TOBB Tarafından Verilen İftar Yemeğinde Yaptıkları Konuşma

14.07.2014
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

Önce hepinizi sevgiyle muhabbetle selamlıyorum. Bugün bu iftarda Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği caimasıyla beraber olmaktan gerçekten büyük bir mutluluk duydum. Çünkü Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Türkiye’nin en büyük sivil kurumu ve Türk iş dünyasının, 1.5 milyonun üzerindeki müteşebbisin; küçüklü, büyüklü, tüccar, sanayici hepsinin temsilcisi olan çatı kuruluşu, en büyük kuruluş. Dolayısıyla Türk özel sektörünün, Türk müteşebbislerinin temsilcisi olan sizlerle beraber olmaktan, sizlerle beraber iftar yapmaktan ve sizlerle hasbihal etmekten gerçekten büyük bir mutluluk duydum. Bu vesileyle bir kez daha hepinize sevgilerimi, muhabbetlerimi sunuyorum ve bu mübarek Ramazan ayının -ki yarısını geçmiş vaziyetteyiz- hayırlar getirmesini, sadece ülkemiz için, sadece milletimiz için değil, bütün bölge için, bütün Müslümanlar için, bütün insanlar için, dünya için huzura vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.

Biz bugün rahat bir şekilde dışarıdaki bu nefis, güzel havada, Ankara havasında iftarımızı açtık, ama gerek Türkiye içerisinde gerek Türkiye’nin çevresinde ne kadar zorluklar içerisinde olan insanların olduğunu da, eminim ki hepimiz hatırımızda tuttuk, onları da unutmadık. Dolayısıyla onların da ağzının tatlı olması hepimizin en büyük arzusu. Çünkü bizim mutlu olabilmemiz çevremizdeki insanlarında mutlu olmasıyla biraz ilgili. Bundan dolayı Türkiye olarak hep beraber şüphesiz ki, elimizden gelenleri yapmaya devam edeceğiz.

Türk Özel Sektörünün Değerli temsilcileri, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin Değerli Başkanları, Değerli Üyeleri, Mensupları,

Size ne kadar önem verdiğimi eminim ki biliyorsunuz. Biraz önce Rıfat Başkan bahsetti, ama ta 2002 yılından, Başbakan olduğum günden, sonra Dışişleri Bakanı olduğum süre içerisinde ve Cumhurbaşkanı olduğum yedi yıl boyunca da, hep sizlerle birçok vesilelerle beraber olduk. Öyle oldu ki, oturduk uzun, uzun toplantılar yaptık sizlerle. Türk özel sektörünün geleceğini, sizin meselelerinizi, problemlerinizi, bütün bunları konuştuk. Öyle oldu ki, yolculuklar yaptık. Cumhurbaşkanı olarak yaptığım bütün devlet ziyaretlerine, yurtdışı ziyaretlerine tek başıma gitmedim, hep büyük uçaklarda siz değerli iş adamlarımızla hep beraber gittik. Her seferde aranızdan bazıları vardı. Gittiğimiz yerlerde de hep iş konseyi toplantıları yaptık, gittiğimiz ülkenin iş adamları, iş dünyasıyla, Türkiye’nin iş dünyasını temsil eden sizleri hep bir araya getirdik ve oralarda siyaset değil sadece ticaret, yatırım ve yeni imkânları hep beraber konuştuk.

Bazen öyle oldu ki, size çok önemli görevler verdik. Bazılarınız belki bilmez. size diplomasi yaptırdık. Filistin’de “Filistin-İsrail barışını nasıl temin edebiliriz?” diye bir taraftan Dışişleri, bir taraftan Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak uğraşırken, Türk özel teşebbüsünü de sizin vasıtanızla devreye soktuk. Filistin’de, Gazze’de bunu birçok kişi unutmuştur. Gazze’ye hep beraber sizlerle gittik ve Gazze’de büyük bir sanayi bölgesini teslim alıp, orayı Odalar Birliği olarak sizin çalıştırmanızı ve Filistinlilere iş imkânı, üretim imkânı sağlamanızı temin etmek için bu görevi verdik ve bunu siz başardınız. Ama maalesef ortaya çıkan yeni durum, saldırılar, Gazze’nin tarumar edilmesi, yerle bir edilmesi, binlerce Filistinlinin katledilmesi, bu imkânı gerçekleştirmeyi mümkün kılmadı, ama bundan yine vazgeçmedik. Sizden bu sefer Filistin’in diğer yanında Cenin’de aynı şekilde bir sanayi bölgesi kurmanızı istedik ve bununla ilgili faaliyetleri yaptınız. Ve bildiğim kadarıyla bununla ilgili önemli bir adım da atıldı. Bununla ilgili bilmeyenlere söylüyorum, 10 milyon doları transfer ettiniz. Bütün bunlar dünyada birçok ülkenin yapmak isteyip de, yapamadığı konulardı.

Dolayısıyla Odalar Birliği olarak siz sadece mensuplarınızın iyi zenginleşmesiyle, sadece problemleriyle değil, Türkiye’nin dertleriyle, aynı zamanda da Türkiye’nin dostlarının meseleleriyle de yakın ilgilendiniz ve bunları hep beraber yaptık. Hatta öyle oldu ki Türkiye dışındaki faaliyetlerinizi, Türkiye dışındaki işlerinizi hep beraber takip ettik. Türkiye içinde Cumhurbaşkanı olarak pek karışmadım, ama Türkiye dışındaki bütün işlerinizi takip ettim. Öyle oldu ki sadece bir proje için, onu Türk iş adamlarına almak için gittiğimiz ülkeler oldu. Telefon ettiğimiz krallar, emirler, sultanlar, cumhurbaşkanları; yazdığımız mektuplar ve neticede siz kazandınız, Türkiye kazandı sizin sayenizde.

Hepinizin bildiği gibi yedi yıllık görev sürem dolmak üzere. Bununla ilgili çeşitli çalışmalar yapılırken, arkadaşlar “Acaba Cumhurbaşkanımızın mektupla, telefonla bizzat gidip konuşarak müdahil olduğu ve Türkiye’nin, Türk iş adamlarının kazandığı projelerin toplam değeri nedir?” diye bir çalışma yaptılar. 35 milyar dolarlık işi Türk iş adamları, Türk müteahhitleri ve sizler aldınız. Tabii ki sizin bu başarınız, kapasiteniz olmasa ben hiçbirinizi tanıtamazdım. Size güvenmesem, o işi yapacağınıza, o milyar dolarlık projeleri gerçekleştirebileceğinize referans olamazdım. Dolayısıyla esas maharet sizdeydi. Siz gücünüzü koydunuz, kabiliyetinizi gösterdiniz, o büyük işleri başarabileceğinizi söylediniz, biz de arkanızda durduk ve neticede kazanan hep beraber olduk, Türkiye oldu.

Türk İş Dünyasının Değerli Temsilcileri, Odalar ve Borsalar Birliği’nin Değerli Başkanları,

Çok şükür bugünkü Türkiye çok farklı. Benim 2002 yılında ilk hükümetimizi kurduğum zamanki Türkiye ile bugünkü Türkiye’ye baktığımızda, -ki aranızda çoğunuz bunu gayet çok güzel bir şekilde mukayese edebilirsiniz- aralarında inanılmaz büyük bir mesafenin ve başarının olduğunu hep beraber görüyoruz. Türkiye’de son 10-12 yıl içerisinde çok büyük değişimler oldu, çok büyük başarılar elde edildi. Bunlar şüphesiz ki, sadece ekonomik değil. Çünkü 2001 yılında Türkiye’nin yaşadığı o büyük ekonomik krizi fırsata çevirmesini bildik ve bu büyük başarıları elde ettik, ama bu sadece ekonomik değil. Türkiye’de yapılan köklü reformların sayesinde oldu, yapısal değişikliklerin sayesinde oldu. Yapısal reformlar ise siyasi, demokratik ve ekonomik reformlar olarak el ele devam etti ve bunun neticesinde Türkiye bugünkü noktaya geldi. 250 milyar dolarlık gayri safi milli hasıladan, 850 milyar dolarlık gayri safi milli hasılaya ulaşmış bir ülke oldu ki, harcama paritesine göre bir trilyon dolardan daha fazla Türkiye’nin gayri safi milli hasılası var.

Türkiye’nin çok kronik problemleri vardı. Bu kronik problemlerden Türkiye çok şükür kurtuldu. Bütün bunlar yapılırken, Türkiye’nin bu değişiminin önündeki lokomotif Türk özel sektörü oldu. Şüphesiz ki, bu yapısal reformlar, hukuk reformları, kurallar, ekonomik reformlar, siyasi reformlar bunları hükümetlerimiz yaptı. Bunlar Türkiye’nin zeminini düzeltti. Tamamen belirsizlikler içerisinde olan bir ülkeyi öngörülebilir bir ülke haline getirdi ve böyle bir ülkede siz kendinizi gösterdiniz. Sizin önünüz açıldı ve nihayet sizin önünüzdeki bentler açılınca da sel gibi çağladınız. Hepiniz kendi şirketlerinizi büyütürken Türkiye’yi de büyüttünüz. Hepiniz kendi varlıklarınızın değerinin ne kadar arttığını şöyle bir düşünürseniz, bunu hiç kimse hayal bile edemezdi. Türkiye’nin taşı toprağı çok şükür ki altın haline geldi.

Tabii ki bunlar Türkiye’nin bütün meselelerinin bittiği anlamına gelmez, Türkiye’nin hala yapacak çok şeyi vardır. Türkiye son 10 yıl içerisinde ortalama %5 büyüyen bir ülke oldu. Türkiye, dünyadaki en çok büyüyen 3-4 ülkeden birisi oldu. Mali disiplini sayesinde bütçe açıklarını Avrupa Birliği normlarının altına düşürdü. Borçlarını gayri safi milli hasılasında yine Avrupa Birliği’nin normlarının altına indirdi. Bütün bunlar oldu, ama bu ülkede hala yapılacak çok şey var.

Hepiniz biliyorsunuz ki, Türkiye ile gurur duyuyoruz, Türkiye ile övünüyoruz, ama Türkiye hala orta gelirli bir ülke. Ülkemiz hala gelişmiş ülkeler sınıfı içerisine girmiş değil. Biz bir taraftan özgüvenimizi ortaya koyacağız, bir taraftan başarılarımızla övüneceğiz, ama bir taraftan noksanlıklarımızı bileceğiz ki, daha ne kadar yol gitmemiz gerekiyor? Daha ne kadar gece-gündüz çalışmamız gerekiyor? Daha ne kadar büyük başarılar elde etmemiz gerekiyor? Onları bilelim ve onlara kilitlenelim. Onun için Türkiye olarak 10 bin doları geçen fert başına milli gelirimizle hala bir orta gelirli bir ülkeyiz, belki de orta gelirlilerin biraz üstündeyiz. Ama önümüzde çok kritik bir eşik var. Bu kritik eşik Türkiye’nin orta gelirden üst gelire, yani gelişmiş bir ülke sınıfına atlamasıdır. İşte önümüzdeki 10 yıl içerisinde, Cumhuriyet’in yüzüncü kuruluş yıl dönümünü kutlayacağımız yıllarda, Türkiye’yi muhakkak hep beraber, elbirliği içerisinde gelişmiş ülkelerin arasına katmamız gerekir. Tabii ki bu sadece ekonomik büyüklükle olacak bir şey değil. Fert başına milli gelir 20 bin, 30 bin dolar olsa bile, bu tek başına yetmez. Bazı petrol zengini ülkeler var, onlarda fert başına milli gelir 30, 40 bin dolar, ama gelişmiş ülke diyemeyiz. Çünkü dışarıdan aldığı her şeyi sadece kullanıyor. Türkiye böyle bir ülke olamaz. Türkiye’nin her şeyden önce bu sınıfa geçebilmesi, bu kritik eşiği atlayabilmesi için önce muhakkak ki, siyasi normlarımızi, demokratik kriterlerimizi, hukuk yapımızı, bütün bunları daha da yükseltmemiz gerekir. Şunu unutmayın ki: Demokratik, siyasi ve hukuk standartları yüksek olmayan, gelişmiş ülkelerin seviyesinde olmayan hiçbir ülke o sınıfa giremez. Bunu hepimizin aklımızda tutmamız gerekir. Onun için el ele, demokratik ve ekonomik reformları, hukuk reformlarını yapmaya devam etmemiz gerekir.

Son birkaç sene içerisinde biraz iç konularla uğraştık ve enerjimiz biraz bunlara gitti. Şimdi tekrar toparlanma, Türkiye’yi tekrar yeni bir yörüngeye oturtturma ve adeta roketlerimizi ateşler gibi Türkiye’yi ileri taşıma mecburiyetindeyiz. Nasıl roketler fırlatılırken, atmosfere çıkana kadar roketleri bir ateşler, ondan sonra yeni yörüngeye otururken tekrar bir kez daha ateşler. Türkiye’nin kendisini muhakkak böyle bir ateşlemesi, yeni reform heyecanını ve azmini yakalaması gerekir. Bu anlayış zaten var. Son 10. Kalkınma Planına bakarsanız, Kalkınma Planı’nda hep bunlar yazılı.

Türkiye’nin birçok tabuları nasıl yıkıldı. Türkiye’nin en büyük kronik meseleleri nasıl halledildi. Türkiye’nin en önemli meselesi dediğimiz Kürt meselesinde hangi noktalara gelindiği, bütün bunları göz önüne aldığınızda, bundan sonraki konuları da başarmamak mümkün değil. Bunun için siyasi, ekonomik reformları güçlü bir şekilde devam ettirmek gerekir. İkincisi eğitim. Eğitim ise, sıradan eğitim değil, eğitimin kalitesini muhakkak çok yükseltmemiz gerekir. Araştırma-geliştirme, bütün bunlara çok önem vermemiz gerekir.

Bakın gazetelere falan baktım, televizyonlarda falan hiç görmedim. İki gün önce ben çok önemli kanunu imzaladım ve yayımladım. Geçen hafta TBMM bu kanunu çıkarttı. Araştırma-geliştirme ve bütün bunlara özel sektörü dâhil etme ile ilgili çok detaylı ve çok güçlü bir kanundu. Şimdi hepimiz konuşurken, “Türkiye’nin inovasyon yapması lazım, araştırma-geliştirmeye önem vermesi lazım, Türkiye’nin laboratuarlarını, Türkiye’nin araştırma enstitülerini çoğaltması lazım, bunları tam kapasite kullanması lazım” diye konuşuruz. Bunlar yapılıyor. İki gün önce belki de son yıllarda çıkardığımız en önemli kanunlardan birisini Meclis çıkardı, hükümet getirdi, Kalkınma Bakanlığı bütün bunların detaylarını hazırladı, ben de yayımladım. Göreceksiniz 3-4 sene sonra Türkiye’nin bu konulardaki başarıları çok büyük buluşlar, patlamalar, araştırma-geliştirme konularındaki verimlilik, özel sektöre yöneltilen fonlar, bunlarda ne kadar büyük artış olmuş. Yani bunlar yapılıyor, yapılmaya da devam edecek.

Ayrıca şunu da hatırlatmak istiyorum: Etrafımızda bütün olup bitenleri göz önüne aldığımızda, çok şükür ki Türkiye bu bölgede güvenli bir ada. Bakın insanlar evini, barkını terk ederek nereye gidiyorlar? Gelebildikleri yer Türkiye. Allah hiç kimsenin evini, barkını yıktırmasın. Suriye’de olup bitenleri görüyoruz. Irak’ta olup bitenleri görüyoruz. Bunların çoğu komşularımız, akrabalarımız. Binlerce, yüz binlerce insan Türkiye’ye geldi. Milyonlarca insan evini terk etti. Tanıdığımız, bildiğimiz şehirler, mahalleler, hepimizin hep beraber ziyaret ettiğimiz Halep, Şam; bütün buraları ekranlarda görünce nasıl içiniz kan ağlıyor. Buradan söylemek istediğim şey: Memleketimizin kıymetini bilelim, ülkemizin kıymetini bilelim. Şu salondaki oda başkanlarına baktığımda demin çoğunuz yanıma geldiniz, selam verdiniz Diyarbakır’dan, Yozgat’tan, Trabzon’dan, Erzurum’dan, Tekirdağ’dan, Adana’dan; Türkiye’nin her tarafından geldiniz. Türkiye’nin her tarafının da, kendine has özellikleri var. Türkiye’nin her tarafının da, kendine has farklılıkları var. Bütün bunlara saygı gösterip, sevgi gösterip, bütün bunların bizim olduğumuzu anladığımızda, ifade ettiğimizde, işte zenginlik orada çıkmakta. O zaman farklılıkları anlayışla karşıladığımızda, saygıyla karşıladığımızda çatışma unsurları olan, problem olan noktalar da konuşularak halledilmekte ve bütün bunların zenginlik olduğu anlaşılmaktadır. İşte bunu çok şükür ki Türkiye gerçekleştiriyor. Bunları daha da güzelleştirdikten, daha da güçlendirdikten sonra Türkiye’de doğacak büyük sinerji, ülkemizi işte 10 sene içerisinde inanıyorum ki gelişmiş ülkelerin arasına kesinlikle sokacaktır.

Tabii bunlar yapılırken dikkat edilmesi gereken hususlar da var. Sizler tüccarlarsınız, sanayicilersiniz. Türkiye’de biraz sanayicilerin azaldığını görüyorum. Sanayinin altını da çizmek istiyorum. Sanayisi güçlü olmayan bir ülke büyük bir ülke olamaz, gelişmiş ülkelerin de arasına da katılamaz. Onun için her fırsatta bunun altını çiziyorum. Bu konuda hem hükümetimizle bir araya geldiğimizde bunları konuşuruz hem ilgili bakanlarla bunları hep konuşuruz, siz iş dünyasının temsilcileri ile konuşuruz. Sanayiyi muhakkak daha çok teşvik etmemiz ve Türkiye’nin bir sanayi ülkesi olduğunu ve olması gerektiğini de unutmamamız gerekir.

Tabii ki hizmet sektörü çok önemli, sanayi dediğimizde de üretmek demektir. Sizler üreten insanlarsınız, vergi veren insanlarsınız, istihdam oluşturan insanlarınız, ihracat yapan insanlarsınız. Bunun için sizlerle beraber olmak, sizlere moral vermek, sizlere sahip çıkmak aslında Türkiye’ye sahip çıkmak demektir.

Bakın bizim büyümeyi devam ettirmemiz için, yapmamız gereken bir şey var, o da daha çok üretmek. Şimdi şöyle biraz daha kitabi konuşayım sizinle isterseniz. Bu noktadan sonra büyümeyi yapabilmek için Türkiye maalesef hep cari açık vermek durumunda kalıyor. Böyle bir çelişki içerisindeyiz. %10 büyümeyi gerçekleştirdiğimizde çok tehlikeli cari açıklar vermeye başladık. Onun için kontrollü bir şekilde büyümeyi düşürdük ki, cari açığımız çok olmasın diye. Şimdi o zaman Türkiye nasıl kronik enflasyonun halledilmesini, ondan kurtulmayı çözdüyse, başardıysa, Türkiye’nin cari açık meselesini de çözmeyi başarması lazım. Cari açığı başarabilmemiz için sanayinin daha iyi olması gerekir, daha çok üretilmesi gerekir, daha çok yatırım yapılması gerekir. Daha çok yatırım yapmak için daha çok tasarruf yapmamız gerekir. Bütün bunları işte bu 10 sene içerisinde muhakkak başarmamız ve neticede Türkiye’yi hepimizin özlediği seviyeye getirmemiz gerekir ve bunun gerçekleşeceğinden hiç şüphem yoktur. Herkesin aslında aklı, fikri bunlarla meşguldür; bütün devlet kademesinin, hükümetin, önemli sivil toplum örgütlerinin. İşte bunun için hepimizin elbirliği içerisinde büyük bir sinerjiyi oluşturmamız gerekiyor. Bu oluştuğunda hiç şüphem yok ki Türkiye, çok kısa süre içerisinde kalkınmış ülkelerin, en gelişmiş ülkelerin arasına girecektir.

Değerli Oda Başkanları,

Sizlerle çok beraberliklerimiz ve çok hatıralarımız var. Şunu da biliyorsunuz ki: 7 yıllık Cumhurbaşkanlığı süremin sonuna gelmiş durumdayım. İnşallah Ağustos ayının sonunda Cumhurbaşkanlığı görevim bitecek. 7 yıl boyunca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin birliğini temsil etmek gibi çok büyük, onurlu ve şerefli bir görevi yaptım. Türk milletinin, yani milletimizin, halkımızın, doğudan batıya kadar onların hepsini kucaklamak için elimden gelen her şeyi yaptım. Hatta öyle oldu ki, 2007 yılında seçildiğim günleri düşünürseniz ve o günkü olayları düşünürseniz, seçildikten sonra hepsini arkamda bıraktım. “Aman bu adam Cumhurbaşkanı olmasın” diye sokaklara dökülenlere bile hep kapılarımı açık tuttum ve hepsinin geldiği kapı oldu Cumhurbaşkanlığı. Devletimizi ve milletimizi kaynaştırmak mümkün oldu diye düşünüyorum. Hepiniz bilirsiniz ki en rahat bir şekilde Çankaya sizlerin geldiğiniz, toplantılar yaptığınız, yemeklere katıldığınız, hep beraber iş forumlarını gerçekleştirdiğimiz mekân oldu. Bundan tabii ki yine büyük bir gurur duyuyorum. İnanıyorum ki bundan sonra da artık hep böyle olacaktır. Bundan zaten hiç tereddüdüm yoktur.

Şunu söylemek istiyorum: Milletlerin tarihinde zaman zaman sıkıntılı dönemler olabilir, ama bu sıkıntılı dönemler olgunlukla ve büyük bir ağırbaşlılıkla hep aşılmıştır. Siyasi tarihimize baktığımızda da ne büyük sıkıntılar çektik. Bunların hepsini geride bırakmak, hep geleceğe bakmak gerekiyor. Onun için ben hep geleceğe baktım ve daima gelecekte de bu milletin demin söylediğim farklılıkları, ayrılıkları, çeşitlilikleri; bütün bunları zenginlik olarak görüp, hep beraber herkesi kucaklayarak yürümek gerekliliğine inandım. Ziyaret ettiğim 81 ilimizde sizlerle hep buluştuk. Çünkü şuna inandım: O illerin eşrafı sayılan siz tüccarlar, sanayiciler aslında illerin sahiplerisiniz adeta. İlleri de geliştirenler, kalkındıranlar sizlersiniz. Devlet artık altyapıyı yapıyor, fabrikaları siz yapıyorsunuz, işyerlerini siz yapıyorsunuz. Bütün alışveriş merkezlerini siz açıyorsunuz, çiftlikleri siz kuruyorsunuz. Dolayısıyla sizlerin önemini her zaman bildim ve geldiğimiz bütün illerde sizlerle de hep toplantılar yaptık ve daima sizleri hep teşvik ettim. Gittiğim bütün illerde de hiçbir ayrım yapmadan sadece devletin, benim ve hükümetin temsilcisi olan valilere değil halkın seçtiği belediyeleri ve belediye başkanlarını hangi partiden olursa olsun hepsine de gittim. Oraları da ziyaret ettim ve hepsine de “Siz bu ülkeye aitsiniz” dedim. En zor dönemlerde bunu Batman’da da, Diyarbakır’da da yaptım. Şimdi geldiğimiz nokta barışın, huzurun Türkiye’de tesis edilmeye başladığı bir nokta. Bundan eminim ki hepimiz kıvanç duyuyoruz ve bunun böyle devam etmesini de istiyoruz.

Değerli Oda Başkanları,

Tabii ki 7 yıllık görevim bitti. Ben daha çocukluğumdan beri, öğrencilik yıllarımdan beri hep dernek, cemiyet, daha sonra da siyasi parti, vatan ve millet meseleleri ile beraber oldum. Milletime, bu şerefli millete hizmet etmeyi de daima en asil, en mukaddes bir görev olarak gördüm. Şüphesiz ki bundan sonra da milletimize hizmet etmeye devam edeceğim. Millete hizmet etmenin tabii ki çok yolları vardır. Bakalım nasıl edeceğiz, ama hep beraber olacağız. Gerçekten bu asil millet çok büyük fedakârlıklar içerisinde bulunmuştur. Yeri geldiğinde şehitler vermiştir, yeri geldiğinde malını, mülkünü çıkarıp her şeyini vermiştir. Yeri geldiğinde en büyük fedakârlıkları yapmıştır. Dolayısıyla bu millete, bu aziz millete hizmet etmek, hepimiz için en büyük şereftir. Çok şükür bu şerefi, bu milleti temsil ederek yaşadım. Bundan sonra da elimden gelen her türlü gayreti tabii ki göstereceğim ve her türlü gayret içerisinde olacağım. Dediğim gibi bu nasıl olur, ne olur, o ayrı bir konu, ama önemli olan bu hizmete devam etmektir.

Bu vesileyle aynı zamanda size veda konuşması da tabii yapmış oldum. Rıfat Bey bize veda iftarı vermiş oldu. Ben de size veda konuşması yapmış oldum. Hepinize başarılar diliyorum. Hepinizin başarılarıyla gurur duyduğumu bir kez daha ifade ediyorum ve hepinizi Allah’a emanet ediyorum. Ramazan’ınız tekrar hayırlarla dolu olsun. Sağ olun.

Yazdır Paylaş Yukarı