Alevi-Bektaşi Federasyonları ve Derneklerinin Verdiği İftar Yemeğinde Yaptıkları Konuşma

26.07.2012
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

"Değerli Konuklar,

Önce hepinize iyi akşamlar. Afiyet olsun, Allah kabul etsin.

Bugün bu nezih toplulukla beraber olmaktan, gerçekten büyük bir mutluluk duyuyorum.

Bundan bir süre önce,  şimdi bazılarını hep aramızda gördüğüm, değerli bilim adamları, değerli sanatçılar, değerli iş adamları, değerli siyasetçiler beni ziyaret ettiler ve böyle bir niyetleri olduğunu söylediler, beni de davet ettiler; ben de büyük bir memnuniyetle kabul ettim. Bugün gerçekten, böyle nezih bir toplulukla beraber olmaktan, büyük bir memnuniyet duydum.

Ramazan, zaten dayanışma, bereket, kardeşlik, bütün bunları pekiştirme ayıdır. Böyle bir ayda, ülkemizin dört bir yanında, çok güzel faaliyetler var, Ramazanın ruhuna uygun şekilde. İşte bunlardan en anlamlısını, bunlardan en manalısını ve bunlardan belki de en nezih olanlardan birisini bugün burada gerçekleştirmiş oldunuz. Emeği geçen herkesi bu yemeği organize eden herkesi,     -başta Zeynel Bey, İbrahim Bey olmak üzere- hepinizi tebrik ediyorum, teşekkür ediyorum.

Şimdi şöyle baktığımda Türkiye’nin bütün çeşitliliklerini bu salonda görüyorum. Burada sadece Türkiye’nin büyük Müslüman nüfusu değil, Türkiye’nin Müslüman olmayan nüfusunun da değerli temsilcileri, din adamları var. Onlarla beraber, hep beraber burada olmaktan gerçekten büyük bir memnuniyet duyuyorum. Çünkü dayanışma içerisinde olmak, kendimizi tanımak, ülkemizin gerçeklerini bilmek her şeyin önünde geliyor. Bütün problemler, birbirimizi bilmemekten ve ülkenin gerçeğini tanımamaktan geliyor.

Şimdi dünyada bazı ülkeler var ki, bunlar ada ülkeleri, çok küçük veya şehir ülkeleri devletleri… Ama bir de öyle ülkeler var ki çok büyük ülkeler var, çok büyük devletler var. Türkiye çok büyük devletlerden,  çok büyük ülkelerden birisi. Tarihe şöyle baktığımızda, cihanşümul imparatorluklar kurmuşuz, tarihe damgamızı vurmuşuz,  insanlığa eserler vermişiz, birçok coğrafyayı, birçok kültürü,  birçok dini,  birçok etnik yapıyı hep beraber yüzyıllarca tutmuşuz. Bugün Türkiye Cumhuriyeti olarak bir imparatorluk değiliz tabii, o dönemler geçti ama muhakkak Türkiye Cumhuriyeti olarak bütün bu geçmişimizin müktesebatını taşıyan bir devletiz, bir ülkeyiz. Dolayısıyla bu elastikiyet, bu refleks, bu imparatorluk refleksi istesek de istemesek de bizde var. İmparatorluklar veya onların ruhuna sahip olanlar, daima çok renklidir, çoğulcudur ve daima zengindir. Küçük olanlar zengin olamaz. Küçük olanlar çok renkli de olamaz, tek renklidir, düzdür. Dolayısıyla tek renkle çok homojen, tek bir yapıyla büyüklük çelişki içerisindedir.

Türkiye Cumhuriyeti büyük olduğuna göre çok büyük bir geçmişi temsil ettiğimize göre, ülkemizin de o kadar çok gerçekleri vardır ki işte bu gerçekler bugün bu salonda.

Doğuya gidiyorsunuz farklı, şiveler farklı, gelenekler farklı. Kuzeye gidiyorsunuz, Karadeniz’de aynı şekilde, şiveler bazen farklı, gelenekler farklı, yemekler farklı. Tunceli’ye gidiyorsunuz, orada  cemevini görüyorsunuz. İstanbul’a geliyorsunuz Tekkeyi görüyorsunuz. Bursa’ya gidiyorsunuz, başka şey görüyorsunuz. Diyarbakır’a gidiyorsunuz, kültürü farklı, konuştuğu dil, şive farklı, yemeği farklı.  Ama bir şey var ki, hepimiz bu ülkenin sahibiyiz, hepimiz bu ülkenin mensuplarıyız ve hepimiz bu ülkenin asil vatandaşlarıyız.

Geçmişte o kadar büyük bir özgüven içerisinde olduk ki camiyle, kiliseyi, sinagogu yan yana yapacak, cemaati olduğuna hitap edecek ve onun bütün ihtiyaçlarını yerine getirebilecek bir özgüven içerisinde olduk. Bu özgüveni bugün de taşımamız gerekir. Bugün burada bunu görüyorum. Biz  aslında birbirimizin farklılıklarını görürsek, bilirsek, o zaman onlara saygı göstermemiz, kabullenmemiz gerekiyor.

Şimdi insan doğduğu yerde büyürse bütün ülkeyi ve bütün dünyayı öyle zanneder. Ama ne zamanki gezer, görür, tanır, bilirse, o zaman işte çeşitlilikleri, farklılıkları görür. Ve o zaman ya herkesi bir hizaya sokmak için zorlayacaktır ki -bu dünyada hiçbir zaman da mümkün olmamıştır- veyahut da herkesin gerçeğine saygı gösterecektir, kabullenecektir. Saygı gösterince de karşılıklı sevgi olacaktır, muhabbet olacaktır. 

Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nde bütün inançlara, herkese eşit davranan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak yetiyor. Bunun yanında diğer renkleri, farklılıklar olsa bile asla ayrılık olarak değil, bu ülkenin sahibi olarak görüyoruz.

Hepimizin babaları, dedeleri, dedelerinin de dedeleri bu ülkede doğmuştur. Bu ülke hepimizindir. Burası hepimizin öz yurdudur. Dolayısıyla yapılacak tek şey şudur: Ayrılık değil, gayrılık değil, hep beraber olmak. Birbirimize saygı göstermek, birbirimize sevgi göstermek. Ülkenin bütün kurallarına hepimizin eşit bir şekilde, aynı mesafede olduğumuzu düşünüp, onların hepimize eşit şekilde uygulandığını görmek. Şimdi ancak böyle hem kendimizi hem şehirlerimizi hem ülkemizi mutlu yapabiliriz. Yoksa sadece birbiriyle uğraşılır, enerjiler boşa gider, güçler boşa gider ve sonunda acılar çekildikten sonra doğrular öğrenilir. Bunun örnekleri çok var. Ama bunları öğrenip de çok çabuk geçenler ise kalkınmıştır, gelişmiştir, gayet saygılı bir şekilde de beraber yaşamaktadırlar.

Bugün bu iftarla, bu bilincin, bu şuurun olduğunu gösteriyoruz. Bugün burada hep beraber Türkiye’nin zenginliğini görüyoruz ve bunun değerini biliyoruz. Ve bugün hep beraber tekrar ülkemize sahip çıkıyoruz, birbirimize sahip çıkıyoruz, birbirimizi sevdiğimizi gösteriyoruz. Bundan hiçkimsenin bundan farklı anlamlar falan çıkartmaması gerekir bu tip toplantılarda. Bunlar daha çok olsun, Türkiye’nin her tarafında herkes bir araya gelmeye çalışsın. Herkes birbirini zorlasın, daha çok birbirini tanımaya başlasın. Birbirimizi tanımadıkça o zaman arkadan hikâyeler üretiriz. Ama birbirimizi tanıdıkça muhabbet, sevgi giderek artar. Bugün buna ihtiyacımız var.

Çok şükür Türkiye’de aslında bu yönde çok mesafeler almış vaziyetteyiz. Şöyle çevremize baktığımızda, ne büyük sıkıntıların olduğunu görüyoruz. Şöyle çevremize baktığımızda, ne büyük acıların çekildiğini görüyoruz. Çok şükür bunlardan uzağız. Bizim de sıkıntılarımız var tabii ki ama, bu sıkıntıları aşabilecek güç de bizde var, buna da inanıyorum. Memleketimizi çevremizdeki bu sıkıntılardan korumalı ve ülkemizde kendimizi daha çok konsolide edip, daha çok dayanışmamızı arttırıp, her bakımdan kendi dertlerimizi çözmek için daha çok gayret göstermeliyiz. Bir taraftan devlet olarak resmi sorumlulukları olanlar gayret gösterirken,  bir taraftan Türkiye’nin değerli düşünürleri, yazarları, çizerleri, sivil toplum örgütlerine, herkese iş düşmektedir. Ve herkesin de böyle yoğun bir gayret içerisinde olduğunu görüyorum.

İnanıyorum ki önümüzdeki yıllar çok daha parlak olacaktır. Geriye baktığımızda bazen “Nelerle uğraşmışız.” diyeceğiz. İnanıyorum ki bizim çocuklarımız, torunlarımız, önümüzdeki nesiller çok daha müreffeh, çok daha parlak, ekonomik ve demokratik olarak çok daha gelişmiş, hukuk standartları olarak çok daha gelişmiş bir ülkede inşallah yaşayacaklardır. Bunun olmaması için de hiçbir sebep yoktur. Biz birçok kritik eşikleri aşmış bir ülkeyiz. Birçok büyük sıkıntıları geride bırakmış bir ülkeyiz.

Onun için ben bu toplantıyı organize eden, tertipleyenlere, herkese tekrar çok teşekkür ediyorum, herkesi tekrar tebrik ediyorum.

Ve şunu unutmayın ki hepimiz düşüncemiz, inançlarımız, geldiğimiz şehir nere olursa olsun bu ülkenin asli vatandaşlarıyız ve bu ülkenin de asli vatandaşları olduğumuz için, hepimizin sorumluluğu da ülkemizi ve memleketimizi daha da ileriye taşımak için, aynı derecede büyüktür.

Türkiye’nin dört bir yanından gelen burada çok değerli insanlar var. Bir kısmınızı tanıyorum, bir kısmınızla tanıştım. İsterdim ki bütün masaları tek tek dolaşayım, herkesle tek tek el sıkışayım ama pratikte bu mümkün olmadığı için döndüğünüzde gittiğiniz yerlere selam ve muhabbetlerimi götürürseniz bundan da çok büyük bir memnuniyet duyacağım.

Tekrar hepinize iyi akşamlar diliyorum. Hepinize sağlık, afiyet diliyorum."

Yazdır Paylaş Yukarı