Harvard Universitesi'nde Yaptıkları Konuşma

30.05.2014
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

" Turkiye’den Bakınca: Güncel Bölgesel Konular ve Gelecek”  (Nye Hall/Kennedy School of Government, Harvard Universitesi)

Saygıdeğer Okul Personeli,

Sevgili Öğrenciler,

Hanımefendiler ve Beyefendiler,

Sözlerime hepinize günaydın diyerek başlamak istiyorum,

Harvard Üniversitesi Kennedy School of Government’in bu tarihi atmosferinde sizlere hitap ediyor olmaktan onur duyuyorum.

Kennedy School, aralarında Türkiye’den öğrenci ve akademisyenlerin de olduğu tüm dünyadan parlak yetenekleri biraraya getiriyor.

Yıllardır dostum olan Prof. Nicholas Burns’e nazik tanıtım konuşması için teşekkür etmek istiyorum. Bu güzel organizasyonu düzenlediği için Belfe Center’a da ayrıca teşekkür ederim.

Hanımefendiler ve Beyefendiler,

Bir ay sonra, 1. Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümü.

Esasen, 20. yüzyıl büyük başarılar ve insanlık adına büyük umutlarla başlamıştı.

Ardından, tarihin en yıkıcı savaşı geldi.

Bu savaş, en aşırı ideolojileri, yeni çatışmaları ve bir diğer dünya savaşını besledi.

Bir çok tarihçinin, 1. Dünya Savaşı’nın çıkış kaynakları ve sonuçlarına yeni bir içgörüyle bakmak için bu acılı yıldönümünden faydalanmakta olduklarını görmekten büyük memnuniyet duyuyorum.

Dünyanın şu anki ve gelecekteki liderlerinin bundan çıkaracağı büyük dersler var.

Çıkarılacak en önemli dersin, uluslararası ilişkilerin sıfır toplamlı oyun olmadığını anlamak olduğuna inanıyorum.

Şayet birlikte çalışırsak hepimizin kazanacağı çok sayıda fırsat mevcuttur.

Bunu başarmak için, dar çıkar algılarını ve bencil hesapları aşmak zorundayız.

Eylemlerimize akıl, empati, sağduyu ve basiret rehberlik etmelidir.

Diyalog, diplomasi ve uzlaşı bu yüzden daha iyi bir ortak gelecek için sahip olduğumuz en değerli şeydir.

Tarihçi Prof. Clarkson, 1. Dünya Savaşı’nın arefesinde dünya liderlerini “Uyurgezerler” olarak adlandırmıştı.

Ne var ki, şu anki dünya liderleri o dönemkilerden avantajlıdır. Bu avantaj, o dönemde olmayan, özgür basın ve sivil topluma sahip daha demokratik bir çevredir. Her zaman faydalı olmasa da, bu olgular, hükümetleri savaş tehlikesine karşı harekete geçirmek için uyarıcı olmak konusunda her geçen gün daha da etkili hale geliyor.

Umuyorum ki gelecek tarihçiler bizim neslin liderlerini “Uyurgezerler” olarak adlandırmaz. 

Bu açıdan, müsadenizle, uluslararası normlara ve insan haklarına dayalı hukuk devleti ilkesine atfedilen öneme haiz olarak, Türkiye’nin çevresinde barış, istikrar ve sürdürülebilir kalkınma adına ne kadar şansımızın kaldığını tartışmak isterim. 

Başkan Obama, önceki gün bu konulara benden once değindi zira 10 saatlik bir uçak yolculuğu ve 8 zaman dilimi bizi haliyle West Point Academy’den ayırdı. Bir başka küreselleşme işareti! 

Ancak, Başkan Obama’nın terörizme karşı, anahtar ortaklarla işbirliğine yaptığı vurguya kesinlikle katıldığımı belirtmek isterim. Ayrıca, küresel meydan okumalar karşısında Amerikan liderliği sözünü de önemli bulduğumu söylemeliyim. 

Hanımefendiler ve Beyefendiler, 

Analizime olumlu bir bilgiyle başlamak istiyorum. 

Obama yönetiminin geçen yıl Orta Doğu Barış Süreci’ni yeniden canlandırması en olumlu gelişmedir. 

Birçokları gibi, ben de Dışişleri Bakanı Kerry’nin çabaları sayesinde taraflar arasındaki doğrudan görüşmelerin başlamasından dolayı çok umutlanmıştım. 

Belli aksiliklere rağmen, bu esas meseleyle ilgili adil ve kapsamlı bir çözüme ulaşmak için bu girişim tek dayanak olarak kalmıştır. 

Diğer taraftan, Arap Baharı’nın fitilinin ateşlendiği Tunus’tan umut veren bir haber geldi. Geniş bir katılımla, yeni anayasa Ocak ayında kabul edildi. Yıl sonuna kadar cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri de yapılacak. 

Bu süreçte son derece sağduyulu davranan Tunus’un siyasi liderleri ve halkı her türlü övgüyü ve desteği haketmektedir. 

Aynı derecede önemli olarak, İran’ın nükleer programıyla ilgili varılan anlaşma, tarafların farklılıklarının uzlaşması ve ilerleme kaydetmeleri adına somut bir temel sağlayan büyük bir fırsattır. 

Şayet başarılırsa, İran’daki muhtemel bir çözüm sonrası aşamada büyük gayret gösterilmeye devam edilmesi bütün tarafların çıkarınadır. 

Büyük devlet geleneğinden, akıl ve sağ duyudan faydalanmak, İran’ın tavrına rehberlik edecek gibi gözükmektedir. 

Bizim bu konudaki pozisyonumuz açıktır. Nükleer silahlardan arındırılmış bir dünya ortak hedef ve isteğimizdir. Aynı durum Orta Doğu için de geçerlidir. 

Değerli Misafirler, 

Geçen Eylül ayında, BM Genel Kurulu’nda da belirttiğim üzere, iç çekişmeler gittikçe artan bir surette küresel barış ve güvenliğe etki etmektedir. 

Günümüzde, barış ve güvenlik her bir ülkenin iç düzeninin devamına bağlıdır. 

Mesela, Mısır devriminin ardından umutlar yükselmişti zira bu ülkenin demokratik dönüşümü bütün bir bölge için çok şey ifade etmekteydi. 

Mısırlılar, esasen cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerini başarıyla yapmışlardı. Ne var ki, sonradan gelen askeri darbe demokratikleşme sürecinde radikal bir kesinti demekti. 

Ben şahsen, bütün meşru siyasi aktörlerin özgürce katılabilecekleri kapsamlı bir siyasi süreçle Mısır’ın normalleşmeye ve demokrasiye döndüğünü görmeyi çok arzu ediyorum. Bu bağlamda, tutklu siyasileri serbest nırakmak diyaloğa ve uzlaşmaya büyük yarar sağlayacaktır. 

Mısır’ın uzun dönem istikrarı ve sürdürülebilir kalkınması için, içe kapanmak kesinlikle bir seçenek olamaz. Mısır, dünyayla entegre olmayı haketmektedir ve bunu başarmak için mükemmel bir istidadı vardır. Bu ise, hukuk devleti, temel özgürlükler ve serbest piyasa ekonomisi gibi evrensel prensiplere sahip çıkmakla olabilir. 

Mısır’daki yeni liderliğin önceki liderlerin diktatörlük zihniyetinden ayrılmalarını arzu ediyorum. Eğer bu yapılabilirse, Mısır, onlarca yıldır içinde bulunduğu fasid daireyi tersine çevirebilir. 

Suriye’de, şu anki rejim Güvenlik Konseyi kararlarını görmezden gelmeye ve ihlal etmeye, kendi halkını aç bırakmaya ve bombalamaya devam etmektedir. UNESCO’nun dünya mirası listesinde bulunan Halep şehri, bugün tıpkı ülkenin büyük bir kısmı gibi harabe olmuş haldedir. Ayrıca, neredeyse 1 milyon Suriye’li ülkemize sığınmış durumdadır. 

İkinci bir BM Özel Temsilcisi’nin istifa ettiğini ve BM Güvenlik Konseyi’nin Suriye konusunda bir kez daha tıkandığını görmekten büyük üzüntü duymaktayız. 

Ancak yine de Suriye’deki bu insanlık trajedisine ve hiç olmadığı kadar artan terror tehdidine son verilmesine yardım etmek adına güçlü, kararlı ve ortak hareket etmek konusunda ısrarcı olmalıyız. 

Uluslararası kamuoyu, bu sorumluluktan daha fazla kaçmaya devam edemez. 

Değerli konuklar, 

Güney Kafkasya, tarih boyunca Avrupa’yı Orta Doğu’ya ve Asya’ya bağlayan bir ticaret ve ulaşım köprüsü olmuştur. Bölge aynı zamanda zengin enerji kaynaklarına da ev sahipliği yapmaktadır. 

Maalesef, etnik çatışmalar bu kritik bölgeyi potansiyelini tam olarak kullanmaktan alıkoymuştur. 

Bugün, bölge ülkeleri, silahlanma yarışı ve mültecilerin ve yerinden edilmiş insanların masrafları sebebiyle büyük finansal yüklerle karşı karşıyadır.

Ancak, artık “dört duvar arasına sıkışmış” şeklindeki yaygın kanaatten “etkileşim ve işbirliğinin kapısı”na geçiş yapmanın vakti gelmiştir. Bu ise ancak diyaloğu, etkileşimi ve dayanışmayı tesis etmekle mümkün olacaktır. 

Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan bu amaş için önemli adımlar atmaktadır. Tüm çabamızı bir enerji ağı ve bölgesel barış, işbirliği ve refahı artırmak için ulaşım hatları inşa etmek için seferber etmiş bulunuyoruz. 

Daha fazla ilerleme için, Dağlık Karabağ dahil olmak üzere donmuş problemlere adil ve kalıcı bir çözüm bulmanın yollarını aramak elzemdir. 

Ortak geçmiş ve sınıra sahip olduğumuz Ermenistan da bölgesel plana dahildir. 

Bu noktada, komuşumuz Ermenistan’a samimi ve açık yüreklilikle yaklaştığımızı vurgulamak isterim. 

2008’de Cumhurbaşkanı Sarkisiyan’ın nazik davetine icabet ederek Ermenistan’a tarihi bir ziyaret yapan ilk Türk Cumhurbaşkanı ben olmuştum. Maalesef, şartlar bu başlangıcın kemale ermesine müsade etmedi. 

Ancak yine de Türk-Ermeni ilişkilerini normalleştirmek için hala bir umut vardır. Başbakan Erdoğan’ın 1915’te hayatını kaybetmiş Ermenilerin torunlarına göndermiş olduğu taziye mesajı bu yünde atılmış önemli bir adımdır. 

1915 yılı gerçekten Anadolu tarihinde acılı ve hüzünlü olayların yaşandığı bir yıldır. Bu bütün Anadolu halkları için böyledir ve bunun birçok sebebi vardır. 

  1. Dünya Savaşı’nın trajik olayları paylaşılan açılarımızı yansıtmaktadır. 

Bu dönemi, adil bir hatıra perspektifiyle değerlendirmek insani ve ilmi bir sorumluluktur. Bu amaçla, arşivlerimizi bütün araştırmacılara açtık. 

İlerleme kaydetmek kolay bir iş değildir. Güçlü karşılıklı irade, ortak çaba ve karşılıklı anlayış son derece önemlidir. 

Hanımefendiler ve Beyefendiler, 

Ukrayna’daki kriz, Avrupa ve Rusya arasında bir seçim yapması için Kiev üzerinde zorlamayla başladı. Bu kesinlikle olmaması gereken bir durumdu! 

Ukrayna krizinde tartışmanın kaynağı olan Kırım yarımadası, milyonlarcası onlarca yıldır Türkiye’de yaşamakta olan Kırım Tatarları’nın anavatanıdır. 

Türkiye dahil uluslararası kamuoyu Kırım’ın ilhakını tanımamaktadır. Ancak, ortada yeni bir realite durmaktadır. “De facto” Rus yetkililer, Tatarlar dahil tüm Kırım halkının esenliği, güvenliği, ve haklarını sağlamaktan sorumludur. 

Ne var ki, bu durum, krize siyasi bir çözüm bulma arayışı içinde olma sorumluluğunu üstümüzden almıyor. Kalıcı bir çözüm, ancak demokratik hak ve özgürlükler ve egemenlik ve toprak bütünlüğüyle ilgili uluslararası normlar temelinde mümkündür. 

Bu vesileyle, yeni Ukrayna Cumhurbaşkanı Poroshenko’yı tebrik etmek isterim. Kendisinin omuzlarında, Ukrayna’nın geleceği için tarihi bir misyon var. krizi yönetme şekli, hiç şüphesiz Avrupa’da istikrar ve güvenlik konusunda daha geniş yansımalara sebep olacaktır. Eminim, bu açıdan Sayın Cumhurbaşkanı en akıllı ve sorumlu bir şekilde davranacaktır. 

Hanımefendiler ve Beyefendiler, 

Bu noktada, bizi geleceğe götüreceğine inandığım bazı prensiplere dikkatinizi çekmek istiyorum. Şüphesiz, bunları ben icat etmedim. Ancak, bu prensipler bölgemizde de başka bölgelerde de yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor. 

Ilk olarak, barış ve istikrar, ekonomik büyüme ve kalkınmayı yönlendirecek her çabanın omurgasıdır. Ve istikrarı sağlamanın anahtarı hukukun üstünlüğü ve günümüz dünyasında kurumsallaşmış demokrasidir. 

Ikinci olarak, güven ve öngörülebilirlik her sistemi inanılır ve değerli kılan şeydir. Bu yüzden, şeffaflığa, hesap verebilirliğe, en yüksek hukuk standartlarına ve eşit muameleye uyan bir system elzemdir. 

Böylece, sürdürülebilir barışın dahili katmanı demokratikleşme, hukuk devleti, gelişen insan hakları standartları ve serbest piyasa ilkelerinden geçer. 

Türkiye gibi büyük nüfusa sahip ancak az sayıda doğal kaynakları olan ülkeler için en büyük değer insan sermayesidir. 

Bu değerden azami derecede faydalanmak için, insan unsuruyla az once açıkladığım hususu birleştirmek gerekir. Son on yılda, Türkiye’de yaptığımız da budur. 

Bu, mutlak eşitlik, toprak bütünlüğü ve uluslararası hukuka dayanan harici boyutla kol kola gider. 

Uluslararası kamuoyu, belli bir seyir izlemeden once iyi düşünülmüş geçiş ve çıkış stratejileri bakımından birleşmelidir. Irak ve Afganistan’daki askeri müdahalelerin yansımaları bu açıdan çarpıcı hata örnekleridir. Ancak, bu hata maalesef kaos, terörizm ve acıların devam ettiği Suriye ve Libya’da tekrarlanmıştır. 

Hanımefendiler ve Beyefendiler, 

Müsadenizle konuşmamın son bölümüne geçmek istiyorum. 

Bugün, Türkiye sorunlu bir coğrafyada güvenli bir limandır. Türkiye, dünyanın bu bölgesinde modern değerleri ve idealleri yansıtan bir ülkedir. 

Türkiye, bölgesinde kalıcı barış ve refah için oynayabileceği eşsiz rolün bilincindedir. 

Bunu başarmak için, Türkiye, ileriyi gören, dinamik ve çoğulcu bir toplum olma özelliğini korumak zorundadır. 

Bu yüzden, insan sermayesine ve standartlarımızı yükseltmeye büyük yatırım yaptık. Son 10 yılda, önemli adımlar attık ve kapsamlı ekonomik ve siyasi reformlar yaptık. 

Kesin konuşmak gerekirse, genç ve dinamik ulusumuz için demokratik standartları yükseltmek ekonomik kalkınmamız üzerinde çarpan etkisi yapmıştır. 

Yaşadığımız tecrübeler göstermektedir ki iyi yönetişim unsurları olarak hukuk devleti, insan hakları ve çoğulculuk ilkelerini güçlendirmek ekonomik kalkınmayı besler ve sürdürür. Bunlar gerçekten birbirini güçlendiren parallel süreçlerdir. 

Türkiye’nin Avrupa yönelimi ve AB ile sürdürdüğü üyelik müzakereleri bu açıdan faydalı olmuştur. Bu teknik süreç sonuna kadar görülmelidir. 

Bu arada, Avrupa’nın ekonomik kriz, yasa dışı göç ve aşırı sağ eğilimleri gibi meydan okumaların üstesinden geleceğine inanmak isterim. 

İyi şöhretimiz hakkında sorulara yol açan reformların hızındaki dalgalanmaya rağmen, ne yolumuzda ne de yönelimimizde bir değişme olacaktır. 

Zira, kendi inanç sistemimizle uyum içinde olan demokratik değerler tüm Türk toplumunca sahiplenilmiştir; öyle ki bu konuda, bazen toplum siyasetçilerden de öne geçmektedir. 

Daha fazla demokratikleşme ve kalkınmaya yönelik bu geri dönülmez yolda siyasi kararlılığımız ve sahiplenme duygumuz son derece güçlüdür. 

Bu durum, güçlü ekonomik büyüme ve Kürt vatandaşlarımızla uzlaşma süreci çerçevesinde atılan adımlarla ispat edilmiştir. Kadınların, başörtüsü yasağının kalkmasının ardından, yerel yönetimlerde ve kamu sektöründe görülen şimdiye kardarki en yüksek orandaki katılımı, buna bir diğer örnektir. 

Hala yapılacak şeyler olduğunun bilinciyle, bu yolda ilerlemekte son derece kararlıyız. 

Standartlarımızı yükseltmeye devam edeceğiz zira halkımızı daha mutlu, daha müreffeh ve daha güçlü kılmanın yolu budur. 

Türkiye ve ortakları barış, işbirliği ve refahta kazananlar olacaktır.     

Teşekkürler.

Yazdır Paylaş Yukarı