Türkiye İnovasyon Konferansı’nın Açılış Oturumunda Yaptıkları Konuşma

07.12.2011
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

Değerli Dostum Katar Emiri Sayın Şeyh Hamad ve Değerli Eşleri Şeyha Moza,

Sayın Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Ergün,

Kıymetli Misafirler,

Hanımefendiler, Beyefendiler,

Öncelikle Türkiye’nin ve dünyanın bu ağır gündemi içerisinde inovasyon gibi son derece önemli bir konuyu, Türkiye’nin gündemine getiren ve burada iki gün boyunca çok güzel tartışmalara yol açan ve bu imkanı sunan başta Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) olmak üzere, kendisine destek veren bütün kurumlara teşekkür etmek istiyorum.

Ayrıca,  Konferansa çok sayıda seçkin Türk ve yabancı müteşebbis ve bilim insanlarının iştirak etmesinden de büyük bir memnuniyet duyuyorum.

Nihayet, ülkesini her açıdan 21. yüzyılın parlayan yıldızına dönüştüren Aziz Kardeşim Katar Emiri Şeyh Hamad’a davetimi kabul ederek Türkiye’ye geldikleri, bu konferansa katıldıkları – ve biraz sonra da bir güzel konuşma yapacaklar- bunu kabul ettikleri  için tekrar teşekkür ediyorum. Ve tabii ki Şeyha Moza’nın da burada olması ayrıca bize büyük bir memnuniyet vermektedir. Biliyorsunuz Hanımefendi Katar Foundation’un Başkanı olarak eğitim, kültür faaliyetlerinde olağanüstü dikkati çekiçi hizmetlere fırsat vermektedir. Kendisini tebrik ediyorum.

Konferansta inovasyonun uluslararası boyutu dahil tüm ilgili tarafların bir arada bulunmasını özellikle takdire şayan görüyorum. Zira, başarılı bir inovasyon politikası, ancak, bu tarz bir işbirliği ve eşgüdüm ile yürütülebilecek bir husustur.

Bununla ilgili bütün tarafların -siz paydaşlar diyorsunuz- hepsinin bir arada olması gerçekten bu Konferansı güçlü kılmaktadır.

Değerli Katılımcılar,

İnsanlık tarihi esasen, bilim, teknoloji ve yeniliklerin, diğer bir deyişle, inovasyonun bir tarihidir. 

Çağları açan da, kapatan da; büyük medeniyetleri yükselten de, çöküşe sürükleyen de; hep teknolojik değişme ve yenilikler olmuştur.

Yenilikler, toplumların siyasi, askeri, iktisadi, beşeri ve hatta günlük hayatlarını radikal bir şekilde değiştiren en etkili ve mutlak bir dinamiktir.

Enformasyon ve genetik teknolojisinin şekillendirdiği küresel bilgi toplumunda, bilim, teknoloji ve yeniliklerin toplum hayatındaki yeri ve önemini tartışmak bugün için tuhaf kaçabilir. Ancak, iktisadi düşünceler tarihinde neredeyse tüm ünlü iktisatçı ve sosyologların bilim ve teknolojinin ekonomi ve toplum hayatındaki yerine değindikleri de bir gerçektir.

Teknoloji ve inovasyonu, ister sosyolog Herbert Marcuse ve romancı Simone de Beauvoir gibi insanı köleleştirmek için bir araç olarak görelim, ister Adam Smith ve Karl Marks gibi insanı özgürleştirmek için temel güç olarak değerlendirelim, hepimiz yeniliklerle bir şekilde yaşamak zorundayız ve yenilikler hepimizin hayatını çok köklü bir şekilde değiştirmektedir.

Özellikle biz iktisatçıların, -kendimi de içine koyuyorum- ekonomik büyümenin ve uluslararası rekabetin temel faktörlerinden biri olan yenilik ve teknolojiyi gözardı etmesi mümkün değildir.

Bu nedenle Alfred Marshall’dan, Friedrich List’e; modern bilgisayarın ilk mucidi olarak tanınan Charles Babbage’dan, -biraz önce burada siz de gösterdiniz- inovasyonun felsefi ve ekonomik temellerini en iyi ortaya koyan Joseph Schumpeter’e kadar, büyük iktisatçıların bu konuyla yakından ilgilenmesi de hiç boşa değildir.

Çünkü ekonomik büyüme, her zaman kalkınmaya yol açmayabilir. Ekonomik kalkınmadan anlaşılan, büyümenin uzun dönemde sürdürülebilir olmasıdır. Bunu en yi şekilde ifade eden yine meşhur iktisatçı Schumpeter’dir. “İstediğiniz kadar posta arabalarını arka arkaya koyun nihayetinde bir demiryolu görevini yapamaz” diye güzel bir şekilde ifade eder.

Yapılan pek çok iktisadi analiz göstermiştir ki, kalkınma ve gelişmeyi tetikleyen temel dürtü “yeniliktir”, inovasyondur.

İnovasyon, yeni bir ürün, üretim metodu, pazar, arz kaynağı veya endüstriyel örgütlenme şeklinde tezahür edebilir. Söz konusu yenilik süreci,  ekonomik yapıyı kendi içinden sürekli olarak devrime tabi tutar, sürekli olarak eski sistemleri değiştirir ve sürekli olarak bir yenisini oluşturur. 

Yine burada çok iyi tarif ettiği için Schumpeter’den misal vereceğim, kendisi bunu çok güzel ifade ediyor. “Yaratıcı imha” (creative destruction) süreci diye bunu ifade ediyor. Bugünkü dünyanın bir realitesi de budur ve söylediğim gibi toplum hayatının tüm veçhelerine  sirayet etmiştir. Yeni bir yeniliğin ortaya çıkması, eskinin yok edilmesi anlamına gelmekte ve bu müthiş bir dinamizm tabii ki oluşturmaktadır.

Kıymetli Misafirler,

Milletlerin yükselişinde ve geri kalmasında da en önemli faktör, bilim, teknoloji ve yeniliktir.

Diğer bir deyişle, ülkeler arasındaki medeniyet yarışını belirleyen de, tarihin akışını hızlandıran da, inovasyon ve teknolojik değişmedir.

Sanayi devrimi öncesinde hali hazırda gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkelerin kişi başına tahmini milli gelir rakamları büyük ölçüde aynıdır. Örneğin, 19. yüzyılın sonlarına doğru Mısır ve İsveç’in kişi başına milli gelirlerinin yaklaşık birbirine eşit olduğunu göreceksiniz. Aynı şekilde, sanayi devrimi öncesinde en zengin ve en fakir ülke arasındaki kişi başına gelir farkının da en fazla 1.5 veya 2 kat kadar olduğunu yine göreceksiniz. Okudukça bunu görüyorusunuz.

Buna karşılık sanayi devriminin başlamasıyla birlikte her iki grup arasındaki gelir farkının çok dramatik bir şekilde açıldığını, az gelişmiş ülkelerle, çok gelişmiş ülkeler diye tarif edilen iki grup arasındaki farkın birkaç yüz misli olduğunu görmekteyiz.

1750 yıllarında  çok az olan en zengin ülke ile en fakir ülke arasındaki gelir farkı, son yıllarda hızlanan inovasyon, teknolojik değişme ve sermaye hareketleri nedeniyle bugün yüzlerce kat açılmıştır.

Bir örnek vermek gerekirse, bugün misafirimiz olan Katar ile Burundi’nin 2009 yılı itibarıyla kişi başına milli gelirleri arasındaki fark 400 mislidir. Belki “Katar’ın çok özel durumundan dolayı, kendi kaynaklarından dolayı, böyle büyük bir fark vardır” diye düşünebilirsiniz. Ama. bunu başka bir ülke ile mesela gelişmiş bir İsveç ile mukayese ettiğinizde farkın iki yüz misli olduğunu göreceksiniz. Halbuki 19. yüzyılın başlarında bu ülkeler arasındaki fark, birkaç misli idi. Dolayısıyla sanayileşme ve inovasyonun araya çıkarttığı bu büyük mesafenin kapanması da tabii giderek zorlaşmaktadır.

Değerli Katılımcılar,

İnovasyonla ilgili güncel hususlara geçmeden önce bu kadar geçmişle ilgili bilgi vermek istemem, konuyu doğrusu tarihi bir perspektife oturtma arzumdandır. Geçmişi, işin felsefi tarafını çok güzel bir şekilde algılamazsak, bugün olanlarla gelecekte olacakları çok iyi anlayamayabiliriz. Onun için son yıllarda yapılan pek çok ekonometrik çalışma, ekonomik büyümenin temel lokomotifinin emek ve sermaye gibi geleneksel üretim faktörlerinden ziyade, bilgi, yenilik ve teknoloji gibi faktörler olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. 

Bu nedenle, tüm ülkelerin büyüme ve kalkınma için bilim, inovasyon ve teknolojiye yatırım yapmaları elzemdir.

Değerli Misafirler,

Ülkemizde uzun yıllar ihmal edilen bu konularda son yıllarda gözle görülür bir bilinçlenme yaşanmaktadır. Hükümetten, akademik çevrelere, iş dünyasından sivil topluma kadar pek çok kesim bilim, teknoloji ve inovasyon alanında çabalarını ve aralarındaki işbirliğini olağanüstü şekilde arttırmışlardır.

Ancak, uzun yılların ihmalinin yarattığı kayıpları aşmak için bu alanda süratli ve etkili yol almamız gerektiğine de inanmaktayım.

Sadece kişi başına milli gelir bakımından gelişmiş ülkelerle aramızdaki gelir farkını kapatmak için değil, aynı zamanda bölgesel dengesizlikleri gidermek ve gelir dağılımındaki adaleti sağlamak için de araştırma, geliştirme ve inovasyona çok önem vermemiz gerekmektedir.

Yüksek oranlı büyümeyi gerçekleştirebilmek için, bütün gayretlerimizi toplam faktör verimliliğini artıracak reformlara yoğunlaştırmalıyız. Bu verimliliği artırmanın en etkin yolu da şüphesiz inovasyon ile araştırma ve geliştirme faaliyetlerine ağırlık vermektir.

Geçenlerde TBMM’nin açılışında yaptığım konuşmada da bunun altını özellikle çizdim. “Türkiye’nin cari açığını ve diğer noksanlıklarını, zayıf taraflarını gidermenin yolu artık bütün alanlarda faktör verimliliğini artırmaktan geçer” dedim. Faktör verimliliğini artırmanın yolu da gayet açık, bugün sizin tartışacağınız alanlardır.

Ülkemizin bilgi ekonomisine dönüşmesi için son yıllarda atılan adımları takdirle karşılıyorum.

Özellikle, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın kurulmasıyla, Türkiye’nin “milli inovasyon sistemi”nin amiral gemisi de artık belli olmuştur. Dolayısıyla bu konuda yapılacak bütün çalışmaların bir koordinasyon içerisinde belli bir stratejiye oturtulduğu ortaya çıkmaktadır. Şimdiye kadar bu konuda bir noksanlık vardı. Bundan dolayı büyük bir memnuniyet duydum gerçekten. Bakanlığın başına “Bilim” kelimesinin getirilmesi  başlı başına önemli bir işarettir.

Türkiye, 2001 krizinden sonra gerçekleştirilen kapsamlı reformlar ve kararlı ekonomik politikalarla makroekonomik istikrar ve hızlı büyümeyi büyük ölçüde başarmış bir ülkedir.

Bugün Türk ekonomisi, sağlam makroekonomik temelleriyle, büyük bir kamu borcu ve finansal kriz altında ezilen Avrupa ekonomilerinden kendisini ayrıştırmıştır.

Artık başta cari açığın düşürülmesi ve reel sektörün rekabet gücünün artırılması gibi yapısal bazı sorunlara yoğunlaşmak için imkan ve kabiliyetlerimizi teksif etmek zorundayız. Şimdi bu konuyla ilgilenmemiz gerekmektedir.

Bu bağlamda, yenilik kapasitesini artıracak mikro reformlara ağırlık verme zamanı da gelmiştir. 

İşletmelerimizin araştırma, geliştirme, inovasyon, tasarım ve markalaşma yeteneklerini ve becerilerini artırmaları için de her türlü destek verilmelidir.

Türkiye, bir yandan bilgi üreten, diğer yandan ürettiği bilgiyi ticarileştiren ve yurtdışına ihraç eden bir yapıya kavuşmalıdır. Bu şekilde dönüşüm geçirmiş bir ekonomi, gerek ekonomik istikrar gerekse ödemeler dengesiyle ilgili sorunlara karşı en güçlü teminattır.

Son yıllarda yakalanan güven ve istikrar ortamı, ülkemize orta ve uzun vadeli programlar hazırlama imkanı vermiştir. Bu mevzuda  bir süre önce, uzun yıllardır ihtiyacı hissedilen Sanayi Strateji Belgesi’nin uygulamaya konulmasını da takdirle karşılıyorum.

Bu belgenin temel hedeflerinden biri de, Türkiye’yi orta ve yüksek teknolojili sektörlerde üretim, teknoloji ve ihracat üssü haline  getirmektir.

Konuşmamın başında saydığım ünlü iktisatçıların arasında Friedrich List de vardı. Bugünkü Alman ekonomik mucizesinin ve AB Gümrük Birliği’nin esas fikir babası olan List’in sanayi ve teknoloji politikalarında ortaya koyduğu “corporatist” anlayış, esasen herkes için de yol göstericidir.

Milli inovasyon sistemimiz, başta Hükümet olmak üzere özel sektörün ve akademik camianın etkin eşgüdüm ve işbirliğini sağlayacak bir vasıfta olmalıdır. Buranın altını tekrar çiziyorum. Eğer bütün paydaşlar arasında bir eşgüdüm sözkonusu olmazsa o zaman kaynakların da etkin bir şekilde kullanılmadığını görüyoruz. O bakımdan son dönemlerde alınan kararları doğru olarak gördüğümü bir kez daha ifade etmek isterim.

Özellikle üniversitelerde bilgi üretim süreciyle, reel sektörün gerçekleştirdiği araştırma-geliştirme üretim süreçlerinin entegre hale getirmesiyle, bu faaliyetlerin kamu tarafından yönlendirilmesi ve desteklenmesi hayati önem taşımaktadır.

Türkiye’de söz konusu faaliyetlerin koordinasyonu ve desteklenmesi bakımından da umut verici gelişmeler yaşanmaktadır.

Geçen sene araştırma ve geliştirme harcamaları 2000 yılına göre 3 kat artarak 9 milyar TL’yi aşmıştır. Aynı dönemde, araştırma-geliştirme harcamaları yurt içi hasılanın binde 84’üne ulaşmıştır, ki bu harcamalar daha önce binde 48 civarında idi. Dolayısıyla binde 48’den binde 84’e ulaşmışır. Yani yüzde bire ulaşmak üzeredir.

Biliyorsunuz gelişmiş ülkelerde bu rakam yüzde 2 olarak bilinmektedir. Biz de, 2023 yılında  -Cumhuriyetin 100. yılında- gayri safi milli hasılasının yüzde 3’ünü araştırma ve geliştirmeye harcamayı hedeflemiş vaziyetteyiz. Artış trendi de bu istikamette gitmektedir. İnanıyorum ki bunu gerçekleştireceğiz.

Ayrıca, 2010 yılında tam zaman ve eşdeğer Ar-Ge Personeli sayısı 82 bine; araştırmacı sayısı ise, 64 bine ulaşmıştır. Bu rakamlar, yine 2000 yılındaki sayıların yaklaşık üç katıdır. 2009 yılında ilk defa özel sektörde tam zamanlı çalışan Ar-Ge personeli sayısı, yükseköğretim sektöründe çalışanların sayısını geçmiştir.

Eminim ki bu konularla ilgili değerli Sanayi Bakanımız size daha geniş teknik bilgiler verecektir. Ama şunu da söylemek istiyorum: Dünyada teknopark uygulamalarının geçmişi yarım asrı geçmektedir. Dünyaca ünlü birçok firma, teknoparklarda ortaya çıkmışlardır ve hayatımızı değiştirmeye başlamışlardır. Bunun en bilinen örneği tabii Amerika’nın Silikon Vadisi’dir. Biraz sonra ve yarın yapacağınız tartışmalarda buradaki şirketleri, onların liderlerini, hayatımızı dünyayı değiştiren büyük firmaların hikayelerini hep beraber tartışacaksınız tabii ki.

Türkiye olarak teknoparkların önemini ancak 2000’li yıllarda ancak anlayabildik ve kısa süre içerisinde sayı arttı.  Bugün 32’si faal olmak üzere 43 teknopark var Türkiye’de. Bu teknoparkların 31 tanesi de farklı farklı şehirlerimizde, bunun önemli olduğuna inanıyorum.

Teknoloji alanında kaydettiğimiz başarıları takip edebileceğimiz en önemli göstergelerden biri de sınai mülkiyet haklarıdır. Geçen yıl, patent ve faydalı model başvuru sayıları tarihimizde ilk defa 11 bini geçmiştir.

Son yıllarda, marka ve endüstriyel tasarım başvuruları bakımından Avrupa’nın ilk üç ülkesi arasında yer almaktayız. 2011 yılı sonu itibariyle, 100 binin üzerinde marka başvurusuyla, Avrupa’da ilk sıraya yükselmemiz de beklenmektedir.

Değerli Misafirler,

İnovasyon konusu her ne kadar milli olarak en ziyade desteklenmesi gereken bir alan gibi görünse de,  bir o kadar da uluslararası işbirliği ve küresel bakış açısına açık bir alandır.

Bu itibarla, ülkemizin AB Çerçeve programları kapsamında yürüttüğü çalışmalardan duyduğum memnuniyeti ifade etmek isterim. Türkiye, Avrupa Araştırma Alanı’nın tam ve etkin bir üyesidir. Bu durum, en az Gümrük Birliği kadar ekonomimizi dönüştürecek bir kurumsal ve yapısal çerçeve sağlamaktadır.

Yedinci Çerçeve Programı kapsamında yürütülen projelerin finansmanında sağlanan fonların, milli katkımızın üzerinde gerçekleşmesi, şüphesiz ülkemizin bilgi ekonomisi bakımından potansiyelini de ortaya koymaktadır.

Ayrıca, bilim, teknoloji ve yenilik alanında pek çok ülkeyle ikili işbirliği mekanizmalarının ihdas edilmesine de çok büyük önem veriyorum.

Bu bağlamda, geçen yıl yapılan Büyükelçiler Konferansı’nda yurtdışındaki misyonlarımızda artık Bilim ve Teknoloji Müşavirlerinin görevlendirilmesi çağrısında bulunmuştum. Bugün memnuniyetle görüyorum ki Bakanlığımız bu yönde hazırlıklarını tamamlamak üzeredir. Büyük merkezlerde -ticari konularda, askeri konularda nasıl müşavirlerimiz varsa- artık Bilim ve Teknoloji konularında müşavirlerimiz olacak.

Bu noktada bir konuyu daha söylemek isterim, geçen yıl Birleşmiş Milletler Toplantısı vesilesiyle New York’a gittiğimde dönerken Boston’a uğradım ve oradaki Türk akademisyenlerle bir araya geldim. Orada benim dikkatime getirilen bir istatistik rakam vardı, çok etkileyici. Amerika Birleşik Devletleri’nde mühendislik, teknoloji alanında doktora yapan Türk öğrencilerin sayısı İngiliz, Fransız ve Alman öğrencilerin toplamından daha çoktur. Bunun çok önemli bir potansiyel olduğunu söylüyorum ve bu çerçevede Türkler gerek Amerika gerek Avrupa bilim dünyasının dışında değil, onun tam içindedir.

Tabii ki AB Çerçeve Programı kapsamında, tamamen Avrupa’nın bilimsel araştırmalarının içerisindeyiz. Çünkü oraya maddi katkı da yapıyoruz. Mesela 6. Çerçeve Programı -ki 2003 ve 2006 yılları arasında uygulandı- Avrupa Birliği’ne dahil her ülke milli gelirlerinin belli bir oranını bu fonda topluyor ve bilimsel araştırmaları destekliyor. Türkiye’nin 6. Çerçeve Programı’na katkısı 231 milyon Euro’dur. Biz, Türk bilim adamları bu dünyadan kopmasınlar diye, 231 milyon Euro verdik

7. Çerçeve Programı ise 2007 ve 2013 yılları arasında hâlâ uygulanmaktadır. Buraya ise 360 milyon Euro veriyoruz. Sadece Türk bilim insanları, Avrupa bilim alanından ayrılmasın, onun dışında kalmasın diye. Şüphesiz ki, oraya verilen bu katkıların karşılığında aldığımız fonlar var. Türk bilim adamlarının sunduğu projeler desteklenmekte ve bu desteklenmeler karşılığında faydalandığımız fonlar vardır. Burada sadece memnuniyetimi yine ifade etmek istiyorum, biz 7. Çerçeve Programı’nda verdiğimizden daha çok fon almaktayız. Bu çok sevindirici bir husustur.

Kıymetli Misafirler,

Bilim, teknoloji ve inovasyon politikalarını, milletimizin geleceği ve bekasını şekillendiren temel dinamikler olarak görmekten başka çaremiz yok. İki gün önce Çankaya’da, Cumhurbaşkanlığı’nda TÜBİTAK Bilim Ödülleri’ni verdim. Orada yaptığım konuşmada da “Bilim ve araştırma aslında Türkiye’nin bekasıdır” dedim. Biz  “ülkenin bekası” derken. “beka” terminolojisini hep askeri ve siyasi kontekstte kullanırız genellikle. Ama bugün bunu hep gözden geçirmek durumundayız. Ülkelerin ve milletlerin, dolayısıyla Türkiye’nin de bekası, geleceği aslında bilim, araştırma, inovasyon konularında göstereceğimiz başarıya bağlıdır. Bu konularda eğer çok başarılı olamazsak, o zaman bekamız da çok başarılı olmayacak demektir. O bakımdan bu Türkiye’de bugün anlaşılmıştır ve bu konuya büyük yatırımlar yapılmaktadır. Bu itibarla her şeyden önce bu politikaları, iktisadi büyüme stratejimizin merkezine de yerleştirmek zorundayız.

Ülke olarak temelleri ve hedefleri iyi çalışılmış, ancak halihazırda yeterince entegre olmayan, bilgiye dayalı bir iktisadi büyüme stratejisini, tüm veçheleriyle hayata geçirmeliyiz.

Ayrıca, eğitim sistemimiz aracılığıyla bilim, teknoloji ve yenilik konusunda ciddi bir farkındalık programına da işlerlik kazandırmalıyız.

Türkiye, bölgesinde ve ötesinde yıldızı parlayan bir ülkedir. Geçen hafta İngiliz Sanayi Odaları Konfederasyonu Genel Kurulu’nda ifade ettiğim gibi, ekonomik bakımdan Türkiye artık “Avrasya’nın yükselen bir hilali”dir.

Şimdiden pek çok uluslararası danışmanlık ve finans kurumların bunun farkındadırlar ve 2050 yılında Türk ekonomisinin Avrupa’nın ikinci büyük ekonomisi olacağını raporlarında açık bir şekilde öngörmektedirler. Bunun en son örneği Goldman Sachs’ın raporlarında görülmektedir.

Dolayısıyla, önümüzdeki 10-15 yıllık süreçte, bilimsel, teknolojik, askeri ve ekonomik açıdan ciddi bir “yakalama” ve “öne geçme” çabası içine girmemiz ve milletimizi bu yönde harekete geçirmemiz orta vadeli hedefimizi oluşturmalıdır.

Kıymetli Misafirler,

İnovasyon dünyamızı küçültmüş, tarihin akışını hızlandırmıştır. İnovasyonun ivme kazandırdığı küreselleşme, adeta toplumların kimyasını değiştirmiştir. Bugün, Arap Baharı’nın ortaya çıkışında El Cezire’nin, internetin, Youtube’un katkılarını görmezden gelmek tabii ki mümkün değildir.

Siyasi hayatında Yenilikçi Harekete öncülük etmiş; siyaset, ekonomi ve hukuk dahil toplum hayatının her alanında yeniliğe,  reforma ve inkişafa inanmış; sürekli olarak yeni bir siyaset dili, yeni bir diplomasi dili, yeni bir uluslararası düzen, yeni bir anayasa çağrısında bulunmuş; ve nihayet sosyal medyadan imkanlar ölçüsünde yararlanan biriyim.

Bu nedenle, inovasyonun milletimizin bugününü ve geleceğini şekillendiren en önemli güçlerden biri olduğuna samimiyetle inanıyorum.

Ancak, şunu da hatırlatmak ihtiyacı duyuyorum: Millet olarak, tarihin hızlı akışı karşısında, bilim, teknoloji ve inovasyon konusunda artık yürümek değil, gerçekten koşmak zamanıdır. Çünkü yürüyenler geride kalmaktadır. Koşanlar mesafeleri kapatmakta veya başkaları ile aralarındaki mesafeleri daha da açmaktadırlar. İşte bütün bunlar bugün sizin tartışmalarınızda çok daha güzel ele alınacak, hem Türk gençliğine hem bütün dünyada bu konuyla ilgilenen herkese yeni ufuklar açacaktır. Ben bir kez daha bu toplantıyla katıldıkları için Değerli Dostum Katar Emiri’ne ve bu toplantıyı organize eden başta TİM olmak üzere, bütün burada ismini gördüğümüz kuruluşların hepsine teşekkür ediyorum ve toplantının başarılı geçmesini temenni ediyorum. Sağolun.

Teşekkür ederim.                                            

 

Yazdır Paylaş Yukarı