The Times

02.07.2010
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült
The Times


CUMHURBAŞKANI ABDULLAH GÜL: "TÜRKİYE AVRUPA'NIN BİR PARÇASIDIR!"


THE TIMES: Batı'da bir çok kişi, Türkiye'nin yüzünü Doğu'ya döndüğüne ve AB üyeliğinden vazgeçtiğine inanıyor. Bunun gerçeklik payı nedir?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Dışardan bakınca öyle gözüküyor olabilir ama bu kesinlikle doğru değil. Türkiye, hem stratejik hem de siyasi açıdan Avrupa'nın bir parçasıdır. AB'ye tam üyelik müzakerelerini yürütmektedir. Türkiye, AB üyeliğine kilitlenmiş ve bu konuda son derece kararlıdır.

Belki, insanların çok da fazla aşina olmadıkları yeni ilişkiler içindedir, ki bu durum endişelere sebep olmuş olabilir.
Belki de şöyle bir kanaat var Türkiye'yle ilgili: Sadec belli projeleri uygulamaya koyan bir ülke. Ancak ,Türkiye bugün kendi projelerini üreten bir ülkedir ve bu kafa karıştırmış olabilir. Türkiye, liderlik rolü oynuyor ve yeni alanlara daha aktif bir şekilde açılıyor. Dolayısıyla, Türkiye bölgesine sahip çıkıyor.

Eskiden, başkalarının programlarını uygulardık. İşte bu kafa karışıklığı bundan kaynaklanıyor olabilir.

THE TIMES: Yani, AB üyeliği hala önceliğiniz mi?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Kesinlikle! AB üyeliği bizim stratejik yönelimimiz. Bu konu, siyaset üstü bir meseledir.
Ne tür zorluklarla karşılaşırsak karşılaşalım, AB üyeliğinde kararlıyız. Bu zorluklar bugün mevcuttur ama yarın böyle zorluklar olmayabilir. Bunlar bizi caydırmayacaktır.

Elbette şu hususu da gözardı etmemek gerek; büyük bir nüfus ve büyük bir ekonomiye sahip bir ülkenin müzakere süreci her zaman zor olmuştur. Mesela, İngiltere'nin üyeliği iki sefer veto edildi.

THE TIMES: Peki, sabrınızın bir sınırı yok mu? İlk üyelik başvuru tarihinin üzerinden 23 sene, müzakerelere başlamanızın üzerindense 5 sene geçti.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Evet, fakat geçmişte biz de bazı hatalar yaptık. 23 sene önce başvurduk ama AB kapısını çalmadan gerekli hazırlıkları yapmamıştık. Eksikliklerimizi görebiliyorum. Ne zaman ki standartlarımızı yükselttik, müzakere süreci başladı 2005'te.

THE TIMES: Bazı üye ülkelerin, Türkiye'yi AB içinde istememesi size hayal kırıklığı yaşatmadı mı?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bazı ülkeler, yapay sorun üretiyor ancak inancım o ki bu sorunların hepsini aşacağız. Türkiye, ekonomik ve siyasi açıdan güçlendikçe, daha cazip olacak ve bu ülkeler tavırlarını değiştirecek. Bu kazan-kazan durumu. Hala bazı ükeler var.. bunların Türkiye'nin üyeliğinin büyük katkısı olacağını farketmesi gerek.

THE TIMES: Ülkeniz, Avrupa'da büyüyen tek ekonomi.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Ben hala kafalarında 1970'lerin Türkiye imajı olan siyasiler tanıyorum.

THE TIMES: Fakir ve geri kalmış bir Türkiye mi yani?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Evet. 1980'de toplam ticaret hacmimiz (toplam ihracat ve ithalat) sadece 5 milyar dolardı. Bugün, 350 milyar dolardır. Avrupa'nın en büyük altıncı ekonomisiyiz bugün. Daha dinamik bir ülkeyiz. Mali sistemimiz, bugün Avrupa'nın en iyisi.

Bugün, Türkiye'nin gayrı safi yurtiçi hasılasının ilk çeyrekte %11 büyüdüğü açıklandı. OECD'ye gore, Türkiye Avrupa'nın en hızlı büyüyen ülkesi olacak.

Küresel mali krizde dahi, Türkiye 100 milyar dolardan fazla ihracat gerçekleştirdi. Ve bu ürünlerin çoğu yiyecek değil, sanayi ürünleri.

Şunu belirtmekte fayda mülahaza ediyorum: Türkiye sözkonusu olduğunda, algıyla gerçek arasında büyük bir fark var.

THE TIMES: Yani, bu insanların görüşlerini revize mi etmesi gerek?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Aynen. Geçen yıl, turizmini sadece Türkiye artırdı, %3. Diğer bütün ülkelerde bu alanda bir düşüş yaşandı. Ülkesini ziyaret eden turist sayısında artış olan tek ülke Türkiye.
Şimdi, bazıları Türkiye'yi tanıdıklarını iddia edeceklerdir ama onların bildiği Türkiye 1970lerin 1980lerin Türkiyesi, en son bu tarihlerde gelmişler Türkiye'ye.

Size bir örnek vereyim: Türkiye, OECD'de Bağış Yapanlar Kulübüne üye bir ülke.

THE TIMES: Yani, yardım alan ülke konumunda değil mi artık?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Hayır değil. Eskidendi o durum. Türkiye, geçen sene, hiçbir karşılık beklemeden, Afrika'da, Balkanlar'da ve Asya'da 1.5 milyar dolarlık insani yardım yaptı ve bunun 800 milyon doları devlet, geri kalanı STK'lar eliyle gerçekleşti.

Bu, Türkiye'nin eskiden ve bugün ne olduğu konusunda çok açık bir gösterge.

THE TIMES: Avrupa'nın uyanması mı gerek diyorsunuz?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Kanaatim o ki, iş çevreleri Türkiye'yi zaten yakından takip ediyor ve Türkiye'nin potansiyelini gayet iyi biliyorlar. İstanbul'dan Paris'e arabanızla seyahat edebilir ve bu sayede Türkiye'nin otobanlarını kıyas edebilirsiniz.
Bakın, size başka bir örnek vereyim: Avrupa'da bu kadar modern havaalanları olan başka bir ülke gösteremezsiniz.

THE TIMES: Sizce, Türkiye'nin yüzünü Doğu'ya döndüğü ve AB'den vazgeçmekte olduğuna dair anlatılanlar, Türkiye'yi AB'de görmek istemeyen ülkeler tarafından mı abartılıyor?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Hayır. Bazı önyargılar var ve bunları ortadan kaldırmamız gerek. Bunların bazıları bilinçli bir şekilde yapılmıyor.

Hiç kimse, Türkiye'yi başka ülkelerle ilişkilerinden dolayı yargılamamalıdır. Türkiye'nin çevre ülkelerle de ilişkileri var; Rusya'yla da var, Uzak Doğuyla da. Mesela, Endonezya Cumhurbaşkanı buradaydı. Kendisiyle vizeleri tamamen kaldırma kararı aldık. Başka bir çok konuda da yoğun görüşmelerimiz oldu. Bunun yanısıra, Arap, Körfez ülkeleri ve Türkçe konuşan

Orta Asya ülkeleriyle de gayet iyi ilişkilerimiz mevcut. Bu, Türkiye'nin Doğu ya da Batı'ya yönelmesi iddialarına temel teşkil etmemelidir. Tartışmanın merkezi yapılmamalıdır bu durum. Birleşik Krallığa, İngiliz Milletler Topluluğu'na bakın. Orada, Endonezya'dan Kanada'ya, Kamerun'dan Pakistan'a ilişkileri var. Ya da İspanya'yı ele alalım. İspanya, radikal Latin Amerika ülkeleriyle güçlü ilişkilere sahip. Fransa, hakeza.

Türkiye, değerleriyle, ülkede hangi standartların kök saldığıyla değerlendirilmeli. Demokratik standartlar, insan haklarına saygı, kadın-erkek eşitliği, şeffaflık, hesap verebilirlik ya da serbest piyasa ekonomisinin işleyişi…Eğer bu değerler, olumsuz yönde ise, o halde bizi gerçekten sorgulayabilirsiniz. Diyebilirsiniz ki, Türkiye Doğu'ya yöneliyor ve Türkiye'nin geleceğini sorgulamakta da hakkınız olur.

Eğer demokratik standartlar kötüye gidiyorsa, eğer insan haklarına saygı yoksa, kadın-erkek eşitliğinden bahsedilemiyorsa, şeffaflık diye bir şey yoksa, hesap verilebilirlik mevcut değilse o zaman Türkiye, Doğu'ya doğru kayıyor diyebilirsiniz.

THE TIMES: Ama bunlar olmuyor mu diyorsunuz?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Standartlar, her sahada AB kriterlerine doğru yükseliyor. Türkiye'de sessiz bir devrim gerçekleşiyor. Ama yine de yapacak şeyler olduğunu söylüyoruz. Yine de çok gayret etmeliyiz.

Dışardan bakarak, Türkiye'yi nasıl yargılayabilirisiniz ve Türkiye Doğu'ya kayıyor, Batı'yla bağlarını zayıflatıyor nasıl diyebilirsiniz. Bu kabul edilemez.

Bazıları, Batı'nın Türkiye'nin son zamanlarda takındığı tavırlardan dolayı endişe etmeye hakkı olduğunu söylüyor. Mesela, İran konusu. Amerika ve AB'nin savunduğu BM yaptırımlarını veto etti Türkiye.

Sanırım burada bir yanlış anlaşılma var. Bu konunun arka planı bilinmeli öncelikle.
En başta, biz Batı'nın güçlü bir müttefikiyiz. Geçmişte de bugün de bunu ispat ettik. İki hafta önce, Güney Kore'deydim. Bu ülkede, şehit olan 1000 Türk askerini andım. 1000 Türk askeri, başkaları için hayatını feda etti orada.

Bugün, Afganistan'dayız, nerdeyse 2000 askerimiz var orada. ISAF'ın Komutanlığını iki kez üstlendik. Başka birçok önemli meselelerde de beraberiz. Birlikte terörizme, radikalizme El-Kaide ve başka aşırı örgütlere karşı mücadele ediyoruz.
Bu bölgede kitle imha silahlarına kesinlikle karşıyız. Bu son derece açık.

İran'a şunu söylüyoruz: Bakın, siz Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun (IAEA) bir parçasısısınız ve Nükleer Silahsızlanma Antlaşması'na (NPT) tarafsınız. Nükleer enerji konusunda, onlardan yardım alıyorsunuz. Onlara karşı, şeffaf olmalısınız. Sorumluluklarınız var. Bunları, açık ve seçik söylüyoruz onlara.

Bizim pozisyonumuz şudur: Komşu olduğumuz için, bu sorunun barışçıl yollarla çözülmesini istiyoruz. Bölgemizde böylesi bir sıcak mesele istemiyoruz. Savaş görmek değil isteğimiz.

Bu Irak'ta oldu ve sonuçalrı bizi son derece olumsuz etkiledi hem ekonomik hem de güvenlik yönünden. Sadece Irak halkı değil biz de sıkıntı çektik. Dolayısıyla, bu mesele diplomatik yollardan çözüme kavuşturulmalı.

Elbette, bir komşu ülke olarak diğer ülkelerden daha çok gayret göstermeliyiz.Eğer tartışılan ülke Latin Amerika ya da Pasifik de olsaydı daha az endişe ederdik.Bu yüzden öncelikle bu konu anlaşılmalı.

THE TIMES: Riskin sizin için daha yüksek olduğunu mu söylüyorsunuz?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Evet. Ama bu konuda yalnız başımıza hareket etmedik. Başkan Obama'dan nisanda bir mektup aldım ve bu mektupta Başkan diyordu ki eğer İran, belli şartları kabul ederse, bu güven inşaası açısından önemli bir adım olacaktır. Bu yüzden, İran meselesinde, Brezilya'yla birlikte mektupta bahsedilen şeyleri İran'ın kabul etmesi konusunda ısrarcı olduk.

İran'ın Türkiye'ye 1200 kg uranyumu vermesi gerektiğini biz çıkarmadık. Bu teklif, ilk önce, IAEA Eski Genel Direktörü, Mohammed El Baradei tarafından dile getirildi ve aynı husus Başkan Obama tarafından bu mektupta bahsedildi.

THE TIMES: Sizce, İran'la vardığınız anlaşma Başkan Obama tarafından hazırlanan şartları sağladı mı?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Evet. Elbette, bu nükleer meseleyi çözmüyor ama bir güven inşaası konusuydu. Müeyyidelerden sonra, gidecek 2 yol vardı: Ya İran'ı yalnız başına ya da yaptırımlarla başbaşa bırakacaktınız. Biz İran'ı sürecin içinde tutmayı seçtik.

THE TIMES: Onlarla konuşarak mı?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Elbette. BM Güvenlik Konseyi'nde hayır oyu kullanarak. Bu yüzden hayır dedik.

THE TIMES: İran'la müzakere etmeyi sürdürecektiniz böylece yani?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: İran, müeyyidelerden sonra, bu anlaşmanın geçerli olmadığını söyleyecekti. Biz onlara, hayır müeyyidelerden sonra da bu anlaşma hala masada olmalı dedik.

THE TIMES: Ve hayır oyu kullanarak, anlaşmanın masada kalmasını sağladınız mı?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bundan dolayıdır ki, hala bu anlaşmanın arkasındayız. Onlar kabul etti ve biz de oyumuzu kullandık. Bu meslenin arka planı budur. Baktığınızda, hala bu anlaşmaya referanslar görürsünüz. G-20 Zirvesi'nde Rusya Başbakanı, bu anlaşmaya referans ederek konuştu. Hakeza, Başkan Obama ve Dışişleri Bakanı Hilary Clinton da öyle.
Şunu ifade etmek isterim ki biz, İran'ın avukatı falan değiliz. Kendilerini savunabilirler elbette. Ne var ki, bu problemin savaşla çözülmesini istemiyoruz.

THE TIMES: Müeyyidelerin işe yaramayacağını mı düşünüyorsunuz peki?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Farklı yerlerde birçok müeyyide uygulandı, Irak'a ve başka ülkelere de. Bunun işe yaramadığı ispat edildi. Sonuç getirmiyor. Ama, hiçbir şey yapılmasın da demiyorum elbette.

THE TIMES: Başkan Obama'dan Brezilya'yla beraber İran'la yaptığınız anlaşmaya hüsn-ü kabul göstermesini bekliyor muydunuz?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Biz bu anlaşmanın takdir edilmesini ve gayretlerin sürdürüleceğini düşünüyorduk esasen. Söylediğim gibi, bu husus nükleer meseleyi çözmüyordu.

THE TIMES: Yani şaşırdınız mı?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Şaşırdık, evet.

THE TIMES: Son zamanlarda ortaya çıkan bir başka husus da Türkiye'nin Hamas'a olan desteği ki Hamas Amerikan veAB listelerinde terrorist örgütler arasında.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Biz ne kimsenin savunucusuyuz ne de reklamını yapıyoruz. Ancak, bu bölgede barış ve istikrar istiyoruz. Gazze'de, Filistin halkının seçimine saygı duyuyoruz, hepsi bu. Orada da barış için büyük çaba sarfediyoruz. Onlarla İsrail arasında da bu yönde çaba gösterdik geçmişte.

THE TIMES: Ancak, İsrail'i bu kadar sert eleştirirken, Hamas'la aralarında bir arabuluculuk yapmak da çok zor.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Ben hiçbir grubu savunmuyorum. Ama Gazzedeki Filistinliler, bu insanları temsilcileri olarak seçtiler. Bunu dikkate almak zorundayız. Özgür bir seçim yapıldı orada.

Türkiye, onlara da barışa katkıda bulunmaları konusunda sürekli tavsiyede bulunuyor.
İlk seçildiklerinde, onlara ilk tavsiyemiz şu olmuştu: Dünyaya, İsrail'le yan yana, kendi bölgenizde barış içinde yaşamaya hazır olduğunuzu ilan edin.

2008'de, Gazze'de dram yaşanırken, İsrail'i sadece Türkiye değil bütün uluslararası örgütler ve tüm ülkeler eleştirdi.

THE TIMES: Siz Hamas'ın terörist bir örgüt olduğuna inanıyor musunuz inanmıyor musunuz?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bu benim sorunum değil. Esas mesele de bu değil zaten. Hamas, orada insanları temsil ediyor. Bu bir gerçek mi değil mi? Şayet yanlış bir şey yapıyorlarsa, onlara tavsiyede bulunursunuz. Doğru yola yönlendirirsiniz.
1990'larda, İsrail bölgede Türkiye'nin en kuvvetli müttefikiydi. Şu anda bütün ilişkiler dondurulmuş gibi. Ne oldu da böyle oldu?

Daha 2 hafta once ne oldu? Uluslararası sularda bir Türk gemisi, içinde tamamı sivillerden oluşan, tek bir silah taşımayan sivillerden oluşan mürettebatıyla, açık sulardaydı Bütün dünyanın gözleri önünde, neler yaptılar? 9 sivili katlettiler. Bir tanesi, Türk kökenli Amerikan vatandaşıydı hatta, diğerlerinin tamamı Türk vatandaşıydı. Bunu nasıl mazur görebiliriz?
Bir terörist örgüt insanları öldürse ya da bir suç örgütü bu işe karışmış olsa, anlarım. Mücadele edersiniz onlara karşı.
Ama, bir devletin askerleri, sizin vatandaşlarınızı hem de uluslararası sularda öldürüyor, buna siz olsanız nasıl tepki verirdiniz?

Bazı Batılı medya kuruluşlarında, bu hükümet döneminde İsrail'le ilişkilerin kötüleştiği yazılıp çiziliyor. Ancak bu doğru değil. Bu hükümet zamnında, bu Başbakan, ben kendim, Dışişleri Bakanı bir çok sefer İsrail'e gittik, onlar da bir çok kez buraya geldiler.

Davetimle, Cumhurbaşkanı Peres buraya geldi, Filistin Devlet Başkanı Mahmoud Abbasla beraber. Aynı arabadaydık, TBMM'ye gittik birlikte.

Türk milletvekillerine hitab ettiler. Hepimiz bunu takdirle karşıladık. Problemlerin çözümü adına çok gayret gösterdik. Suriye'yle İsrail arasında barış tesisi için de çok çalıştık.

Daha yakın dönemde, bu gemi faciası olmadan evvel, İsrail'in OECD'ye alınmasını veto etmedik. Buna engel olabilirdik. Hasmane bir tutum sergilemedik. Bilakis, onlara yardımcı olduk bu konuda.

Diğer ülkelerin İsrail'le münasabete geçmelerine önayak olduk. Maalesef, bunların hiç birini takdir etmedi kendileri.

THE TIMES: Peki, bundan sonra ilişkiler nasıl seyredecek?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bu onlara bağlı. Tarih boyunca, Türkler Yahudilere yardım elini uzatmış. İspanya'da, baskı altındayken, ikiye ayrılmışlar: bir grup, Avrupa'nın ortasına gitmiş, diğer grup buraya gelmiş. Ilk gruba ne olduğunu biliyorsunuz, peki buraya Türk topraklarına göç edenlerin başına ne gelmiş? Hiç bir şey!

2. Dünya Savaşından sonra, Türkiye onlara sığınacak bir liman olmuş. Türk, Müslüman ve Yahudiler arasında, bir husumet sözkonusu olmamış.

THE TIMES: Onlara bağlı derken, özür dilemeleri gerektiğini mi söylüyorsunuz?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Her şey, İsrail'in siyasetine bağlı. İrrasyonel davranıyorlar. Politikaları da hükümetleri de öyle.

THE TIMES: Yani, dostlarının kim olduğunu anlamak zorundalar mı diyorsunuz?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Hiç bir dosta ihtiyaçları yok gibi davranıyorlar. Türklerden kurtulmak istiyor gibiler. Aksi takdirde, nasıl 9 sivili açık denizlerde, uluslarararsı sularda öldürebilirsiniz ki? Ve sonra da özür falan dilemeyecekler, tazmin etme yoluna gitmeyecekler,, hata yaptıklarını da kabul etmeyecekler öyle mi? Hayır, bu durumun sebebi Türkiye değil, onlar.

THE TIMES: Diğer bir mesele de Sudan. Batıda, Sudan Devlet Başkanını, Uluslararası Suç Mahkemesi insanlığa karşı suçlarından dolayı itham edilmiş olmasına rağmen, karşılamaya zaten hazır olduğunuz yönünde bir algılama var.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Türkiye bağlı olduğu tüm uluslarararsı kuruluşların kararlarına daima saygılı olmuştur. Ne uluslararası anlaşmalara, ne de BM Güvenlik Konseyi kararlarına karşı bir şey yapmıştır. Türkiye her zaman, bu kuruluşlara saygı göstermiş ve kurallarını ihlal etmemiştir.

Ama aynı zamanda, bölgesel örgütler de var. BM ister hoşuna gitsin ister gitmesin, bütün liderler, başkanlar oraya gidiyor. Dolayısıyla, bu çerçevede ilişkilerimiz devam eder.

Diğer yandan, Darfur'da birçok başka ülkeden fazla yardım yapıyoruz. Orada bir hastanemiz var. Yardım adına çok çaba harcıyoruz.

Orada, herhangi özel bağlarımız mevcut değil. Anlamıyorum, bu mesele nereden çıktı.

THE TIMES: Yani, Sudan Cumhurbaşkanı'nı kabul etmek zorundaydınız, çünkü IKÖ üyesiydi. Bunu mu söylüyorunuz?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Doğru, İKÖ üyesiydi.

THE TIMES: Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Sudanda soykırım olmamıştır dediği doğru mu?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Buna karar verecek biz değiliz. Uluslararası kuruluşlar var, mahkemeler var. Bütün bunlar hukuki meseleler. Onlar karar vermeli buna.

THE TIMES: Ülkenizde, bu ülkelerle yakınlaşmak, ilişki kurmak güzel şeyler ama hani bu ülkelelerin insan hakları karnelerini kınamak nerede, hani bu ülkelerin demokrasiden yoksun olmalarını kınamak diyenler var. Zira, İsraili eleştirirken, onların insan haklarına saygısızlıklarını eleştiriyorsunuz bir bakıma.

Öldürme…İran'da öldürmeler devam ediyor. Cumhurbaşkanı Ahmedinejad seçimleri çaldı ve kendisine muhalif olan insanları zalimane bir şekilde bastırdı.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Ben burada herhangi bir ülke ya da hareketi savunmuyorum. Demem o deme ki, insan haklarına saygı, kadın-erkek eşitliği, hesap verebilirlik, şeffaflık gibi demokrasi değerleri bütün çevrede inkişaf etmeli.
Kanaatimce, Batı, Türkiye'yi dolaylı yoldan bu değerleri çevresinde yaydığı için takdir etmelidir. Birçok ülkede bir ilham kaynağı olmasından dolayı takdir etmelidir. Öyle bir ülke ki, bütün bu değerlere, demokratik standartların yükseltilmesine, laikliğe ve diğer değerlere önem veren, büyük bir Müslüman nüfusa sahip bir ülke.

THE TIMES: Yani Türkiye'nin bir örnek teşkil ettiğine mi inanıyorsunuz?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Aynen öyle düşünüyorum. Ancak çevremizde olan yanlışlıkları da görmezden gelemem elbette.

THE TIMES: Peki, değerlerinizi çevrenizdeki diğer ülkelere nasıl yayıyorsunuz?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Öncelikle, şurası açıktır ki Türkiye'nin ekonomik ve demokratik gelişimi çevre ülkeler tarafından yakından takip ediliyor. Siyasiler, entelektüeller, gençler hep izliyor Türkiye'yi ve bütün bunları nasıl başarabildiğimizi soruyorlar kendilerine.

Milyonlarca insan ziyaret ediyor ülkemizi ve standartlarını bizimkilerle kıyas etme imkanı buluyorlar.
Çevremizdeki yanlışları mazur göstermeye falan çalışmıyorum. Şayet, bu yanlışlıklar benim ülkemde oluyorsa, orada hayır, bunu düzeltmek zorundasınız diyorum.

THE TIMES: Ama, İran'daki seçimlerin ardından, Ahmedinejad'ı tebrik etti Türkiye?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Sadece Türkiye'mi tebrik etti? Bazıları etti bazıları etmedi. Ancak, komşunuzda bir seçim olmuş ve siz de hoşunuza gitse de gitmese de buna dahil olmazsanız, bu olmaz; bu seçim onların iç meselesi. Biz herhangi bir siyasi lideri ya da hareketi destekliyor değiliz ki, bu onların işi. Ama şayet, resmi sonuçlara haiz bir durum varsa ortada, tebrik etmek ve komşuluk ilişkileriniz için iyi niyet dileklerinizi iletmek de sizin görevinizdir.

THE TIMES: Peki, siz de bölgedeki çabalarınızdan dolayı eleştirilmek yerine takdir edilmeniz gerektiğini düşünüyor musunuz? İran, Hamas ve Suriye'yle ilişkilerinizden dolayı, ciddi eleştiriler aldınız zira.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Suriye'yle ilişki içinde olmak yanlış bir şey midir? İyi mi kötü mü sizce?
Bu ülkeyle, çok zor dönemlerden geçtik, ama ilişki içinde olmazsak, ilişkilerimizi güçlendirmezsek, nereye kadar devam edecektik ki buna?

Başta eleştirildik bu yüzden, ama bakın Amerika elçi gönderiyor Suriye'ye.

Bizim politikalarımız, belli değerlere vabestedir ama aynı zamanda herkesle yapıcı bir diyalog kurmaya gayret ediyoruz.
Lübnan'da istikrar varsa, bunda Türkiye-Suriye ilişkilerinin önemli bir rolü vardır.

Türkiye çevresiyle ilişki içinde olduğu zaman, buradaki problemleri barış yoluyla çözme yolunda aktif ve yapıcı bir şekilde, büyük katkıda bulunduğunu görmeniz gerekir.

Negatif bir gündemle yaklaşmıyoruz bu meseleye ya da gösteriş yapmak ya da puan kazanmak gibi bir derdimiz de yok.

THE TIMES: Bölgedeki etkinlik siyasetinizin Türkiye'yi AB için daha değerli bir potansiyel üye yapacağına inanıyor musunuz?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Türkiye'nin bölgede başardıklarının AB'nin komşuluk politikasına uygun gerçekleştiğini görmemiz gerek.

Bahsettiğiniz ülkelerle olan ilişkilerimiz, aynı zamanda AB politikaları çerçevesinde kabul edilebilecek örneklerdir esasen.
Yani, Türkiye üye olursa bu bakımdan değer arzediyor AB için..
AB, müzakerelere başlamaya ilk karar verdiğinde, Türkiye'nin bölgesinde bir değer arzedeceğini zaten biliyordu.
Müzakereler başlamadan önce hazırlanan strateji raporlarında bunu görürsünüz.

THE TIMES: AB ve Amerika'nın size adil davranmadığını düşünüyor musunuz?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Tam olarak öyle değil. Bence, bunun sebebi, bu meselelerin arka planını bilmemekten kaynaklanıyor. Ama biz kendimizden eminiz.

THE TIMES: Batı'ya mesajınızı buradan tekrar verebilir misiniz?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Türkiye'den şüphe duymak için bir sebep yok. Biz, ortak değerleri Avrupa'yla paylaşmaktayız. Tekrar söylüyorum; biz demokrasi, insan hakları ve serbest piyasa ekonomisinin bölge ülkelerince de benimsenmesinin önemli olduğuna inanan bir ülkeyiz.

Türkiye'nin yönelimi AB ye tam üyeliktir. Türkiye'nin başka ülkelerle olan ilişkilerinin, onun Batı'dan kopması, yüzünü Doğu'ya çevirmesi, Batı'ya sırtını dönmesi ya da Batı'dan başka alternatifler araması şeklinde değerlendirilmesini son derece yanlış buluyorum.

Türkiye, Batı'nın bir parçasıdır! (The Times İnternet)

CUMHURBAŞKANI GÜL, MARTİN FLETCHER VE SUNA ERDEM'E BATI'NIN, GÜÇLÜ MÜSLÜMAN MÜTTEFİKİNE GÜVENEBİLECEĞİ KONUSUNDA TEMİNAT VERDİ

İslam dünyası ile daha yakın ilişkiler kurmak uğruna Batı'ya sırtını döndüğü şeklindeki iddiaları reddeden Türkiye, AB üyeliğinin ülkenin dış politika hedeflerinin başında geldiği konusunda ısrarlı.

Ülkenin radikal Orta Doğu rejimleriyle giderek yakınlaşan ilişkileri nedeniyle Avrupa ve Amerika'da oluşan korkuyu yatıştırmayı amaçlayan etkili mülakat sırasında Abdullah Gül "Türkiye ile ilgili endişeler yersiz." şeklinde konuştu.
Türkiye'nin "kaybedildiği" şeklindeki yorumları "kabul edilemez" olarak tanımlayıp reddeden Gül, Türkiye'nin, Arap dünyasının çok ötesine uzanan yeni bağlar oluşturduğunu vurguladı ve "Türkiye'nin diğer coğrafi bölgelerdeki çıkarlarını, Batı'dan kopması, Batı'ya sırtını dönmesi veya Batı'ya karşı bir alternatif arayışı olarak yorumlamanın çok yanlış olduğu kanısındayım. Türkiye Avrupa'nın bir parçasıdır." şeklinde konuştu.

Türkiye'nin genellikle otoriter rejimlerin hâkim olduğu bir bölgede Batı değerlerini teşvik ettiğini savunan Gül, ABD ve Avrupa'nın, ülkesinin Orta Doğu ile bağlantılarını geliştirmesini memnuniyetle karşılaması gerektiğini ifade etti. Gül bazı Batılı politikacıların Türkiye hakkındaki çağ dışı görüşlerini eleştirdi ve ülkesinin "bir sessiz devrimden" geçtiğini vurguladı. Demokrasi, insan hakları ve serbest Pazar kurallarını benimsemiş büyük bir ekonomik güç olan Türkiye'nin bölgede bir "ilham kaynağı" hâline geldiğini belirten Gül, "Bunun teslim edilmemesi çok acı." şeklinde hayıflandı.

Stratejik açıdan hayati önem taşıyan Türkiye, 72 milyon nüfusuyla Avrupa'nın Asya ile sınırını oluşturuyor. NATO'nun ikinci en büyük ordusuna sahip ve ABD için Afganistan ve Irak savaşlarında bir ikmal merkez işlevi görüyor. Ancak bu ülke son aylarda Batı başkentlerinde şaşkınlık yarattı. İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejat'ı coşkuyla karşılayıp haksız bir şekilde kazandığı seçim zaferi nedeniyle kutlamanın yanında, İran'ın nükleer programını durdurmaya çalışan BM yaptırımları için de ret oyu kullandı.

Ülke ayrıca, ABD ve AB'nin terörist örgütler listesinde yer alan Hamas'ı destekliyor. Gül, "Gazze'deki Filistin halkının seçimine saygı gösteriyoruz." diyor. AB karşı çıkmasaydı insanlığa karşı suç işlemekten aranan Sudan Cumhurbaşkanı El Beşir'i bir İslam konferansında ağırlayacaktı. 1998 yılında savaşın eşiğinden döndüğü Suriye'ye ise dikkatli bir şekilde kur yapıyor.
Bu arada Türkiye, eskiden bölgedeki en yakın müttefiki olan ve askerî donanımının önemli bir bölümünü sağlayan İsrail'i, Gazze'yi istilası ve son sıralarda Gazze'ye giden bir deniz filosuna saldıran İsrail komandolarının dokuz Türk sivili öldürmeleri nedeniyle kınıyor. Türkiye resmî bir özür ve tazminat talep ederken, bu hafta bakanlar düzeyinde gerçekleşen bir gizli görüşme dışında, iki ülke arasındaki ilişkiler donmuş durumda. Gül, Türkiye'nin her zaman İsrail'in dostu olduğunu vurguluyor ancak "Eğer bir devletin silahlı kuvvetleri vatandaşlarınızı uluslararası sularda öldürseydi sizin tepkiniz ne olurdu?" sorusunu yöneltiyor.

Özellikle Amerika'dan, bariz memnuniyetsizlik işaretleri ve iktidardaki AK Partinin nasıl İslami köklerine geri döndüğü şeklinde homurdanmalar geliyor. Geçen haftaki G20 zirvesinde ABD Başkanı Obama ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasında yapılan görüşme oldukça soğuk geçti. ABD yönetiminin önde gelen Avrupa diplomatı Philip Gordon, "Türkiye'nin NATO, Avrupa ve ABD'ye olan bağlılığının devam ettiği düşüncesindeyiz ancak bunu göstermesi gerekiyor." dedi.
New York Times gazetesi köşe yazarlarından Thomas Friedman ise şaşkınlığını şöyle dile getirdi: "Türkiye'nin İslamcı hükûmeti AB yerine Arap Birliğine girmeye odaklanmış gözüküyor; hayır, yanlış oldu, Hamas-Hizbullah-İran İsrail'e karşı direniş cephesine girmeye."

İstanbul Boğazı'na bakan yazlık ikametgahında görüştüğümüz Gül, "Algılanan durum ile gerçek arasında bir boşluk olduğunu ve bunun açıklığa kavuşturulması gerektiğini" teslim ediyor. Gül Türkiye'yi, sadece bu yılın ilk çeyreğinde kaydettiği yüzde 11'lik büyüme oranıyla Avrupa'nın en hızlı ve hatta tek büyüyen ekonomisi ve kıtanın en istikrarlı mali sistemine sahip ülkesi olarak tanımlıyor. Ekonomik gelişmeye paralel olarak Ankara, giderek daha iddialı ve bağımsız, çatışmaya değil ilişkileri geliştirmeye ve ticarete odaklı bir dış politika izliyor. Gül "Biz eskiden diğer ülkelerin programlarını uyguluyorduk." diyor.
Ticari bağlarını geliştirdiği ve kullandığı doğal gazın üçte birini aldığı İran'ı bir örnek olarak gösteren Gül, Türkiye'nin İran'a karşı uygulanacak yaptırımların ülkeyi nükleer silah yapma hevesinden vazgeçireceğine inanmadığını ve bu yaptırımların Irak Savaşı gibi bir felaketle sonuçlanmasından endişe duyduğunu söylüyor. İran'ın komşusu olarak en çok kaybedecek taraf olmaya namzet Türkiye, Brezilya ile bir araya gelerek, İran ile uranyum takası konusunda bir güven artırıcı anlaşmaya varabilmek için ara buluculuk görevi üstlendi.

Gül şöyle konuşuyor: "Biz bu çabalarımızın takdir edileceğini düşünüyorduk. Ancak ABD ve Avrupalı müttefiklerinin her şeye karşın BM yaptırımları konusunda ısrarla bastırmaları, bizim için bir sürpriz oldu." Sonuçta Türkiye kendi anlaşmasını masada tutabilmek için yaptırımlara karşı ret oyu kullandı. Bu arada Gül, geçen yıl İran'da yapılan şaibeli seçimler konusunda yorum yapmayı, bunun bir iç mesele olduğunu ifade ederek reddetti.

Türkiye'nin kendi arka bahçesinde büyüyen etkinliği, birçok açıdan kendisine yaradı. Orta Doğu ile ticareti 1991'de 1,9 milyar dolar iken geçen yıl 23 milyar doları geçti. Sadece İran ile ticaret 2002'den beri yüzde 500'den fazla arttı, ortak sınırlarından da yılda 75 bin civarında kamyon geçiyor.

Türkiye'nin bölgedeki duruşu, özellikle Arap halklarının Erdoğan'a, İsrail'e kafa tuttuğu için methiyeler düzmelerinden sonra, daha da yükseldi. Türk televizyonu artık Orta Doğu'nun her yerinde izleniyor ve yumuşatılan vize kısıtlamaları sonucu Araplar Türkiye'ye akın ediyor. Milyonlarca Arap'ın Türkiye'nin başarısını kendi ülkeleriyle karşılaştırdığını söyleyen Gül, Ankara'nın Arap ülkeleri ile gelişen ilişkilerinin Batı'yı da memnun etmesi gerektiğini savunuyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: "Batı'daki dostlarımızın Türkiye'nin dolaylı olarak tüm bu değerleri bölgemize yaymasını takdir etmeleri lazım."

Cumhurbaşkanının mesai arkadaşları da Türkiye'nin bu ilişkisinin, genelde Batı'ya düşman olan bir bölgede Ankara'ya bir ara bulucu ve elçi olarak hareket etme fırsatı sağladığını ve İran'ın bölgedeki etkisini dengelediğini savunuyorlar. Gül Türkiye'nin Suriye ile ilişkisinin Lübnan'da istikrarı sağlamaya yardım ettiğini belirtiyor. Diğer yetkililer de Türkiye'nin İsrail ile Suriye arasında ara buluculuk ve Irak'taki Sünniler ile Şiilerinin arasını düzeltmeye yönelik çabalarını örnek olarak gösteriyorlar. Türkiye ayrıca Tahran'daki İngiltere Büyükelçiliğinde çalışan İranlılar geçen yıl tutuklandıklarında da İran makamları nezdinde bir müdahalede bulunmuştu.

Türkiye'nin AB Başmüzakerecisi Egemen Bağış ise şöyle konuşuyor: "İran'da inşa ettiğimiz güven ve itimat, yalnızca Türkiye için değil, uluslararası toplum için de bir artı değer."

İstanbul Üniversitesinde ekonomi profesörü olan Mehmet Altan'a göre ise sorun, "komşularla sıfır sorun" olarak adlandırılan bu ilişkileri geliştirme politikasının serbest ticareti teşvik etmekle beraber Türkiye'nin yeni ortaklarının insan hakları ihlallerini görmezden gelmesi. Altan, "En azından bu ülkelerle insan hakları ve demokrasi konusunda ısrarcı olmadan ilişkileri geliştirmek, Türkiye'nin AB'ye girme şansını artırmayacaktır." diyor.

Türkiye'nin oynadığı kumar işte bu: Nahoş Orta Doğu yönetimleriyle ilişkiler eninde sonunda, kabul edilmeyi istediği Batı dünyasındakiler için bir uzaklaşma değil cazibe merkezi olacak. (The Times Gazete)

 

Yazdır Paylaş Yukarı