanaatindeyim. Bununla ilgili tabii ki anayasa değişikliği gerekir. Bu da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bileceği bir iştir.
CENGİZ ÇANDAR: Ama bu yönde telkin yapabilirsiniz Cumhurbaşkanı olarak.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Ben bu yönde telkinimi yapıyorum zaten, söylüyorum.
CENGİZ ÇANDAR: Evet.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Ama şu da bir gerçek tabii ki; siyasi partiler, kuralsız değildir. Yani demokrasilerde hukukun geçerli olduğu ülkelerde kurallar vardır. Bu kurallar, siyasi partileri de bağlayan kurallardır. Şiddetle ilişki kurmak, şiddeti teşvik etmek; bunlar tabii ki yanlıştır. Ben doğrusu şuna üzüldüm o zaman. Parti kapatmaya karşı, ilke olarak karşı olduğumu söyledim. Ama ekranda kendim izleyince "PKK bizim varoluş gerekçemizdir." derse bir genel başkan, eş genel başkan; şimdi ben o zaman "Buna karşı mahkeme ne yapsın!" dedim. Şimdi ben bir hâkim değildim.
CENGİZ ÇANDAR: Yalnız, o genel başkan yasaklanmadı, bunu demeyen yasaklandı. Yani sıkıntı orada zaten.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Ve tabii ki yani hukukun, mahkemenin işine karışacak halim yok. Ama doğru olan şey şudur; partiler değil, suç işleyenlerin, yanlış yapanların cezalandırılması. Bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde büyük bir mutabakatın da olduğunu görüyorum. Yani siyasi partilerin hepsinin bu yönde zaten çağrıları olduğu kanaatindeyim. Yani bunu görüyoruz.
HASAN CEMAL: Yani öyle şey var ki, mesela bu DTP'nin kapatılmasıyla birlikte siyasi yasaklı duruma düşen Orhan Miroğlu var. Orhan Miroğlu, 5 yıl Kürtçe konuşma yasağına çarptırılmış durumda. Neden; 2008 yılında yaptığı, siyasi propaganda, Kürtçe yaptığı siyasi propaganda konuşmasından dolayı. Ve 1 yılı geçti, 4 yıl daha Kürtçe konuşma yasağına tâbi. Kürtçe konuştuğu anda hapse girecek. Şimdi hala siyasi partiler yasasında da bu tarz değişiklikler bekleniyor. Yani "demokratik standartların yükseltilmesi" deyince, hâlâ bu var.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Şimdi bütün bunlara tabii ki biz kendimiz çalışmamız gerekiyor ve bütün bunların yolunu bizim bulmamız gerekiyor. Çünkü bu problemler, yani Türkiye'yi maalesef sarsar. Yani hepimizi rahatsız ediyor bu problemler. Hele hele terör örgütleri bu tip şeyleri çok istismar ederler. İşte çocukları sokağa dökmeler, bazı illerimizde olan çok üzücü olaylar. Bir taraftan bakıyorsunuz bir çocuk, öbür taraftan bakıyorsunuz, çocuk ama başka bir çocuğu öldürebiliyor, yakabiliyor. Bütün bunlar çok ciddi bir şekilde hepimizin üstüne gitmesi, ele alınması gereken konular, zaten ele alınıyor, bütün Türkiye'nin şu anda gücü bununla ilgili ama terörle mücadele açıkçası hiç kimseye, teröre hiçbir şekilde mazeret göstermemesi gerekir ama diğer taraftan da vicdanlara ters gelen konular varsa, bunların ayıklanması, bunların düzeltilmesi; bu da tabii ki hepimizin görevidir.
Burada şunu da söylemek isterim bütün vatandaşlarıma: Türkiye'de düzeltilecek dediğimiz hususlar sadece konuştuğumuz konuyla ilgili de değil; başka konular söz konusu olabilir. Onun için başka rahatsızlıkları olan insanlar, teröre mi başvuracaklar, terörü meşru mu görecekler?
HASAN CEMAL: Peki tam bu noktada şunu sorabilir miyim; yani siz diyorsunuz ki haklı olarak; Türkiye'nin demokratik standartlarının, hukuki standartlarının yükseltilmesi lâzım. Bu konuda da yanlışlar var, eksikler var diyorsunuz özetle. Bu çerçevede Türkiye, Avrupa Birliği yolunda daha hızlı yürüyen bir Türkiye, bu standartları da daha iyi yükseltmez mi?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Şüphesiz ki tabii. Ama unutmayın, biz müzakere yapan bir ülkeyiz. 2005 yılında müzakereye başlamış,
HASAN CEMAL: Yalnız, yavaşladığı izlenimi var bizde.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Müzakere yapan bir ülkeyiz. Bu konuda 2010 yılında daha ümitli olacağımızı, yani olabiliriz.
HASAN CEMAL: Yani AB yolu, yolculuğumuz hızlanacak mı 2010'da diyorsunuz?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Evet, yani şu şekilde, bakın ben buna şöyle inanıyorum; bu yol bizim için iyi değilse, bu yola hiç girmememiz gerekirdi. Bütün partilerin, bütün hükümetlerin, herkesin neredeyse, toplumun büyük bir kısmının hep kabul ettiği ve devlet politikası haline gelmiş bir şey. Şimdi bu devlet politikası ise, burada bir tereddüt söz konusu olmaz. Burada yapılması gereken şey de; Türkiye'nin bütün alanlarda ilerlemesi. Sadece siyasi konular değil ki Avrupa Birliği'yle ilgili konular. Ulaştırma da, çevre konuları da, sağlık konuları da, enerji konuları da, eğitim konusu da, eğitimin iyileştirilmesi de, ziraat konusu da; bütün bunlar aslında. Bütün bu yönde gelişme iyi bir şey değil mi Türkiye için? İyi bir şey. Türkiye tam üye olabilir, olamaz, bu ayrı bir konu. Türkiye için sıkıntılı konular da olabilir bu adaptasyon süreci içerisinde. Sıkıntılı konuları sona koyarsınız ama yapmanız gerekenleri süratli bir şekilde yaparsınız.
Sonunda ne olur, onu bilemem. Ama bu kararlılıktan vazgeçmemek gerekir ve bunu böyle bir anlayış içinde götürürsek, o zaman şüpheler de azalır. Yani sadece, diyelim ki sivil-asker konularına bakarsanız veya sadece demin konuştuğumuz demokratikleşme diye sadece bir meseleye bakarsanız, o zaman bu da bu süreci zayıflatır.
HASAN CEMAL: Ama bir bakıyorsunuz mesela, bazı konular var.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Yani tereddüt doğurur. Ama bir genel, tamamen bir genel bir, büyük bir reform süreci içerisinde bütün bunlar hepsi yapılırsa, o zaman tabii ki insanlar çok daha rahat olur. O açıdan bu süreci hızlandırmak lâzım.
HASAN CEMAL: Evet. Avrupa Birliği sürecini hızlandırmak lâzım diyorsunuz. Bu konuda mesela tek tek bazı sorunlar ya da konular var mesela. Bir tanesi Kıbrıs, bir tanesi Heybeliada Ruhban Okulu, bir tanesi Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleştirilmesi. Bütün bu konular geliyor, bir yerde bizim Avrupa Birliği yolculuğumuzu yavaşlatabiliyor.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Ben Avrupa Birliği'yle bağlantılı görmüyorum bu işleri.
HASAN CEMAL: Ama var.
CENGİZ ÇANDAR: Hiçbirini mi görmüyorsunuz?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Hayır şöyle; Avrupa Birliği diye bir şey olmasa, bunlar bizim kendi meselelerimiz yine.
HASAN CEMAL: Evet.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Yani bunları biz Avrupa Birliği bağlantısında bakarsak, iş zor açıkçası.
HASAN CEMAL: Evet.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Bakın, Kıbrıs meselesi; Türkiye bütün iyi niyetini gösterdi 2004 yılında. Avrupa Birliği'nin aynı zamanda planıydı Annan Planı dediğimiz plan. Öyle değil mi?
HASAN CEMAL: Evet, aynen.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: İşte referandum yapıldı. Kıbrıs Türkleri de bütün iyi niyetini gösterdi. Ama neticede ne oldu; evet diyenler dışarıda kaldı.
HASAN CEMAL: Fakat mesele şu; hayatın gerçeği olarak Kıbrıs yine Türkiye'nin önünde duruyor.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Duruyor, evet. Ama burada Avrupa Birliği bu işi biraz istismar ediyor açıkçası. Yani aslında birçok üye ülke için bu konu hiç önemli değilken, bu konuyu önümüze çıkartıyorlar. Bu konu diyelim ki, bir şekilde hallolmuş olsa, o zaman gerçek başka, kaygısı neyse o kaygıyı gösterecek.
Onun için bizim fırsat vermememiz, önce kendi yapmamız gerekenleri yapacağız. Diğer o fasıllar, bunları, bunlarla ilgili kanunlar Meclis'te bekliyor; bunları bitireceğiz. Kıbrıs konusu söz konusu olduğunda da işte müzakere tekrar başladı. Bunu açıkça destekliyoruz.
CENGİZ ÇANDAR: İsterseniz, onun ayrıntısına ve benzeri yapmamız gereken şeyler nelerdir? Siz Cumhurbaşkanı olarak nasıl görüyorsunuz? Ayrıntısına bir ara verip girelim. Tekrar bir aradan sonra Tecrübe Konuşuyor'da Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül'le birlikte olacağız.
***
CENGİZ ÇANDAR: Evet, Tecrübe Konuşuyor'a devam ediyoruz. Sayın Abdullah Gül'le, Cumhurbaşkanımızla onun ikametgâhındayız. Kaldığımız noktada dış konulara doğru geliyorduk ve ayrıntısına gireceğiz demiştik ama az önce Hasan Cemal'in sıraladığı hususlar vardı Avrupa Birliği için. Heybeliada Ruhban Okulu dedi, Kıbrıs dedi, Ermenistan'la ilişkiler dedi. Siz de dediniz ki; bunu zaten hiç Avrupa Birliği olmasa, öyle bir meselemiz olmasa bile zaten yapmamız gereken konular. Onun için o şekilde mütalaa etmeyelim dediniz.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Yani ilgilenmemiz gereken, bizim konularımız, şeklinde.
CENGİZ ÇANDAR: Evet. Ve aşmamız gereken
HASAN CEMAL: Bir noktayı daha vurguladı. Avrupa Birliği yolculuğunun hızlandırılması gerektiğini de belirtti.
CENGİZ ÇANDAR: Evet.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Onu tabii söyledim. Hatta onunla ilgili ben siyasi partilerin bütün temsilcilerini, Avrupa Birliği'yle ilgili komisyon var, onu davet ettim Çankaya'ya. Hepsiyle konuştum. Hepsi çok büyük destek verdiler. Ümit ederim ki, bu sene, 2010 yılında Meclis'in Avrupa Birliği'yle ilgili konularını ayrı bir yöntemle götürürler. Yani bu çok iyi olur. Haftanın mesela, ayın belli haftası olabilir veya Avrupa Birliği'yle ilgili kanunlar ayrı bir usûlle ele alınabilir. Yani ayrı renklerle basılabilir.
CENGİZ ÇANDAR: Bunu özel iş edinsinler diyorsunuz.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Bunun özel bir şekilde ele alınması gerekir ve tekrar söylüyorum. Bu yasalar sadece siyasi konular değil. Eğitimle ilgili konu vardır, ekonomiyle ilgili konu vardır, enerjiyle ilgili vardır, gıda güvenliğiyle ilgili konu vardır. Yani esas insanların hayatını direk ilgilendiren bütün bu konular.
CENGİZ ÇANDAR: Şimdi bu çerçevede, az önce kaldığımız yere dönersek şöyle bir mesele var. Bu, siz uzun yıllar dışişleri bakanlığı yaptığınız için de önünüze sık sık geldi ve geçenlerde Patrik Bartholomeos'un bir tanımlamasıyla, birdenbire bizim medyamızda hararetli bir konu oldu. İşte bizim Türkçe'de "Cehennem azabı duyuyoruz." anlamında "Kendimizi çarmıha gerilmiş hissediyoruz." dedi ve kastettiği Heybeliada Ruhban Okulu meselesiydi. Ve bu din ve vicdan hürriyetinin yerine gelmesi gereken bir husus. Bir sürü teknik, hukuki gerekçeden dolayı açılamıyor.
Şimdi siz herkesten daha fazla bunun can alıcılığını, Avrupa Birliği ilerleme raporlarına, Komisyon raporlarına sürekli geçtiği için ve siz dışişleri bakanı olarak da bu konuyla yüz yüze kaldığınız için herkesten daha yakıcı yönüyle bilebilecek durumdasınız. Ve siz öyle bir Cumhurbaşkanlığı performansı sergilediniz ki, özellikle geçtiğimiz sene. İşte az önce sözü edildi; Bitlis'in Güroymak ilçesinde bir Norşin dediniz, kıyamet koptu.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Ha onu ben söyleyeyim.
CENGİZ ÇANDAR: Tunceli'ye gittiniz, cemevine gitmiştiniz galiba. Evet.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Demin onu söyleyecektim. Ben aslında Bitlis'in kurtuluşu ve Ahlat'ı görmek için gittim. Ahlat biliyorsunuz Bitlis'in kazası, Van Gölü kenarında.
CENGİZ ÇANDAR: Çok güzel bir yerdir o, özel bir yerdir.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Çok özel bir yerdir Türk tarihinde, Büyük Selçuklu tarihinde. Alpaslan'ın ilk gelişinde ilk ordularını getirdiği ve oradaki mezarlık, dünyanın en büyük Müslüman Türk mezarlığıdır. Bugün gidince insan hayretler içinde kalıyor. Oradaki bir taş başka bir yerde olsa, fanus içinde saklanırdı.
CENGİZ ÇANDAR: Evet.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Halbuki orada inanılmaz eserler var.
CENGİZ ÇANDAR: Muhteşem bir açıkhava müzesi orası.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Evet, orayı ben Cumhurbaşkanlığı'nın uhtesine almak, koruma altına almak için giderken, Güroymak, oradan geçtim ve bütün ahali, herkes, çoluk çocuk sokaklardaydı. Herkesin elinde bir Türk bayrağı, herkesin elinde. Ve herkes, arabadan indim, insanlar hücum ettiler; kadın, kız, çoluk çocuk. Hatta öyle ki, dikkatimi çekti, bayrak o kalabalıkta ellerinden düşüyordu. Başları ezilmesi pahasına eğilip bayrağını alıyordu herkes. Hani duvardaki bayrağa diyebilirsiniz ki, "İşte devlet görevlileri astı." Ama herkeste bu hassasiyet, şimdi orada herkes bana geçerken "Norşin seninle gurur duyuyor, Norşin!". Valiye sordum, kaymakama sordum; yüzde 90'ı böyle söylüyor, yüzde 95'i böyle konuşuyorlar.
HASAN CEMAL: Öbürü resmî isim. Resmî isim tutmuyor öyle.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Şimdi bunda ne var. Bunlar tabii ki, yani bu tip şeyler, olağanüstü dönemlerde değiştirilmiş isimler. Şimdi yani ben vicdanlara ters gelen derken bunu kastediyorum.
CENGİZ ÇANDAR: Tunceli de öyle.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Yoksa biz tutalım da yerleşmiş, bizim olmuş, kendi isimlerimizi değiştirme gibi bir şey zaten düşünülemez. Halk buna karşı çıkar.
CENGİZ ÇANDAR: Dersim'de de gittiniz cemevine mesela. Cemevine hiçbir cumhurbaşkanı gitmemişti.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Tabii ki orada da. Niye gitmeyeyim. Çünkü o bölgemizin de özelliği odur. Yani alevi kültürü, sosyolojik gerçek budur. Dolayısıyla kucaklamak, sahiplenmek, herkese bu ülkenin gerçek vatandaşısın hissini vermemiz, bunu duyurmak, herkesin bunun tadını alması gerekir.
HASAN CEMAL: Bir de geçmişin, ha siz o jestinizle aynı zamanda bir de geçmişte 1930'larda yaşanan acıları da paylaşmış oluyorsunuz bir yerde.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Şimdi, tekrarlıyorum. Hani, geçmiş, bizim kendi geçmişimizdir. Ama bugün eğer geçmişi biz çok konuşmaya başlarsak, o zaman istikameti kaybederiz. Onun için geleceğe bakmamız gerekiyor ve gelecek için de giderken bazı şeyleri söyleyerek, bazılarını söylemeden, düzelterek gitmemiz gerekiyor. Yani önemli olan şey bu.
CENGİZ ÇANDAR: Tam da işte bu konuşmanın çerçevesinde tekrar şimdi başına dönersek; yani benim sormak istediğim konuya. Heybeliada Ruhban Okulu için de Patrik diyor ki; Atatürk zamanında vardı, İsmet İnönü zamanında vardı, Menderes zamanında vardı, hep vardı. 1971 yılına kadar vardı. Dolayısıyla yani, Lozan'da vardı, Lozan sonrasında vardı, tek parti döneminde vardı, çok partili geçişte vardı. 27 Mayıs oldu gene vardı. Vardı, vardı, vardı.
Şimdi bunu işte şuydu da buydu da filan, bunu aşmak gerekiyor bir kere ve siz cemevine gitmiş bir cumhurbaşkanı olarak, az önce de söylediniz ülkemizin bir gerçeği diye, Heybeliada Ruhban Okulu da Türkiye'nin algılamasının, demokratikliğinin ve tarihî mirasının bir parçası olarak. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olarak bu konuda adım atılırsa, siz bazı illerimizdeki algılamanızın ötesinde, Türkiye sınırlarının dışına, hem Türkiye'nin adını, hem adınızı çıkarabilirsiniz. Bu mümkün değil mi yani?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olanların yüzde yüzü Müslüman değil. Kuruluşumuz, bizim esas kurucumuz olarak Lozan'a baktığımızda bütün Müslüman ahali, herkes bir yanda bir de azınlık statümüz var. Azınlıklarımız da Gayri Müslim vatandaşlarımız. Ama onların da en modern bir ülkede olması gereken hak ve hukukları, temel hakları hep garanti altına alınmıştır. Şimdi bugün bizim Gayri Müslim vatandaşlarımız bizim kendi vatandaşlarımız. Sayıları az da olsa, askerlik de yapar, görev de yapar, vergi de verir her şeyi yaparlar. Bizim kendi vatandaşlarımızdır.
Ben o vatandaşlarımızın da ülkelerinde -ki onların dedelerinin de dedelerinin dedeleri de bu ülkede doğmuş öyle değil mi?- Şimdi o vatandaşlarımızın da herhangi bir şekilde sıkıntı çekmesini, herhangi bir şekilde öz yurdunda kendisini böyle garip hissetmesini istemem tabi ki. Dolayısıyla onların sorunlarıyla da tabi ki uğraşacağız. Heybeliada Ruhban Okulu, 1974'te kapatılmış. O zamana kadar açık olan şey.
CENGİZ ÇANDAR: 1971 galiba, özel okullarla ilgili.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: 1971 ama Anayasa Mahkemesi biliyorsunuz o zaman özel okullar, özel üniversiteler vardı o çerçeve içerisinde mahkeme kararıyla kapatılmış bir şey.
CENGİZ ÇANDAR: Yanlış teşmil edilmiş galiba çünkü Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlıymış zaten özel okul değil.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Şimdi bakın, buradaki zorluğu şimdi benim Dışişleri Bakanlığı dönemime atıfta bulundunuz. Bu konuyu ister istemez kendi içimizde ve bu konuyla ister istemez bir ilintisi olan komşumuzla bu konuları konuşuruz. Çünkü o zaman sınırlar çizilirken Türkiye sınırlarının dışında kalan Müslüman Türk vatandaşları var, komşu ülkelerde. Ben şunu peşinen söyleyeyim; temel hak ve hürriyetlerde mütekabiliyet meselesine bakmanın çok doğru olmadığına inanırım. Ben Ali Cenaplığı daima gösteririm, bu bizim büyüklüğümüzdür ama bazen diplomaside, bazen bu bir realite ister isteyin, ister istemeyin. Bazen zorluklar ortaya çıkıyor. Eğer hemen çok yakınınızda sizin başka bir ülkede kalan azınlığınız ki onların da temel hak ve hürriyetleri kayıt altına alınmış olmasına rağmen ve üstelik Avrupa Birliği'ne tam üye olmalarına rağmen eğer orda çok büyük sorunlar söz konusu oluyorsa o zaman siz bu yapmayı çok arzu ettiğiniz şeyleri yapamıyorsunuz.
HASAN CEMAL: Yunanistan'ı anlatıyorsunuz.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Evet, açıkçası tabii ki.
CENGİZ ÇANDAR: Ama yani Batı Trakya Türk azınlığından bahsediyorsunuz ama.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Evet, Batı Trakya Türk azınlığından bahsediyorum.
CENGİZ ÇANDAR: Onların sorunları 1971 yılında Heybeliada Ruhban Okulu'nun kapatılması üzerine misilleme olarak başlamadı, o sorunları vardı onların zaten, bizde böyle bir sorun yoktu ama 1971 yılında kadar.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Ama burada şu çıkıyor ortaya; Türkiye'nin yani bir noktada varsa demokratik standartlarda noksanlığı yani biz daha Avrupa Birliği'ne tam üye olmayan bir ülkeyiz bize biraz vakit verin denebilir ama başka bir ülke, Avrupa Birliği'ne tam üye olmuş ve bütün kriterleri yerine getiriyor ve tam uyguluyor olarak kabul edilen bir ülkedeyse bu sıkıntı oluyor.
CENGİZ ÇANDAR: Ama onların ayıbı olarak kalsa, biz kendi ayıplarımızı kaldırsak.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Bakın ben tekrar söyledim size zorluğun nereden kaynaklandığını söyledim. Ben temel hak ve hürriyet söz konusu olduğunda, mütekabiliyetin çok doğru olduğuna inanmayan bir kişiyim. Ama nihayetinde demokratik ülkelerde, açık toplumlarda, bu işe karar alıcı olanlar bu tip zorluklarla karşılaşır. Buradan şuraya gelmek isterim, Türkiye ile Yunanistan'ın ilişkilerinin giderek şu geçen yıllar içerisinde iyileşmesi, daha güçlenmesi, karşılıklı hatta birbirine bağımlı hale gelmeleri ekonomik olarak, bütün bunlar, çok iyiye işarettir.
Şimdi önümüzdeki dönemde de çok ümitliyim, doğrusu özellikle Yunanistan'daki yeni hükümet ve Türkiye'de tabii ki hepimiz daha belki, birçok başka sorunlar var. Bunları diyalogla, konuşarak, hep iyi niyetle, çözebilmek için iyi bir fırsat olduğu kanaatindeyim. Yani problemleri çözmek için çok cesur davranmak gerekiyor. Bu konuda da iyimserim, 2010 yılı içerisinde.
HASAN CEMAL: Burada bir de 2008 yılı Eylül ayında siz bir futbol diplomasisi başlatmıştınız Erivan'a, bizim de izlediğimiz gezinizi yapmıştınız, Türkiye-Ermenistan milli maçı. Sonra o devam etti, Ermenistan Cumhurbaşkanı Bursa'ya geldi. Bu arada geçen Ekim ayında protokoller imzalandı, iki ülkenin Dış İşleri Bakanları tarafından ve Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesinde, büyük umutlar doğdu. Fakat şimdi bakıyorum, o umutlar, küllenmeye, sönmeye başladı. Siz ne düşünüyorsunuz, bu konuda?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Burada biraz, sessiz diplomasi diye bir şey var, biliyorsunuz diplomaside, biraz sessiz bir diplomasi söz konusu ve o sessiz diplomasinin çok aktif olduğunu burada söyleyebilirim.
CENGİZ ÇANDAR: Sessiz diplomasi bazen unutturmaya da gider,
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Evet
CENGİZ ÇANDAR: bazen nimetlerinden yararlanmayı sağlar. Yani bu ikincisi mi geçerli şu anda?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Doğru. Yani sessiz diplomasi derken dondurmak değil zaten, donmuş problemleri biz şimdi ortaya çıkarıyoruz. Niçin, çünkü donmuş problemler birdenbire sıcak problem haline dönüşüyor. Onun için önceden ele alarak dönmek.
HASAN CEMAL: Yani normalleşme
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Normalleşme. Dediğiniz gibi. Ama burada yine işte metodoloji, bazen yine işte çok aleni konuşarak, ederek, duyurarak, bazı işler zor oluyor. Yapılacak işler yapılamaz oluyor, Karşı taraf için, sizler için, bütün. O açıdan şu anda biraz daha sessiz diplomasiye önem veriyoruz.
HASAN CEMAL: Yani mutfakta bir şeyler pişiyor, diyorsunuz.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Şüphesiz ki büyük, yani onu söyleyeyim Cengiz Bey'in o sorusuna, yani unutturma mı yoksa diye. Hayır. Bu işte ben, önemli zaman kısıtlamaları olduğunun farkındayım. Onun için bu işe çok gayret sarf etmek gerekir, çok da gayret sarf ediyor, sadece Türkiye değil. Gayret sarf eden çok da taraf var, başta Rusya olmak üzere.
HASAN CEMAL: Rusya da var?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Evet. Ki kilit ülkedir, açıkçası.
CENGİZ ÇANDAR: Bu Minsk grubunun eş başkanı olarak, bir de bölgedeki nüfuzuyla tabii de yani öyle bir cevap verdiniz ki şunu gönül rahatlığıyla sormamı hem beni provoke ettiniz, hem ilham verdiniz, öyle diyeyim. Bu bağlamda, yani Türkiye-Ermenistan normalleşmesi bakımından sessiz diplomasiler erdemlerini akılda tutarak, siz Türkiye Cumhurbaşkanı olarak 2010 yılının ilk çeyreği bakımından iyimser misiniz?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Tabii çok zor meselelerle uğraşılıyor şimdi. Çok çalışılması gerektiğine inanıyorum. Ve çok çalışma yapılıyor. Bu çalışmamız sadece Türkiye merkezli değil. Yani birçok bu işte kilit olan diğer unsurlar da hep harekete geçirme, hep beraber bu konuyu çözme konusunda. Ve yani umutlu olmamız lazım ama kesin bir şey söylemek, zordur.
CENGİZ ÇANDAR: Sayın Cumhurbaşkanı, Dışişleri Bakanlığı'ndan kazandığınız ölçüleri yitirmemişsiniz, bakıyorum.
ABDULLAH GÜL. Nasıl, doğrusu şey edebiliriz? Rahat tabii ki, bazen öyle konuşursunuz ki o konuşma sizi esir alır, hatta olacak iş de olmaz hale gelir.
CENGİZ ÇANDAR: Sonra döner bumerang olarak geri döner.
HASAN CEMAL: Çok çok yutkunarak bazı konularda konuşuyorsunuz.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Bu tip konular böyle. Çünkü bunlar yılların konuları. Çok hassas konular. Bunlar, yani bu bölgenin bütün Kafkas bölgesinin bir istikrar, huzur ortamı içinde olması, büyük bir işbirliği alanına dönmesi, çok önemli bir şey. Hangisine giderseniz gidin, kendinizden bir parça bulursunuz bu ülkelerden. Çok daha çabuk anlaşılabilir. Geçmişten çok sıkıntılar belki olmuştur ama çok temel bazı davranış şekilleri de var. Kafkasları, doğu ile batıyı ayıran bir duvar olmaktan çıkartmak için, çok çalışmak gerekiyor. Donmuş meseleleri kendi haline terk ederseniz de nelerin olduğunu görüyorsunuz.
HASAN CEMAL: Burada çok güzel bir deyim kullandınız, doğu ve batı arasında bir duvar olmaktan çıkarmak Kafkaslar'ı. Şimdi bu yakın geçmişte hep Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu deyince, bir şeytan üçgeninin içinde Türkiye yer alıyor denir ve bu coğrafyadan yakınılırdı. Ama Türkiye sanıyorum, özellikle son yıllardaki çabalarıyla bu şeytan üçgenini bir yerde barış üçgeni haline çevirmeye başladı. Yani etrafında böyle bir barış ve istikrar kuşağı oluşturmak için yoğun bir çaba sarf ediyor. Yani bu çerçevede, ne düşünüyorsunuz, yani hakikaten başarılı adımlar atılıyor mu, bu konuda?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Tabii bunun ne kadar başarılı olup olmadığını, dışarıyı takip ederseniz, daha iyi insan değerlendirir. Ama bizim vizyonumuz şu, devlet olarak vizyonumuz şu: Bütün bu bölgeyi istikrarlı bir bölge haline getirmek. İstikrar ve güvenliğin olmadığı yerde, zenginlik olmaz, Refah da olmaz, ekonomik işbirliği olmayacağı için. Halbuki bütün bu bölgenin nimetleri çok büyük. Bütün bunları bu bölgede yaşayan insanların mutluluğuna ayırabilmek için problemleri çözmek gerekiyor. Bazı ülkeler var ki davranışları, hala soğuk savaş döneminin davranışlarına benzer. Türkiye öyle değil.
Türkiye, bölgesinde çevreye bir istikrar unsuru. İstikrar dağıtan bir jeneratör gibi Türkiye hala. Bunu herkes görüyor, bunu deneyerek görüyor, önce bir tereddüt ettiler. İşte Türkiye propaganda mı yapıyor, Türkiye işte bizim gönlümüzü mü almak istiyor diye çevremizde. Ama sonra baktılar ki Türkiye, epey bir yıllar geçti, gördüler ki hayır. Türkiye herhangi bir komşu ülkesinin bir yumuşak karnı varsa, orada benim elim olsun da günü geldiğinde lehime kullanayım diye davranmıyor. O ülkeye tam tersine problemini çözücü, istikrar getirici tavsiyelerde ve katkılarda bulunuyor. Sadece komşu değil, yakın komşularımız dediğimiz, bölgeyle ilgili bütün meselelerde, hep yapıcı bir şekilde davranıyor. Artık dünya da şeffaf doğrusu, bunu hem çevremiz hem bütün uzaktaki herkes görüyor. Ve bu, Türkiye'yi hem güçlü kılıyor hem Türkiye'nin yaptıkları takdir ediliyor.
CENGİZ ÇANDAR: Galiba bu bağlamda, şimdi anlattığınız anlamda, Mısır ile ilgili, sizin zihninizde canlı bir örnek var galiba, bizimle bir ara paylaşmıştınız.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Mısır şöyle, Mısır, Türkiye'nin, yani bölgenin önemli ülkelerinden biri, başta şöyle haritayı koyduğumuzda, ben geçen Mısır Cumhurbaşkanı, Değerli Dostumuz Hüsnü Mübarek gelince, şöyle haritayı çıkarttırdım. Bir baktık, Doğu Akdeniz'de kuzeyde Türkiye, güneyde Mısır var. İki tane önemli, Doğu Akdeniz'in iki önemli ülkesiyiz.
CENGİZ ÇANDAR: İkisi de 70 küsür milyon.
ABDULLAH GÜL. Evet. İkisinin de nüfusu aynı. Ayrıca tarihi değerleri itibariyle önemli. Arap dünyasının en önemli ülkesi. Kültür merkezi, eğitim, birçok ülkelerin, Arap ülkelerinin liderleri, hep orada eğitim almış. Türkiye'nin orada çok büyük bir kültürel varlığı var, tarihi varlığı var. İki ülkenin ilişkilerinin çok güzel olmasından gerçekten memnuniyet duyuyorum ve önemli burada. Geçen sene ben Mısır'a bir devlet ziyareti yaptım ve çok büyük bir konukseverlikle karşılaştık. Birçok görüşmeler yaparken, Mısır Meclisi'ni de ziyaret ettim. Meclis Başkanı bütün televizyonların önünde, -bu kolay bir şey değil-: "Nasır döneminde, bütün ders kitaplarımıza sokulan Osmanlı-Türk düşmanlığı şeylerini, bütün bunları ayıkladık", dedi; "Bütün bunlar çok yanlıştı." dedi. Ve Türkiye'ye, Türkiye'nin ne kadar bir model olduğunu, anayasasıyla, demokratik, laik bir hukuk devleti, modern bir devlet olduğunu, bütün bunları, kompleksiz bir şekilde, bütün bunları, doğrusu konuştuk. İşadamlarımız, serbest ticaret anlaşması imzaladı. 2 sene içerisinde Türk işadamlarının orada yaptığı yatırımlar da inanılmaz.
HASAN CEMAL: Büyük
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Tabi çok büyük.
CENGİZ ÇANDAR: Hasan Cemal bir şey soracak ama bir ara verelim. Ondan sonra devam edelim. Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Ankara'daki, Çankaya'daki ikametgahında yaptığımız Tecrübe Konuşuyor programının son bölümüne kısa bir aradan sonra devam edeceğiz.
***
Sayın Cumhurbaşkanımız, Abdullah Gül ile Çankaya'da Tecrübe Konuşuyor'un son bölümündeyiz ve son bölümünün ilk sorusunu Hasan Cemal, Sayın Cumhurbaşkanımıza soracak.
HASAN CEMAL: 2009 yılında, geçen yılda en çok Türkiye'ye hükümete yöneltilen eleştirilerden biri de bazı odaklardan, Türkiye sırtını batıya dönüyor ve doğuya yöneliyor. Türk dış politikasında bir eksen kayması var. Ne diyorsunuz bu eleştiriye, Türkiye hakikaten sırtını batıya dönüyor mu?
ABDULLAH GÜL. Bunu kabul etmiyorum doğrusu, bunu kabul etmiyorum ben, bu çok yanlış bir şey. Geçenlerde de herhalde ifade etmiştim, bu görüşümü. Buna bakarak, iki yönlü bu eleştiriler. Bazılarında biraz kıskançlık var Türkiye'nin bu gelişen etkinliğinden, çevrede gördüğü itibardan ve Türkiye'nin bölgesel bir güç olmasından, eski, tarihten gelen beraberliği olan ülkelerle daha büyük beraberlikler kurmasından. Bundan çeşitli kuşkuları olanlar olabilir. Diğer bir kısım da Türkiye'de ne olup bittiğini çok fark etmiyorlar. Türkiye uzmanı gibi geçiniyorlar ve yazılar yazıyorlar. Hâlbuki Türkiye'nin eksenine bakmak için, Türkiye ne yapıyor yani, 10 sene içerisinde, nasıl davranıyor? Uluslararası kuruluşlarda nasıl davranıyor? Oyunu kullanırken, nasıl oyunu kullanıyor? Türkiye kendi içerisinde yasalarını çıkartırken, hangi istikamette yasalar çıkartıyor? Türkiye, Anayasası'nda değişiklik yapıyorsa ne tip değişiklikler yapıyor? Bütün bunlara bakmak gerekiyor. Bunlara baktığınızda, Türkiye, Avrupa Birliği ile bütünleşme yolunda, belki çok süratli değil, işte herkesin eleştirisi,
CENGİZ ÇANDAR: Doğrultusu o diyorsunuz.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Kararlı bir şekilde yürüyor.
HASAN CEMAL: Avrupa Birliği denince, 2003-2004-2005 hızını arıyoruz.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: O şöyleydi tabii ki: Orada bir hat vardı önümüzde, yani müzakereye başlamayla ilgili bir tarih vardı. O tarihi kaçırmamak gerekiyordu. Türkiye daha önce birçok fırsatları kaçırdı. Unutmayalım ki Türkiye, işte son genişlemelerin içerisinde müzakereye başladı. Halbuki Türkiye çok daha kolay bir şekilde Avrupa Birliği ile bütünleşebilirdi eskiden. Eğer kendi homework dedikleri, ev ödevini yapmış olsaydı, daha kolay olurdu, bunu hepimiz biliyoruz. Şimdi zor dönemlerde Avrupa büyümüş, gelişmiş, sorunları ortaya çıkmış, şimdi o dönemde ve bir de büyük bir Türkiye, 70 milyonluk bir Türkiye'nin, Avrupa Birliği içerisine girmeye çalışması, bunun zorlukları yaşanıyor.
Çevresiyle olan ilişkileriyse gayet açık. Çevresinde yıkıcı bir ilişki içerisinde değil. Yapıcı, istikrarlı, yine oralara demokrasinin, hukukun üstünlüğünün, şeffaflığın, hesap verebilirliğin oralara da taşınmasının doğru olduğunu söyleyen, yani açıkçası böyle bir politika güdüyor.
CENGİZ ÇANDAR: Konuşmada bu yakın geçmişti bir eksen kayması, "Türkiye nereye gidiyor?", sorusuna bir gönderme yaparak siz "Hem kuzeye, hem güneye, hem doğuya, hem batıya, her yere birden gidiyor.", dediniz.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Her yere birden.
CENGİZ ÇANDAR: "Değerler sistemi olarak nereye gittiği önemli" demiştiniz.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Evet, böyle söylemiştim. Şimdi tekrar söylüyorum. Bu kanunlar, yasalar derken, yani değerlerimiz, hangi istikamette olmuş. Şimdi bizim Ortadoğu yani eski beraberliklerimiz olan toplumlarla bütünleşmemiz falan bundan niye rahatsız olunacak ki? Yani bunlar, nihayetinde bizim hinterlandımız içerisindedir hepsi. O bakımdan ben bunları çok gereksiz görüyorum. Türkiye'nin ABD ile ilişkileri gayet saygın bir şekilde, karşılıklı saygıya dayalı. Görüyorsunuz, ilk ziyaret ettiği ülke oldu Türkiye, Başkan Obama'nın. Genellikle ABD başkanları dönemleri biterken, Türkiye'ye uğramışlardır. İlk ziyaretini yaptı. Rusya ile ilişkilerimiz 40 milyar dolara ulaşan ticaret hacmimiz, işte her şeyiyle Avrupa Birliği ile anlattık, Ortadoğu ile ilişkilerimiz, çok güçlü bir şekilde gelişiyor. Diğer uzak olan ülkeler, Latin Amerika, Afrika, Japonya…
HASAN CEMAL: Yalnız bu arada Merkel, Almanyasıyla, Sarkozy Fransası konusunda eleştirilerinizi saklı tutuyorsunuz.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Tabii biz bunları görüyoruz, biz realistiz. Realist olmak gerekir.
CENGİZ ÇANDAR: Peki siz Fransa'ya gittiniz, Sarkozy ile bir takım görüşmeleriniz oldu, 2-3 ay önce.
ABDULLAH GÜL. Şöyle, Fransa'da Türk Mevsimi. Çok büyük kültürel faaliyetler yapılıyor. Onun açılışını yaptık, beraber.
CENGİZ ÇANDAR: Hayır, Türkiye-Fransa ilişkileri, Türkiye-AB ilişkilerinin önünde en ciddi sıkıntıyı teşkil ediyor, öyle diyelim. Sizin ziyaretinizden sonra, daha iyi bir noktada mıyız, bulunduğu noktada devam mı ediyoruz?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Ziyaretimiz aslında iyi bir ziyaretti. Ben orada yani Başbakan, Senato Başkanı, Meclis Başkanı, kendisiyle beraber yemek yedik, her şeyi çok açık bir şekilde konuştuk, yani bunu söyleyeyim. Çok açık bir şekilde, o da düşüncelerini söylüyor, biz de düşüncelerimizi söylüyoruz. Şunlar şunlar doğru, şunlar şunlar yanlıştır, diyoruz. Ama şu bir gerçek, Fransa, Türkiye'nin önemini, geçen seneye, daha önceki senelere göre çok daha fazla kavramaktadır. Ve ona göre Türkiye'ye verdiği ağırlık çok daha farklıdır. Bu gayet açık, Fransa'da yaşayan, Fransa'yı birazcık şöyle bilen kime sorarsanız bu böyledir. Yani Türkiye'nin gücünü çok daha fazla gören ve ona göre davranan bir ülkedir, açık söyleyeyim. Avrupa Birliği ile ilgili daha önceki söylemlerinden bizim memnun olmadığımızı da kendisi de biliyor herkes de biliyor. Son dönemlerde, o söylemlerin de tekrarlanmadığını görüyoruz.
CENGİZ ÇANDAR: Peki Sayın Cumhurbaşkanı bir iki üç dakikalık zamanımız kaldı. 2010 yılının, hemen Ocak'ın başında, ilk ekran konuşmanız, bu sizin. Ulusumuza döndüğünüz vakit, 2010 yılında Türkiye'nin önündeki öncelikler nedir ve 2010 yılında, tıpkı geçen yıl yaptığınız gibi, şu şu konularda, yakında güzel şeyler olacak diye ulusa vereceğiniz, öncelikler sırasına göre, müjdeleriniz ne olabilir?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Ben Türkiye'de 2010 yılının daha iyi geçeceğine inanıyorum. Türkiye'nin geleceğinin daha parlak olduğuna inandığım için. Önce tabii büyük bir ekonomik buhran vardı, dünya 1929 yılından bu yana en büyük ekonomik buhranı yaşadı, bunun etkisi Türkiye'de de gözüktü. Bütün bana verilen bilgiler, raporlar çerçevesinde ve yine yabancı raporlar çerçevesinde 2010 yılının bu krizden, yani en azından Türkiye'nin çıkacağını gösteriyor. Bugün bu tartışılan konuların daha durulacağı kanaatindeyim.
Bütün bu siyasi, yani ilk başta konuştuğumuz konuların, durulacağı, her şeyin yerli yerine oturacağı, kanaatindeyim. Yanlış yapılanlar, yanlışların törpüleneceği ve tekrarlanmayacağı kanaatindeyim. Çünkü herkes buna göre dikkatlerini daha çok gösterecek.
HASAN CEMAL: Sabır diyorsunuz yani?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Sadece bekleyerek sabır değil, çalışarak da tabii. Bir taraftan, feryat etmemek, daha doğrusu, bunları çok kötüye yorumlamamak ama bir taraftan da güzel şeyler için de hep uğraşmak gerekiyor. Terör yine en önemli konudur, açıkçası, bunu söylüyorum. Uluslararası konjonktür açısından Irak, Irak'ın bölgesel Kürt yönetimi, ABD'nin Irak'tan çekilecek olması, Suriye, bütün bunlar, Avrupa Birliği'nin teröre karşı aldığı daha net tavır, bütün bunları hep düşündüğümüzde, ben terörün artık bu bölgede yaşamasına fırsat verilmeyeceği kanaatindeyim.
Diğer yandan da topyekun demokratik standartlarımızın yükseltilmesiyle ilgili çalışmalar, eminim ki devam edecektir. Şüphesiz ki bunlar TBMM'nin gayet de bazıları eğer yasaysa, ona bağlıdır. Ama benim Türkiye'nin gücünün, itibarının artarak devam edeceğinden hiçbir tereddüdüm yok.
HASAN CEMAL: Yani Türkiye, iyiye doğru değişiyor, diyebilir misiniz?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Kesinlikle.
HASAN CEMAL. Evet.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Sadece İstanbul'u alın. İşte İstanbul kültür merkezi olarak ne kadar büyük faaliyetler, ne kadar çok gelen giden olacak, otellerde hiç kimse yer bulayacak. Bütün bunlar Türkiye'nin zenginliği. Dünyanın her yerinde, bu sene, turizm geriye gitti. Dünyada sadece Türkiye'de turizm, geçen seneye göre, az da olsa artış gösterdi. Bunları görmemezlikten gelmememiz lazım.
Sorunlarımızı kesinlikle ihmal etmiyorum. Özellikle en büyük sorun işsizlik sorunu, ki bir insan işsiz kalınca, kendi kıyameti kopmuş gibidir yani kimin başına gelse, böyle bunu çok iyi anlamamız lazım. Bununla ilgili büyük bir mücadelenin yapılması gerekiyor. Çok büyük bir mücadelenin yapılması gerekiyor. Dolayısıyla herkesin çok çalışması gerektiği bir yıl içerisinde olacağız.
Şimdi bitiriyoruz dedi. Esas ben de düşünüyordum ki ben size soru sorayım. Çünkü tecrübe konuşuyor, sizin tecrübelerinizden faydalanayım diye ama…
CENGİZ ÇANDAR: Haftaya buluşalım, değil mi?
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Zamanı da bitirdi.
HASAN CEMAL: Hiç olmazsa bir soru sorma hakkını tanıyalım Sayın Cumhurbaşkanı'na.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Ben size sorayım. Siz genel yayın yönetmenliği yaptınız. Basının her kademesinde çalıştınız. Yani Türk basınının genel trendini nasıl görüyorsunuz? Ben mesela bakıyorum şöyle, yani burada herhangi bir basın yayın organını genellikle ele alarak söylemiyorum, genel olarak söylüyorum. Alıyorum, dünyanın diğer ülkelerindeki gazeteleri, onların sayfalarına bakıyorum, bizimkilere bakıyorum, tamamen neredeyse siyaset, tamamen günlük siyaset. Ne sanat sayfaları var, ne kültür sayfaları var, ne teknolojiyle ilgili önemli şeyler var. Dış haberlerle ilgili baktığımda da biraz doğrusu detaylar çok kaçıyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
HASAN CEMAL: Yani Türk medyasının genel hallerinden hiç memnun değilsiniz, anladığım kadarıyla.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Yani teknoloji olarak belki çok ileri, muhakkak çok başarılı şeyler var ama ben genel bir şey var. Hep biraz sansasyona dönük bir hava görüyorum.
HASAN CEMAL: Sayın Cumhurbaşkanı, ben sizin bu Türk basınına yönelik genel değerlendirmenizi paylaşıyorum, ben de. Ama bununla birlikte aynı zamanda, bir gazeteci olarak, özellikle geçtiğimiz 2009 yılı basın özgürlüğü ile ilgili olarak, bizim de şikâyetlerimiz ve dertlerimiz var gerçekten. Türkiye'de aşağı yukarı gazetecilerle açılmış 3 bin dava var. 3 bin dava var, 4 bin de soruşturma, hepsinin toplamını aldığınız vakit.
ABDULLAH GÜL. Geçen Sayın Başbakan'ın bu konuyla ilgili bir açıklaması vardı.
HASAN CEMAL. Bu konuda ne yapıp yapıp hükümetin harekete geçip bu basın özgürlüğü konusunu ciddiye alması gerektiği kanısındayım ben de.
CENGİZ ÇANDAR: Bu soruyu sormayacaktınız, Hasan işte.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Ama başka, tecrübesini konuşturdu, Hasan Cemal. Benim soruma cevap yerine o daha,
HASAN CEMAL: Verdim, genel olarak ben de paylaşıyorum. İçine kapanık, içine kapanıklığı medyanın, çok yerel meselelerle uğraşması,
CENGİZ ÇANDAR: Ama siz nasıl Türkiye'ye bakarken iyimserlik ifade ettiniz ve bunun da son derece haklı gerekçeleri var. Türk basınına ilişkin yaptığınız tespitlerde, ben 100 üzerinden 100 katılıyor olmakla birlikte, tıpkı Türkiye gözlemimiz gibi bundan önceki haliyle basını kıyasladığımızda, orada da iyimser olmamızı gerektirecek, olumluya doğru birçok ipuçları var, onu da görmekte yarar var bence.
ABDULLAH GÜL. Yani ben, doğrusu kapasite çok, doğrusu gerçekten çok yetişkin ve çok kapasiteli kişiler var. Onların bu trendi başka bir istikamete sürüklemesi, sürükleyebilirler ama işte o rekabet ortamından, herhalde olmuyor. Bunu yapabilecek güç var ama ümit ederim bu olur, evet.
HASAN CEMAL: Aslında aslında şey var, nasıl Türkiye bir değişim süreci içindeyse, ben inanıyorum, medya da bir değişim süreci içinde.
CENGİZ ÇANDAR: O zaman 2010'un medya dahil, Türkiye'nin her alanına hayırlı sonuçlar getirmesini diliyorum.
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Tekrar ben, bütün vatandaşlarımın yeni yıllarını tebrik ediyorum ve iyi hayırlı şeylere hepimizin şahit olmasını temenni ediyorum. Herkese sağlık, sıhhat, afiyet diliyorum.
CENGİZ ÇANDAR: Biz de bizi kabul ettiğiniz ve bu görüşme için size çok teşekkür ediyoruz, Sayın Cumhurbaşkanı.
HASAN CEMAL. Çok teşekkür ediyoruz.
Yazdır Paylaş Yukarı