Yıldız Teknik Üniversitesi Akademik Yıl Açılış Töreninde Yaptıkları Konuşma

06.10.2010
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

Değerli Konuklar,

Değerli Rektörler -İstanbul’un Değerli Üniversitelerinin Rektörlerini Görüyorum Burada-,

Yıldız Teknik Üniversitesi'nin Değerli Mensupları,

Önce hepinize başarılar diliyorum.

2010-2011 yılının Yıldız Teknik Üniversitesi için başarılarla dolu olmasını arzu ediyorum.

Yıldız Teknik Üniversitesi, asırlık bir üniversite. Yüzyıllık bir üniversite. Ve bu yüzyıl içerisinde, Türkiye eğitimine çok büyük katkıları olmuş bir üniversite. Yetiştirdiği mühendislerle, teknik adamlarla, devlet adamlarıyla, iş adamlarıyla bürokrasiye verdiğiniz çok değerli elemanlarla, Türkiye’nin kalkınmasına gelişmesine çok büyük katkısı olan bir üniversite. Böyle bir üniversitemizin akademik yılının açılışında bulunmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum. Ve hemen sözlerimin başında, bu küçük koroya, başarıları büyük, ama kendileri küçük olan bu koroya da çok teşekkür ediyorum. Gerçekten bizlere çok güzel dakikalar geçirttiler.

Üniversiteler, aslında Türkiye’nin gözbebeği olan kuruluşlardır. Onun için eylül-ekim ayları, akademik yıllarının açılışı oluyor. Ve birçok vesileyle değişik üniversitelerimizin açılışlarına katılmaya gayret sarf ediyorum. Hatta birçok ilimizi ziyaret ederken de genellikle bununla bağdaştırarak gidiyorum. Dün ve evvelsi gün Trabzon’daydım. Önümüzdeki hafta Anadolumuzun diğer üniversitelerinde olacağım. Ve bu iki ayı bu şekilde değerlendirerek geçiriyoruz.

Üniversiteler, Türkiye’nin kalkınmasının, gelişmesinin esas öncüsü aslında. Bütün ülkelerde öyle. Her şeyden önce serbest fikirler, düşünceler, bilim, özgür bir şekilde üniversite ortamında, akademik ortamda geliştiriliyor, olgunlaştırılıyor, tartışılıyor, doğruları yanlışları sağlanıyor. Ve neticede onlar toplumun malı oluyorlar. Ülkelere yön veriyorlar. Ve nihayet de evrensel bir şekilde, herkesin, bütün insanlığın faydalandığı çok güzel bilgileri üretiyorlar. Türk eğitim sistemi de bu bilgi üretimine tabii ki katkıda bulunmaktadır.

Üniversitelerimizin, herkesin bildiği gibi, sadece eğitim veren kuruluşlarımız olmaması gerekir. Üniversitede tabii ki eğitim veriliyor, ama eğitim verenler aynı zamanda, bilim ve teknoloji üretmekle de sorumlular. O açıdan öğretim üyelerinin yüklerini, aslında sadece eğitimle sorumluymuşlar gibi sınırlamamak gerekiyor. Bunu YÖK yönetimiyle de konuştuğumda, tabii onlara da söylüyorum. Çünkü sadece eğitim veren kurumlar haline gelirse üniversitelerimiz, o zaman bilgiyi transfer eden, teknolojiyi transfer eden bir ülke olarak kalmaya devam ederiz. Halbuki üniversitelerimiz bilgi üretmeli, teknoloji üretmeli. Ve ürettiklerimizi de biz başkalarına transfer etmesini bilmeliyiz. Bu konuda ne yazık ki uzun bir dönem, bir durgunluk dönemi yaşadığımızı itiraf etmek isterim. Çünkü üniversitelerimiz enerjilerini ve önceliklerini başka konulara çok sarfettiler. Ve bu konular, birazcık o ortam iklim oluşmadığı için, bu konularda çok başarılı olamadık.

Büyük bir memnuniyetle yine ifade etmek isterim ki üniversiteler, kendi asli görevlerinin ve önceliklerinin ne olduğunun farkına vardılar. Ve büyük bir yarış içerisine girdiler. Büyük bir rekabet var üniversiteler arasında. Bu rekabet, sadece Türkiye ölçeğinde değil, aslında küresel ölçekte büyük bir rekabet var. Vakıf üniversitelerinin çoğalması ve onların da iddialı bir şekilde eğitim hayatına girmesiyle devlet üniversiteleri ve vakıf üniversitelerinin yarattığı ayrı bir rekabet ortamı da söz konusu oldu. Bu rekabet ortamından çok iyi neticelerin çıkacağına doğrusu inanıyorum.

Yıldız Teknik Üniversitesi’nin bir özelliği de tarihi geçmişi itibariyle baktığımızda, bilgiyi üreten ama bunun uygulamasına da çok önem veren bir üniversite. O açıdan uygulamaya dönük olmak, üretilen şeyleri, teknolojiyi, ekonomiye transfer edebilmek ve neticede bir ekonomik kazanç elde edebilmek ve insanlığın yararına sunabilmek, bu da ayrı bir meziyet. Yıldız Teknik Üniversitesi'nin gelişim sürecine baktığımızda, diğer üniversitelerden farklı olarak bu konuda daha çok öne çıktığını da biliyorum. Her ne kadar teknik bir okuldan gelmedim, ama bildiğim kadarıyla, İstanbul’da bulunduğum süre içerisinde, üniversitede olan dostlarım ve tabiî ki de şimdi okuduğum ve edindiğim bilgiler sayesinde, bunu biliyorum. Bunun daha da geliştirilmesi gerektiğine inanıyorum. Aslında bütün üniversitelerde son günlerde teknoparklar oluşturuldu. Bunların içerisinde çok örnek olanlar var. Sayın Rektör beni ziyaret ettiğinde kendisinden genişçe bilgi almıştım. Yıldız Teknik Üniversitesi'nin teknoparkının da bittiğini ve birçok büyük firmaların orada faaliyete geçtiklerini hep öğrendim. Bu da tabii çok sevindirici bir şey.

Burada tabii öğretim üyelerine çağrıda bulunmak isterim. Öğretim üyelerinin bir ayağı özellikle mühendislikte. Teknik fakültelerdeki öğretim üyelerinin bir ayağı orada olmalı. Ve öğrencilerini de daima teşvik etmeli. Mezun olmadan hatta küçük şirketler, küçük firmalar, küçük set-up dedikleri, dışarıda, bunları kurarak hayatın içerisine hızlı bir şekilde girmelerinin sağlanması gerekir. Bu neticede Türkiye’ye tabii çok büyük bir kazanç elde ettirecektir.

Şunu unutmayalım ki: Türkiye büyük bir değişim ve büyük bir hamle içerisinde. Genel bir şekilde değerlendirdiğimizde Türkiye’de çok mutlu olacağımız şeyler var. Bazen Türkiye içinde kendi problemlerimiz ve kendi meselelerimizle boğuşurken, Türkiye’nin geldiği noktayı ihmal ediyoruz ve göremeyebiliyoruz. Ama Türkiye’nin içindeki kendi konularımızdan sıyrılarak yukarıdan baktığımızda ve diğer ülkelerle mukayese ettiğimizde, Türkiye’de önemli gelişmeler ve önemli hamleler söz konusu.

Özellikle ekonomik gelişme, kalkınma, bunun sürekliliği ve bunun daha da sürekli olmasına işaret eden makro ekonomik düzenlemeler, reformlar, bütün bunlar aslında önümüzü açan çok güzel konulardır. Yabancıların, yabancı sermayenin Türkiye’ye ilgisi, bilim adamlarının tekrar Türkiye’ye yavaş yavaş dönmeye başlaması, -sizin Üniversitenizde çok sayıda yurtdışından dönen değerli Türk ilim adamlarının olduğunu Rektör Bey bana söylemişti- dolayısıyla bunlar Türkiye’nin geleceğinin çok daha parlak olduğunu açıkça göstermektedir. Şuna Cumhurbaşkanı olarak kesinlikle inanıyorum: Türkiye 10-15 sene sonra bugünkünden çok farklı olacaktır. Zaten dünya bir değişim içerisindedir. Dünyada malum iki kutuplu dünya sona erdi, ama bir kargaşa devam ediyor. Bu kargaşa içerisinde yeni bir dünya düzeni ve sistemi oluşturulmak üzere. Ortaya çıkan yeni yeni ülkeler var, büyüklükleri artık herkes tarafından kabul edilen. Dünya yeni bir şekil alırken, dünyanın bu yeni şekil almasına Türkiye’nin de katkı sağlaması gerekir. Türkiye, bu potansiyeli ve bu kapasitesi olan bir ülke. Ama bunu yaparken, Türkiye’nin 15-20 yıl sonraki geleceğini yakalaması gerekir. Onun için Türkiye’nin büyük hamleler yapması gerekir. 10-15 yılı çok kritik olarak görüyorum. Çok hızlı hamleler yapması gerekir, geleceğe çok kendisini odaklaması gerekir. Ve geleceği yakalamak için çok uğraşması ve kaynaklarını seferber etmesi gerekir. Bunun en önemli alanı da bilim, teknoloji alanıdır.

Birçok konuşmamda tekrar ediyorum, önemine inandığım için, burada da tekrar edeceğim. Türkiye gibi çok büyük bir ülke, çok büyük tarihi olan, derinliği olan bir ülke, hinterlandı çok geniş olan bir ülke, bölgesinde takip edilen bir ülke, teknolojiyi sadece transfer ederek devam edemez. Bu Türkiye’nin en büyük yumuşak karnıdır aslında. Onun için Türkiye'nin teknolojiyi üretmesi gerekir. Muhakkak ki, teknolojiyi biz de üretiyoruz. Ama tatmin edici düzeyde teknoloji üreten bir ülke haline gelmesi gerekir. Bunun örneklerini tabii ki görüyoruz. Özellikle araştırma-geliştirme, bilimsel faaliyetlere tanınan imkanların genişlemesi ve üniversitelerimizin kendi asli fonksiyonlarına dönüp bu kaynaklarımızı kullanmaya başlaması, işte esas ümit kaynağı burada yatmaktadır.

Sizler de hatırlayacaksınız, herkes kendi kendine şöyle vicdanına sorarsa. Bir ara kurumlarımız arasında işbirliği yapmaktan bile çekiniliyordu. TÜBİTAK'tan proje almak konusunda bile "sakıncalı mı, değil mi" tartışmaları yapılıyordu. Uluslararası fonlar, bölgesel fonlar, Türkiye’nin hizmetindeyken, bunlara ulaşmak, bunlarla ilgili temaslara geçmek, bunlarla bilgilendirilmek konusunda bile büyük yetersizlikler vardı.

Yine sık verdiğim örneklerden birini burada söylemeden geçemeyeceğim. Biliyorsunuz, Avrupa Birliği Çerçeve Programları bünyesinde, Türkiye 6. Çevre Programına 250 milyon Euro yatırmıştı, vermişti, milli gelirimizin belli bir oranı. Ama 4 sene içerisinde, ödediğimiz 250 milyon Euro'nun karşılığında sadece 52 milyon Euro'luk proje teslim etmiştik. Ve biz 200 milyon Euro'yla, Avrupa'nın en gelişmiş ülkelerini sübvanse ettik. Aslında Türkiye’nin kapasitesi olduğu halde, yeteri kadar proje vermediği için, bu fonlardan faydalanamamıştık. Çünkü kopukluk vardı, kurumlarımız arasında. Yeteri kadar bilgilendirme, yeteri kadar motivasyon yoktu. İşte bütün bunlar tekrar yerli yerine oturunca, şimdi 7. Çerçeve Programına daha büyük bir miktarla katılıyoruz. Parayı peşin vermeden taksitle veriyoruz. Ama yakından takip ediyorum, verdiğimizden daha çok proje almaya başladık. Daha çok oradan Türkiye'ye fon gelmeye başladı. Bütün bunlar işte bir ülkede sinerjinin oluşturulmasıyla ilgili. Bilim adamlarımızın, öğrencilerimizin, herkesin bu yönde yoğunlaşması, Türkiye’nin geleceğinin en büyük yatırımıdır.

Bunları söylerken, "Ülke meseleleriyle ilgili, Türkiye’nin ciddi sorunlarıyla ilgili onlara duyarsız kalalım" asla demiyorum. Muhakkak ki onlarla ilgili en objektif, en değerli değerlendirmeler üniversitelerde yapılacaktır. Bilen insanlarla bilmeyen insanların yorumları, tavsiyeleri bir olur mu? Asla olmaz. Televizyonlarda takip ediyoruz, siyasi konularla ilgili, Türkiye’nin geleceğiyle ilgili, çeşitli tekliflerle ilgili, mesela başkanlık sistemiyle ilgili çeşitli tartışmalar görüyoruz. Bilim adamlarının söyledikleriyle, genel konuşulanlar arasında ne kadar çok fark olduğunu açıkça görüyoruz. O bakımdan "Türkiye’nin temel konularıyla -ki bunlar hepimizin gerçekleridir- sakın uğraşmayın ve bunlarla ilgili sakın konuşmayın" kesinlikle demiyorum. Ama bunlarla ilgili yorumlarınızı, tavsiyelerinizi, eleştirilerinizi yaparken, akademiye yakışır şekilde, bilim adamına yakışır şekilde, günlük siyasetin içine ve onun polemiklerine girmeden bütün bunları yapın ki, bunların hepsi kabul görebilsin ve dikkate alınabilsin çağrısını yapmak istiyorum.

Değerli Konuklar,

Sözlerimi uzatmak istemiyorum. Aslında fikirlerimi birçok üniversite ortamında paylaştığım için bazen ister istemez tekrar da oluyor. Buna düşmemek için, burada sözlerimi bitirmek istiyorum.

Hepinize tekrar başarılar diliyorum. Öğrencilerin hepimiz için en değerli varlıklarımız olduğunun hepimiz bilincindeyiz. Onların da bu imkanları en iyi şekilde değerlendirmeleri gerekir. Bizlerin öğrenim günlerimizin geçtiği günlerle, bizlere sağlanan imkanlarla bugünleri mukayese ettiğimizde, mukayese edemeyecek kadar fark var aslında. Dolayısıyla siz öğrencilerin her şey emrinizde. Her türlü imkan var.

Biraz önce Rektör Bey ne kadar çok burs temin ettiklerini, ihtiyacı olan her öğrenciye burs temin ettiklerini, aslında fırsat eşitliğinin bugün en iyi şekilde yakalandığını veya yakalanmaya da çalışıldığını, bütün bunları da anlattı. Bu imkanlar varken, bu imkanları öğrencilerimizin de en iyi şekilde değerlendirmesi gerekmektedir. Öğrencilik yılları geçtikten sonra ne yaparsanız yapın, birçok şeyde gecikmiş olursunuz. Onun için bu yılların da kıymetini bilmek, hocaların kıymetini bilmek, sunulan imkanları en iyi şekilde değerlendirmek de, öğrencilerin, talebelerin birinci görevi olmalıdır.

Tekrar, hem öğretim üyelerine hem öğrencilere, herkese başarılar diliyorum ve hayırlı, verimli bir öğretim yılı geçmesini temenni ediyorum, sağolun.

Yazdır Paylaş Yukarı