AB Ülkeleri Gazetecileri

11.05.2010
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült
AB Ülkeleri Gazetecileri


THE IRISH TIMES: "GÜL, AB'DEN TÜRKİYE'NİN KATILIMINI DERİNLEMESİNE DÜŞÜNMESİNİ İSTEDİ"
12 Mayıs 2010, Stephen Collins
Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, AB'nin "Sonsuza kadar belirli sınırları olan kapalı bir oluşum mu, yoksa 50 yıllık bir stratejik vizyona sahip bir topluluk mu olduğuna" karar vermek zorunda olduğunu söyledi.

Türkiye'nin AB üyeliği ihtimaline yönelik artan şüpheleri yansıtan Gül dün, Fransa ve Hollanda gibi ülkelerin gelecek konusunda stratejik vizyonlarına karar vermek zorunda olduğunu söyledi.

Cumhurbaşkanı Gül ülkesi ile ilgili Nicolas Sarkozy ve Hollandalı politikacılar tarafından ifade edilen olumsuz görüşlere cevap veriyordu.

Ankara'da bir grup yabancı gazeteciye konuşan Gül, AB üyeliğinin Türkiye için önemli bir amaç olduğunu, ancak iç reformların öncelikli hedef olduğunu söyledi.

Abdullah Gül, "Bu reformları yapıyoruz. Çünkü öncelikle ve en önemlisi, bunlar halkımızın çıkarınadır. İkincisi, bunlar AB katılımının hedefidir." dedi.

Gül, hâlâ pek çok reformun yapılması gerektiğinin farkında olduklarını, ancak bu reformları durduran kusurların üstesinden gelmeye kararlı olduklarını söyledi.

Abdullah Gül, "En büyük amaç, AB üyeliği değil. Nihai amaç, halkımıza hak ettiğini, mümkün olan en yüksek standardı sağlamaktır. Bizim için tüm müzakere süreci, standartlarımızı yükseltme sürecidir." dedi.

Türkiye Dışişleri Bakanlığından üst düzey bir yetkili olan Selim Yenel, Almanya ve Fransa gibi bazı ülkelerin Türkiye'nin katılım ihtimali konusunda negatif yaklaşımları konusunda dobra bir değerlendirme yaptı.

"En hasar verici kısmı, artık Türkiye'deki halkın umursamıyor olmasıdır. Halk hâlâ bunun gerçekleşmesini istiyor, ancak olacağına inanmıyor. AB artık halk için bir öncelik değil." şeklinde konuşan Yenel, ancak bu reformların Türkiye ve halkın iyiliği için gerekli olduğunu söyledi. Yenel, ülke AB'ye girse de girmese de siyasi reform ivmesinin devam ettiğini söyledi.
Tam üyelik hedefinin hâlâ yerinde olduğunu ve Türkiye'nin pes etmediğini ekleyen Yenel, Almanya ve Fransa'nın muhalefetini Türkiye'nin üyeliğinin AB'ye yeni bir güç getireceği ve Franco-Alman ekseninin egemenliğine meydan okuyabileceği basit gerçeğine dayandırdı.

Yenel, "Sarkozy'in endişesini anlıyoruz. Başka bir rakip istemiyor. Türkiye'nin başka bir İngiltere olacağını düşünüyor. Acak niyetimiz AB'yi güçlendirmek, zayıflatmak değil" dedi.

Selim Yenel, Fransa'nın AB'ye katıldıklarında Polonya'nın sergilediği güçten hoşlanmadığını ve Türkiye'nin bundan daha fazlasını yapacağını düşündüğünü söyledi ve "Türkiye değişti ve siyasi, ekonomik ve diğer her yönden açıdan daha kendine güvenli" diye ekledi.

AB'nin Türkiye Büyükelçisi Marc Pierini de benzer bir değerlendirmede bulundu. Pierini, "Türkiye'nin katılımının Fransa ve Almanya açısından yaratacağı en büyük sorun, AB'deki güç dengesini bozacak olmasıdır. Oy gücünü azaltacak. Türkiye AB'deki en büyük ülke olacak ve Almanya ve Fransa gölgede kalacak." dedi.




THE TIMES: "AB HEVESİ SÖNERKEN ANKARA BAŞKA TARAFA YÖNELİYOR"
13 Mayıs 2010, Charles Bremmer
Türkiye Avrupa Birliği'nin kendisine soğuk davranmasından dolayı giderek daha sabırsız olmaya başladı ve üyelik girişimine karşı çıkılması Ankara'nın yüzünü Müslüman dünyasına dönmeye sevk etti.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, AB'nin ve liderlerinin tarihî bir dönemeçte bulunduğunu ve Türkiye'yi kabul edip etmemeye karar vermeleri gerektiğini söyledi.
Gül, Times ve diğer Avrupa gazetelerine Çankaya Köşkü'nde verdiği demeçte şunları söyledi: "Artık Birliğin kapalı bir oluşum olup olmadığına, mevcut AB sınırlarının sonsuza kadar bu şekliyle kalıp kalmayacağına ya da kendi torunlarını ve geleceği düşünerek 50 yıl sonrasının planlarını yapıp yapmamaya karar verecekleri bir noktadalar."
İslamcı AK (Adalet ve Kalkınma) Partiden gelen Cumhurbaşkanı, 2005 yılında başlayan ve neredeyse durma noktasına gelen Türkiye'nin AB'ye katılım müzakereleri konusundaki hayalkırıklığını dile getirdi. Gül Brüksel'le görüşmelerin durması konusunda AB'nin Türk Kuzey Kıbrıs konusundaki anlaşmazlığı kullandığını söylerken sert konuştu. Gül -Kuzey Kıbrıs'ı bir devlet olarak kabul eden tek ülke olan- Türkiye'nin Kuzey Kıbrıslılara "suçlular, katiller, para aklayıcılar" olarak muamele edilmesini kabul edemeyeceğini söyledi.
Cumhurbaşkanı Gül ayrıca Türkiye'nin üyeliğine, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy tarafından dile getirilen açık muhalefeti ve Almanya Şansölyesi Merkel'in soğuk yaklaşımını da eleştirdi. Sarkozy'nin kıtadaki diğer politikacıların büyük kısmı tarafından da üstü kapalı şekilde paylaşılan argümanı, AB'nin sınırların hiçbir zaman Anadolu'ya geçmemesi gerektiği yönünde.
Cumhurbaşkanı Türkiye'nin AB'ye tam üye olarak girmek konusundaki arzusunun sürdüğüne vurgu yaptı ancak ses tonu, Ankara'nın Recep Tayyip Erdoğan'ın AK hükûmetinin İran, Arap dünyası, Afrika ve Latin Amerika ile ilişkileri geliştirmeye dönük siyasetiyle ortaya çıkan, Ankara'nın yeni iddiasını yansıtıyordu.
Türkiye, güçlü ekonomik büyümesi ve 73 milyonun üzerindeki nüfusuyla hâlihazırda serbest ticaret yapabildiği bir birliğe tam üye olmadan da yapabileceğine giderek daha çok inanıyor.
Türkiye'nin üyeliğini destekleyenler -üyelik şimdilerde 2020'den önce mümkün gözükmüyor- Batı için bir avantaj ve İslam dünyasına bir köprü oluşturacak Müslüman esinli büyük bir demokrasinin doğduğunu düşünüyorlar. İngiltere ve Birleşik Devletler büyük ölçüde bu grubun içerisinde yer alıyor. Böyle düşünmeyenlere göre ise Türkiye laiklikten uzaklaşıyor ve neredeyse 60 yıldır NATO üyesi olan ülke Batılı ülke modelinden geri adım atıyor.
Muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen şöyle diyor: "Türkiye giderek daha az Avrupalı oluyor. Dış politikada Avrupalı tutumumuzdan uzaklaşıyoruz."

KATHİMERİNİ: "GÜL: KIBRIS SORUNUNU ÇÖZMEMİZ GEREK"

14 Mayıs 2010

Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türk-Yunan ilişkilerinde çok olumlu bir ortam olduğunu "görüyor".
Erdoğan'ın Atina ziyareti arifesinde gazetemizin sorularını cevaplayan Gül, "Sayın Papandreu arkadaşımdır. İki ülke arasındaki ilişkiler yeni bir dinamizm kazandı. Bu, bütün sorunların otomatik olarak çözüleceği anlamına gelmez, ancak iyi, dostane ilişkilerin olması önemlidir. Vizyonumuz; Doğu Avrupa, Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye'nin ayrı bir iş birliği temeli oluşturmasıdır." diye konuştu.
Gül, Türkiye'nin dış politikasının "bölünmüşlüğüne"ilişkin kritiklere cevap vererek, bunun "yapay bir fikir olduğunu, Türkiye'nin stratejik hedefinin AB üyeliği olduğunu" söyledi. Gül, Kıbrıs sorununun, Türkiye'nin

AB'ye üyelik müzakereleriyle ve başlıkların açılmasıyla doğrudan ilişkili olduğunu ifade etti. Diğer yandan Türkiye'nin, Kıbrıs'ın işgal kesimiyle doğrudan ticareti öngören yasa tasarısıyla, Türk limanlarıyla havaalanlarının Kıbrıs gemilerine ve uçaklarınaaçılmasıyla eşit zamanlı uygulanmasına ilişkin sabit tezini tekrarladı.

Ankara'daki hükûmet kaynaklarına göre, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Yunanistan Başbakanı Yorgos Papandreu'yla dört saatlik görüşmesi sırasında, Kıbrıs sorununa ilişkin dört üyeli toplantı yapılması konusunda ısrar edecek.

EL PAIS: "ABDULLAH GÜL: ATİNA VE ANKARA, KIBRIS SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNDE ORTAK OLMALI"
15 Mayıs 2010, Juan Carlos Sanz
Ankara'nın ormanlık bir tepesinin ortasındaki Çankaya Köşkü'nün kabul salonunda 16 yıldızlı Türk Cumhurbaşkanlığı forsu ve Mustafa Kemal'in portrelerinden biri yer alıyor. Abdullah Gül, Çankaya Köşkü'ne gelmeden önce (Kayseri, 1950), eşinin, modern Türkiye'de iktidarın en sembolik yerine başörtülü olarak girmesine izin vermeyen devletin laik organıyla mücadele etmek zorunda kaldı.

Gül, Türkiye'nin AB katılım müzakerelerinin yavaş ilerleyen süreci konusunda hiçbir memnuniyetsizlik mesajı vermeksizin ve Kıbrıs sorununun çözümünde iş birliği yapmak için Yunanistan'a çağrıda bulunarak bir grup Avrupalı gazeteciyle birlikte El Pais'i salı günü kabul etti. 1974'teki Türk askerî müdahalesinin ardından ada hâlâ bölünmüş durumda. Adanın sadece güneyindeki Kıbrıs Rum toprakları AB'ye üye.

Gül, "Bizim katılım sürecimizi frenlemek için Kıbrıs anlaşmazlığını destekleyen AB ülkeleri var ancak Türkiye, Kuzey Kıbrıs sakinlerinin suçlu ve para aklayıcı muamelesi görmesini kabul edemez." diye uyarıyor. Ankara Anlaşması Ek Protokolü, Türkiye'yi Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanımaya ve Ankara'nın liman ve havaalanlarını Rum kesimine açmasına zorluyor. Ancak anlaşma uygulanmadı.

Cumhurbaşkanı, "Adanın kuzeyine uygulanan ambargo ve orada yaşayanların üzerindeki ayrımcılık kaldırıldığı zaman Ankara Protokolü'ne saygı göstereceğiz. Şimdiki durum, Türkiye için kötü, ancak AB için de bu böyle.

Yunanistan ve Türkiye, Kıbrıs sorununun çözümüne katkı sağlamak zorundadır." dedi.

Lefkoşa hükumetinin vetosu ve Fransa'nın çekinceleri, Brüksel'de Türkiye için açılan müzakere başlıklarından çoğunun askıya alınmasına sebep oldu. 2004 yılında adada BM destekli referandumun başarısızlığından sonra Gül, Atina ve Ankara'nın, Kıbrıslı Rum ve Türk toplumunun yeniden birleşmesi görüşmelerine ivme kazandıracak "bir Akdeniz perspektifi" bulacaklarına inanıyor.

Engellere rağmen, Türk Cumhurbaşkanı, ülkesinin stratejik hedefinin AB üyeliği olduğunu belirtiyor:
"Reformları kendi halkımızın çıkarları için yapıyoruz, ancak AB'ye üye olabilmek için gerekli olduğunu biliyoruz. Tüm bu müzakere süreci, aynı zamanda ülkemiz lehine de bir süreçtir."

Gül, vatandaşları için "en yüksek standartlar" arayışını savunmak amacıyla Türkiye'nin kurucusu Atatürk'ün doktrinlerine başvuruyor. "Demokrasi, girişim özgürlüğü, insan hakları... Bizim için büyük bir değişim arz ediyor."
Anayasa reform paketi için yapılacak referanduma yeşil ışık yakan Gül, "Laik devletin demokratik ilkelerine, insan hak ve özgürlüklerine saygı gösterilecektir." diyor.

Merkel ve Sarkozy'yi anmaksızın Türk Cumhurbaşkanı şunları söylüyor: "AB liderleri, artık Birliğin kapalı bir oluşum olup olmadığına, mevcut AB sınırlarının sonsuza kadar bu şekliyle kalıp kalmayacağına veya kendi torunlarını ve geleceklerini düşünerek 50 yıl sonrasının planlarını yapıp yapmamaya karar verecekleri bir noktadadırlar."

AB katılım müzakerelerinin felce uğraması Türk halkında da Avrupa konusunda hayal kırıklığına neden oluyor. Son kamuoyu yoklamalarına göre, Türklerin yüzde 53'ü AB üyeliğini destekliyor, yüzde 37'si ise buna karşı. Bununla birlikte, AK Parti (ılımlı İslamcı) 2002'de iktidara geldiği zaman kamuoyu yoklamalarına göre vatandaşların yüzde 70'i AB üyeliğinden yana, yüzde 15'i de karşıydı.

Gül, "Türkiye değişiyor." diye iddia ediyor. 15 yıl önce AB ile Gümrük Birliği anlaşmasının imzalanmasından sonra Türk ekonomisi bölgesel bir güce dönüştü. Bu gelişme sayesinde de Ankara hükumeti, komşuları arasındaki ilişkilerde arabuluculuk rolünü giderek daha da yoğun bir şekilde icra etmeye başladı.

FINANCIAL TIMES: "TÜRKLER AB'YE GÜÇLÜ YANLARINI GÖSTERMEKTEN KEYİF ALIYOR"
16 Mayıs 2010, David Gardner
Avrupa'yı birlik sürecinde rotasına oturtan Schuman deklarasyonunun 60. yıldönümü olan 9 Mayıs Avrupa günü geçen hafta Türkiye'de coşkuyla kutlandı.

Türkiye'nin Avrupa'nın güvensizlik batağına saplanan AB'ye girme çabalarının gerçekleşme ihtimalinin zayıfladığına dair kanaatine rağmen, süslemeler daha çok protokolü ve hassas kibarlığı gösteriyor.
Dinamik ve büyüyen bir ekonomi, demokratik hakları genişleten bir anayasa devrimi ve Türkiye'yi bölgesel bir güç olarak kabul ettiren aktivist dış politika Türklere yeni bir öz güven kazandırdı. Ancak, AB'ye arkalarını mı dönüyorlar?
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun uyguladığı iddia edilen "yeni Osmanlıcılık" dış politikası ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın iktidardaki neo-İslamcı AK Partisinin Avrupa'ya yönelik yeni soğukluğu hakkında çok şey söylendi. Davutoğlu'nun bu yıl yaptığı 100 dış gezinin 46'sı Avrupa'ya geri kalanın çoğu Orta Doğu ve komşu ülkelereydi. Boğaziçi Üniversitesinden Hakan Yılmaz, "AK Partililer Şam'da Roma'da olduğundan daha rahat ediyorlar. Yeni elitler her ikisinden de fayda sağlamayı istiyorlar." diyor.
Doğu'ya yönelimin birkaç sebebi var, bunların hiçbiri imparatorluğun yeniden kurulması değil. Soğuk Savaş sırasında Türkiye'nin NATO bünyesindeki rolü doğu sınırlarını korumaktı. Soğuk savaş bittiğinde Balkanlar, Orta Asya, Kafkaslar ve daha geniş bir Orta Doğu Türkiye'nin etki alanına yeniden açıldı. Bunu ideolojiden çok çıkarlar yönlendiriyor. Türkiye, Afrika ve Latin Amerika'da kısa süre önce 30 yeni elçilik açtı.
İstanbul'dan Asya'nın her noktasına uçaklar dolu. Bu, Osmanlıların dönüşü değil, zamanlaması AB'deki resesyonla onun yerini almak için yapılan ticari bir geri dönüş.
Türkiye kendisini bölgesel bir güç olarak da görüyor ve AB'ye iki şeyi göstermeye kararlı, seçeneklerinin olduğu ve AB'den farklı olarak Avrupa'nın Orta Doğu arka bahçesinde "yumuşak güç" kullanmayı bilmesi. Kısaca AB'ye bir değer olduğunu göstermek istiyor. İstanbul Bilgi Üniversitesinden Ayhan Kaya, "Türkiye AB'nin kendisinin kaybettiği görülen dönüştürücü gücünü kullanıyor."
AB'nin katılım görüşmelerinin dört bölümü hariç hepsini durdurması ve bazı üye ülkelerde Türkiye'ye karşı açık düşmanlık -Almanya ve Fransa absorbe edilebilmesi için çok büyük, çok fakir ve çok Müslüman olduğunu düşünüyor- öfke yarattı. AB'nin Ankara Büyükelçisi Marc Pierini'ye göre, Erdoğan, "Merkel ve Sarkozy Avrupa'ya ait olmadığımı söylerken nasıl partimi ikna etmemi beklersiniz." diye sürekli şikâyet ediyor. Sözlerinde özellikle Sarkozy için iğnelemeler var. Dışişleri Bakanlığında müsteşar yardımcısı olan Selim Yenel, "(Sarkozy'nin) Sorununu anlıyoruz, başka bir rakip istemiyor, AB'nin içinde diğer bir İngiltere istemiyor." diyor.
Ancak bütün taraflar Türkiye'de eğer AB'ye giriş süreci olmasa gerçekleşmeyecek şeyler (demokrasinin derinleşmesinden, şu anda Avrupa'nın rekabetçi gücünün temel bileşenlerinden olan endüstrisinin dönüşümü gibi)olduğunu kabul ediyor. Avrupa Yatırım Bankası, Türk altyapısı ve gelişimine yatırımı üçe katlayarak yılda 2,7 milyar avroya çıkardı. Türkiye'de -Mercedes, Renault, Airbus ve Siemens'in de dâhil olduğu- 4000'i Alman olan 12.600 AB firması var. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "Şimdi 10 yıl önceki Türkiye'den nasıl daha iyiyse, katılım görüşmelerini tamamlamış bir Türkiye de, bugünkü Türkiye'den çok farklı olacak." diyor.
Cumhurbaşkanı, "Türkiye dönüşüyor diyor." ve AB üyeliği sürecinin, reform sürecini sürükleyen dinamo olduğunu kabul ediyor. Ancak, "AB'nin stratejik bir vizyonu var mı? Elli yıl sonrasını planlayabiliyor ve torunlarını düşünebiliyor mu?" diye soruyor. Güzel bir soru.
 
Yazdır Paylaş Yukarı