Dünya Tüketici Ürünleri Forumu'nda Yaptıkları Konuşma

20.06.2012
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

Sayın Kent,

Sayın Olofsson,

Kıymetli Misafirler,

Hanımefendiler, Beyefendiler,

Dünya perakende sektörünün küresel çapta en büyük çatı örgütü olan "Tüketim Ürünleri Forumu"nun; bu sene 56.cısı düzenlenen Küresel Zirve Toplantısı'nda siz değerli konuklara hitap etmekten büyük memnuniyet duyuyorum.

Önce hepinize hoşgeldiniz diyorum. 150 ülkeden yaklaşık 400 farklı büyüklükteki perakendeci ve üretici kuruluşun Yönetici ve Başkanlarını ülkemizde biraraya getirdikleri için Forum'un Eşbaşkanları Sayın Kent ve Sayın Olofsson'a teşekkür ederim. Ümit ediyorum ki İstanbul’da bulunduğunuz süre içerisinde sadece burada sektörün meselelerini konuşmazsınız ve İstanbul’da gezme fırsatını bulursunuz. Biraz önce İstanbul’la ilgili Sayın Muhtar Kent gayet güzel şeyler söyledi, eminim ki sizler de buna katılacaksınız.

Gerek Avrupa'da gerek dünyanın başka bölgelerinde ekonomik krizin devam ettiği bir ortamda, en kritik sektörlerden biri olan tüketici ürünleri sektörünün öndegelen firmalarının İstanbul'da biraraya gelmelerini çok önemsiyorum.

Bugün burada bulunan firmaların yaklaşık 3 trilyon dolarlık ciro yarattığı; 10 milyon kişiye doğrudan iş; ve en az 100 milyon kişiye de dolaylı olarak istihdam sağladığı düşünüldüğünde; toplantının önemi ortaya çıkmaktadır.

Öte yandan, tüketici ürünleri sektörü ülkemiz ekonomisi bakımından da kritik önemi haiz bir sektördür. Zira, Türkiye bugün toplam perakende büyüklüğü olarak dünyada onuncu, Avrupa'da ise yedinci büyüklükte bir ekonomiye sahiptir.

2011 yılsonu itibarıyla Türkiye perakende sektörü yaklaşık 175 milyar dolar ciroya sahiptir. Bunun içerisinde yer alan organize perakende sektörünün cirosu ise yaklaşık 75 milyar dolar civarında hesaplanmaktadır.

Sadece 2011 yılında kaydedilen büyüme ile genel perakende sektöründe yaklaşık 100 bin kişiye; elektronik perakendeciliğinde ise yaklaşık 5 bin kişiye yeni istihdam imkanı sağlanmıştır.

Perakende sektörü, ortaya koyduğu bu performansla Türk ekonomisinin lokomotif sektörü olduğunu bir kez daha göstermiştir. Bu başarıda, bugünkü Zirve'de temsil edilen pek çok şirketin payının da bulunduğu gayet açıktır.

Değerli Katılımcılar, Kıymetli Misafirler,

Malumunuz olduğu üzere, dünya ekonomisi 2007 Ağustos ayından beri, ciddi türbülanslar yaşamakta; durgunluk ve resesyon dünya ekonomisindeki hakim havayı oluşturmaktadır.

Küresel düzeyde ve özellikle Avrupa'da yaşanmakta olan ekonomik krizin olumsuz etkilerinden hiçbir ülkenin muaf olmadığına hep birlikte tanıklık etmekteyiz.

Çünkü günümüzde tüm ekonomiler artık birbiriyle bağımlı hale gelmiştir. Büyük kamu borç yükleri, bütçe açıkları, reel sektörde yaşanan durgunluktan kaynaklanan negatif makro ekonomik göstergeler geleceğe yönelik olumlu beklentileri azaltmaktadır.

Birçok ülkedeki yüksek işsizlik oranları ise toplumsal yansımaları da olan diğer bir kritik sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Öte yandan, finans sektöründe 2008 yılından itibaren görülmeye başlanan sorunlar maalesef köklü bir şekilde çözülememiştir.

Ülkeler ağırlıklı olarak merkez bankalarının şimdiye kadar görülmemiş büyüklükteki likidite operasyonlarıyla bazı tedbirler almaya çalışmışlardır. Ancak sadece merkez bankaları sahnede olunca ve sadece para basmak bir çözüm olarak ortaya konunca güven ortamını sağlamak mümkün olmamıştır.

Sonuç olarak,  "sürünen bir küresel kriz algısı", tüketiciler, üreticiler ve aynı şekilde yatırımcıların beklentilerini olumsuz yönde etkilemektedir.

Halihazırda dünya ekonomisi adeta bir "ekonomik dehşet dengesi" halindedir. Büyük ekonomilerden birinin kamu borçlarını çevirememesi; veya ekonomik bloklar arasında başlayacak bir korumacılık savaşı; tüm dünya ekonomisini alt-üst etme potansiyelini haizdir.

Böyle bir felaket senaryosundan kurtulmanın yolu; gelişmiş, yükselen veya gelişmekte olan tüm ülkelerin aynı güvertede olduklarının bilinciyle; daha fazla üretim, daha fazla yatırım ve daha fazla ticaret için hep birlikte hareket etmekten geçmektedir. Ümit ediyorum ki, G 20 Zirvesi iyi bir platform olarak bu zor günlerden çıkmanın aracı olacaktır. Özellikle son yıllarda G 20’nin önemi çok daha fazla kavrandı ve bütün liderler burada samimi bir ortak çaba içerisine girdi.

Herkes şunun farkına vardı: Kim kendisine ayrıcalık yapmak isterse, kim açıkça kurnazlık yapmak, öne çıkmak isterse, eğer kendisi açısından acaba ben bir fırsatçılıktan istifade etmek isterim derse, bu sadece kendisinin değil bütün herkesin de felaketi olmakta. Bu uzun çalışmaların ve uzun denemelerin neticesinde ortaya çıktı. Onun için hepimizin daha iyimser olma, beklentiler açısından daha olumlu şeylerin olabileceğine inanmaya gerçekten birçok gerekçelerimiz vardır. Bu deneyimler şunu göstermiştir ki: Kimse tek başına bir yere varamaz.  Ya hep beraber olunacak, ya hep beraber batılacak. Dolayısıyla böyle bir ortak çaba içinde olunca da, inanıyorum ki artık kısa süre içerisinde daha olumlu göstergeler ortaya çıkacaktır.

Değerli Misafirler,

Son 50 yılda dünya ekonomisinin çeşitli ülke grupları arasındaki gelir dağılımında büyük değişikliklerin yaşandığına tanık olmaktayız.

1960-1985 yılları arasında küresel ekonomik hasılanın yaklaşık üçte ikisi gelişmiş ülke ekonomileri tarafından üretilmekteydi. Bu oran zaman içerisinde gerilemeye başladı. Küresel ekonomik krizin etkisini iyice hissettirdiği 2008 yılında %56 olan bu oran; bu yıl itibariyle %50'ye gerilemiştir.

Buna karşılık, yükselen piyasa ekonomilerinin 1960 larda sadece %17 olan küresel ekonomik hasıla içindeki payının, 2013 yılı itibariyle %50'ye yükselmesi beklenmektedir.

Bu trend böyle devam ettiği takdirde, 2030 yılı itibariyle yükselen piyasa ekonomilerinin küresel hasılanın yaklaşık üçte ikisini üreteceği tahmin edilmektedir.

Bu veriler ışığında dünya ekonomisinin geleceği bakımından yükselen piyasa ekonomilerinin oynayacağı kritik rol aşikardır.

Türkiye, sözkonusu yükselen ekonomiler arasında müstesna bir yere sahiptir. Ülkemiz her geçen gün dinamizm kazanan ekonomisiyle, hem kendini hem de etrafında yer alan kritik coğrafyaları dönüştürebilecek vizyon ve potansiyele sahiptir.

Avrupa'da yaşanan derin ekonomik kriz ve Orta Doğu'da cereyan eden büyük halk hareketlerine rağmen, Türkiye büyümeye, kalkınmaya devam etmektedir.

Bu başarının arkasında ne yatmaktadır?

Bugün son 4-5 yıldır süren küresel ekonomik krize rağmen Türk ekonomisinde görülen ekonomik istikrar, sıkı mali disiplin, hızlı büyüme ve güçlü bankacılık sektörünün ardında; 2002 yılından itibaren hayata geçirilen köklü iktisadi, siyasi ve hukuki reformlar yatmaktadır.

2008 yılına girdiğimizde Türkiye sağlam bir kamu maliyesi ve güçlü bir bankacılık sistemine sahipti.

2009 yılında, küresel krizin en yoğun olarak yaşandığı dönemde, pek çok Avrupa ülkesinde hükümetler kamu harcamalarını ve bütçe açığını artırarak krizden çıkmak gibi bir çözüm arayışındayken, Türkiye'de bunun tam tersi bir strateji izlendi.

2009 yılında üç yıllık Orta Vadeli Program açıklandı ve üç yıl içerisinde mali disiplinin nasıl güçlendirileceğine ilişkin bir perspektif ortaya konuldu.

Aslında burada yaptığımız şey şuydu: Alabildiğine şeffaf olmaya çalıştık. Ve Türkiye’nin geleceğinde ne yapacağımızı, nasıl hareket edeceğimizi bütün dünyaya ilan ettik. En azından 3 yıl için ilan ettik. 3 yıl bittikten sonra da buna yine aynı şekilde devam ediyoruz. Deneme yanılma yoluyla gitmeyeceğimizi herkese söyledik; “Biz 3 yıl içinde şunları yapacağız” diye. Bunun çok büyük avantajlar getirdiğini bugün açıkça görüyoruz. Ama birçok ülke bu süreç içerisinde tam tersine daha az şeffaf oldu. Deneme yanılma yoluyla, sanki hiçbir şey bilinmiyormuş gibi hareket edilmeye başlandı. Ve neticede çok daha büyük problemler ortaya çıktı.

Türkiye ekonomisi başta Avro Bölgesi olmak üzere birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeden kendini pozitif bir şekilde ayrıştırdı. Ekonomimiz 2010 yılını % 9.2, 2011 yılında ise % 8,5 oranında büyüyerek AB ve OECD ülkeleri arasında en yüksek büyüme oranını yakalayan, Çin’den sonra en hızlı büyüyen 2. ülke olduk. Burada bir noktanın altını çizmekte yarar görüyorum. Yakalamış olduğumuz bu etkileyici büyüme performansında kamunun katkısı son derece sınırlıdır. Büyümemizde asıl öncü rolü özel sektörümüz oynamıştır. Zira bu dönemde sıkı bütçe disiplininden asla vazgeçmedik. Nitekim Türkiye’de toplam kamu borç stokunun milli gelire oranı yaklaşık %39 civarında olup bütçe açığının milli gelire oranı ise %1.4 e gerilemiştir. Bugün Avro Bölgesi’nin bazı ekonomilerinde bu oranlarının sırasıyla %100’ün ve  %10’ların üzerinde seyrettiği dikkate alındığında Türk ekonomisinin diğer ekonomilerden ne denli pozitif olarak ayrıştığı daha iyi anlaşılmaktadır.

Netice olarak güven zemini sağlam oldukan sonra halkımız günlük harcamalarına  devam etmiştir. Bankalarımız kredi vermeyi ve şirketlerimiz de yatırım yapmayı sürdürmüştür. Söz konusu güven ortamı ekonomik büyümeyi beraberinde getirmiştir. Halihazırda Avrupa’da Avrupa ekonomilerinin ortalamasından yaklaşık 5 kat daha hızlı büyüyen Türkiye önümüzdeki dönemde büyümeye kalkınmaya devam edecektir.

Çünkü açıkça deklare ettik. Belki mali kuralı anayasa maddesi yapmadık ama, mali kurala bağlı olacağımızı hükümetimiz, ekonominin başında bulunan herkes o kadar çok açıkladı ki, bir nevi anayasa maddesi haline getirmiş gibi olduk. Dolayısıyla önümüzdeki yıllarda da bu disipline devam edeceğimizin garantisini bir nevi piyasalara ve herkese verdik.

Uygulamaya konulan akıllı ve zamanlı politikalar sayesinde bu büyüme aynı zamanda istihdam yaratan bir büyüme olmuştur. Krizin iş gücü piyasaları üzerindeki etkilerinin en yoğun hissedildiği 2009 Nisan ayından bu yana Türkiye’de yaklaşık 4 milyon kişiye yeni iş bulunmuştur. Dolayısıyla Türkiye’nin ekonomik büyümesi aynı zamanda istihdam yaratan bir büyüme şekli olmuştur. Diğer ülkelerle mukayese ettiğimizde Türkiye son dönemde en yüksek istihdam sağlayan ve işsizlik oranını en hızlı düşüren ülkeler arasında üst sıralarda yer almaktadır. Ekonomik büyüme ve gelir artışı sonucunda yoksullukla mücadele alanında da önemli ilerlemeler kaydettik.

Değerli Misafirler

Ülkemizde günlük 1 doların altında gelire sahip nüfusumuz sıfırlanmıştır. Günlük geliri 4.3 doların altında olan nüfusumuz 2002 yılında%30 iken 2010 yılında bu oran %3.66 düşmüştür. Rakamlara baktığımızda, hem de bu kriz döneminde gerçekten inanılmaz bir şekilde, pozitif bir gelişmeyi gerçekleştirdik. Bunun tabii ki gururunu yaşıyoruz. Ama hemen parantez içinde şunu da söylemek isterim: Sakın hiç kimse, bizim çok aşırı bir özgüven içerisinde olduğumuzu da zannetmesin. Tam tersine hala almamız gereken tedbirler olduğunun farkındayız. Hala kritik bir süreçten gittiğimizi de biliyoruz. Yani kazandıklarımızı ve başarılarımızı sadece biz söylemiyoruz. Kendi kendimize PR yapmıyoruz açıkcası. OECD, BM gibi uluslararası kuruluşlar, Türkiye’yi bu açıdan örnek bir ülke olarak göstermektedirler.

Netice olarak gelir dağılımımız her geçen gün iyiye gitmekte, zenginle fakir arasındaki uçurum daralmaktadır. Böylece ortaya çıkan geniş orta sınıf, iç piyasamızın canlılığının en önemli sebeplerinden birisidir.

Bu durum, siz perakende sektörünün öndegelen firmaları için de altın fırsatlar sunmaktadır.

Bugün Türkiye ekonomisinin ayaklarını yere sağlam basmasını sağlayan önemli bir alan, örnek bir bankacılık sektörü ile güçlü bir düzenleme ve denetleme çerçevesidir.

Günümüzde pek çok gelişmiş ülkenin bankacılık sektörünün karşı karşıya kalmış olduğu zafiyetler, vakitlice alınan tedbir ve düzenlemeler sayesinde Türk bankacılık sektörü için sözkonusu değildir.

Son 5 yılda yaşanan krizler sırasında Türk bankalarına 1 liralık dahi kamu kaynağı aktarılmazken, bankalarımızın sermaye yeterlilik oranı ise %17 gibi yüksek bir seviyededir, ki birçok Avrupa ülkesinde bunun %5, %6 civarında olduğunu biliyorum.

Değerli Katılımcılar,

Kıymetli Misafirler,

Son dönemde Türkiye, kıtalar, medeniyetler ve kültürler arasında pasif bir köprü olmanın çok daha ötesine giderek, artık bir "bölgesel ve küresel hub" haline dönüşmüştür.

Sözkonusu realiteyi görmek için, Haziran'ın ilk 20 gününde Türkiye'yi değişik vesilelerle ziyaret eden 10 Devlet Başkanı ve 4 Hükümet Başkanı ile görüştüğümü söylemem, herhalde yeterli olacaktır.

Türkiye olarak "küresel ekonomik bağımlılığın" ortaya çıkardığı risk ve fırsatlara cevap vermek için küresel düzeyde "network"ü olan bir ülke haline gelmeye çalışıyoruz.

Arap Baharı ve küresel ekonomik dengelerin Asya'ya kayması nedeniyle, dünyanın kadim medeniyetleri olan Akdeniz Havzası, Ortadoğu, Çin ve Hindistan yeniden tarih sahnesine çıkmıştır.

Türkiye ise bu tektonik kaymaların kesişme noktasında yer alan bir ülke olarak emsalsiz bir konumdadır. Esasen Türkiye gerek tarihi olarak, gerekse günümüzde çok boyutlu münasebetlere sahip bir ülkedir.

Bugün burada toplandığımız yedi bin yıllık tarihi bulunan İstanbul şehri, 3 büyük imparatorluğa yaklaşık 1600 yıl boyunca başkentlik yapmış bir şehirdir. Bu itibarla, İstanbul, tarihi olarak Avrupa, Asya ve Afrika arasında siyasi, ekonomik ve kültürel bir hub vazifesi görmüştür.

19. yüzyılda İstanbul'dan yönetilen Levant bölgesi ve bu bölgenin İzmir, Kahire ve Beyrut gibi şehirleri, bugün Londra, New York ve Amsterdam gibi küresel şehirlerin işlevine sahip olmuşlardır. İstanbul yeniden bu tarihi fonksiyonunu kazanmak yolunda hızla mesafe almaktadır.

Öte yandan, Türkiye'nin üzerinde yer aldığı bu topraklar, tarihte pek çok ilklerin yaşandığı, her köşesi ilham kaynağı olan bir coğrafyadır.

Medeniyetlerin beşiği olan Anadolu, tarihin ilk şehir medeniyetlerinin üzerinde kurulduğu; ilk uluslararası antlaşmanın imzalandığı; ticarette paranın ilk defa kullanılmaya başlanıldığı topraklardır. Geçmişte tarihi İpek ve Baharat yolunun kesiştiği bu topraklarda, günümüzde de Afro-Avrasya ekseninin "yükselen hilali" Türk ekonomisi sizlere önemli fırsatlar sunmaktadır.

Türk ekonomisinin geleceğine ilişkin tahminler ise çok daha parlak gözükmektedir. Goldman Sachs tarafından yakın tarihte yapılan bir araştırmada, Türk ekonomisinin 2050 yılı itibariyle Avrupa'nın ikinci; dünyanın ise dokuzuncu en büyük ekonomisi olacağı tahmin edilmektedir. Aranızda uzun yıllardır Türkiye'de iş yapan firmalar olduğunu biliyorum. Bu firmaların ülkemizdeki operasyonlarını, Türkiye üzerinden diğer bölgelere de yaymaları vaktinin artık geldiğini düşünüyorum.

Türkiye, firmalarınızın bölgesel üretim, lojistik ve dağıtım merkezi olmasının yanısıra, küresel operasyonlarınız bakımından da önemli bir tedarikçi olabilir. Bu kapsamda, Türkiye'de kendileri de küresel bir firma olma yolunda ilerleyen çok sayıda ortak bulabileceğinizden eminim.

Ülkemizin genç ve eğitimli işgücü ile jeopolitik ve iktisadi-kültürel avantajlarının, firmalarınıza küresel düzeyde önemli mukayeseli üstünlükler sağlayacağı kanaatindeyim.

Türkiye'de son dönemde yatırım ortamını geliştirmek için önemli teşvikleri hayata geçirdik. Ayrıca, firmaların araştırma-geliştirme faaliyetlerine ciddi destek ve teşvikler sağlıyoruz. Bu çerçevede,  bölgesel Ar-Ge merkezlerinizi Türkiye'ye kaydırmanızdan büyük fayda sağlayacağınızı düşünüyorum.

Değerli İşadamları,

Kıymetli Misafirler,

Tüketici ürünleri sektörü, tüm insanların refahını, mutluluğunu ve sağlığını ilgilendiren bir sektördür. Bu nedenle gerek perakendeciler, gerekse üreticiler olarak sorumluluğunuz çok yüksektir.

İçinde bulunulan zor dönemde sorumlu davranıldığında ve doğru politikalar uygulandığında önemli fırsatların da yakalanabileceğine inanıyorum. Bu meyanda, yükselmekte olan ekonomilerin dünyada üretimin yeniden canlandırılması ve küresel krizin sona erdirilmesi açısından önemli bir potansiyeli haiz olduğunu düşünüyorum.

Küresel refah tüm dünyaya olabildiğince adil dağılmadan, dünyada gerçek bir barış ve huzurdan bahsetmek mümkün olmayacaktır. Bu itibarla, tüketici ürünleri sektörünün halen dünya nüfusunun önemli bir bölümünde görülen yetersiz beslenme, açlık ve yoksullukla mücadelede önemli sorumlulukları olması gerektiği kanaatindeyim.

Son yıllarda daha çok vakıf olduğumuz Afrika’daki, dünyanın birçok yerindeki açlık olayları  tabii ki herkesi dehşete düşürmektedir. Bundan sonra dünya şeffaflaştıkça bu daha fazla olacaktır. Bazı bölgelerde, bazı ekonomilerde gelir dağılımı arasındaki fark daha da açılırsa bunun tehlikesi ilerde daha çok görülecektir. O bakımdan bütün bunları düşünmemiz gerekir. Benzer krizlerin bir daha yaşanmaması için gerek devletler, gerekse burada bulunan küresel şirketler olarak gerekli adımları şimdiden atmalıyız.

Öte yandan, tüketici ürünleri sektörünün, adil ticaret, çevre ve gıda güvenliği ile sürdürülebilir kalkınma bakımından da önemli sorumlulukları olduğu aşikardır.

İleride müşterileriniz olacak gelecek nesillerin sağlıklı bir şekilde hayatlarını sürdürmesi, sürdürülebilir bir gelir ve çevre imkanlarına sahip olması bugünden atacağınız adımlara bağlı olacaktır.

Değerli Misafirler

Değerli Yöneticiler 

Dünyanın Büyük Şirketlerinin Değerli Yöneticileri

Sözlerime son verirken, böylesine kapsamlı bir buluşmaya imkan tanıyan tüm yetkilileri kutluyorum.

İstanbul'daki Zirve Toplantısı'nda oluşturacağınız politikaların, tüm insanlığın refah ve mutluluğuna hizmet etmesini temenni ediyorum. Ve toplantılarınızın bundan sonra başarılı geçmesini. bir taraftan kollarınızla ilgili fikir alışverişinde bulunurken, bir taraftan da İstanbul’un güzelliklerini daha yakından tanımanızı temenni ediyorum. Tekrar hepinize hoşgeldiniz diyorum. Hepinize başarılar diliyorum. Sağ olun.

Yazdır Paylaş Yukarı