İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi'nin Akademik Yıl Açılışında Yaptıkları Konuşma

07.10.2010
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

Değerli Misafirler,

Saygıdeğer Bilim Adamları, Öğretim Üyeleri,

Sevgili Öğrenciler,

Sözlerime başlamadan önce İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi’nin 2010-2011 Eğitim-Öğretim yılına başlaması vesilesiyle, sizlerle bulunmaktan, beraber olmaktan duyduğum memnuniyeti, mutluluğu ifade etmek istiyorum ve Üniversite'nin bu ilk öğretim yılında başarılar diliyorum.

   Bu Üniversite'nin nasıl kurulduğunu hepimiz biliyoruz, biraz önce hep beraber dinledik. Aslında geriye doğru baktığımızda iki ayrı kuruluş var. Çok önemli iki ayrı adım var. Bunların ilki, Türkiye Diyanet Vakfı’nın kurulması. Bu, Türkiye’ye gerçekten çok hizmetleri dokunan, sadece Türkiye’ye değil, bütün İslam dünyasına, Türk dünyasına, Avrasya’ya çok büyük hizmetleri olan ve bundan sonra çok büyük hizmetleri olacak, önemli bir kuruluş, önemli bir tohum oldu. Şimdi artık çok büyüdü. Emeği geçen, kurulmasına ön ayak olan herkesi bir kez daha tebrik ediyorum. İkincisi, İslam Araştırmalar Merkezi'nin kurulması. Onun da üzerinden epeyce vakit geçti, 25 yıl, çeyrek asır. Bu da çok büyük bir adımdı. Yine bu adımın atılmasında emeği geçen, katkısı olan ve hizmeti geçen herkesi tebrik ediyorum. Bu iki kuruluş, bugün bu Üniversite'yi ortaya çıkarttı. Bu Üniversite'nin kurulmasını gerçekten çok istiyor idim. Ve zaman zaman değerli mütevelli heyetinin bazılarıyla da hep bir araya gelip teşvik etmiştim; "Böyle bir üniversite bir an önce kurulmalı" diye. Çünkü bu Üniversitenin birikimleri zaten kendisini ispatlamıştı, daha üniversite fiilen ve resmen kurulmadan önce. İslam Araştırmaları Merkezi, kendi başına bir üniversite olmuştu. Yayınlarıyla dünya gündeminde yerini alan bir merkez haline geldi. Ve dünyanın en değerli bilim adamlarının gelip çalıştığı, buradaki kütüphaneye, buradaki araştırmalara referanslar verdiği değerli bir kurum olarak ortaya çıkmış. İslam Ansiklopedisi olağanüstü bir eser olarak ortada. Sadece Türkiye ile sınırlı değil. Baktığımızda Türkiye’yi aşan, Türkiye’de gündemi aşan çok fazla eser yok. Bütün dünya kütüphanelerine girecek ve orada referans kitabı olarak kullanılacak çok fazla eser yok. Bunlardan birisi İslam Ansiklopedisi gerçekten. Dolayısıyla zaten bir akademik disiplin içerisinde gelişen bu birikimin bir üniversiteye dönüşmesi gerekiyordu. Ve nihayet İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi kurulmuş oldu. Bu Üniversite'nin Türk eğitim hayatına, Türk kültür hayatına, Türk ilim hayatına yeni bir soluk, yeni bir nefes getireceğine eminim. Çünkü kadrosu hazır, altyapısı hazır. Bir üniversitenin, üniversite olabilmesi, bir-iki kişinin öncülüğüyle olmaz. Muhakkak güçlü bir kadrosu olması lazım. Ve güçlü bir birikimi olması lazım. Bu iki şey de bu Üniversitede var. Onun içi bu Üniversitenin geleceğinden, gerçekten çok eminim. Ve geleceğinin çok parlak olacağına inanıyorum. Ve öyle de olması gerekir.

   Eylül ve ekim ayı bizim üniversitelerimizin açılış, akademik yıllarına başlayış ayı. Bu vesileyle birçok üniversitenin akademik açılışında bulunuyorum, gerek İstanbul’da gerek Anadolu’nun birçok kentlerinde. Son üç gündür de üst üste üniversitelerin açılışlarına katıldım. Gerçekten çok ümit vaat edici, çok sevindirici gelişmeler var ortada. Bazı şeyleri tekrarlıyorum, ama bu bir gerçek. Üniversiteler, tekrar kendine geliyor. Tekrar kendi önceliklerine odaklanıyorlar. Ve tekrar üniversiteler, asli fonksiyonlarını kuşanmış vaziyetteler. Bu, Türkiye için çok sevindirici bir şey. Her üniversitenin kendine has bir özelliği var, avantajı var. Bunları çok konuşuruz, mukayeseli üstünlük diye. İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi'nin de muhakkak kendine öncü alan olarak seçtiği, mukayeseli üstünlüğü olan bir alanın olması lazım. Aslında bu alan belli, deminden beri bahsettiğimiz alan. Bu alan tarih, kültür, din bilimleri.

Aslında Amerika’da, İngiltere’de, dünyanın ismini hep bildiğimiz en büyük üniversitelerine baktığımızda, bu üniversitelerin hepsinin kuruluşu, teoloji olarak başlamıştır. Ve daha sonra bu üniversiteler, gelişe gelişe, bugün başka alanlarda, teknolojide, tıpta, sanat alanında, diğer sosyal dallarda dünyanın en seçkin üniversiteleri arasına girmiştir, ama teolojiyle olan alakaları da o dallarda güçlü olarak yine devam etmektedir. Dolayısıyla bu Üniversite'nin, diğer üniversitelerimizden ayrı böyle bir back roundu vardır, bunu muhakkak değerlendirmesi gerekir.

Muhakkak ki Üniversite şimdi açıldı, kendisinin büyüme planlamasını, genişleme planlamasını yapacak, kendisinin esas ihtisaslaşacağı alanları hep seçecektir. Ama bunları seçerken, bunu muhakkak göz önüne almanızı, burada hatırlatmak isterim. Çünkü başka açıkçası bunu yapacak üniversite, şu anda göremiyorum. Ve bu sadece Türkiye’ye değil, bu bütün Türk Cumhuriyetlerine, Kafkaslar’a, Rusya’ya, bütün Balkanlar’a, Avrupa’ya, büyük bir hizmet olacaktır.

Ben, gerek Dışişleri Bakanı gerek Cumhurbaşkanı olduğum süre içerisinde Türkiye’den iki talebi çok güçlü şekilde hissettim. Birisi, insani yardımlar açısından -TİKA adlı kuruluşumuz var, biliyorsunuz- TİKA’nın faaliyetlerine verilen önem ve TİKA’nın yaptığı yardımlar. İkincisi de Diyanet Vakfı'nın yaptığı hizmetlere talep. Bunu Rusya’dan tutun, Balkanlar’a Orta Asya’ya kadar her yerde gördüm. Bu çok ciddi bir konu. Din konusu dünyanın en önemli meselelerinden birisi. Müslümanlığın en iyi şekilde, bütün çağlara hitap edecek şekilde anlaşılması, taşınabilmesi ve yanlış sokaklara girmemesi; bu da çok önemli bir mesele. Bu kulaktan duyma laflarla olacak şey değil. Bu, gerçek bilim adamlarının yapacağı bir şey. Dolayısıyla böyle bir merkez, böyle bir ilim yuvası, böyle bir üniversiteye, fakülteye ihtiyaç var. Ümit ederim ki bu alanı ileride ihmal etmezsiniz. Ve genişleme programınız içerisinde buna önemli bir yer verirsiniz.

Bugün tabii üniversitelerimiz çoğalıyor, biraz önce Değerli Bakanımızın da söylediği gibi. Bu üniversitelerin hepsinin ayrı ayrı özellikleri var. Hepsi farklı farklı yerle hitap ediyor. Ayrıca üniversitelerimizin içerisinde iki de yapı var. Eskiden sadece devlet üniversiteleri vardı. Hatta bu yanlışlık, şuradan da ileri geliyordu: Aynı kural, bütün devlet üniversitelerinde aynı şekilde tatbik ediliyordu. Yani İstanbul Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nin kurallarıyla, Anadolumuzda kurulmuş yeni bir üniversitenin kuralları aynı oluyordu. Bu, Türk üniversitelerini biraz içe kapalı hale getiriyordu. Ve üniversitelerin aslında hamle yapmasını önlüyordu. Üniversiteleri adeta gemliyordu bu. Şimdi bunun biraz esnetildiğini görüyorum ve hep teşvik ediyorum.

Muhakkak yeni bir üniversite sisteminin Türkiye’ye gelmesi gerekir. YÖK Kanunu, bütün bunların çok ciddi şekilde muhakkak ki yenilenmesi gerekir. Ama Türk üniversitelerine yine en büyük yeniliği vakıf üniversiteleri kattı. Vakıf üniversiteleri bir heyecan getirdi. Yeni bir kaynak oluşturdu. Ve dolayısıyla üniversiteler arasında ciddi bir rekabet başladı. Daha önce böyle değildi. Rekabetin olmadığı bir yerde, ilerleme olmaz, gelişme olmaz. İş hayatında da böyle, bilim dünyasında da böyle. Bu rekabet, şimdi sadece Türk üniversiteleri arasında yok. Bu rekabet aslında bütün dünya üniversiteleriyle beraber var. Çünkü Türk üniversiteleri, sadece kendi içinde değil, diğer üniversitelerle de artık rekabet ediyor. Ve aralarından sivrilen, öne geçenler var. Bunu muhakkak yapmamız gerekir. Hep büyük Türkiye’den bahsederiz, Türkiye’nin büyüklüğünden bahsederiz. Tarihinin derinliğinden, coğrafyasından, nüfusundan, hinterlandından, geçmişimizden bahsederiz. Böyle büyük bir Türkiye’nin, üniversitelerinin çok canlı, çok dinamik, çok yarışmacı olması gerekir. Uzun yıllar ihmal edilen bu alanın tekrar harekete geçtiğini görmekten, Cumhurbaşkanı olarak gerçekten büyük bir memnuniyet duyuyorum. On sene-on beş sene sonra, bunun hasılalarını, neticelerini, hep beraber alacağız. Gerek teknik alanda gerek sanatla ilgili alanlardagerekse sosyal bilimlerde alacağız.

Teknik alanlarda çok büyük araştırma-geliştirme hamleleri yapılıyor. Çok büyük fonlar kullanılıyor. Bunlar muhakkak üretecek, teknoloji üretecek, bilim üretecekler ve üretimleri bütün dünyayla, insanlıkla paylaşılacak. Sosyal alanlarda da tabii ki yine önemli çalışmalar oluyor. Türkiye’nin kendi meselelerini çözmekte, Türkiye’nin tartıştığı konuları, daha bilimsel, daha bilgili, daha elle tutulur sağlam bir şekilde tartışmak için de bilim adamlarına, üniversitelere çok ihtiyaç vardır. Dün Yıldız Teknik Üniversitesi’nde de söyledim, Türkiye’nin meseleleri, önemli problemleri, her alanda tartışılırken, üniversitelerde de tabii ki tartışılacak. Hele aykırı fikirler, üniversitelerde rahatlıkla konuşulabilmeli. Rahatlıkla tartışılabilmeli. Hiç kimse fikrinden dolayı, düşüncesinden dolayı çekinmemeli. Bunu rahatlıkla ifade edebilmeli. Üniversite zaten, tolerans, anlayış içerisinde, fikirlerin tartışıldığı bir yerdir, düşüncelerin tartışıldığı bir yerdir. Bu açıdan Türk üniversitelerinin yeniden özgürlükçü, yeniden her türlü fikre açık bir tavra girmeleri, çok takdir edilmesi gereken bir husustur. Bunlardan asla çekinmemek gerekir. Sokakta bilmeyen insanların tartışması mı önemli, yoksa bilen insanların, bilgiye dayalı bir şekilde değişik konuları tartışması mı önemli? Bu tabii ki çok önemlidir. Buradan ancak faydalanabiliriz. Buradan ancak ders çıkartabiliriz. O açıdan bunlardan hiç çekinmiyorum. Hatta tam tersine teşvik de ediyorum.

Özellikle tarih, kültür, sosyal alanlarda, güçlü üniversitelerimiz var, bunları çok rahat yapmaları gerekir. İşte bu Üniversite de bunları yapabilecek, bir güce ve birikime sahiptir. Onun için, bu Üniversitenin açılışında bulunmaktan gerçekten memnuniyet duyuyorum. Öğrencilere başarılar diliyorum. Yeni kampusunuz, bildiğim kadarıyla Ümraniye’de yapılıyor. Onun da mimarisinin burası gibi güzel bir şekilde seçilmesini özellikle tavsiye ediyorum. Devlet üniversiteleri, kamu binaları, bunlar bir zamanlar, doğrusu çok özensiz yapılıyordu. Böyle olmaması gerekir. Bunların hepsinin bir kimliği olmalı. Bunların hepsi, dikkatli bir gözle yapılmalı. Gerekirse biraz geç olsun. Ama yapılınca, bunlar gelecek nesillere kalsın. Bugün baktığımızda tarihi eser dediğimiz eserlerin çoğu, o zamanki kamuya ait eserler. İşte şifahaneler, devlet binaları, medreseler, kervansaraylar, ibadet yerleri; bütün bunlar, baktığımızda hep kamu binaları. Çok sağlam yapılmış ve bizim için hâlâ tarihi eser olarak hepsi işte ayakta. Bugünkü kamu binalarımıza baktığımızda, bunların doğrusu ömürleri, 15-20-30 yıllık, ondan sonra da hizmetleri bitiyor. Onun için, bu merkez gibi merkezi gerçekten ilk defa gezdim. Ama ününü ve şöhretini, burada neler yapıldığını uzaktan çok iyi biliyordum, takip ediyordum. Görünce bu mimari tarzı da, kimliği de çok hoşuma gitti. İnanıyorum ki bu anlayışı Üniversite'ye de taşıyacaksınız.

Üniversite ayrı bir sosyal alan tabii. Üniversitedeki öğretim üyeleri ve öğrencilerin, onunla hep gurur duyması gerekir. Ve ayrıcalık olarak bunu hissetmeleri gerekir. Bütün bu konulara ileride hep özen gösterileceğine inancım tamdır. Tekrar bütün öğretim üyelerine, öğrencilere, herkese; tabii ki bu Vakfın Mütevelli Heyetine, uzaktan yakından destek veren herkese de teşekkür ediyorum ve başarılar diliyorum. Sağ olun.

Yazdır Paylaş Yukarı