Oxford Üniversitesi'nde Yaptıkları Konuşma

08.11.2010
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

Dr. Nizami,

Kıymetli Professörler,

Sevgili öğrenciler

Bayanlar, baylar

Bir kez daha, Oxford Üniversitesi’nde olmaktan dolayı çok mutluyum. Gündemimi takip edenler, Oxford Üniversitesi İslam Araştırmaları Merkezi’ni yakından takip ettiğimi bileceklerdir. Mütevelli Heyetinin bir üyesi olarak, Dr. Nizami ve ekibinin, merkezin yeni binasıyla ilgili harika bir iş çıkardığını söylemek isterim.

Türkiye Cumhurbaşkanı olarak, binaya ayrı bir hava katan muhteşem İznik Çinileri hususunda biz Türklerin dediği gibi, “çorbada tuzum olduğu” için gururluyum.

Bayanlar, baylar,

Eğitimin ve araştırmanın amacının; boş bir zihni, açık bir zihin haline getirmek olduğu söylenir. Günümüzde bu özellikle, İslamın gerçek doğasıyla ilgili meseleler için geçerli bir durum.

Oxford Üniversitesi İslam Araştırmaları Merkezi bu açıdan, Oxford Üniversitesi’nin yüzyıllara dayanan akademik disiplinine yakışacak bir şekilde, derin İslam çalışmalarıyla 25 yıldır, son derece değerli bir görev yapıyor.

Bugün, bir süredir hakkında hararetli tartışmaların yapıldığı iki husus hakkında konuşacağım. Bu tartışmalar bazen taze fikirlere ve ilham veren münazaralara yol açtı. Bununla birlikte, toplumlarımız arasında keskin anlaşmazlıklara da sebep oldu. Bu iki husus, demokrasi ve kalkınmadır.

Birçok ebedi İslami değer daha iyi bir dünyaya giden yolu aydınlatarak bugün de geçerliliğini sürdürmektedir. Bu değerler, insanlık, barış, ilerleme, adalet, cömertlik ve empatiyi tavsiye etmektedir.

Bu durum, sekiz yüzyıl önce, “Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım, sevelim sevilelim” diyen ve böylece her inançtan bütün insanları sevgi, saygı ve dostluk duyguları içinde kucaklamaya davet eden büyük Türk ozanı ve bilge Yunus Emre’nin anlayışında görülmektedir.

Bu anlayışla İslam dininde demokrasi ve kalkınma kavramlarını tartışmaya çalışacağım.

Türkiye Cumhurbaşkanı olarak, İslam’ın demokrasi ve liberal ekonomik kalkınmayla uyumlu olup olmadığı tartışmalarına değineceğim.

Son bölümde ise, daha fazla demokrasi ve kalkınma adına, Müslüman toplumlarına bir yol haritası sunacağım.

Kıymetli misafirler,

Bugün kabul ettiğimiz anlamda, demokrasi ve kalkınma fikirleri, Avrupa aydınlanmasının mirasıdır. Ancak, sömürgeciliğin olumsuz mirası yüzünden, İslam ülkelerinin ve toplumlarının çoğu, bu kavramlara yabancılaşmış hissettiler.

Bu yüzden, her iki terim için uygun bir analiz yapmamız gerekir. Bu analiz için İslam geleneğinin köklerine bakmamız lazım.

İslam geleneği, köklerini Kutsal Kitap ve İslam Peygamberinin sünnetinden almaktadır.

Zengin İslam entellektüeli ve medeniyet geleneği geniş Akdeniz havzası, Fars ve Türk etkilerini, Hint yarımadası geleneği ve Çin mirasını birleştirmiştir. Böylece, İslami geleneğin çeşitliliği bugün hala çok canlıdır.

Kur’an ve sahih sünnette, birey yapıp ettiklerinden sorumludur ve ebedi manada Allah’a hesap vermekle yükümlüdür. Ve hiç kimse, ne bir din adamı ne de bir hükümdar bu ilişkiye müdahale edemez.

Bu açıdan, hakiki İslam devlet geleneğinde mutlakiyetçilik yoktu. Aslına bakılacak olursa, bu durum az ya da çok Avrupa’da Hristiyan monarklarındaydı.

Diğer taraftan, İslam geleneğinde kalkınma fikri, şehir ve toplum fikriyle yakından ilişkilidir.

Büyük Türk-Müslüman filozofu El Farabi’nin, ölümsüz eseri Fazilet Şehri’nde dediği gibi, bütün siyasi sistemlerin hedefi, vatandaşlarının, akıl, adalet, eşitlik, dayanışma, saygı ve dostluk temeline dayanan erdemli bir yaşam sürmelerini sağlamaktır.

İslam dünyasını şekillendiren ve onu gerçek evrensel bir medeniyet yapan değerler işte bunlardır.

Bu yüzden, İslami gelenekte ve Avrupa aydınlanmasındaki kalkınma kavramlarının birbirinden ayrılmaz birçok ortak özelliği ve temel farklılıkları vardır.

Bu perspektiften, “sermaye birikimi”, “birey zenginliği” ve “bireysel özgürlükler” gibi değerler, elbette İslam’ın kalkınma anlayışına katkıda bulunmuştur.

Ancak, bu kavramlar, “şehrin ortak potansiyeli”, “bütün toplumun refahı” gibi kavramlarla dengelenir. 

Demokrasiye gelince, bu kavram en gerçek anlamıyla orjinal halinde Yunan kavramının manasıyla Akdeniz havzasında zaten vardı. Dolayısıyla İslam geleneği buna yabancı değildi.

Osmanlı Türkçesi’yle söylersek, Asr-ı Saadet döneminden itibaren, “kent demokrasisi”nin temel fikirleri yaygın şekilde uygulanmaktaydı.

Peygamberimiz, kendi başına hiç hareket etmemiştir. Etrafında, bu kent toplumunun farklı kesimlerini temsilen akil adamlar vardı. Dört Halife devri, İslami gelenekte demokratik yönetimin mührüydü.

Abbasi dönemi, demokratik yönetimin birçok kurumunu canlandırdı. Bölge mahkemeleri, merkez dışı yerleşimlerin belediye başkanları: güçler ayrılığı mekanizması uygulanıyordu. Seçimler, bugün bildiğimiz manada yapılmıyordu belki ama konsey ve danışma kurumları mevcuttu.

Diğer yandan, Endülüs, demokrasi tecrübesini çok daha geniş ve derin bir şekilde yaşıyordu. Çünkü Endülüs, çok kültürlü ve dinli bir yapıdaydı.

Ayrıca, bütün bu İslami geleneklerde, en fazla vurgulanan ve saygı gören kavram, adaletti. Sadece Müslümanlar için değil aynı zamanda diğer dinlere inananlar için de.

Bayanlar, baylar,

Denilebilir ki, İslam dünyasının, sömürgecilik dönemine kadar demokrasi ve kalkınmanın günlük uygulamalarıyla bir problemi yoktu. Günlük hayatın ve devlet mekanizmasının ayrılmaz bir parçasıydı bunlar. 

Akdeniz havzasının meşru bir mirası olan demokrasinin, Müslümanların gözünde, sömürgeci devletin kullandığı bir araç olarak algılanması, İslam devletlerinin uzun süren çöküşleri ve sömürgeciliğin sonucudur. Demokrasi, dünyevi, laik, İslam dışı, sömürgeci ve dolayısıyla gayr-ı meşru hale gelmişti. Ve herşeyden öte demokrasi, Müslüman halklarla olan yüzlerce yıllık organik bağını kaybetti.

Dahası, sömürgecilik tecrübesi, birçok Müslüman ülkede belirgin bir siyasi, felsefik, entellektüel verimlilik eksikliğine yol açtı.

Bu sadece, Müslüman ülkelerdeki demokratik yönetimi engelleyen yönetici sınıfların ve sözde “kurtarıcı”ların çıkarları değil, aynı zamanda oralardaki demokratik anlayış eksikliğinden kaynaklanıyordu.

Sömürgecilik geçmişleri, Müslüman halkları, kendi tarihlerini ve kaderlerini yazma yeteneğinden mahrum bıraktı. Onlara sunulan tek seçenek, tüketilmeye hazır bir demokrasi ve Batının kalkınma reçeteleriydi.

Değerli misafirler,

Esas vazifemiz, İslam dünyasının demokrasi ve kalkınmayla ilgili bu köklü yabancılaşmasını ortadan kaldırmakla başlamalıdır.

Tüm kardeş toplumları, bugünkü dünyanın, Aydınlanma, sömürgecilik ya da Soğuk Savaş döneminden çok daha farklı ve sofistike olduğuna ikna etmeliyiz.

Demokrasi ve kalkınmayla ilgili İslami geleneğin gerçek değerlerini öğretmek için pedagojik bir kampanya yürütmeliyiz.

Ayrıca, demokrasi ve insani gelişmenin, İslam dünyasında olabileceği siyasi ve ekonomik şartları oluşturmamız gerek.

Son olarak, bildiğimiz üzere, her etkili çare, sorunun tam ve doğru teşhis edilmesini gerektirir. Bu yüzden, şimdi İslam dünyasının bazı yapısal sorunlarından bahsetmek istiyorum.

İlk olarak, İslam ülkelerinin çoğunda ekonomik ve sosyal gelişmişlik seviyesinin, potansiyellerinin çok altında olduğunu vurgulamak isterim.

Geniş doğal kaynaklara sahip İslam ülkeleri, küresel refahtan hakettikleri payı almıyor. Dünya nüfusunun %22’sini oluşturan İslam ülkeleri, 2009’da maalesef küresel ekonomik hâsılanın sadece %7’sini aldı.

Bu ülkelerde kişi başı ortalama gelir, gelişmekte olan ülkelerin ortalamasından daha düşük.

İslam ülkelerinde yoksulluk, çözüm gerektiren en ciddi problemlerin başında geliyor. İKÖ üyelerinin yirmi ikisi en az gelişmiş ülkeler arasında. İslam ülkelerinde meydana gelen savaşlar, şiddet ve doğal afetler yoksulluğu daha da kötüleştirdi.

Üstelik bu ülkeler, eğitim ve sağlık gibi sosyal alanlarda dünya standartlarının gerisinde kaldı. Yine, İslam ülkelerinde okuryazar oranı dünya ortalamasının altında.

Bu açıdan, bir konunun altını çizmek istiyorum. Sürdürülebilir kalkınma, ancak tutarlı, şeffaf ve hesap verebilir hükümetlerle temin edilebilir.

Bu anlamda, siyasi ve sosyal katılıma değer veren idari yapılara ihtiyaç vardır. Bu şekilde, hükümetlerimizin meşruiyeti genişleyecek ve halklarımızın paylaştığı değerlerle uyumlu ve daha istikrarlı hale gelecektir.

Değerli konuklar,

Tahran’da 2003 yılında yapılan İKÖ Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda ilk konuşmamda dile getirdiğim ve o tarihten beri farklı ortamlarda vurguladığım gibi, başkalarını suçlamak kolaydır ancak bu yol çözüm getirmez ve beyhudedir.

Öz eleştiri, İslam dünyasının daha sık başvurması gereken en faziletli yoldur.

Kendi evimizi bir düzene sokmak zorundayız ve bu amaçla cesur, kendine güvenli ve vizyoner olmalıyız. Taze fikirler ve geniş bir ufka sahip olmak, manevi zenginliğimizi, modern çağda itici gücümüz olacak bir sinerji ortaya çıkararak destekleyecektir.

Kanaatimce, esas çıkış noktası huzur soluyan, hoşgörülü ve sevgi dolu mirasımızı, daha fazla özgürlük, demokrasi ve kalkınma yolunu açacak etkili mekanizmalar haline dönüştürmek olmalıdır.

Bu sadece mantıksal bir seçim değildir aynı zamanda doğal bir hareket tarzı olacaktır.

Esasen, kalkınma ve demokrasi, içinden geçmekte olduğumuz yeni küreselleşme aşamasının ortaya koyduğu anahtar kelimelerdir.

Bu aşama, hayatın her alanında geniş yansımalarını hissettirmektedir. Hiç bir toplum, bu büyük geçiş sürecine karşı koyamamaktadır.

Demokrasi, insan hakları, iyi yönetişim ve hesap verebilirlik ne bir lüks ne de bir seçenektir.

Bütün bu hususları daha anlaşılır kılabilecek önemli bir konudan bahsedeceğim: Evrensel değerler, İslam medeniyetlerinin de büyük katkılarda bulunduğu, insanlığın bütün başarılarını kapsamaktadır.

Az önce bir kaçını saydığım evrensel değerlerin, olması gerektiği üzere, gelişmesine fırsat verilmelidir.

Diğer bir deyişle, bu değerleri üzerimize tam oturan hazır bir elbise gibi yorumlamamalı ya da kültürel göreliğe başvurmamalıyız.

Doğru yönde atılacak ilk adım, cehaleti, yolsuzluğu ve insani, doğal ve maddi, kaynak israfını önlemeye yönelik kapsamlı bir girişim olmalıdır.

Şiddeti besleyen koşullar gerçekçi bir şekilde tespit edilmeli ve şiddeti ortadan kaldırmak için bilinçli çabalar gecikmeden sergilenmelidir

Müslüman ağırlıklı ülkeler, sürtüşmelerden çok fazla çekti.

Çekişmeler, husumet ve savaş, yıkımdan, insan ve maddi kaynak israfından başka bir netice vermedi. Bütün bunlar da insanlığı hakettiği parlak bir gelecekten mahrum bıraktı.

Sadece konunun güvenlik siyaseti boyutuna odaklanmak, ekonomik ve sosyal kanallar kullanılmaksızın eksik kalacaktır.

Dolayısıyla ekonomik refah ve siyasi istikrarın at başı gitmesi gerektiğini hatırdan çıkarmamak gerekir.

Bu yüzden, herkes için yüksek hayat standartlarına ulaşmanın yanısıra gelir eşitsizliği ve kent-köy ayrımını azaltmayı hedeflemeliyiz.

Sosyal açıdan ise ilerleme, kitlelere yansıtılmadığı sürece içi boş bir kelime olarak kalacaktır. Dolayısıyla, insani gelişimin artırılması adına uygun ortamı oluşturabilmeliyiz.

Cinsiyet eşitliği hayati derecede önemlidir. Kadınlara, gelişimleri yönünde fırsat verilmeli ve kadınlar, temel eğitimden siyasette temsile kadar geniş yelpazede tüm haklara sahip olmalıdırlar.

 Mesela, biz Türkiye’de kadınların 76 yıl önce seçme ve seçilme hakkına sahip olmalarından ötürü gurur duyuyoruz. Ancak aynı ölçüde de üzgün hissediyoruz zira şu an Parlamento’nun sadece %10’u kadın.

Çocuklara, özellikle kız çocuklarına, aynı şekilde yaşamak istedikleri geleceğin peşinden koşma şansı verilmelidir. En azından, herkese temel eğitim sağlanması konusunda gerekli tüm tedbirler alınmalıdır.

Bayanlar, baylar,

Lütfen sözlerim, Müslüman ülkeler bu konularda hiçbirşey yapmamışlar şeklinde algılanmasın.

Bilakis, Müslüman ülkeler yakından incelendiğinde, bu anlamda son derece gelecek vadeden işaretler olduğu açık şekilde görülecektir.

Bu ülkelerin çoğunun ekonomisi, artan orta gelir grubuyla birlikte büyümektedir. Gayrı safi millî hâsılaları aynı şekilde yükselmektedir. Bu durum, birçok açıdan, bu ülkelerdeki demokratikleşme sürecini kesinlikle kolaylaştıracaktır.

Ancak muhtemelen bundan daha dikkate değer bir husus var; özellikle Körfez ülkeleri ve diğer ülkelerde, genel eğitimde ve mesleki eğitimdeki ilerleme ve araştırma-geliştirmeye ayrılan kaynaklarla bu konulara gösterilen özel önem.

Bangladeşli ekonomist Dr. Muhammed Yunus’un mikrokredi sisteminin canlı küresel yankılarına bakın... Kendisi, küçük çiftçilere ve esnaflara teminatsız kredi verme konusunda yeni fikirler geliştirdi ve 4 yıl önce de Nobel Ekonomi Ödülü’nü kazandı. 

Bu gelişmeler, demokratik gelişimi destekledi ve bunun sonucunda da ilerleme adına çok daha uygun bir ortam sağladı. Eminim ki arzulanan eğilim bu şekilde devam edecek ve faydalı sonuçlar getirecek. 

Ve inanın bana; bu konuda güvenim son derece yüksek çünkü bunun etkinliğini Türkiye ispat etti.

Türkiye olarak, evrensel değerlere ve standartlara dayanan güçlü bir ekonomi ve sağlam bir demokrasi inşa etmeyi başardık. Bu başarı, Avrasya’da merkezi bir pozisyon edinmemizi ve uluslararası barış ve güvenliğe, etkinliği gittikçe artan bir şekilde katkıda bulunmamızı sağladı.

Kıymetli dostlarım,

Son yıllarda, Türkiye dinamik demokrasisi ve gelişen serbest piyasa ekonomisiyle İslam dünyası’na ilham kaynağı ve iyi bir örnek olmuştur.

Uzakları yakın etmek için çalışmaya devam edeceğiz. Türkiye, İslam Konferansı Teşkilatı ile bu evrensel değerler adına mücadele etmiş ve teşkilatın yeni sözleşmesine bu değerlerin girmesi için çok gayret sarfetmiştir.

Bu, teşkilat için doğru yönde bir gelişme ve önemli bir kazanç olmuştur. 

Benzer şekilde, 5 yıl önce, İspanya ile birlikte Medeniyetler İttifakı projesini başlattık. Bununla dinler ve kültürler arası diyalogu ve ilerlemeyi sağlamak için uluslararası çaba gösterilmesini amaçladık. 

Bunlar, Türkiye’nin başardığı ve Müslüman dünyanın yapabileceklerini göstermesi açısından sadece bir kaç örnek. 

Diğer yandan, az önce özeleştiri yapmanın öneminden söz ederken, başkalarını suçlamanın gereksizliğinden bahsettim. Sanırım, tüm sorumluluğu üzerine almanın da haksızlık olacağını söylersem bana katılırsınız.

Batı’ya bu açıdan önemli bir görev düşüyor. Eğer demokrasi gemisi seyrine devam edecekse bu iki taraftan küreklerin çekilmesiyle mümkün olacaktır. 

Batı, anlamak için daha çok çaba göstermelidir. “Yabancılaşma” terimi, kaçınılması gereken herşeyi özetliyor. 

Başka dinlere saygılı ve hassas olmak, Batı demokratik düşüncesinin özünü teşkil eder. Bu yüzden Batı, bu hususa son derece dikkat etmelidir. Meselelere “biz” ve “diğerleri” ekseninde bakmak son derece yanlıştır. 

Dahası, küresel sistemin politik ekonomisi, birçok Müslüman ülke için adaletsiz olmaya devam etmektedir. 

Uluslararası arenadaki adalet eksikliği, ayrıcalıklılar siyaseti ve uluslararası örgütlerin yetersizliği, Müslüman ülkelerdeki demokrasi eksikliğine etki etmiştir. Filistin dramı ve Irak’taki savaş da bu cümleden sayılabilir.

Bu faktörler, sürekli olarak, Müslümanlar’ın demokratik kurumlara olan inancını sarsmıştır.

Bugün, yaşadığımız dönem sürekli bir değişim ve dönüşüm dönemidir. Denebilir ki toplumlar arası etkileşim hiç bugünkü kadar fazla olmamıştı.

Bu güçlü etkileşim, iş birliği adına birçok yeni fırsat sunmaktadır ve karşılaşmakta olduğumuz ciddi problemler hala iyimserliğimizi gölgeleyebilir.

Ayrıca, son bir kaç on yıldır, bu sorunlar o kadar karmaşık ve çok yönlü hale gelmiştir ki, yanlış yönde atılacak küçük bir adım dahi yangına körükle gitmek demektir.

Ancak, bütün bu çabalar samimi bir şekilde hem Doğu hem de Batı tarafından devam ettirilirse bugün karşılaştığımız sorunların birçoğu şimdiden çözülme yoluna girmiş demektir.

Uygulamada ise, bu şu anlama gelmektedir: Hangi mesele tartışılıyor olursa olsun, insan boyutuna her zaman önem verilmelidir. Aksi takdirde, hali hazırda hassas olan durum daha da kötüleşebilir.

Bu açıdan, zorlukları ele almanın başlıca metodu tek bir kelimede gizlidir: “Diyalog”.

Diyalog, bugünlerde gözüktüğü şekliyle zor bulunan bir meta değildir. Diyalog, sürtüşmelere sebep olan kapıları kaparken uzlaşma kapılarını açacaktır. 

İnsanların inancı ne olursa olsun, en büyük sorunları bile onlarla tartışmaktan çekinmemeliyiz. Amacımız, ortak bir zemin bulmak olmalıdır.

Karşımızdakini ikna etmeye çalışırken, ondan duyduğumuz bazı şeylerin kendimizde de bulunduğunu kolayca farkedebiliriz.

Bu, şüphesiz bizleri çok daha iyi ve zengin bireyler ve toplumlar haline getirecektir. Aynı zamanda, İslam’ın insana emrettiği gibi iyi karakterli bireyler olma istidadına bir adım daha yaklaştıracaktır.  

Sözlerimi bitirmeden önce, Oxford Üniversitesi ve İslam Araştırmaları Merkezi’ne, kutsal dinimizin, zengin, insani ve şefkat dolu doğasına ışık tutma yönünde gösterdiği çabalar için yürekten teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Bu çalışmalar sayesinde, İslam aleyhine gösterilen çabaların beyhude olduğu çağdaş ve akademik tarzda gösterilmektedir.

Teşekkür ederim.

Yazdır Paylaş Yukarı