Abdullah Gül Üniversitesi'nde Yaptıkları Konuşma

17.05.2013
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

Değerli Konuklar;

Önce hepinize sevgi ve muhabbetlerimi sunuyorum ve herkese hoş geldiniz diyorum.

Burada çok değerli bilim adamları var. Bütün bu gördüğümüz üniversitelerin gerçekleşmesinde isimleri olan, Kayseri’nin her zaman gurur duyduğumuz, hep övündüğümüz çok değerli iş adamlarımız var. Çok memnuniyetle görüyorum ki, Türkiye'nin çok seçkin eğitim uzmanı gazeteciler, basın mensupları var.

Bütün misafirlere hoş geldiniz diyorum ve hepinizle beraber olmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum. Birçok toplantılarda beraber oluyoruz; ama sizin de gördüğünüz gibi, sadece eğitim, üniversite eğitimiyle ilgili bir toplantıda beraberiz. Bunun şehrimiz, memleketimiz için çok anlamlı olduğu kanaatindeyim. Önce bütün rektörlerimize, 4 rektörümüze de çok teşekkür ediyorum. Hepsi de gerçekten çok başarılı üniversitelerimiz oldular.

Erciyes Üniversitesi, Türkiye'nin artık köklü üniversitelerinden birisi. Yetiştirdiği öğrenciler çok önemli yerlerde bilim adamları, çok büyük başarılara imza atıyorlar. Daima kıvanç duyuyoruz.

Melikşah Üniversitesinin de epeyce yol aldığını, mesafe aldığını gördüm; açılışına geldiğim, takip ettiğim üniversitenin. Nuh Naci Yazgan Üniversitesinin kuruluşunu hep beraber yaptık ve çok büyük bir gayretle vakıf, üniversiteyi bu hale getirdi ve onun da başarılarını görmekten gerçekten memnun oldum.

Şimdi de benim ismimi taşıyan üniversitenin aynı başarıları kazanacağından eminim.

Değerli Basın Mensupları;

Burada birçok isimler dinlediniz, birçok şehirde böyle göremezsiniz. Bu isimlerin hepsi sadece üniversitelere yardım yapan insanlar değil; bu isimlerin hepsi bir fakültenin, bir araştırma merkezinin, bir eğitim kurumunun finansmanını baştan sona kadar yapmışlar. Dolayısıyla miktarları tahayyül edebilirsiniz. Bunların hepsi de gönüllü yapmış ve bunların önemli bir kısmı da burada, aranızda. Hepsiyle kıvanç duyuyoruz. Hepsine tekrar şükranlarımı ifade etmek istiyorum burada. Bunun başka şehirlerimizde de örnek olmasını çok arzu ediyorum. Cumhurbaşkanı olarak ziyaret ettiğim birçok şehirde, Kayseri’nin bu güzel vasfından ilham alıp aynı şekilde harekete geçen bazı illerimizi görüyorum ve gerçekten çok memnun oluyorum.

Bildiğiniz gibi, bu üniversitelerin ikisi devlet üniversitesi, ikisi de vakıf üniversitesi. Vakıf üniversitelerine iş adamlarının destek vermesini anlarız, çünkü başka türlü zaten olmaz; ama Kayseri’deki devlet üniversitelerinin de bu hale gelmesi, büyümesi, birdenbire serpilmesi, gelişmesi yine devlet, artı Kayserili değerli iş adamlarımızın müteşebbisleri, onların katkıları ve destekleriyle olmuştur. Bu, sadece binaları yapıp teslim etme, laboratuarları yapıp teslim etme değil; artık bunun ötesine geçmiştir.

Herkes şunun farkında ki: Binalar gayet güzel, laboratuarlar da güzel. Tabiri caizse bunların hepsine hardware diyoruz. Peki, bunun software’i, içi ne olacak? Bu çok daha önemli, aslında barakada da eğitim yapılabilir; eğitimin içinin çok iyi olması lazım. Bunun da farkında oldukları için, biraz önce Fahrettin bey burada anlattı, isimler saydı, üniversite hocalarını, geleceğin hocalarını yetiştirmek için nasıl fonlar kurulduğunu ifade etti.

Benim ismimi taşıyan üniversite, AGÜ Üniversitesinin Rektörü vakıftan bahsetti. Sadece üniversitenin bu içini, o software dediğimiz eğitim planlamasıyla ilgili kaynakları desteklemek için bizatihi kuruldu. Bu vesileyle, vakfın bütün üyelerine, Vakıf Başkanı Mustafa beyin şahsında bir kez daha çok teşekkür ediyorum. Bütün bunların hepsi gönüllü yapılmıştır. Bunu da burada söylemek isterim. Ben Cumhurbaşkanı olarak hiçbir arkadaşımıza “Sen de şunu yap” dememişimdir, herkes kendine görev çıkartmıştır ve gönüllü yapmıştır bütün bu binaları, bütün bunları. Buradan gelmek istediğim nokta şu: Kayseri bir üniversiteler şehri oldu. Bu daha pekişecek. Bir eğitim, bilim yuvası haline geliyor. Dünyada bunun örnekleri var, biliyorsunuz. Burada saymama gerek yok, hepiniz biliyorsunuz. Amerika'da, başka yerlerde var. Kayseri de böyle bir yolda. Bunun tam oluşabilmesi için, tabii ki şehrin de en iyi şekilde hazırlanması gerekiyor. Belediye başkanlarımız, yerel yöneticiler, valiler, gelmiş geçmiş bütün valiler, bunun çok farkında oldukları için onlar da çok önemli görevlerinden birisi olarak bu işi ele almışlardır. Valiler gitmişlerdir, İstanbul'da ve Ankara'da ziyaret etmişlerdir iş adamlarını davet etmişlerdir. Şu gayet açıktır ki, siz takdir edersiniz, herkes maharetini de ortaya koyar. Dolayısıyla takdir eden bir şehir var, yöneticiler var ve bunun karşılığını veren değerli hemşerilerimiz de var. Belediye başkanları ellerinden gelen her türlü altyapıyı yapmışlardır ve bundan sonra da tabii ki yapmaya devam edeceklerdir.

 Burada bir şeyin altını özellikle çizmek isterim bütün Kayseri’nin yöneticileri için. Bir yerin anlamlı, iddialı bir şekilde üniversite şehri olması için, onun başka alanlarda da güçlü olması gerekir; sosyal, kültürel, çoğulculuk, farklılık bütün bunların olması gerekir, taşra havası olmaması gerekir. Kayseri bunu aşmıştır, bir metropol olma yolundadır. Bunların daha çok pekişmesi gerekir. Dışarıdan gelenler, gidenler, bunların çok olması gerekir ki, bir canlılık olsun. Bazı şehirlerimiz var, görüyorum üniversitelerini, içe çok kapalı. Bu, sanki aile içi evlilik gibi olur, çok sağlıklı nesiller olmaz. Onun için, dışarıdan, içeriden gelsin, herkes kaynaşsın. Hatta biliyorsunuz, üniversitelerle ilgili bütün konuşmalarımda iki şeyin altını çok çizerim. Bir Türkiye'ye muhakkak yabancı öğrenci getirmek lazım. İki, yabancı öğretim üyesi de getirmek lazım. Onun için YÖK, verdiğim talimatlar çerçevesinde değişikler yaptı. Mesela yabancı öğrenci getirme konusunda yasaya gerek yoktu. Şimdi çok sayıda, binlerce yabancı öğrenci var Türkiye'de. Bu, önce bizim gençlerimize dünyanın nasıl olduğunu öğretiyor. Dünyayı biz sadece kendimizden ibaret zannediyoruz. Sadece Kayseri değil, sadece Türkiye değil; dünyada siyah, beyaz, Müslüman, Hıristiyan, Musevi, her türlü insan var. Dünya da artık klasik tabirle global bir köy olduğuna göre, o zaman dünyayı tanımak lazım. Yoksa akvaryumdan okyanusa çıkınca herkes boğulur.

Biz, eğitim planlamamızı yaparken, devlet olarak, kurumlar olarak, artık bir şehri, Türkiye'yi değil; bütün dünyayı hedef alarak yapacağız. Buradaki üniversitelerden mezun olan gençler sadece Kayseri’de, Türkiye'de çalışmayacaklar, Türk firmalarının başka şehirlerdeki, Riyad’daki, Moskova’daki, Kahire’deki, Aşkabat’taki, New York’taki bürolarında çalışacaklar. Amerikan, Fransız, İngiliz şirketlerinin Türkiye'deki ofislerinde çalışacaklar. Mezun ettiğiniz insanlar kendi işlerini kuracak, bu işlerini sadece Türkiye'de değil; dünyanın dört bir bucağında, nerede iş varsa orada iş yapacaklar. Bunları gerçekleştirecek bir nesli geliştirmemiz ve yetiştirmemiz lazım. Onun için nitelik her şeyin başında geliyor. Çok şükür, bugün çok sayıda üniversitemiz var, Türkiye'nin her şehrinde üniversite var.

Cumhurbaşkanı olarak gittiğim bütün şehirlerimizde vilayetleri, belediyeleri ziyaret ettikten sonra muhakkak üniversiteleri de ziyaret ederim, öğretim üyeleriyle ve bazen öğrencilerle de bir araya gelip fikirlerimi onlarla paylaşırım. Zaman, zaman yükseköğretimle ilgili gerek sorunları, gerek bilim adamlarıyla düşüncelerimi paylaşırım. Üniversiteler çok artık, ama Türkiye'deki üniversitelerin kesinlikle lise üstü bir eğitim kurumu olmaması lazım.

Muhakkak niteliğe çok önem vermemiz gerekir. Hepimiz biliyoruz ki, bir ülkenin esas gücü onun beşeri sermayesinden geçiyor, yani insan zenginliğinden geçiyor. Buna hepimiz çok örnek veririz. İkinci Dünya Harbinde yerle bir olan ülkelerin beşeri sermayesi var olduğu için, nasıl hemen dünyanın tekrar en iyi ülkeleri haline geldiler.

Türkiye'nin önünün çok açık olduğunu biliyoruz. Bugün çok şükür Türkiye çok farklı noktalarda, herkesin takdirle izlediği, bizim de gurur duyduğumuz bir ülke haline geldi. Ama bu hal yetmez, kesinlikle yetmez. Biz, orta gelirli bir ülke olarak kesinlikle kalamayız. Nüfusumuz büyük, coğrafyamız büyük, Türkiye'nin bulunduğu yer önemli. Çok anlamlı bir siyasi geçmişimiz, tarihimiz var. Zaman olmuş dünyanın en önde milletlerinden birisi olmuşuz, dünyanın en öndeki devletlerinden birisi olmuşuz. Dolayısıyla ilim dünyasına, sanat dünyasına çok büyük hediyeler sunmuşuz. Bundan sonra da böyle olmamız gerekir. Bunun yolu da yine eğitimden ve nitelikli insandan geçiyor. Ekonomiyle ilgili uzmanlar konuşurken, sayın bakanlar konuşurken, ekonominin yumuşak karınlarından bahsederlerken, sonunda getiriyorlar, yine eğitime bağlıyorlar. Tamamen ekonomici, Hazine’deki bir bürokrat konuşuyor, ondan sonra getiriyor işi eğitime bağlıyor, “Cari açığı kapatmamızın yolu buradan geçer” diyor. Çünkü katma değeri yüksek yapacağınız işlerin hepsi nitelikli insanla ilgilidir. Yoksa, çok işler yaparız, ameleliğe benzer; çok işler yaparız, çok ter dökeriz kol gücüyle, kazanırız da, halimize de şükrederiz; ama yarışta çok geride kalırız. Onun için, kesinlikle üniversite eğitiminin çok kaliteli olması gerekir.

Şüphesiz ki, üniversite eğitiminden bahsettiğim için bunu söylüyorum. İlk, orta, bunların hepsi de hayati derecede önemlidir ve hepsinin de tartışılacak çok, çok meseleleri vardır tabii ki.

Birçok alana yaptığımız ciddi reformları -genel anlamda söylüyorum- eğitimde maalesef çok gerçekleştiremedik. Birçok alanda çok köklü reformlar yaptık, çok köklü dönüşümler yaptık. Eğitimde bunu tam hâlâ gerçekleştiremediğimiz kanaatindeyim. Bundan sonra yoğunlaşmamız gereken alanın kesinlikle eğitim alanı olması lazım. Birey olarak düşündüğümüzde, tek tek düşündüğümüzde, hepimiz farkındayız eğitimin öneminin. Öyle ki, bir anne-baba, ikisi de gece gündüz çalışır, sadece çocuklarını iyi bir üniversiteye sokmak için; her türlü imkânı, her türlü harcamayı ona yaparlar. O zaman, devlet olarak da tabi böyle olmamız lazım.

Yine övüneceğimiz bir şey şu: Eğitim, bütün bütçemizden en büyük payı alıyor. Hatta şunu söyleyebilirim: 2002 yılında ilk hükümeti kurup ilk bütçeyi, 2003 yılı bütçesini yaptığımızda, Başbakan olduğum dönemde birinci payı eğitime verdik, sonra savunma filan gelmeye başladı. Türkiye'nin bütün birinci bütçe payı savunmaya giderdi biliyorsunuz.

Türkiye çok değişiyor. Bu değişim giderek devam edecektir. Tabii, bu kadar üniversite olunca, nasıl serbest piyasada, serbest piyasa ekonomisinde şirketler birbiriyle rekabet ederek motive olurlar ve ileri giderlerse, üniversiteler arasında da muhakkak ki bir yarış olacaktır. Bu tatlı bir yarış olacaktır. Bu bir çıkar yarışması değil; daha çok övünmek, daha çok başarılı olduğunu göstermek için bir yarış olacaktır. Bu yarışın da başladığını görüyorum.

“Gittiğim her yerde üniversitelere uğrarım” dedim, dinlerim onları. Üniversiteler uzun yıllardan sonra kendi görevlerinin ve kendi birinci derecede sorumluluklarının farkına vardılar. Bu heyecanı Türkiye'deki bütün üniversitelerimiz yaşıyor. Göreceksiniz, 5-10 sene sonra Türkiye'de bilim dünyasında, araştırma-geliştirme, buluşlar, patentler, bunlarda çok büyük bir patlama olacaktır. Kesinlikle buna inanıyorum. Kullanılan fonlara baktığımızda, yapılan araştırma-geliştirme projelerine baktığımızda bunu görüyorum. Bunlar 1-2 senede netice vermez, bunlar belli bir zaman periyodundan sonra ortaya çıkar. Onun için 5- 10 sene dedim. Öyleydi ki bir zamanlar, üniversiteler birbiriyle konuşamazdı, üniversiteyle TÜBİTAK yan yana gelemezlerdi. YÖK’ten üniversitelere yazı giderdi, TÜBİTAK’la konuşmayın; yasal değil” diye. Bu garip haller vardı Türkiye'de bir ara. Onun için, çok büyük fonlardan hiç faydalanamadığımız dönemler olmuştur. Her zaman söylerim; ama burada değerli eğitim uzmanları, gazeteci arkadaşlar olduğu için bir kez daha tekrarlamak istiyorum. Türkiye, biliyorsunuz, Avrupa çerçeve programlarına dâhildir, milli gelirimizin belli bir oranını oraya veririz. Biz, 6. Çerçeve Programına 250 milyon Euro vermiştik, karşılığında 50 - 60 milyon Euro almıştık. Yani Almanları, Fransızları, İngilizleri sübvanse etmiştik bilimde. Niçin? Çünkü Türk üniversiteleri ve Türk araştırma-geliştirmecileri yeteri kadar proje vermemişlerdi, çünkü irtibat yoktu TÜBİTAK’la üniversiteler arasında. Ancak kendine güvenen büyük üniversiteler, ODTÜ, Boğaziçi, Bilkent gibi üniversiteler YÖK’ü dinlemez ve TÜBİTAK’la temasa geçerlerdi, diğerleri de çekinirdi. Yani böyle garip durumlarımız vardı ve neticede biz oturduk, “Avrupa bilim dünyasından çıkalım mı, çıkmayalım mı?” konusunu tartıştık kendi aramızda o zaman. Çünkü Türkiye, Almanya'yı, Fransa'yı, İngiliz bilim adamlarını sübvanse değil; onlardan faydalanmamız gerekir bugün ise tam tersi. Bugün, ödediğimizden daha çoğunu almaya başladık.  Çok yakın takip ediyorum. O acı durumları bildiğim için, sık, sık YÖK Başkanına, TÜBİTAK Başkanına sorarım, “Nasıl gidiyor?” diye. Bugün, verdiğimizden daha çoğunu almaya başladık. Niçin; üniversiteler bu heyecanı duyduğu için. Hangi üniversiteye gidersem gideyim, Anadolu'nun en küçük şehrindeki üniversitede bile bu heyecanı duyuyorum. Yarış içindeler, dünyanın neresinde fon varsa buraya müracaat ediyorlar.

Yine çok şükür ki, bugün Türkiye'de çok imkân var. Hiçbir üniversite parasızlıktan yakınamaz. Yeter ki iş bilsin açıkçası. Çok fonlar var. Bazen hayret ediyorum; YÖK programları var, TÜBİTAK programları var, üniversite hocalarını dışarı gönderiyorlar. “Müracaat az” diyorlar bana. Yani böyle bir duruma gelmiş vaziyetteyiz. Onun için, bunların geleceğini alacağız; güçlü, büyük devlet olabilmek için, halkımızı mutlu edebilmemiz için. Güçlü olmanın da amacı budur doğrusu. Burada da bunu dile getirmek isterim.

Güçlü olmak tek başına bir şey ifade etmez açıkçası. Güçlü olursun, halkın mutlu olmaz, özgür olmaz; o zaman gücün bir anlamı yok. Onun için, güçlü olmanın amacı halkı mutlu, özgür, önü açık… Türkiye böyle bir ülke olma yolunda hızlı adımlarla giderken, üniversiteler de bu sürece girmiştir. Bundan büyük bir mutluluk duyuyorum.

Bazen konuşuyorum üniversite hocalarıyla, “Biz nelerle uğraştık” diyorlar. En son eğitim geliyordu. Bunu söylerken, bir yanlış anlamaya mahal vermek istemem. Üniversite sadece eğitim kurumu değildir; üniversite araştırma kurumu olduğu gibi, ülkelerde de, şehirlerde de lokomotif görevi yapacaktır. Fikir olarak, düşünce olarak, günlük siyaset değil, ama genel siyasetin oluşması açısından daima tabii ki üniversite hocaları fikirlerini paylaşacaktır. O açıdan, üniversitelerin sadece eğitim değil; üniversitelerin eğitim ötesi faaliyetleri ve sorumlulukları da vardır. Ama bütün bunları yaparken de, kendi esas amaçlarının ne olduğunu asla ikinci plana atmadan bütün bu işleri yapacaklardır. Kayseri’ye her gelişimizde bu güzel örnekleri hep yaşarız ve her zaman gurur duyarım. Bu üniversitelerin giderek çok daha güçlü hale geleceğine inanıyorum, kendi aralarında dayanışma içinde olacaklarına hep inanıyorum. Zaten bu şehirde çok büyük bir uyum, dayanışma vardır. Farklı fikirler, farklı düşünceler, farklı siyasi partiler demokrasinin, çoğulculuğun gereğidir; ama yeri geldiğinde de şehir için, ülke için dayanışma da kaçınılmazdır. Bunu gördüğüm şehirlerden birisi de kendi memleketim olan Kayseri’dir. O bakımdan, burayla daima gurur duyuyorum. İnşallah AGÜ Üniversitesinin bu kampüsü en güzel bir şekilde, süratli bir şekilde tamamlanır, planladığımız gibi öğrenci alırsınız, daha sonra Mimar Sinan’daki kampüse geçilir.

Sözümü bitirmeden söyleyeceğim bir şey daha var. O da şu: Üniversiteler bulundukları yerde oranın seviyesine inmeyecek, orayı alıp kendi seviyelerine çıkartacaklar. Bununla şehirden uzak olacaklar değil; şehirle, bulundukları toplumla bütünleşirlerse, iç içe olurlarsa onları alıp yukarı çekebilirler. Çünkü üniversite hocaları, üniversite personeli, akademisyenler tabii ki daha vizyonlu olacaktır, daha çok tahsillidir, daha çok gezmiştir, tabii ki daha görgülü olacaktır. Her alanda standardı yüksek tutmaları gerekir ve herkesi o hedeflere doğru koşturmaları gerekir. Yoksa bulundukları şartlara inip, o şartlara uyum gösterip, “Tamam, işler yolunda” dememeleri gerekir, daima yükseltmeleri gerekir. Kayseri’deki bütün üniversitelerin de özellikle bunu yapmasını istiyorum. Bu şehre, bu bölgeye ve bu ülkeye yapacağınız en büyük hizmetlerden birisi bu olacaktır.

Hedeflerinizi en gelişmiş ülkelerdeki hedefler gibi koyun, çıtalarınızı gerçekçi, realist ve şehri buna taşıyın. Bu, inşaatınızı yaparken de olur, mimaride de olur, binalarınızın dizaynını yaparken de olur, çevre düzenlemesini yaparken de olur, eğitimdeki kaliteyle de olur. O bakımdan, her bakımdan yüksek standartları ilk defa yaşatacak yerlerin de üniversiteler olması gerektiğine inanıyorum. Herkes arkanızda açıkçası, bütün hükümet arkanızda, bakanlıklar arkanızda, devletin bütün kurumları arkanızda. Belediyeler bu işleri kendilerine misyon edinmişler ve hepsi de bir yarış içerisinde. İş adamlarımız da gönüllü olarak yanınızda olduğuna göre, inanıyorum ki, hepimiz çok iyi neticeler alacağız.

Bir kez daha hem tebrik ediyorum, hem teşekkür ediyorum, hem de başarılar diliyorum. Sağ olun, Var olun.

 

Yazdır Paylaş Yukarı