Küresel Ekonomi Sempozyumu'nda Yaptıkları Konuşma

27.09.2010
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

Değerli Misafirler,

Hanımefendiler, Beyefendiler,

Hepinizi öncelikle sevgi ve muhabbetle selamlıyorum.

Küresel Ekonomi Sempozyumu vesilesiyle ülkemizi teşriflerinizden ötürü memnuniyetimi ifade ediyor ve hepinize ayrı ayrı hoşgeldiniz diyorum.

Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen bu kadar değerli katılımcıya evsahipliği yapmak tabii ki bizler için, başta Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası olmak üzere herkes için büyük bir mutluluktur.

Önümüzdeki iki gün boyunca birçok önemli konunun tartışılacağını biliyorum.

İklim değişikliği, ekonomik krizler, kalkınma alanındaki dengesizlikler, doğal kaynakların tükenişi, terör ve diğer önemli küresel sorunlar farklı platformlarda uzun yıllardır tartışılıyor. Ancak, Küresel Ekonomi Sempozyumu, özellikle çözüm odaklı olması itibariyle umut verici ve dikkate değer bir platform özelliği taşıyor.

Bu nedenle, İstanbul’da gerçekleştireceğiniz tartışmaların yeni ufuklar açan projelere dönüşmesini sözlerimin başında temenni ediyorum.

Küresel sorunlara küresel bir bakış açısıyla çözüm aranması, dünyanın farklı yerlerinden ve farklı çalışma alanlarından karar alıcıların biraraya gelmesini zorunlu kılmaktadır.

Farklı kültürlerin fikri birikimlerinin, farklı bakış açıları sunmaları nedeniyle son derece önemli olduğunu düşünüyorum.

Bu kapsamda, Küresel Ekonomi Sempozyumu’nun bu yıl ilk kez Almanya dışında, İstanbul’da düzenlenmesinin, çözüm arayışlarının da gerçek anlamda küreselleşmesine katkıda bulunmasını bekliyorum.

Toplantının, son yıllarda diplomatik, ekonomik, entelektüel ve kültürel faaliyetler bakımından bir küresel “hub” haline dönüşen İstanbul’un bu imajını pekiştirdiğini düşünüyorum.

Kıymetli Katılımcılar,

Değerlendirmelerime, güncel sorunların en başında gelen küresel ekonomik kriz konusundaki düşüncelerimi sizlerle paylaşarak başlamak istiyorum.

Yaşanan küresel kriz, finansal ve ekonomik bir çerçeveye oturmakla birlikte, sonuçları bakımından aynı zamanda önemli siyasi ve sosyal boyutlar da taşımaktadır.

Bugüne kadar, küresel krizin aşılması için başta gelişmiş ülkeler olmak üzere bütün ülkeler çok ciddi bir gayret ve azim ile çalışmışlardır.

2010 yılının ilk yarısında küresel büyüme hızının beklentilerin üzerinde gerçekleşmesi hepimiz açısından sevindirici bir gelişme. Üstelik küresel ticaret hacminin de yıl ortasından itibaren kriz öncesi seviyelerine ulaştığını görüyoruz.

Ne var ki, 2010 yılının sonuna yaklaştığımız bu günlerde küresel ekonomik krizin tam anlamıyla sona erdiğini, zor günlerin geride kaldığını söylemenin şu an için çok erken olduğu da itiraf etmemiz gerekir.

Geçmiş dönemlerden farklı olarak, küresel ekonomik canlanmanın itici gücünü bu kez gelişmekte olan ülkelerin oluşturduğuna da dikkat çekmek isterim..

Bu durumu, küresel büyümenin daha dengeli bir yapıya kavuşmasına işaret etmesi açısından ümit verici buluyorum. Ancak, gelişmekte olan ülkelerde yaşanan canlanmanın gelişmiş ülkeler tarafından yeterince desteklenmediğini de görüyoruz.

Zira, finansal sistemin kırılganlığı ve kamu maliyesinde sürdürülebilirliğin sınırına ulaşılması nedeniyle gelişmiş ülkelerin küresel büyümeye katkısının sınırlı kalması beklenmektedir.

Geçen hafta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığım konuşmada belirttiğim gibi, küresel krizden gerekli dersleri çıkartmadan yeni krizlere karşı önlemler alamayız.

Son küresel ekonomik kriz, özellikle dünyanın en gelişmiş piyasalarında uluslararası ve ulusal finansal denetim ve derecelendirme kuruluşlarının yetersizliğini ve zafiyetlerini ortaya koymuştur.

Bu nedenle gerek uluslararası finansal mimarinin, gerek ulusal düzeydeki bankacılık denetleme kurumlarının ciddi bir reforma tabi tutulması zorunluluğu barizdir.

Muhterem Misafirler,

Küresel büyümenin yapısında görülen mevcut farklılaşma bize şunu göstermiştir: Politika yapıcıları ekonomideki zor zamanlar için her zaman hazırlıklı olmalı ve kamu maliyesinde disiplini elden bırakmamalıdır.

Ayrıca piyasaların risk iştahı karşısında kontrollü ve dengeli politikalardan ödün verilmemeli, ekonominin genişleme dönemlerinde finansal piyasalarda oluşabilecek şişkinlikler karşısında ihtiyatlı davranmalıdırlar.

Türkiye böylesine tedbirli politikalar konusunda başarılı, örnek olmuş bir ülkedir. 2001 yılında yaşanan krizin ardından Türkiye, istikrar odaklı makroekonomik politikaları günümüze dek sürdürmeyi başarmış, özellikle kamu maliyesi ve finansal sistemdeki dengeli yapı sayesinde küresel ekonomik krizden ciddi bir yara almadan çıkmayı başarmıştır.

Bu vesileyle, Türkiye’nin ekonomik daralma sonrasında en hızlı toparlanan birkaç ülkeden biri olduğunu, ayrıca kriz öncesine kıyasla kredi notu peş peşe iki defa yükseltilen az sayıda ülke arasında yeraldığını da belirtmek isterim.

Küresel ekonomik kriz ile birlikte geleneksel ticaret ortaklarımızdaki zayıf talebe karşın, iç talebin kuvvetli olması ve ihracatçılarımızın yeni pazarlara yönelmesi sonucunda Türkiye, kriz öncesi ekonomik büyüme rakamlarına ulaşmayı başarmıştır.

Bu tabloyu yakından takip eden önemli bir ülkenin devlet adamı BM Genel Kurulu vesilesiyle New York’ta gerçekleştirdiğimiz bir görüşmede bana aynen şöyle söylemişti: “Bir zamanlar Avrupa’nın hasta adamı olarak görülüyordunuz. Şimdi ise Avrupa’nın en sağlıklı ekonomisine sahipsiniz.”.

Böyle bir tespit hoşumuza gitmekle beraber, tedbiri hiçbir zaman elden bırakmıyoruz. Ayrıca, sağlıklı ve sürdürülebilir ekonomik büyümemizin, ancak, başta Avrupa’daki ticaret ortaklarımız olmak üzere küresel ekonomik istikrar ve büyüme ile mümkün olabileceğinin de bilinci içindeyiz. Dolayısıyla herhangi bir gevşeklik gösterme durumunda değiliz. Hala tedbirli ve gittiğimiz yolun, dünyanın geçtiği yolun ne kadar kırılgan olduğunun farkındayız. Onun için direksiyonun başındakiler daima hala kemerlerini sıkı bağlı tutmalı ve ona göre arabayı sürmeli. Biz bunu yapıyoruz, yapmaya çalışıyoruz.

Doğu ve Batı arasındaki ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkilerin buluştuğu bir merkez konumunda olan Türkiye, özellikle ekonomik ve sosyal kalkınmanın bölgesel düzeyde istikrarlı bir temsilcisi haline gelmiştir.

Türkiye’nin bölgesel ve küresel refaha katkıları bundan sonra da artarak devam edecektir.

Küresel krize karşı mücadelede olduğu gibi, uluslararası toplumun enerji ve gıda güvenliği ile iklim değişikliği konularında da birlikte hareket etme, ortak çözüm geliştirme ve gelecek nesiller için sürdürülebilir bir büyüme altyapısı oluşturma sorumluluğu bulunmaktadır.

Küresel kriz sonrasında bu konulardaki çalışmalar hız kazanmıştır. Bu çalışmaların sonuç odaklı bir yaklaşımla yürütülmesi de önemlidir. Nitekim, BM Genel Kurulu kürsüsünden, doğal ve çevre felaketleri ile salgın hastalıklar ve gıda kıtlığına karşı mücadelede yararlanılmak üzere “Küresel Acil Müdahale Yeteneği” oluşturulması yönünde üye devletlere çağrıda bulundum geçen hafta.

Bu sorunların ancak müşterek sorumluluk, ortak akıl ve eylemle çözülebileceğine inanan Türkiye elini taşın altına koymaya da hazırdır.

Değerli Katılımcılar,

Halen yaşanan finansal reform süreci, ortak bir tehdit karşısında çok kısa bir sürede etkili ve kapsamlı çözümler üretebileceğimizin en önemli göstergesidir.

Bizim de üye olduğumuz G-20 platformunun önderlik ettiği, katılımcı küresel yönetim hususunda yakalanan bu ivmenin, önümüzdeki dönemde de aynı ciddiyetle sürdürülmesi gerektiğini düşünüyorum.

Öte yandan, gelişmekte olan ülkelerin sorunları bağlamında, geçen hafta New York’ta düzenlenen Birleşmiş Milletler Binyıl Kalkınma Hedefleri Zirvesi’nde dünya liderleri olarak tespit ettiğimiz hususlara burada kısaca dikkatinizi çekmek istiyorum:

Yoksullukla mücadelede sağlanan ilerleme sınırlı kalmıştır ve küresel kriz ilerlemeyi tehdit etmektedir.

• Açlık, artan bir küresel sorun olmaya devam etmektedir.

• Herkes için makul bir istihdam hedefi halen gerçekleştirilememiş bir durumdur.

• Herkese eğitim fırsatı sağlanması konusunda ilerleme görülmekle birlikte, Binyıl hedefi halen karşılanabilmiş değildir.

• Kadın-erkek eşitliği konusundaki gelişmeler tatmin edici olmaktan uzaktır.

• Sağlık alanında bazı önemli ilerlemeler yaşanmış olmakla birlikte, 2015 yılında hedeflerin tamamına ulaşılabileceği de şüphelidir.

• Anne ölüm vakalarının azaltılmasında son derece sınırlı ilerlemeler kaydedilmiştir.

• Son olarak, sürdürülebilir çevre alanında katedilmesi gereken uzun bir yol olduğunu vurgulamak istiyorum.

Belki bu söylediklerimin hafızalarda daha canlı kalması için birkaç rakam da vermek istiyorum burada. 1 milyar insan kronik açlıkla karşı karşıyadır dünyada. 2 milyar insan yetersiz besleniyor. Az gelişmiş ülkelerde kişi başına elektirik tüketimi OECD ülkelerindeki elektrik tüketiminin sadece yüzde 1,5’idir. Yine az gelişmiş ülkelerde doğum yapan her 16 kadından birinin ölüm ihtimaline karşı, bu oran gelişmiş ülkelerde 3500’de 1’dir. Aradaki fark bu kadar büyük ve yaşanan ekonomik krizin bütün bu söylediğim olumsuzlukları daha da kötüleştirdiğini BM’de tekrar gözden geçirdik ve durumun gerçekten vahim olduğunu gördük.

Yaşanan son küresel ekonomik kriz bir daha göstermiştir ki “gelişmiş”, “gelişmekte olan” veya “en az gelişmiş ülkeler” olarak hepimiz aynı teknede bulunuyoruz. Dolayısıyla, kendi ekonomik sorunlarımıza yoğunlaşırken, dünyanın başka yerlerindeki sıkıntılara sırtımızı dönemeyiz.

Bu anlayışla, Türkiye son yıllarda kalkınma yardımlarını yılda yaklaşık 1,5 milyar dolara yükseltmiştir. Bununla gurur duyuyoruz. Ayrıca, gelecek yıl Haziran ayında En Az Gelişmiş Ülkeler Dördüncü Birleşmiş Milletler Zirvesi’ne İstanbul’da evsahipliği yapacağımızı da belirtmek isterim.

Değerli Konuklar,

Küreselleşme bir anlamda toplumların birbirine yaklaşması ve benzeşmesiyse, en nihayetinde ortak akılda buluşan bir dünya hedefine ulaşacağımızı düşünüyorum.

Küreselleşme süreci, yalnızca ekonomik değil, siyasi, sosyal, kültürel her alanda birbirimizi anlamak ve anlaşmak zorunda olduğumuzu hatırlatmış oldu.

Devletler küresel sorunlar karşısında kısa vadeli çıkarları geride bırakmayı artık öğrenmelidir. Sağduyuya dayalı daha yaşanabilir bir dünya hedefi doğrultusunda gerekli her türlü çabayı ve reformu güçlü bir şekilde desteklemeliyiz.

Değerli Misafirler,

Tarihsel birikimi, olağanüstü güzelliği ve kendine özgü kültürel kimliği ile İstanbul’un, siz değerli misafirlerimizi ve bu sıradışı etkinliği büyük bir başarı ile ağırlayacağından eminim.

Sempozyumun burada yapılması, geçtiğimiz yıl gerçekleştirilen IMF/Dünya Bankası Yıllık Toplantılarından sonra 2010 yılında da dünyanın gözlerinin Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’a çevrilmesini sağlamıştır.

İstanbul’un önemli bir uluslararası finans merkezine dönüşmesinde, Küresel Ekonomi Sempozyumu gibi dünya çapındaki etkinliklerin ortaya çıkaracağı sinerji ve desteğin büyük rolü olacağına inanıyorum.

Gerçek bir finans merkezi olmanın önşartının, güven ve istikrar ortamının tesisi olduğu açıktır. Bu ortamın Türkiye’de her alanda başarıyla oluşturulduğuna da inanıyorum.

Bunun yanısıra bilgi birikimi, insan gücü, teknolojik altyapısı, stratejik konumu ve dinamik iş dünyası ile İstanbul, bugün küresel ekonominin önde gelen finans merkezleri ile rekabete hazır olduğunu bizlere göstermektedir.

Küresel Ekonomik Sempozyum ile birlikte düzenlenecek olan İstanbul Finans Zirvesi vesilesiyle, İstanbul’un yakın gelecekte uluslararası finans dünyasının en önemli merkezlerinden biri haline geleceğini umut ediyorum. Bu amaca yönelik gerçekleştirilen tüm özverili çalışmaları ben de gönülden destekliyorum.

Değerli Misafirler,

İnanıyorum ki, küresel ekonomik kriz gibi felaketlerin bir daha yaşanmaması için, ortak akıl ve basireti harekete geçirerek gerekli bütün tedbirleri elbirliğiyle alacağız.

Bu anlayışla, en başta Kiel Enstitüsü ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası yetkilileri olmak üzere, bu değerli etkinliğin bu yıl Türkiye’de düzenlenmesinde emeği geçen bütün kuruluşlara, herkese teşekkür ediyor ve hepinize başarılar diliyorum.

 

Yazdır Paylaş Yukarı