Türkiye İhracatçılar Meclisi'nde Yaptıkları Konuşma

22.03.2011
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

Türkiye İhracatçılar Meclisi'nin Değerli Mensupları,

Her şeyden önce, hepinize sevgi ve muhabbetlerimi sunuyorum.

Bugün Türk ihracatının gerçek kahramanlarıyla, liderleriyle, sizlerle beraber olmaktan, gerçekten büyük bir mutluluk duyuyorum.

Anadolu’nun bütün bölgelerinden, büyük-küçük her yerden ihracat yapan ihracatçı birliklerinin temsilcileri burada. Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin değerli mensupları hep burada ve Türk ihracatının gerçekten değerli kahramanları, aktörleri, liderleri burada.

Hepinize tekrar sevgiler sunuyorum.

Şimdiye kadar hep siz bize geliyordunuz açıkçası. Değerli Başkan, Sayın Bakan, her zaman, daha önceki Sayın Bakanınız, hep beraber bizleri ziyaret ediyordunuz, çalışmalarınız hakkında hep bilgiler veriyordunuz, bizi hep heyecanlandırıyordunuz ve verdiğiniz bilgilerle de daima hep gurur duyuyorduk. Ve bu ziyaretlerinizde de beni de daima davet ediyordu Sayın Başkanınız. Ben de uygun bir zamanda geleceğimi ve sizi burada ziyaret edeceğimi hep söylemiştim. Bu, bugün gerçekleşiyor. Bundan gerçekten büyük bir mutluluk duyuyorum. Ayrıca, şöyle salona baktığımda da, neredeyse çoğunuzu da tanıyorum. Çoğunuzu birçok vesileyle tanıyorum, ama en çok da beraber yaptığımız seyahatlerden tanıyorum. Hep beraber birçok yerlere gittik, birçok yerlerde hep beraber bulunduk ve bundan sonra da inşallah yine birçok ziyaretleri, gezileri hep beraber yapacağız.

Aslında ihracat konusu uzun yıllar Türkiye’nin ihmal ettiği bir konuydu. Malum, Türkiye içe dönük bir ülkeydi. Siyasi olarak da hep içe dönüktü, ekonomik olarak da hep içe dönüktü. Uzun yıllar hep biz ithal ikamesi politikalarını konuşurduk ve bunun çok büyük başarı olduğunu hep düşünürdük. Okullarımızda, fakültelerimizde de hep bunlar okutulurdu. Dolayısıyla ihracat, çok aklımızdan geçmezdi açıkçası. Onun için, 1973 yılında hatırlıyorum, fakülte yıllarımızdı, Türkiye’nin ihracatı 1 milyar Dolar’ı geçtiğinde, Türkiye’de çok büyük sevinç olmuştu. Bugün çok şükür, Türkiye büyük başarılar elde ediyor gerçekten.

Dünyanın en büyük ekonomik krizinin, 1929 buhranından sonraki en büyük ekonomik krizinin yaşandığı, dünya ticaretinin süratli bir şekilde düştüğü dönemde bile, Türkiye 100 milyar doların üzerinde ihracatı gerçekleştirebildi.

Bütün bunlar tabii ki, Türkiye’deki değişimin ayrı bir göstergesi. Türkiye’nin nasıl değiştiği, nasıl güçlendiği, nasıl ilerlediğini birçok cepheden anlatabiliriz. İhracat da bunun ayrı bir hikâyesi.

İnanıyorum ki, biraz önce Sayın Bakanın, Değerli Başkanın verdiği hedeflere -ki bunları çok ciddi şekilde hep çalıştınız, bana Ankara’da gelip, vaktiyle hep anlattınız ve önümüzdeki dönemde de daha geniş bir şekilde halkı bilgilendireceğiniz- bu rakamlara da, yani 500 Milyar Dolar’a da Türkiye’nin ulaşacağına kesinlikle inanıyorum.

Şüphesiz ki, biz ihracat derken, dışarı mal satma derken, re-export’u konuşmuyoruz, yani başka yerden aldığımız malların üzerine kâr koyarak satmayı konuşmuyoruz. Bu da tabii ki, ihracatın bir bölümüdür. Ama ihracat derken, aslında biz dolaylı olarak üretim kapasitemizi konuşuyoruz. Üretiyorsanız satacaksınız. Ürettiğiniz bir şey yoksa, üretim alanında bir başarınız yoksa, o zaman satacak bir şeyiniz de yok demektir. Dolayısıyla ihracata dikkatleri çekmek, ihracata yönelmek, aynı zamanda üretimi teşvik etmek demektir, aynı zamanda üretimin önemini kavramak demektir. Ve neticede, ihracata dayalı büyüme modelinden bahsetmek ve onu tercih etmek demektir. Bununla şunu da söylemek istiyorum: 500 Milyar Dolar ihracatı olan ülkenin, üretim kapasitesinin bugünkünün birkaç misli yukarıda olması gerekir ki, üretmesi gerekir ki, satabilsin.

Dolayısıyla, üretim politikalarımızı da tabii ki buna göre desteklememiz, buna göre tekrar gözden geçire geçire dizayn etmemiz gerekiyor; üretim stratejilerimizi de, sanayie verdiğimiz önemi de, makineye verdiğimiz önemi de, yüksek teknolojiye verdiğimiz önemi de.

Yine biraz önce Sayın Başkanınızın güzel şekilde söylediği gibi, tasarımlar, entelektüel sermayeye verdiğimiz önemi de demek ki kavradığımız anlamına geliyor. Yoksa durduk yere 500 Milyar Dolar ihracat yapılamaz, 500 Milyar Dolar ihracatı yapabilmek için yeni petrol, gaz veyahut da başka olağanüstü tabii kaynakların ortaya çıkması gerekir ki, bunlarla ilgili de muhakkak ki birçok çalışmalar var, ama öngörülenler bellidir. Bu kaynak, üretim kaynağı olacaktır.

İhracat, sadece ekonomik bir faaliyet de değil. Türkiye’nin dış politikasıyla da çok ilişkili bir şey. Eğer komşularınıza duvar ördüyseniz, Türkiye’yi bir nevi çıkmaz sokak haline getirdiyseniz, o zaman satacak insan da bulamazsınız. Bir zamanlar öyleydi; Türkiye’ye Avrupa’dan gelinirdi, ondan sonra da çıkmaz bir sokağın son evi gibiydi. Bütün komşularla duvar vardı etrafımızda. Onlarla ilişkilerimiz, neredeyse yasaklı haldeydi, herkesle neredeyse küs haldeydik. Bunu söylerken, hatanın bizde olduğunu söylemek istemiyorum, ama bu bölgenin en önemli, en büyük bölgesel gücü olarak, bölgeyi dizayn etmek, düşünmek, başkalarının yerine de, komşularının yerine de gerekirse düşünerek ilişkileri normalleştirmek yine bize düşüyordu.

Her ülkenin kalkınması, önce kendi bölgesinden başlamıştır. Önce bölgesel kalkınmalar olur, ondan sonra daha uzak komşulara, ondan sonra da daha Atlantik ötesi yerlere gitmeye başlarsınız.

Türkiye, dış politikasıyla da böyle bir yöne girince, vizelerin kalkması, serbest ticaret anlaşmalarının imzalanması, vergi muafiyeti anlaşmalarının imzalanması, yatırımların karşılıklı korunmasıyla ilgili anlaşmaların imzalanması; bütün bunlar aslında devletin, sizin adınıza altyapıyı hazırlaması faaliyetleridir.

Hukuki altyapı hazırlanmadan, gitmek istediğiniz bir ülkeye baştan gidemezsiniz. Gidemediğiniz yere malınızı satamazsınız. Türkiye çok şükür bunların hep farkına vardı ve bu konularda kendisini teksif etti. Bu konulara kendisini önemli bir şekilde yönlendirdi ve neticede çok büyük tabii ki, kapılar açılmaya başladı.

Dünyada Afrika diye bir yer vardı. Sanki Afrika’yla bizim ilgimiz yok gibiydi. Herkes Afrika’ya gider, yatırımını yapar, herkes gider Afrika’ya ticaret yaparken, biz buraları adeta yok farz ediyorduk. Bugün çok şükür neredeyse bütün Afrika ülkeleriyle çok yakınlık içerisindeyiz, daimi büyükelçiliklerimizin sayısını artırmış vaziyetteyiz. Birçok Afrika ülkesini ziyaret ediyoruz, ilk defa Afrika ülkelerine hep beraber gidip, toplu bir şekilde ziyaretler yapıyoruz ve “Türkler gelmiş” diye de herkes kucak açıyor. Türklerin gidişi, bazı ülkelerin gidişinden farklı; çünkü koloni geçmişimiz olmadığı için, daima Türkleri samimi bir şekilde karşılamışlardır. Biz ticaret yaparken de karşılıklı kazanma anlayışını, yatırım yaparken de karşımızdakinin kazancını da düşünerek ticari ahlakı hep öne çıkartmışızdır. Bu da tabii ki, bize hep daima yeni kapılar açmıştır.

Latin Amerika diye bir dünya vardı, “Oralar çok uzak, gidilmez” diye bilirdik. Ama hep beraber Latin Amerika’ya gittik, direkt uçak seferleri başladı, Latin Amerika’dan buraya karşılıklı insan ziyaretleri çoğalmaya başladı ve oralara da ihracat yapabileceğimizi anladık.

Yeni coğrafyalar, yeni pazarlar adeta keşfetmeye başladık. Bazen uzak deriz, ama çok daha uzakta olanların bize ne kadar çok sattığını, ithalatımızın en uzak ülkelerden yapıldığını da biliyoruz. İthalatımızın büyük bir kısmı, komşu ülkelerden değil ki. Rusya’daki enerji ithalatımızı dışarıda tutarsanız, uçak yolculuğuyla, en az 10 saat mesafesi olan ülkelerden. Oradan ithalat yapabiliyorsak, oralara ihracat da yapabileceğimizi anlamamız gerekir ve buna yoğunlaşmamız gerekir.

Ve bu noktada hemen özellikle Amerikan pazarı hakkında da hepinizin dikkatinizi çekmek isterim. Amerika ayrı bir dünya, ayrı bir ekonomik faaliyet. Amerika Birleşik Devletleri ile Türkiye’nin dış ticaret hacmine baktığımızda, açığımız büyük, ihracatımız çok az. Bu, yanlış bir anlamadan da kaynaklanıyor. Zannederiz ki, Amerika’da hep kotalar var, böyle değil aslında. Kota olan şeyin sayısı çok az açıkçası. Onun ötesinde, tamamen beceri işi ve tamamen üstünde durma, önemseme ve teksif olma işi.

Buradaki değerli ihracatçıların, özellikle Amerikan pazarına yönelmesini arzu ediyorum. Çünkü oraya mal satmak, aynı zamanda üretimimizi de denetleyecektir, üretimimizi de daha kusursuz hale getirecektir.

Şu da yine bir gerçek: Uzun yıllar sadece Türk Lirası’nın değeri üzerinde çok konuştuk, kuruş üzerinde çok konuştuk. Hâlbuki o dönemlerde bile, sıkıntılı dönemlerde bile ihracat yaptınız. Tabii ki marjlarınız çok azdı, çok zorlandınız. Ama bunun da bir noktada bir olumlu yanı oldu, maliyetler nasıl azaltılırmış, verimlilik nasıl artırılırmış, bunu öğretti hepimize; imalatçılar öğretti, ihracatçılar öğrendi. Şu anda daha gerçekçi bir kurla karşı karşıyayız. Dolayısıyla, bizim daima kalıcı ve uzun vadeli noktalara kendimizi yöneltmemiz gerekir. Bu da kendimizi rekabete tabii ki hazırlamamız, yeni pazarlar bulmamız, ısrarcı ve inatçı olmamız. Şimdi Türkiye’de bu kültür oluştu. Sanayileşme ile ilgili en büyük noksanlık, sanayi kültürünün olmayışıdır aslında. Bunu geç de olsa yakaladık. İhracatla ilgili de öyle bir kültür yoktu, genel anlayış yoktu. Sadece belli şahısların, belli firmaların dış ticaret yaptığı dönemler vardı. Şimdi ihracatla ilgili de bir kültür oluştu. Ben bunu seyahatlerimde çok daha iyi görüyorum. Siz de biliyorsunuz, seyahatlerimde uçağı hep şöyle dolaşırım ve hepinizle tek tek konuşurum ve sorarım.

Beni en çok etkileyen noktalardan biri, coğrafi dağılım ve yaş, katılanların yaş ortalaması. Türkiye’nin bütün şehirlerinden katılımların olduğunu gördüğümde, iş hacimlerini sorduğumda, hacimlerinin ne kadar büyük olduğunu gördüğümde gerçekten hep gururlanırım.

Bir de, bazen çok genç delikanlıları, bazen çok genç kızları, onları da görüyorum uçağımda. Onları ilk defa gördüğümde, sanki babalarıyla veyahut da bir büyükleriyle beraber, onlara refakat ediyor şeklinde diye düşünüyordum. Ama sonradan tek tek kendilerine de hep sorduğumda, nasıl iş yaptıklarını, nasıl ihracatla uğraştıklarını, nasıl dışarıya büyük bir azimle mal satma arzusu içerisinde olduklarını gördüğümde, Türkiye’de bu kültürün de artık oluştuğunu ve bizim o psikolojik bariyer dediğimiz noktayı aştığımızı görüyorum.

Onun için biz 100 Milyar Doların üzerinde bir ihracatı, dünyanın en büyük krizinde bile gerçekleştirebilirdik. Onun için, koyduğunuz 500 Milyar Dolarlık hedef, afakî bir hedef değil. İnanıyorum ki, gerçekleştirilebilecek bir hedeftir.

İhracatımız sadece miktar olarak artmıyor, sadece değer olarak da artmıyor, dağılım olarak da tabii ki artıyor, yani kalitesi iyileşiyor. Eskiden hammadde veya tarım ürünleriyken, şimdi tabii ki, sanayi ürünleri. Sanayi ürünleri içerisinde de yine değişik standartlarda, yüksek standartlara doğru ihracatımız artıyor. Ama şunu da itiraf etmeliyiz ki: Yüksek teknolojiye dayalı üretim ihracatımız, hâlâ azdır. Buna yönelmemiz gerekmektedir. İşte onun yolu da tasarımdan, araştırma-geliştirmeden, üniversitelerle, bilim dünyasıyla işbirliği içerisinde olmaktan ve büyümenin, geleceğin büyümesinin nerede olduğunu çok iyi tespit edip, ona göre kendimizi yoğunlaştırmaktan geçecektir. Yoksa yine mukayese yapmaya başlarız başka ülkelerle, çok olumlu manzaralar çıkmaz karşımıza. Onun için muhakkak, ihracatımızın içerisinde daha değerli malları, daha yüksek teknolojiye dayalı üretim miktarlarını artırmamız gerekmektedir.

Türkiye’ye gelen turistler, Türkiye’den dışarıya giden turistler, bütün bunlar da dolaylı olarak hep ihracatı besleyen unsurlardır. Türkiye’nin dünyada artan siyasi pozitif etkisi, Türkiye’nin direkt veya dolaylı bir şekilde yükselen değeri; bütün bunlar aslında sizlere yeni pazarların oluşmasında da en büyük destektir. İnanıyorum ki, önümüzdeki dönemde de hep böyle olacaktır.

Son olarak şunu söyleyerek bitirmek isterim sözümü: Bütün bu büyük başarılardan bahsedebilmemiz için, herkesin kendisini işine gücüne odaklayabilmesi gerekmektedir. Gelecekle ilgili çok iyi planlar yapabilmesi gerekmektedir. Bunun için de istikrar ve huzur her şeyin başında gelir.

Unutmayalım ki, bizim geçmiş dönemlerde büyük kayıplarımız vardır. 70’li yılları düşünün, 80’li yılları düşünün, 90’lı yılları düşünün; çok büyük kayıplarımız vardır. Enerjimiz hep başka yerlere gitmiştir. O dönemlerde bize benzeyen ülkelerin nasıl süratli bir şekilde büyük başarıları elde ettiklerini, bizim ise bazen iki adım gidip, bir adım geldiğimizi, bütün bunları hep düşünün. Artık bizim bunlara tahammülümüz yoktur. Bir daha bu tip şeylerle karşılaşmamanın yolu ise hukuki, demokratik, siyasi, bütün bu reformları, dönüşü olmayacak şekilde kökleştirmek ve bütün bunları Avrupa standartlarında Türkiye’de gerçekleştirmekten geçecektir. Bunları kim yapacaktır? Şüphesiz ki bunları siyaset dünyası yapacaktır. Ama bunları siyaset dünyası yaparken de sivil toplum örgütleri, sizler destek vereceksiniz, katkı sağlayacaksınız, önerileriniz olacaktır.

Bu alandaki mücadele, yarış, ne kadar yapıcı bir şekilde gerçekleşirse, millet olarak hep beraber o kadar çok başarırız.

Ümit ederim ki, genel seçimlere giden Türkiye; bu mücadele, bu yarış, bir hizmet yarışı şeklinde geçer, herkes “ben daha iyi yaparım” şeklinde kendisini anlatır ve neticede Türkiye’de kırıcı olmayan, yeri geldiğinde işbirliği yapılabilen bir ortamla neticelenir.

Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı gayet açıktır. Bunu birçok platformlarda gayet açık açık söyledim, çok geniş konuştum. Burada konumuz bu olmadığı için buna fazla girmeyeceğim. Sayın Başkan değindiği için, birkaç cümleyle söylemek isterim. Türkiye hep anayasalarını reaksiyonel ortamda yapmıştır. Onun için hep o anayasaların sıkıntıları olmuştur, yani tepki anayasaları yapılmıştır. İlk defa belki Türkiye’de şimdi normal bir şekilde sivillerin, bilim adamlarının, siyasetçilerin; herkesin kafa kafaya vererek, toplumun arzu ettiği, toplumu yeni bir döneme taşıyacak bir anayasa yapma imkânı vardır. Bunu kaçırmamak gerekir. Bunu yaparken de usul ve metodoloji yanlışlarına düşmeden hareket edilirse, Türkiye’nin bunda başarılı olacağına inanıyorum. Çünkü temel konularda, temel meselelerde Türkiye’de çok büyük bir konsensüs, çok büyük bir aynı anlayış vardır; bunu açıkça görüyoruz. Bu fırsat inşallah kaçmayacaktır. İşte onun için hepinizin yapıcı yardımlarınız, telkinleriniz ve önerileriniz daima değerli olacaktır.

Ben bir kez daha, hepinizi tebrik ediyorum.

Sizlerle beraber seyahat etmekten, sizlerin başarılarınızı görmekten daima gurur duyuyorum ve inanıyorum ki, önümüzdeki dönemlerde hep beraber daha güzel şeylere şahit olacağız, çok güzel şeyleri başaracağız ve ülke olarak, millet olarak bunun gururunu hep beraber yaşayacağız. Emeği geçen herkesi tebrik ediyorum. Bu alanda emeği geçen bütün eski başkanlarınızı görüyorum aranızda, eski bakanlar, bütün hükümetler ve Sayın Başkanınıza teşekkür ediyorum. Değerli bakanın ne kadar koşturmaca içerisinde olduğunu en yakın bilenim. Çünkü seyahat kararnamelerini ben imzalarım. Bir bakan nereye gidiyor, gelirim, görürüm. Yani bazen takibi zordur, dışişleri bakanları böyleydi eskiden, bakanlık yaptığım dönemleri bilirim. 24 saatte beş ülkeyi ziyaret ettiğimi bilirim; acil durumlar söz konusu olduğunda. Şimdi bakıyorum, dış ticaretten sorumlu bakanlar da, dışişleri bakanları gibi, daha çok seyahat ediyorlar. Bu seyahatlerin hiçbiri, turistik seyahatler değildir. Yani bakanların, başbakanların, cumhurbaşkanlarının seyahatlerinin hiçbiri turistik seyahatler değildir. Bunlara katılan sizler bilirsiniz. Gittikleri yerleri görmeden dönerler. Kaldıkları en iyi otellerde sadece birkaç saat geçirirler, toplantıdan toplantıya ömürleri geçer. Ama bunlar hepsi sonunda memleket için, insanlarımız için, şahıslar için, şirketler için, hepimiz için çok iyi şeylerdir. Bunların hepsini mutluluk içerisinde yaparız.

Hepinize başarılar diliyorum. Sağ olun.

Yazdır Paylaş Yukarı