5'inci İzmir İktisat Kongresi'nde Yaptıkları Konuşma

30.10.2013
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

Sayın Başbakan,

Dünya Bankası Başkanı Sayın Kim,

Değerli Bakanlar,

Kıymetli Katılımcılar,

Hanımefendiler, Beyefendiler,

Yüzyıllardır ülkemizin dışa açılan kapısı, turizmin, dış ticaretin ve sanayileşmenin öncüsü olan İzmir’de, 5’inci İktisat Kongresi’nin açılışı vesilesiyle sizlerle bir araya gelmekten büyük mutluluk duyuyor, hepinizi en samimi hislerimle selamlıyorum. Sevgi ve muhabbetlerimi sunuyorum.

Bugün 5’incisi yapılan İzmir İktisat Kongresi’nin ilki,  17 Şubat- 4 Mart 1923 tarihleri arasında, daha Lozan Antlaşması yapılmadan ve Cumhuriyet kurulmadan toplam 1135 kişinin katılımıyla düzenlenmiştir.

Gazi Mustafa Kemal’in riyasetinde düzenlenen birinci kongre bu tarihi özelliğiyle, milletimizin hürriyet ve bağımsızlığının ekonomik bekadan geçtiğini bizlere bir kez daha hatırlatmaktadır.

Ülkemizin ve milletimizin o günkü şartları dikkate alındığında, böylesine geniş katılımlı bir kongre düzenlenmesi, gerçekten büyük bir vizyon içeren, muazzam bir hadisedir.

Esasen milletlerin tarihi, bir anlamda iktisadi vaziyetlerinin tarihidir. Ekonomik açıdan bekasını güvence altına almış milletler, ancak tarih sahnesinde varlıklarını ve medeniyetlerini sürdürebilmişlerdir. Ekonomik hayatiyetini yitirmiş veya bu bakımdan zayıflamış medeniyetler ise zamanla güçsüzleşmiş ve tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir.

Bu itibarla, Kurtuluş Savaşı’nı yeni kazanmış bir milletin, daha barış antlaşması imzalamadan iktisadi mücadelesinin yol haritasını Birinci İzmir İktisat Kongresi’nde çizmesi, bu ülkenin temellerinin ne kadar sağlam atıldığının da bir göstergesidir.

Şunu akılda tutmakta hep yarar vardır. Pek çok ülkenin milli birliği, ekonomik kader birliği üzerine inşa edilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nin oluşumu ile İtalyan Birliği ve Alman Birliği gibi tarihi entegrasyonlar bunun en çarpıcı örneklerini oluşturmaktadır.

1923 yılında 12 milyon nüfusu olan ülkemiz, ekonomik geleceğini planlamak için Birinci Kongreyle büyük bir adım atmıştı.

1923’ten beri aradan geçen 90 yıl içinde ülkemiz bu hedeflerine ulaşma noktasında elbette büyük başarılar elde etti. Bugün Türk ekonomisi 1 trilyon Dolara yaklaşan gayrisafi yurt içi hasılası ile dünyanın 16’ncı, Avrupa’nın ise 6’ncı büyük ekonomisi haline gelmiştir. Dahası artık küresel ekonomiyle entegre olmuş bir ülkeyiz.

Dolayısıyla, bugün Beşincisini düzenlediğimiz “İzmir İktisat Kongre’lerinin serüveninin “ Milliden Küresele 90 Yıllık Seyahat” olarak adlandırılmasını ve bu kongrenin temasının  “Küresel Yeniden Yapılanma Sürecinde Türkiye Ekonomisi” olarak belirlenmesini son derece isabetli buluyorum.

Kıymetli Misafirler,

Yaşamakta olduğumuz küreselleşme süreci, tarihin akışını hızlandırmakta; toplumların kimyasını değiştirmekte; ülkelerin ve kıtaların kaderini derin bir şekilde etkilemektedir.

Bu süreçte geride kalmanın ve tarihin akışının aksi istikametinde yer almanın, sadece bugünkü nesiller açısından değil; gelecek nesiller bakımından da telafisi güç sonuçları olacaktır.

Bütün bu risklere rağmen, küreselleşme büyük fırsatları da beraberinde getirmiştir. Enformasyon çağında bilgiye erişim son derece kolaylaşmıştır. Bu fırsatlardan yararlanan pek çok ülke, ekonomik gelişme ve beşeri kalkınma alanında önemli sıçramalar gerçekleştirmiştir.

Küreselleşmenin hızlandığı son 20-30 yıllık sürede, dünyanın ekonomik ağırlık merkezi 200 yıllık bir aradan sonra yeniden Asya’ya kaymıştır.

Ayrıca, bilgi ve iletişim teknolojileri ile sosyal medya alanında yaşanan devrim, demokrasinin yakın coğrafyamıza doğru genişlemesinde önemli bir rol oynamıştır.

Türkiye, gerek dünyanın ekonomik ağırlık merkezinin Asya’ya doğru kayması, gerek demokratik değerlerin Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya doğru yayılması bakımından kritik bir coğrafyada bulunmaktadır.

İçinde bulunduğumuz yüzyılın bu iki temel dinamiğinin de kesişme noktasında bulunan ülkemiz, eşsiz bir tarihi fırsatla karşı karşıyadır.

Beşinci İktisat Kongresi sırasında yapılacak bütün değerlendirmelerde ve ileriye yönelik projeksiyonlarda bu temel dinamiklerin göz önüne alınacağı da muhakkaktır.

Sayın Başbakan,

Değerli Katılımcılar,

Dün Cumhuriyetimizin 90. Yıldönümünü büyük bir heyecanla kutladık. Bu anlamlı günü taçlandıran asrın projesi Marmaray’ı hep birlikte açtık. Çok şükür bugün Türkiye kendisine iddialı hedefler koyan ve bu hedeflere bir bir ulaşan bir ülke haline gelmiştir.

Bu neticelerin alınmasında, ülkemizdeki siyasi istikrarın ve son 11 yılda hayata geçirilen hukuki, demokratik ve ekonomik reformların çok büyük bir payı vardır.

Tüm dünyanın takdir ettiği bu başarılı neticelerin alınmasında özveriyle çalışan Hükümetimizi ve ekonomi yönetiminde yer alan kurumları bu vesileyle bir kez daha tebrik ediyorum.

Ancak, tarihin hızla aktığı ve milletler arasındaki yarışın küresel düzeyde devam ettiği bir ortamda, millet olarak alacak daha çok mesafemiz vardır. Dolayısıyla, gerçekçi bir vizyon etrafında geleceğimizin yol haritasını bugünden çizmemiz muhakkak ki bir zarurettir. Ki bu toplantılarla bunlar yapılmaktadır.

Bu bağlamda, 2014-2018 yıllarını kapsayan Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın ışığında düzenlenen bu kongrenin, ülkemizin 2023 yılı hedeflerine ulaşması bakımından son derece yararlı bir zamanlama ve platform olduğuna inanıyorum.

Son 5 yıldan beri devam eden küresel ekonomik kriz, birçok kabullerin sorgulanmasını da beraberinde getirmiştir. Üretimden tüketime; dış ticaretten kur rejimi ve uluslararası finans piyasaları uygulamalarına; uluslararası rekabetten milli ve milletlerarası otoritelerin gözetim, denetim ve düzenlenmelerine kadar pek çok husus yeniden şekillenmektedir.

Küresel ekonomik kriz ortamında pek çok ülke ve kıta için dengeler yeniden kurulmaktadır.

Esasen, uluslararası ve bölgesel konjonktür,  gelişmiş ülkelerle aramızdaki refah ve beşeri kalkınma makasını kapatmak bağlamında bizlere altın bir fırsat sunmaktadır.

Ülkemiz bakımından bu fırsatı değerlendirmek için önümüzdeki 20-30 yıl boyunca siyasi ve ekonomik istikrarımızı pekiştirecek; diplomatik kazanımlarımızı tahkim edecek; ve sürdürülebilir hızlı büyümeyi garantileyecek dinamiklerden yararlanmamız elzemdir.

Bu da, en azından şu  “dört prim”den, yani getiriden layıkıyla yararlanmamızı gerektirmektedir:

Bunlar, “demografi”nin, yani nüfusun, “demokrasi”nin, “barış”ın ve “bilgi”nin primleridir. Bu dört hususun en iyi şekilde değerlendirdiğimizde inanıyorum ki 2023 hedeflerimize çok daha hızlı ve emin bir şekilde ulaşacağız.

Öncelikle,  75 milyonu aşan genç ve dinamik nüfusumuzun bize sağladığı “demografik prim”den faydalanmamız elzemdir. Bunu da, ancak iyi bir eğitim sistemiyle ve nitelikli beşeri sermaye yaratmakla gerçekleştirebiliriz.

Türkiye son 10 yılda uygulamaya koyduğu politikalarla siyasi istikrarı sağlamış, makroekonomik dengelerini iyileştirmiş, büyüme potansiyelini güçlendirerek önemli yapısal dönüşümleri sağlamıştır. Ancak, söz konusu yapısal dönüşüm henüz tamamlanmamıştır.

Birinci nesil diye adlandırılabilecek reform hareketlerinin sonuçları başarılı bir şekilde alınmıştır. Artık Türkiye’yi dünya sıralamasında daha üst noktalara taşıyacak “ikinci nesil yapısal reformlara” ihtiyaç olduğu kanaatindeyim.

Dolayısıyla ikinci nesil reformlar kapsamında, Türkiye’nin birinci önceliği mevcut eğitim kalitesini yükseltmek olmalıdır. Bir süre önce de söylediğim gibi, eğitim ve bilimle nitelikli hale getirilmiş büyük bir nüfus, muazzam bir güçtür. Buna karşılık kaliteli eğitimden mahrum kalmış niteliksiz bir nüfus ise, büyük toplumsal sorunlara yol açmakta, beşeri kalkınmanın önünde adeta bir engel ve yük haline gelebilmektedir. Ki bunun örnekleri de çoktur.

Türkiye’nin önümüzdeki dönemde en büyük sınavı orta gelir tuzağını aşıp aşamayacağıdır.

Günümüzde orta gelir tuzağını aşmayı başarabilmiş ülkelerin GSYİH içerisindeki eğitim harcamalarının oranı aşağı yukarı % 6’lar civarındadır.

Bu tuzağı aşamamış ülkeler ise eğitime % 3 ya da altında bir pay ayırabilmişlerdir.

Ülkemizin 2014 yılı bütçesinde eğitim harcamaları için planladığı harcamaların GSYİH’da %4,5 civarında olduğunu memnuniyetle görüyorum ve bununla iftihar ediyorum. Şüphesiz ki önümüzdeki süre içerisinde bunu % 4,5’tan % 6’lara çıkartılma hedefimiz vardır ve bunu da gerçekleştireceğiz.

“Demografik prim”den layıkıyla yararlanmanın bir diğer şartının da, nüfusumuzun yarısını oluşturan kadınların işgücüne aktif katılım oranının yükseltilmesi olduğu herkesin malumudur.

Değerli Katılımcılar,

Ekonomik büyüme ve beşeri kalkınma konusunda son yıllarda yapılan araştırmalar; bireylere inisiyatif kullandırılması, girişimciliğin önündeki engellerin kaldırılması, katılımcılığın teşvik edilmesi, fırsat eşitliğinin sağlanması, demokratik kurum ve kuralların güçlü olması gibi faktörlerin büyümenin en önemli girdileri arasında yer aldığını ortaya koymaktadır.

Aynı çalışmalar, güçlü demokratik kurumları ve kurumsal kapasiteleri olmayan ülkelerin ise ekonomik rekabet yarışında geride kaldıklarına işaret etmektedir.

Bu nedenle, kalkınma yarışında yararlanmamız gereken ikinci prim, “demokrasi primi” olmalıdır.

Çünkü, demokrasi hukuk demektir. Kanun ve kuralların şeffaf bir şekilde herkese eşit uygulanması demektir. Kararların sübjektif değil, objektif kriterlere dayanarak alınması demektir.

Siyasi tarihimizde demokratik hayatın kesintiye uğratıldığı dönemler, ülkemizin ekonomik açıdan da geriye gittiği dönemler olmuştur.

Dolayısıyla, demokratik standartlarımızın yükseltilmesi; ülkemizin birlik ve beraberliğini pekiştirir; ülkemizin birlik ve beraberliğini güçlü hale getirir; halkımızın mutluluğunu artırır; yenilik ve girişimciliğe açık nesillerin yetişmesini sağlar; yerli ve yabancı sermaye sahiplerinin tasarruflarının güvenli bir şekilde ülkemize girip yatırıma dönüşmesine yol açar. Ekonomik ve beşeri kaynaklarımızın en etkin şekilde kullanılmasını garanti edecek bir ortam doğurur.

Nitekim, Türkiye’de gerçekleştiren ekonomik reformlar da demokratikleşmenin ve hukukun üstünlüğünün hakim kılınmasının tabii bir uzantısı olmuştur. Dolayısıyla Türkiye’de ekonomik reformlar ve demokratik reformlar hep el ele gitmiştir ve bunun neticesinde bugün övündüğümüz ve gurur duyduğumuz bir noktaya gelinmiştir.

Diğer yandan, ekonomik gücün ve refahın nihai hedefi insanların mutluluğu olmalıdır. Temel hak ve özgürlüklerinden mahrum halkların, ne kadar zengin olurlarsa olsunlar mutlu olduklarını söylemek mümkün değildir.

Netice olarak, ülkemizin demokratik standartlarını yükseltmeye devam etmesi, sadece siyasi bakımdan değil, ekonomik kalkınma bakımından da en temel önceliklerden biridir.

Kıymetli Katılımcılar,

Arzu ettiğimiz gelişmişlik seviyesine ulaşmak için istifade etmemiz gereken üçüncü getiri, “bilginin primi” olmalıdır. Zira, son 200 yılda, diğer bir değişle Sanayi Devrimi’nden bu yana, ülkeler arasındaki gelişmişlik farklarını ve uluslararası güç dengelerini açıklayan en önemli faktör, teknolojik değişim ve yenilikler olmuştur. Günümüzde bu süreç giderek daha da hızlanmaktadır.

Son 10 yılda hem rekabet gücümüzü hem de yatırım ortamımızı iyileştirdik. Yine son 10 yılda ihracatımızın katma değer zincirinde önemli aşamalar kaydettik. Bugün düşük katma değerli ihracattan, orta katma değerli ihracata ulaşmış bulunuyoruz. Bununla beraber, toplam ihracatımız içinde yüksek katma değerli ürünlerin oranı hala çok yüksek olmadığını biliyoruz.

Bu oranın yükseltilmesi cari açık sorununun çözümü yönünden de hayatiyet arz etmektedir.

Peki, bunu nasıl gerçekleştireceğiz? Bunu yapabilmek için “üretim faktörlerinin akümülasyonuna dayalı klasik verimlilik ekonomisi” kulvarını terk edip, “bilgiye dayalı ekonomi”ye geçmek zorundayız.  Ucuz işgücüne dayalı bir üretim modeliyle bugünün dünyasında daha fazla rekabet edemeyiz. Çünkü bizden çok daha ucuz işgücü maliyeti olan ülkeler var. Bununla birlikte, henüz yüksek katma değer üreten bir ülke durumuna gelmek için de daha çalışmamız ve gayret göstermemiz gerektiği de açıktır.

Orta gelir tuzağına düşmüş olan ekonomilerin bir diğer ortak özelliği de imalatta klasik verimlilik ekonomisi paradigmasını takip etmeleridir. Bu yarışın içerisindeki ülkeler hep daha ucuza, hep daha verimli üretmeye çalışıyorlar.

Üst gelir grubundaki ülkeler ise bilgi yoğun teknolojilere, ürün geliştirmede, pazarlamada ve dağıtımda yeniliklere odaklanmaktadırlar. Esasen bu ülkeler bilginin priminden, getirisinden yararlanarak ekonomik büyümelerini sağlamaktadırlar.

Klasik manada üretim faktörleri akümülasyonu ve verimlilik artışı takip eden ülkelerin ise, bu şartlar altında bir üst lige çıkmaları giderek zorlaşmaktadır.

Bu nedenle, önümüzdeki esas mesele olan orta gelir tuzağından kurtulmamız için eğitim, bilim, Ar-Ge, teknoloji ve yeniliğe ağırlık veren bir iktisadi büyüme stratejisi izlememiz elzemdir.

Memnuniyetle görüyorum ki Onuncu 5 Yıllık Kalkınma Planı’nda bu yönde gerçekçi hedefler ve tutarlı stratejiler oluşturulmuştur. Planın esas temeli de bu anlayıştır.

Kıymetli Misafirler,

Millet olarak iktisadi gelişmemiz için ülke içinde hangi tedbiri alırsak alalım, yine de bulunduğumuz bölgenin ve dünyanın genel sorunlarından bağışık olamayız. Karşılıklı bağımlılığın bu kadar yükseldiği bir dönemde, bir ülkede veya bölgede meydana gelen ekonomik, siyasi, insani ve askeri krizler başta yakın komşular olmak üzere tüm bölgeyi, hatta dünyayı etkileyebilmektedir. Biraz önce Sayın Başbakan’ın da söylediği gibi; birden bire komşumuzda olan olaylardan dolayı insanlığın gereği önemli bir maliyetle karşı karşıya kalmak durumunda kaldık. Veya çok yakın ticaret yaptığımız ülkelerle birden bire ticaretler kesilebildi. Bunlar bizim elimizde değil. Dolayısıyla bölgede olup bitenler sizi de yakından ilgilendirmektedir.

Bu nedenle, sürdürebilir ekonomik büyüme ve kalkınmanın temel şartlarından biri de bölgesel huzur ve istikrardır.

Kısaca “barış primi” olarak adlandırılan bu durum, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Batı Avrupa’da; bilahare, Soğuk Savaş’ın bitmesinin ardından Doğu Avrupa’da tecrübe ettiğimiz bir olgudur. Son 60 yılda, Avrupa Birliği  ülkelerinin yaşadığı iktisadi büyüme ve refah artışının arkasında bahsettiğim “barış primi”nin payının gerçekten çok büyük olduğunu herkes bilmektedir.

Türkiye olarak  Soğuk Savaş’ın bitmesinin ardından ortaya çıkan “barış primi”nden layıkıyla yararlanmamıza uzun yıllardır fırsat vermeyen gelişmeler  oldu. Bu olumsuz gelişmeler maalesef hala bölgemizde devam etmektedir.

Komşularımızda, bölgemizde ne kadar çok güvenlik, istikrar ve barış varsa, o kadar çok ticari ve ekonomik potansiyel vardır.

Bölgemizde oluşacak böyle bir huzur ve barış ortamından ekonomik açıdan da en fazla istifade edebilecek ülke Türkiye’dir.

Bu nedenle, Türkiye hep bölgesel istikrar, barış ve işbirliğinin dinamosu olmaya gayret etmelidir.

Ülkemizi çevreleyen çok boyutlu bölgelerin normalleşmesi ve istikrara kavuşması,  bu bölgelerde hakim olan çatışma kültürünün yerine işbirliği ve entegrasyon anlayışının hakim olması demektir. Böyle bir neticenin ülkemizin iç huzuruna da, refahına da katkısı muazzam olacaktır.

Ülkemizin köklü meselelerini çözmek ve kendi iç barışını tahkim etmek yönündeki iradesi başarıya ulaştığı takdirde, ki inşallah ulaşacaktır, bütün bölgelerimiz yeniden hızlı bir kalkınma sürecine girecektir.

Diğer yandan, ülkemizin, etrafımızda cereyan eden tüm kriz, kargaşa ve iç savaşlara rağmen, bölgenin durulması, kargaşanın önlenmesi ve bölgede bir barış ortamı oluşması için elinden gelen çabayı göstermesi; sadece güvenliğimiz açısından değil, ekonomik geleceğimiz bakımından da hayati önem taşıyacaktır.

Netice olarak, kendi iç barışını tahkim etmiş, etrafındaki coğrafyalarda barış priminin tesisine katkıda bulunmuş bir Türkiye’yi, her açıdan parlak bir gelecek beklemektedir.

Değerli Katılımcılar,

Meclisi açılış konuşmamda ifade ettiğim gibi gelişmiş piyasa ekonomileri halihazırda sürdürdükleri parasal genişleme politikalarını bir gün mutlaka terk edeceklerdir.

Bu nedenle, parasal genişleme politikalarından çıkışın ekonomimiz üzerindeki olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi için önümüzdeki sürecin iyi yönetilmesi gerekmektedir. Geçen Mayıs ayında FED Başkanı’nın bu husustaki üstelik eylemsiz sözlerinin bile sermaye akımları, döviz kuru ve faiz oranları üzerinde ne denli etkileri olduğu da unutulmamalıyız.

Önümüzdeki orta ve uzun vadede mutlaka çözüme kavuşturulması gereken diğer bir konu, uzun süredir hep beraber dikkat çektiğimiz, düşük tasarruf oranımız ve büyüme hızımızı yavaşlatan cari açık sorunlarıdır.

Onuncu 5 Yıllık Kalkınma Planında bu konuda öngörülen tedbirler mutlaka uygulanmalı ve 2018 yılında öngörülen yıllık % 18 tasarruf oranına ulaşılmalıdır.

Aynı şekilde, gelir dağılımın düzeltilerek yoksulluğun azaltılması, sermaye piyasalarının derinleştirilmesi, kayıt dışı ekonomi başta olmak üzere, bunlarla mücadele edilmesi ve bölgesel gelir dağılımının düzeltilmesi en önemli konulardır.

Genellikle siyaset ve demokrasi konuşurken zikrettiğimiz “fren ve dengeler”; “checks and balances” dediğimiz konular esasen, ekonomi alanında da gerekli konulardır.

Bu itibarla, Türkiye’nin işleyen bir serbest piyasa ekonomisi vasfını pekiştiren ticari ve ekonomik kurallar, şeffaflık ilkesi ve karar alınma sürecinde profesyonelliğin ön plana çıkarılması gibi hususlar da önem taşımaktadır. Ayrıca, kamu harcamalarında saydamlık ve hesap verebilirliğin gerçek anlamda geçerli kılınması için gerekli hassasiyet gösterilmesi de hepimiz için önemlidir.

Değerli Başbakan,

Değerli Bakanlar,

Bugün doksanıncı yıldönümünü kutladığımız Cumhuriyetimizin, 10 yıl sonra 100. yıldönümünü kutlayacağız. Yaklaşık yarım asır sonra da bu topraklarda kök salışımızın 1000’inci yılını millet olarak idrak edeceğiz.

Önümüzdeki bu süreyi, her alanda topyekûn bir “yakalama” ve “öne geçme” hamlesi için iyi kullanmak mecburiyetindeyiz. Bunun için,  millet olarak enerjimizi kısır kavga ve döngülerle tüketmeden, siyasi istikrarımızı korumalı, demokrasimizi geliştirmeli ve ekonomik kalkınmamızı ara vermeden sürdürmeliyiz.

Son 50 yıldır siyasi tarihimize baktığımızda kayıp yıllarımızın acısını hephissederiz. aynı çıkmaz sokaklara asla bir daha Türkiye girmemelidir.

Daha öncede belirttiğim gibi tarihin akışı hızlanmıştır.

Bu çağda, yolunu bulmak için sağa sola bakanlar değil; hedefleri istikametinde kararlılıkla koşanlar ayakta kalacak ve öne geçecektir.

Bugün beşincisini düzenlediğimiz İzmir İktisat Kongresi’nin Türk milletini başarıyla bir sonraki yüzyıla taşıyacak yol haritasının hazırlanmasına vesile olmasını temenni ediyorum.

Ayrıca bu güzel toplantıyı gayet dikkatli bir şekilde ve çok profesyonelce organize ettiği için Kalkınma Bakanlığı’na ve emeği geçen herkese çok çok teşekkür ediyorum. Dünya Bankası Başkanlığı’nın bu toplantıya katılmasını çok değerli görüyorum. Yine gördüğüm kadarıyla çok değerli uzman ve katılımcı bu toplantılar vesilesiyle üç gün boyunca değerli fikirlerini paylaşacaklardır. Bütün bu fikirler Türkiye’nin geleceği için, bölgemiz için ve bütün dünya için çok değerli olacaktır.

Bir kez daha bu toplantılara başarılar diliyorum. Hepinize sevgi ve muhabbetlerimi sunuyorum.

Yazdır Paylaş Yukarı