Amıty Üniversitesi Tarafından Verilen Fahri Doktora Töreni’nde Yaptıkları Konuşma

08.02.2010
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

Kıymetli Misafirler,

Hanımefendiler, Beyefendiler,

Fakültenin Değerli Personeli ve Sevgili Öğrenciler,

Bugün Amity Üniversitesi’nde sizlerle olmaktan ve sizlere hitab etmekten dolayı son derece mutluyum.

Konuşmama başlamadan önce, üniversitenizden Fahri Doktora ünvanı almaktan dolayı en derin teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum. Aynı zamanda, Sayın Rektör Atul Chauhan’a, üniversite senatosuna, kıymetli fakülte personeline, ve bu unutulmaz anın yaşanmasında emeği geçen herkese yürekten teşekkürlerimi sunuyorum.

Ben de akademisyen geçmişine sahibim ve yüksek öğrenim merkezlerine özel bir önem atfetmekteyim.

Eğitim, şüphesiz, dünyanın geleceğinde belirleyici bir etkiye sahiptir. Eğitim olmadan, sürekli barış, güvenlik, refah ve kalkınma yönündeki çabalarımız sonuçsuz kalır.

Şundan eminim ki, Amity Üniversitesi, “Biz Kabiliyet Yetiştiririz” şeklindeki sloganında belirtildiği üzere, akademik ve entellektüel mükemmelliğin parlayan bir örneği olarak, tarihin sayfalarında yer alacaktır. Amity Üniversitesi’nin başarıları gerçekten son derece etkileyicidir.

Kıymetli Misafirler,

Gerçekten, eğitim, daha iyi yarınları şekillendirmek konusunda son derece büyük bir öneme haizdir. Hepimizin baştacı ettiği, barış, uyum, karşılıklı anlayış, birarada yaşama kütürü, demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti gibi idealler, gelecek nesillerin parlak beyinlerine ancak eğitim yoluyla girebilir.

İnanıyorum ki, şayet herkes tarafından değeri bilinirse, bu kavramlar ihtiyacımız olan farkı yaratacaktır ve yine kanaatim o ki eğitimciler en büyük minnettarlığı hakedenler arasındadır.

Değerli Konuklar,

Bugün, dünyamız büyük bir değişim safhasından geçmektedir; öyle bir değişim ki, bugüne kadar bildiğimiz bütün dengeleri değiştirmiş ve beraberinde geniş çaplı ve derinden hissedilen küresel etkiler getirmiştir.

Kabul etmemiz gerekir ki, dünyamız çok sayıda zorluklarla karşı karşıya bulunmaktadır. Bu zorluklar, terörizm tehdidinden, çözülmeyi bekleyen anlaşmazlıklar ve süregelen savaşlara, ekonomik krizlerden giderek artan yoksulluk ve açlığa ve enerji güvenliğinden iklim değişikliği gibi sorunlara kadar çeşitlilik göstermektedir.

Bu zorlukların doğası, tarihsel arka planı ve sebepleri birbirinden oldukça farklıdır. Ancak, bütün bu zorlukların ortak bir paydası vardır: Hepsi küresel bir karaktere sahiptir ve uluslararası toplumun her bir üyesini etkilemektedir. Coğrafya, etnisite, ekonomik yeterlilik veya kabiliyetlerimize bakmaksızın, hepimiz bu zorluklarla karşı karşıya bulunmaktayız. Hepimiz şu gerçeğe tanıklık etmekteyiz: Dünyamız, bugün küreselleşmenin artan etkileri ve bilişim teknolojisinde meydana gelen sürekli ilerlemelerle çok daha küçük bir hale gelmiştir. Sonuç olarak, problemlerimiz ortaktır ve çözümleri ise aciliyet kesbetmiş bulunmaktadır.

Bütün bu zorlukların herbiriyle yüzleşmek durumundayız.

Ne var ki, durum böyle olmasına ragmen, kötümserliğe gerek olduğunu sanmıyorum. Her problemin bir de çözümü olduğuna inanıyorum. Bugün karşı karşıya olduğumuz sorunların büyük bir kısmının insan kaynaklı olduğunu ve dolayısıyla çözümününde insan kaynaklı olduğunu düşündüğümüzde, durum gerçekten de böyledir.

Bugün, uluslararası toplumda, şu anki küresel düzenin eksiklikleri ve yetersizliklerinin değişmesi gerektiğine dair gittikçe artan bir anlayış sözkonusudur. Bu yüzden, aynı zamanda, ekonomiden iyi yönetişime çeşitlilik gösteren ve eşitlik, şeffaflık, meşrûiyet, güven ve insan onurunun korunması gibi değerlere dayalı yeni bir düzen tesis etmek gibi son derece özel bir konumda bulunuyoruz.

Mesela, son küresel ekonomik krizi ele alalım. Bu krizden hepimiz etkilendik ve hepimiz bu krizden bir çıkış yolu aradık. Dünya, uluslararası toplumun birlikte nasıl çalışabildiğini, gerekli çözümleri bulmak için nasıl ortak çaba sergileyebildiğini ve bu çözümleri uygulamak için nasıl daha etkin yollar geliştirebildiğini gördü. G-20’nin ve Türkiye ve Hindistan da dahil bütün üyelerin her türlü övgüyü hakeden rolü, bu bakımdan karşılaştığımız diğer sorunlara da uygulanabilen güzel bir örnek olarak görülmelidir.

Ancak, başarılı olabilmek için, asıl önemli olan, farklılıklarımızı bir kenara bırakmak ve sarsılmaz bir vizyonla birlik içinde hareket etmeye odaklanmaktır.

Yaklaşımlarımızda ve attığımız adımlarda cesur ve gözüpek olmak zorundayız. Eğer, çocuklarımıza ve torunlarımıza daha iyi bir gelecek bırakmaya kararlı isek, en hafif tabirle, gelecek nesillere bu türden bir çabayı borçlu olduğumuz kanaatindeyim.

Kendinize, neden ortada problemler olduğunu ama çözümünün de mümkün olduğunu vurguladığımı sorabilirsiniz. Bunu vurguluyorum, zira bu problemlerin bir kısmı sizing nesliniz tarafından çözüme kavuşturulacak. Türk, Hintli ya da herhangi bir ırka ait gençler küresel meydan okumalara birlikte göğüs gerecektir. Benim neslimin, sizin neslinize olan inancı tamdır. Gelecek sizlersiniz!

Hanımefendiler, Beyefendiler,

Asya, gelecek için büyük öneme haizdir. Asya’nın bir bütün olarak 21. yüzyıla damga vuracağı inkar edilemez bir gerçektir.

Asya kıtası, yükselen güçleri, büyün ekonomileri, artan kabiliyetleri ve etkisiyle, deyim yerindeyse, çoktan bir çekim merkezi olmuş durumdadır. Dahası, bu yüzyılın ilk on yılını geride bırakırken, Asya, giderek daha fazla dikkat çekmektedir. Eldeki bu parametrelerle, Asya’nın geleceğinin son derece parlak olduğunda şüphe yoktur. Bunun için, son yıllarda, Hindistan’ın gerçekleştirdiği büyük hamleden ve bu ülkenin hala sahip olduğu devasa potansiyelden daha iyi bir örnek var mıdır?

Ancak, Asya da dünyanın geri kalanı gibi çok daha müreffeh bir kıta olmasının önünde engeller oluşturabilecek çok sayıda problemle karşı karşıya bulunmaktadır. Ayrıca, hızla büyüyen Hint ve Çin ekonomilerinde de açıkça görüldüğü gibi, Asya’nın ihtiyaçları da eş zamanlı olarak büyümektedir. Enerji, bu ihtiyaçlar listesinin en başında yer almaktadır. Çözülmemiş yerel ve bölgesel anlaşmazlıklar ve ihtilaflar ve terörizm tehdidi gibi diğer meydan okumalar da hesaba katılmalıdır.

Ancak, Asyalılar’ın gerekli çözümleri bulma yeteneğine sahip oldukları konusunda hiçbir şüphem yok. Bu açıdan gereken yaklaşımı vurgulamaya çalıştım. O da şudur: Mevcut sorunlara sahip çıkma esasına dayalı kollektif ve kararlı bir tutum.

Ama hepsinden öte, gereken şey sürekli bir diyalogtur. Elbette, bu sorunları ve değinmediğim diğer hususları da ele almak için siyasi irade son derece önemlidir.

Şurası da bir gerçek ki, Asya’nın etnik, kültürel, dinî ve dil çeşitliliği, esasen bir değerken, kıtanın mevcut sorunlarının çözülmesine önemli bir meydan okuma gösterebilir. Ancak, Asya’nın bu zorlukların üstesinden gelmeye hazır ve istekli olduğuna inanıyorum. Asya’nın, kıtadaki ilişkilerinde rekabetten ziyade bir işbirliği ruhu belirleyebilirse ancak gerçek potansiyelini açığa çıkaracağını söylemeye gerek bile yok.

Bu bağlamda, şimdi sizlere Türkiye’nin kendi tecrübesini aktarmak istiyorum. İnanıyorum ki, bölgesel sorunları çözme konusundaki Türkiye’nin yaklaşımı bugün Türkiye’nin neden ortaklarına güven telkin eden dürüst bir arabulucu olarak görüldüğüne dair bazı ipuçları verebilir.

Ülkemizin coğrafi olarak çok zor bir bölgede, asırlık anlaşmazlıklar ve ihtilaflara eğilimli bir çevrede bulunduğunun farkındayız. Ancak, bu ihtilaf ve anlaşmazlıkların bizim bölgemize ait olduğunun ve bu yüzden de mevcut problemlere sahip çıkmanın bu anlamda büyük bir adımı teşkil edeceğinin de farkındayız. İkinci olarak, açık, adil ve süreklilik arzetmesi gereken üst düzey siyasi diyalog gelmektedir. Problemin doğasına rağmen, cesur bir yaklaşım da bir zorunluluktur. Türkiye’nin esasen uzun süreden beri yapmakta olduğu şey de budur.

Bu anlayış içinde, Türkiye, komşularıyla sorunsuz ve karşılıklı faydaya dayalı ilişkilere sahip olmayı hedefleyen bir siyaset benimsemiştir.

Kökleşmiş sorunlarla uğraşmak zaman zaman zor olabilir ve insan kolayca umudunu kaybedebilir. Ancak, edindiğimiz tecrübeler bize, şayet karşı tarafı ya da tarafları çözümün karşılıklı olarak fayda getireceğine ikna etmek için ciddi olarak çaba gösterirsek ve eğer gereken siyasi irade ve cesaret varsa, olumlu sonuçların da yakın bir zamanda elde edilebileceğini öğretmiştir.

Gerçekten, çabalarımız somut sonuçlar getirmeye başlamıştır. Bosna Hersek, Lübnan ve Irak’ın siyasi istikrarına yaptığımız katkılardan, Orta Doğu Barış Süreci’ni yeniden canlandırmak yönündeki süregelen çabalarımıza ve Kafkaslar’a sürekli bir istikrar ve normalleşmeyi getirmek için yaptığımız girişimlere kadar örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Yeri gelmişken, şunu da belirtmekte fayda mülahaza ediyorum; Türkiye, sadece yakın çevresiyle alakalı sorunlara müdahil değildir. Barış, istikrar ve işbirliğini daha geniş bir ölçeğe yaymak için, stratejik coğrafî konumumuzu ve tarihten gelen özelliklerimizi sonuna kadar kullanmaktayız.

Bu durum, Asya sözkonusu olduğunda özellikle geçerlidir. Kökleri Asya’da bulunan bir millet olarak, Türkiye, Asya ve Avrupa arasında bir köprü olmak gibi hayatî bir rol oynuyor.

Mesela, tarihi İpek Yolu’nu canlandırmakla ilgileniyoruz. Bu açıdan, Asya ülkeleri ve Avrupalı ticarî ortakları arasında çok sayıda ulaşım projesi geliştirme doğrultusunda çalışmalar yürütüyoruz.

Aynı anlayış, üretici ülkelerle büyüyen piyasalar arasında geçiş ülke olma özelliğimize özel önem atfettiğimiz enerji alanında da geçerlidir.

Özetle, siyasi, ekonomik ve kültürel anlamda daha fazla bütünleşmiş bir Avrasya yaratmak yönündeki vizyonumuzla, rahatlıkla söyleyebilirim ki Türkiye’nin Asya’daki yapıcı bağlantıları önümüzdeki yıllarda da istikrarlı bir şekilde artmaya devam edecektir.

Değerli Konuklar,

Daha önce de belirttiğim üzere, şüphesiz, Hindistan, Asya’nın geleceğini şekillendirecek önde gelen aktörlerden biridir.

Asya’nın Hindistan’dan ve tecrübelerinden öğreneceği çok şey var:

-      Hindistan, kıtada, büyük bir ekonomik, entellektüel ve bilimsel itici güçtür.

-      Hindistan, muhteşem bir medeniyetin beşiğidir. Bu medeniyet, binlerce yıldır yaşamakta ve gelişmektedir ve farklı kültürlere, inançlara ve milletlere tarih boyunca yayılmış ve onları etkilemiştir.

-      İstikrarlı demokrasisi, farklı kültürel kimliğine dair güçlü geleneği, barış ve uyum içinde gelişen zengin insan yapısı ve bölgesel ve küresel ilişkiler üzerinde etkisini kullanma konusunda gittikçe artan kabiliyeti, Hindistan’ın bölgesinde vazgeçilmez bir ülke olduğunu göstermektedir.

Türkiye, Hindistan’ı refah ve istikrarı sadece Asya’da değil aynı zamanda küresel seviyede de sürdürmeye ve desteklemeye önemli ve olumlu bir katkı sağlayabilen bir ortak olarak görmektedir.

Türkiye ve Hindistan, barış, güvenlik ve istikrarın değerinin ve kırılgan doğasının tam olarak farkında olan iki ülkedir. Ve bugün, Türkiye ve Hindistan askerleri, uluslararası barış koruma misyonlarında bütün dünyada yan yana görev yapmaktadır.

Buna istinaden, söyleyebilirim ki ülkelerimiz önümüzdeki yıllarda da küresel barışın korunmasında yapıcı bir rol oynayacaktır.

Bu noktada, eğitimin tartışma götürmez önemine geri dönmek istiyorum ki burada, siz eğitimcilerimize çok önemli bir görev düşmektedir: Bu görev, yarının genç ve öğrenmeye istekli beyinlerinin barış konusunda düşünmek için daha güçlü bir temel almalarını sağlamaktır.

Kıymetli Konuklar,

Hanımefendiler, Beyefendiler,

Türkiye’nin, Hindistan’la mevcut ikili bağlarını daha da geliştirmek için gerekli siyasi iradeye sahip olduğunu vurgulamak istiyorum. İnanıyorum ki, genişletilmiş temeldeki bir ilişkiden iki ülkenin de kazanacak çok şeyi var.

Ekonomik ve ticarî işbirliğimiz zaten güçlenerek devam etmektedir. Bunun bir örneğini verecek olursam, Türk tekstil üreticileri, pamuk ipliği gibi gerekli hammaddelerin temini konusunda Hindistan’a güvenmektedir. Bilim ve teknoloji, Türk-Hint işbirliğinin önemli sonuçlar getirebileceği bir başka alandır. Bunun yanısıra, Hint Okyanusu hayatî enerji kaynakları bakımından Türkiye ve Hindistan’ı bağlayan önemli bir güzergâh olabilir.

Bu düşüncelerle, şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, Türkiye ve Hindistan arasındaki ilişkiler doğası gereği büyüyecektir ve bizler bu ilişkilerin potansiyelini tam olarak keşfetmeye hazır olacağız.

Değerli Konuklar,

Hanımefendiler ve Beyefendiler,

Bugün, fırsatların ve risklerin birarada olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bu durum, Türkiye, Hindistan ve Asya için de geçerlidir.

Gerçekten, dünyamız hiç olmadığı kadar küçülmüş, gündemimiz daha da ortak hale gelmiş, çıkarlarımız ve beklentilerimiz daha da bütünleşmiştir.

Bu durum bizlere, uluslararası topluma, sürdürülebilir barış, istikrar, demokrasi, insan onuru ve daha adil bir refah dağılımının belirlediği küresel bir çevrenin tesisine yönelik birlikte çalışmak için gereken iradeyi temin etmektedir.

Sözlerime “Bapu” (Baba) Mahatma Gandhi’nin şu sözleriyle son vermek istiyorum: “Daima, düşünce, söylem ve eylemin mükemmel uyumunu hedefleyin. Daima, düşüncelerinizi saflaştırmayı hedefleyin ve göreceksiniz herşey çok iyi olacak.”

İnanıyorum ki, bu bilgelik dolu sözler daha iyi bir dünya ve daha iyi yarınlar için önümüzdeki yola ışık tutacaktır.

Bir kez daha, Fahri Doktora ünvanı için ve beni dinlediğiniz için teşekkürlerimi sunuyorum.

Yazdır Paylaş Yukarı