Yasama Yılı Açılış Konuşması

01.10.2007
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZIN TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'NİN 23. DÖNEM İKİNCİ YASAMA YILI'NIN AÇILIŞINDA YAPTIKLARI KONUŞMA



"Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yeni Yasama Yılının açılışı münasebetiyle sizleri en iyi dileklerimle selâmlıyor, saygılarımı sunuyorum.

Yeni Yasama Yılının milletimiz ve memleketimiz için hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Demokrasimizin ve millî irademizin yüreğinin attığı yer olan Meclisimizin çatısı altında sizlerle birarada bulunmaktan onur duyuyorum.

Bu vesileyle, Cumhuriyetimizin kurucusu, Meclisimizin ilk Başkanı Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'e, ülkesine ve milletine hizmet için büyük fedakârlıklar gösteren, Türkiye Cumhuriyeti'nin yücelmesine katkı sağlamış tüm devlet ve siyaset adamlarımıza şükranlarımı sunuyor, aramızdan ayrılanları saygı ve rahmetle anıyorum.

Sayın Başkan,
Sayın Milletvekilleri,

Yeni yasama dönemi, ülkemizin ve milletimizin 21'inci yüzyıldaki ilerlemesini sağlayacak olan politikaların ve kararların tartışılacağı, alınacağı ve uygulanacağı bir döneme rastlamaktadır. Bu dönem, ekonomiden diplomasiye kadar çeşitli alanlarda çetin uluslararası meseleler ile de karşı karşıya bulunabileceğimiz bir zaman dilimi olacaktır. Dolayısıyla, öncelikle ülkemizin mevcut durumunu ve perspektiflerini ele almak istiyorum.

Türkiye Cumhuriyeti bugün, dinamik ekonomisi, çoğulcu demokratik siyasî yapısı, canlı kültürel hayatı, barışçı diplomasisi ve modern ordusuyla, bölgenin cazibe merkezi ve uluslararası toplumun itibarlı ve saygın bir üyesi konumundadır.

Türkiye'nin bu konumu, devlet adamı ve siyasetçilerinden, memur, işçi ve çiftçisine, sanayici ve tüccarından, asker, polis, eğitimci ve bilim adamlarına ve teknisyenlerine, sanatçısından sporcusuna ve gurbetteki vatandaşlarımıza kadar milletimizin onyıllar süren ortak çabasının bir sonucudur.

Son dönem Osmanlı aydınları ve devlet adamları, Atatürk ve silâh arkadaşları, çok partili dönemimizin siyasetçileri ve düşünürleri bu ortak çabanın geçtiğimiz yüzyıldaki çeşitli aşamalarının öncüleri ve aktörleri olmuşlardır.

Dikkat ederseniz, saydığım bu kuşaklar ve onların gösterdikleri gayretler arasında bir geçişkenlik ve devamlılık sözkonusudur. Bütün bu gayretlerdeki ortak hedef, Türkiye'nin millî birlik, bütünlük ve huzur içinde gelişmesi, güçlenmesi, büyümesi, modernleşmesi ve serbestleşmesi olmuştur.

Bu hedefe doğru yürürken toplumumuz, zaman zaman kabuk değişimleri yaşamıştır ve yaşamaktadır. Dünyadaki dönüşümlere uyum göstermemiz gerekmiştir ve gerekmektedir. Kimi zaman, bu yolda uygulanan siyasî, sosyal, ekonomik veya kültürel politikalar ile ilgili tartışmalar yapılmıştır ve yapılmaya devam edecektir de. Kimi zaman aksamalar ve duraksamalar da yaşanmıştır.

Ancak, yukarıda vurguladığım ortak hedefimiz değişmemiştir ve değişmeyecektir.

Değişmeyen ve değişmeyecek olan bir unsur da, bu hedefe ancak demokrasi ve hürriyet ortamında, laiklik ve hukukun üstünlüğü ilkeleri temelinde ulaşılabileceği yolundaki ortak anlayışımızdır.

Nitekim, yakın tarihimiz bu söylediklerimi kanıtlamaktadır.

Yüce Meclisiniz, Millî Kurtuluş Savaşımızın en zorlu günlerinde kurulmuş olduğu halde, millî egemenliği ve demokrasiyi yüceltmekten geri kalmamıştır.

Cumhuriyetimizin kurucuları en çetin iç ve dış koşullarda bile inkılâp ve reformlar gerçekleştirmekten, aynı anda çok partili sisteme geçiş gayretleri göstermekten çekinmemişlerdir.

Demokrasimiz, Soğuk Savaş yıllarında da devamlılığını koruyabilmiş ve ileriye doğru evrimini sürdürebilmiştir.

Zaman zaman meydana gelen tıkanıklıklar dahi kısa sürmüş ve ülkenin demokratik rotasından sapmasına yol açmamıştır.

Bu uzun yolculuğun bugün geldiği aşamada Türkiye:

-İleri bir demokrasi olarak Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerinde ilerleyen,

-ekonomisinin bütün sektörlerinde üretim ve kalite hamlesi yapan ve böylece dünyadaki yükselen ekonomiler arasına girmiş olan,

-kültür mirası ile çağdaş kimliğini ve değerleri uzlaştırmayı başaran,

-modern ordusu ve diplomasisi ile dünya ve bölge barışına katkıda bulunan,

-edebiyatta, sanatta, sporda, eğitimde ve bilimde yaşamakta olduğu bir çeşit rönesans ile dünyaya adını duyurmakta olan,

bir ülke durumuna yükselmiş bulunmaktadır.

Bugünkü Türkiye, milletimizin kendisine duyduğu güvenin, çalışkanlık ve yaratıcılığının eseridir.

Bugünkü Türkiye, milletimizin bir yandan birlik ve bütünlüğüne, egemenliğine, kimliğine ve değerlerine sahip çıkarken, aynı anda çağdaş dünya koşullarına ve evrensel değerlere uyum gösterme yeteneğine sahip olduğunun ispatıdır.


Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,

Bu noktada bir hususu hatırlatmak ve vurgulamak istiyorum.

Türkiye'nin çağdaşlaşma hamlelerinin eksenini teşkil eden Avrupa kurumları ile ilişkileri, AB'nin tam üyeliğine aday olarak tespit edildiğimiz son birkaç yılın meselesi değildir.

Bu ilişkiler, son ikiyüz yıldır, iki taraftan da vizyoner devlet adamlarının önem ve emek verdikleri çok boyutlu bir fenomendir.

Mustafa Kemal Atatürk'ün koyduğu ve milletimizin benimsemiş olduğu "çağdaş uygarlık düzeyi" hedefi ve bu maksatla Avrupa devletleri ile tesis ettiği ilişkiler, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne yöneliminde ilham verici olmuş, bunun zeminini teşkil etmiştir.

İsmet İnönü ve Adnan Menderes gibi saygı ve rahmetle andığımız devlet adamlarımız, Avrupa Birliği ile ahdi ilişkimizin temelini oluşturan tarihî kararlara yıllar önce imzalarını atmışlardır.

Bu ilişkilerin temelinde Avrupa'dan ise Charles De Gaulle ve Konrad Adenauer gibi büyük devlet adamlarının imzaları vardır.

Dikkat ederseniz, andığım bütün bu şahsiyetler, büyük savaşları, siyasî ve ekonomik krizleri yaşamış ve bu tecrübelerden aldıkları derslerle toplumlarına ve bölgelerine yön vermiş liderlerdir.

Bunları izleyen dönemlerdeki Türk ve Avrupa liderleri ve hükümetleri ise, bu temel üzerinde daha da ileriye gitmişlerdir. Bu noktada, Avrupa Birliği'ne tam üyelik başvurumuzu resmen yapmış olan rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ı da saygıyla anıyorum.

Dolayısıyla, Türkiye-AB ilişkilerinde bugün gelinen nokta, bir tesadüf, zorlama veya tek taraflı bir tercihin sonucu değildir.

Gelinen nokta, tarihsel bir birikimin ve karşılıklı çıkarlar temelinde, ortak değerlere dayalı bir mutabakatın ürünüdür.

Sözkonusu mutabakat ise, halklarından tam yetki almış olan Türk ve Avrupa hükümetlerinin en üst düzeyde vermiş oldukları kararlara dayanmaktadır.

Türkiye ve Avrupa'nın 21'inci yüzyıldaki geleceği işte bu temel üzerinde şekillenecektir.

Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,

Türkiye-AB entegrasyon süreci ile ilgili gelişmeler, başta İslâm ülkeleri ve halkları olmak üzere, Amerika'dan Asya'ya kadar dünya kamuoyunda derin bir ilgiyle izlenmektedir.

Gösterilen bu ilgi, Türkiye-Avrupa projesinin sıradan ve dar kapsamlı lokal bir olgu olmadığının kanıtıdır.

Gerçekten de bu proje, Avrupa ve Türkiye'nin ötesinde geniş bir coğrafyanın refah, istikrar ve barışını olumlu biçimde etkileyebilecek bir vizyonu içermektedir.

Bu itibarla, gerek Türkiye gerek AB ülkeleri ve kamuoyları, tam üyelik müzakerelerinin süreceği önümüzdeki yıllarda yukarıda izah ettiğim tarihsel arka planı ve vizyonu gözden kaçırmamalıdırlar.

Yüce Meclisinizin de, müzakere sürecini ilgilendiren yasama faaliyetlerinde, her zamanki gibi tarihsel sorumluluk bilinci içinde hareket edeceğinden ve reformların devamı ve pekişmesindeki öncülüğünü sürdüreceğinden kuşkum yoktur.

Esasen önceki yasama dönemlerinde bu çerçevede kabul edilmiş olan siyasî ve ekonomik reformlar, Yüce Meclisinizde hâlen temsil edilmekte olan başlıca siyasî partilerin kuvvetli desteği sayesinde gerçekleşebilmiştir.

Bu reformların, tıpkı Cumhuriyetin ilk döneminde olduğu gibi, Türkiye'nin çevresinde savaş ve çatışmaların yaşandığı, dünya ekonomisinin sarsıntılar ve bunalımlar geçirdiği bir dönemde gerçekleştirilmiş olması milletçe başarımızın bir göstergesidir.

TBMM, 23 Nisan 1920'deki cesaret ve dinamizmini ve ileriye bakışını bugüne kadar muhafaza etmiştir.

TBMM'nin 21'inci yüzyılın Meclisi olarak da milletimize karşı olan sorumluluğu ile evrensel sorumluluklarını en iyi şekilde bağdaştıracağına eminim.

Cumhuriyetimize ilham veren "çağdaş uygarlık düzeyi" ve "yurtta sulh cihanda sulh" hedeflerinin her gün bir kez daha hayata geçirilmesi, ancak böyle bir vizyon ve kararlılık içinde gerçekleştirilebilecektir.
Reformların devam etmesi ve böylece Türkiye'nin gerçek anlamda modernleşmesi, eğitim ve bilimde, sağlıkta, yargıda, savunmada, sanayide, tarımda, insan haklarında, çevre korumada şehircilikte ve diğer birçok alanda standartların, hayat ve hizmet kalitesinin yükseltilmesi anlamına gelmektedir.

Türk halkı, bütün bunlara layık olduğu gibi, artık bunların beklentisi içindedir.

Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,

Dünyada bilim ve teknolojinin gösterdiği hızlı ilerleme, hayatın birçok alanında dönüşümler yaratmaktadır. Bu dönüşümler, bazen fırsat olarak karşımıza çıkmakta, bazen ise bunalım sebebi olabilmektedir. Böylesine çalkantılara intibak edebilmemiz için modernleşme yolunda topyekûn ilerleme hamlemizin sürmesi şarttır.

Dolayısıyla, ilköğretimden başlayarak her kademedeki eğitim önde gelmek üzere, bilim ve teknoloji, araştırma-geliştirme ve innovasyon, öncelik verilen alanlar olmaya devam etmelidir. Bu bağlamda, TÜBİTAK'ın faaliyetleri, Devlet ve Vakıf üniversitelerinin sanayimizle kurduğu iletişim ve işbirliği olumlu bir başlangıçtır. Cumhurbaşkanlığı dönemimde bu alanlardaki faaliyetleri teşvik ve himaye etmeye kararlıyım.

Kültür hayatımız da küresel gelişmelerden değişik şekillerde etkilenebilmektedir. Kültür, eğitim ile birlikte, varlığımız, kimliğimiz ve geleceğimizin ihmal edilemeyecek boyutlarından biridir. Ulusal eğitim ve kültür politikaları, çeşitliliğimizi ve geleneklerimizi, çağdaşlık ve evrensellik temelinde kucaklayabilmelidir.

Anadolu şehirlerimizde canlanan kültür hayatı, büyük şehirlerimizde arka arkaya açılan modern sanat merkezleri, özel müzelerin de katkısıyla müzeciliğimizde sağlanan aşamaları bu bağlamda övgüyle kaydetmem gerekir. İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olarak ilân edilmesi, Türkiye'nin Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı'na 2008 yılının özel konuk ülkesi olarak davet edilmiş olması, İzmir'in EXPO 2015 Dünya Sergisi'ne adaylığı, Olimpiyat Oyunlarına evsahipliği etme niyetimiz, kültür hayatımızın kazanmakta olduğu evrensel boyutlara işaret etmektedir.

Bu tür girişimlere Cumhurbaşkanı olarak tam destek vereceğim.

Toplum olarak, ehliyet, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleri temelinde bir yönetişim anlayışı içinde olmamız ise, içinde bulunduğumuz büyük hamlenin başarısının bir diğer şartıdır. Bu sadece ahlâkî bir gereklilik değildir. İyi yönetimin profesyonel ve teknik bir gereğidir de.

Son yıllarda bu yönde, yeterli olmasa da, ihmal edilemeyecek bir mesafe katedildiğini söylemek gerekir. Toplumumuzda bu ilkelerin uygulanması konusunda gelişen duyarlılık ve kararlılık memnuniyet vericidir. Yolsuzluklar ile mücadele konusundaki uluslararası sözleşmelere taraf olmamız da bu yönde atılmış önemli bir adım teşkil etmektedir. Burada TBMM'nin, hükümetlerin, gelişen sivil toplum kuruluşlarının ve özgür basının yapmış oldukları önemli katkılara işaret etmek isterim.

Eğitimcilerimizin ve din görevlilerimizin de toplumun etik temellerini güçlendirecek yaklaşım ve gayret içinde olmaları bu bağlamda önem taşımaktadır.

Milletimizin gücünü ve dinamizmini sürdürmesinin, aynı anda daha da ileriye gitmesinin, ancak gerçek bir demokrasi ve hürriyet ortamında ve bağımsız ve tarafsız basının mevcudiyetiyle mümkün olduğu konusunda ise sanırım hepimiz mutabıkız.



Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,

Ülkemiz kamuoyunda Anayasamızın tadilatı veya yeni bir Anayasa hazırlanması konusunda son derece canlı ve kapsamlı bir tartışma yaşanmaktadır.

Bu tartışmanın sonucunda, TBMM'nin, başta siyasî partiler olmak üzere, toplumun bütün kesimlerinin katkılarından yararlanarak en mükemmel anayasal düzenlemelere ulaşacağına eminim.

Esasen, hükümetten sivil topluma kadar herkesin bir konsensüs arayışında olduğunu, hiç kimsenin bir başkasını anayasa tartışmalarından dışlayıcı bir niyet veya tutumunun bulunmadığını memnuniyetle görmekteyim.

Millet olarak, Anayasa tartışmalarının sağlıklı bir sonuca ulaşmasını sağlayacak tarihsel birikim, tecrübe ve olgunluğa sahip bulunmaktayız.

Yüce Meclisinizin yüksek temsil kabiliyeti, ülkemizdeki ileri demokratik ortam ve siyasî partilerimiz arasındaki diyalog ve istişare geleneği de böyle bir sonuca ulaşılmasına yardımcı olacaktır.
Yeni Anayasa tartışmalarının ve düzenlemelerinin geçmiştekilerden ders ve ilham alarak yapılması doğaldır. Ancak tabiatıyla yeni düzenlemelerin öncekilerden çok daha ileride olması ve çağımıza uygun bir anlayış ve uzak görüşlülükle hazırlanması halkımızın beklentisi olacaktır.

Yeni anayasal düzenlemelerin, millî birlik ve toplumsal dayanışmamızı güçlendirecek kapsayıcı bir yaklaşıma sahip olması, temel hak ve hürriyetleri güvence altına alan, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti anlayışını teyit eden bir nitelikte olması, yeni düzenlemelerin gücünü ve sürdürülebilirliğini arttıracaktır.

Demokratik ülkelerde, kimilerince aşırı, marjinal ve hatta egzantirik sayılan görüşlerin, -şiddet içermemek şartıyla- ifade edilmesi, bunları savunan kişi veya grupların mevcudiyetine tahammül edilmesi olağandır. Hatta bu demokrasinin gereğidir. Önemli olan, sonuçta toplumda ortak aklın ve sağduyunun egemen olmasıdır. Ilımlıların aşırıları ikna edebilmesi, her türlü aşırılığın ve bağnazlığın marjinalleşmesinin sağlanması, başarılı bir demokrasinin ölçütlerindendir.

Bu çetin görevin başarılması demokrasimizin daha da güçlenmesini sağlayacaktır.

Türkiye, ikiyüz yıllık demokrasi ve hürriyet mücadelesinin sonucunda tedricen rahatlamış, sorunlarını açıkça tartışan, konuşan, böylece birbirini daha iyi tanıyan ve anlayan, hoşgörüsü gelişen bir ülke hâline gelmektedir.

Sorunlarımızı ancak böyle bir ortamda, gizlemeksizin, doğru biçimde ve cesaretle teşhis edebiliriz. Bunların kronikleşmesini önleyebilir ve akılcı çözümler bulabiliriz.

Böylelikle, milletimizin özgüveninin daha da artacağından eminim.

Buna rağmen, bazen tarihimizde veya yakın geçmişimizde yaşanmış olan çalkantıların ve travmaların tortusu niteliğindeki bazı kaygı ve korkular günümüzde de gündeme gelebilmektedir.

Benzer duygular, en ileri toplumlarda dahi çeşitli şekillerde görülebilmektedir. Bunların anlaşılabilir tarihî, sosyal ve psikolojik sebepleri olabilir.

Ancak, önemli olan, millet olarak bunları gidermeyi, aşmayı ve bunlardan sıyrılmayı başarabilmemizdir. Milletimizin bunun için gerekli dayanışma ve güven duygusuna, diyalog anlayışına, iyi niyete ve olgunluğa sahip olduğuna kuvvetle inanıyorum.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,

Yüce Meclisiniz ve Hükümet, ülkemizi 21'inci yüzyılda güçlü kılacak Anayasa gibi makro konuları tartışırken, bir yandan da toplumun acil ilgi bekleyen güncel meselelerine eğilmek durumundadır.

Geçen dönemlerde gerçekleştirilen büyük ekonomik ve siyasî reformların titizlikle uygulanması, somut biçimde hayata geçirilmesi, yaygınlaştırılması ve derinleştirilmesi, bu alandaki aksaklık ve eksikliklerin ivedilikle giderilmesi, bütün kurumlarıyla devletin ve toplumun önünde bir görev ve yükümlülük olarak durmaktadır.

Türkiye artık sistematik insan hakları ihlâllerinden şikâyet edilen bir ülke olmaktan çıkmıştır. Bunun bir kanıtı, toplumun artık işkence, kötü muamele ve fikir suçu gibi şikâyetler yerine, giderek bireysel hakları ilgilendiren, lokalize olmuş, daha sınırlı sorunlara odaklanmakta olmasıdır.

Kadın-erkek eşitliği ilkesi doğrultusunda kadınlarımızın haklarının korunması ve toplumdaki rollerinin arttırılması anayasal bir görevimizdir. Bu alanda önemli ilerlemeler sağlanmış olsa da, daha yapacak çok iş vardır. Bunların arasında eğitim, çalışma, seçilme haklarının yaygınlaştırılmasını sayabilirim.

Bu vesileyle, 23'üncü Yasama Döneminde kadın milletvekili sayısının 50'ye ulaşmış olmasından duyduğum memnuniyeti ifade etmek isterim. Böylece, Atatürk döneminden bu yana kadın milletvekillerimiz parlamentodaki en yüksek temsil oranına ulaşmış bulunmaktadır. Bunun ancak mütevazı bir iyileşme teşkil ettiğini ve yetersiz olduğunu da vurgulamam gerekir.

Çocuklarımız, gençlerimiz ve yaşlılarımız başta olmak üzere aile bireylerimize ve aile kurumumuza göstereceğimiz ilgi ve özen, manevî bir geleneğimiz olmaktan başka, modern devlet ve toplum anlayışının da bir gereği olarak değerlendirilmelidir.

Özürlü vatandaşlarımızın sorunlarını çözmeye yönelik çalışmaların artarak sürmesi de devlete ve topluma düşen bir görevdir.

Töre cinayetleri ve aile içi şiddet gibi sosyal yaralar hâlâ tedaviye muhtaçtır. Bu konularda kamusal ve toplumsal duyarlılığın artmakta olması memnuniyet vericidir.

Kimsesiz çocuklar meselesi ayrı bir yaramızdır. Bu sorun bazen iç göçün, bazen terörün ve başta işsizlik ve yoksulluk olmak üzere diğer sosyal, ekonomik sorunların bir sonucudur. Kimsesiz çocukların bakımı alanındaki bireysel veya kurumsal çabalar takdire şayandır. Ancak, bunlar yaramıza henüz yeterince deva olmuş değildir.

Trafik kazaları, bir disiplin, kültür ve eğitim veya altyapı sorunu olmanın ötesinde, ne yazık ki, vahim bir ahlâki mesele hâline gelmiştir. Bu mesele ulusal çapta bir çözüm hamlesini gerektirmektedir.

Çevre ve doğanın korunması, erozyon, kuraklık ve doğal afetlere karşı tedbir alınması ve küresel ısınmanın yarattığı riskler gibi konuların hükümetler, yerel yönetimler ve sivil toplum tarafından öncelikli meseleler olarak ele alınmaya başlanmıştır. Bunu memnuniyetle tespit ediyorum.

Toplumumuzda son zamanlarda hayvan hakları alanında artan duyarlılığı da, toplumsal ilerlemenin bir kanıtı olarak saymak isterim.

Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,

Bugün, insanlığı tehdit eden ırkçılık, yabancı düşmanlığı, anti-semitizm gibi ideolojik akımlar en gelişmiş ülkelerde dahi yer yer hortlamaktadır. Bunlara İslamofobya gibi hasmane anlayışlardan kaynaklanan yeni tehditler ilâve olmaktadır. Yurtdışındaki yurttaşlarımız da maalesef zaman zaman bunların kurbanı olabilmektedirler.

Etnik ve dinî fanatizm veya ayırımcılık, çoğu zaman zora ve şiddete sarılmakta, kimi zaman önyargılardan, kimi zaman yoksulluk ve cehaletten beslenmekte, toplumları nefret ve kutuplaşma sarmalına itmektedir.

Şiddet eğilimi ve terörizm, uyuşturucu alışkanlığı ve kaçakçılığı, örgütlü suçlar ve yolsuzluklar, insan kaçakçılığı ve ticareti gibi tehditler birbirini beslemekte ve insanlığın ortak meseleleri hâline dönüşmektedir.

Demokrasi ve hoşgörü güçleri, dinî ve etnik farklılıkların şu veya bu şekilde istismarına karşı, gerek ulusal gerekse uluslararası düzeyde dayanışma ve işbirliği içinde olmalıdırlar.

Türkiye'nin İspanya ile birlikte öncülüğünü yaptığı, Birleşmiş Milletler tarafından da desteklenen Medeniyetler İttifakı Girişimi bu yönde atılan evrensel bir adımdır.

İslâm kültürünün evrensel kültüre armağan ettiği en büyük değerlerden biri olan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin 800'üncü doğum yıldönümü, yine Türkiye'nin önerisiyle, UNESCO tarafından bütün dünyada kutlanmaktadır. Bu coşkulu kutlamalar, insanlığın hoşgörü ve diyalog kültürüne duyduğu ihtiyacın bir göstergesidir.


Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,

Cumhurbaşkanı seçildikten sonra ilk yurt içi gezimi Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgemize yaptım. 5 ilimizde temas ve incelemelerde bulundum. Vatandaşlarımızla, yöneticilerimizle, sivil toplum örgütü temsilcileriyle görüşerek sorunlarını dinledim.

Bugünkü konuşmam vesilesiyle, bu geziyle ilgili izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Gezi boyunca, devlet-millet bütünleşmesini yoğun hislerle yaşadım. Bana gösterilen muhabbet ve sevgi aslında, benim şahsımda devletimize gösterilmiştir. Bu, milletimizin devlete, birlik ve bütünlüğümüze bağlılığının da bir göstergesidir.

Tüm temaslarımda, farklılıklarımızı zenginliğimiz olarak algıladığımızı, aramızdaki güçlü bağların ve ortak aidiyetin milletçe birarada yaşamamızı sağladığını anlattım. Türkiye Cumhuriyeti'nde herkesin eşit vatandaş olduğunu, devletimize, milletimize, değerlerimize sahip çıkılması gerektiğini güçlü bir şekilde dile getirdim. Devlet olarak toplumsal barışın sürekli kılınmasına özel önem verdiğimizi vurguladım.

Son yıllarda uygulanan siyasî ve ekonomik reformlardan bölge halkının da yararlanmış olduğunu tespit ettim. Özellikle, artan su, yol, eğitim, sağlık ve kültür hizmetleri ve sosyal yardım faaliyetleri terörizmden çok mağdur olan halkımızca takdirle karşılanmaktadır. Böylelikle, terörizmin bir ölçüde izole edilmesi sağlanmış ve terörle mücadele nispeten kolaylaşmıştır. İstihdam ve üretimi arttıracak projelerin uygulanması ve altyapı çalışmalarının hızla tamamlanması bu sürece ivme kazandıracaktır.

Bölgedeki vatandaşlarımızın özlemi, barış ve huzur ortamına bir an önce kavuşmaktır. İnsanımız yılların ihmalinin artık ortadan kaldırılmasını, yapılmış olan hataların tekrarlanmamasını, eksikliklerin giderilmesini ve kendilerine daha çok hizmet getirilmesini beklemektedir.

Meclisimizin, insanlarımızın haklı ve meşru olan taleplerine her zaman olduğu gibi duyarlılıkla yaklaşacağına inanıyorum.

Terörle mücadele kararlılığının yanı sıra, topyekûn bir sosyo-ekonomik kalkınma anlayışı, demokrasiye inanç ve bağlılık esas olmalıdır. Böylece sağlanacak başarı, diğerlerine şiddetle ve terörle bir yere varılamayacağını en iyi şekilde anlatacaktır.



Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,

Gezi boyunca birçok askerî birliğimizi de özel olarak ziyaret ettim. Sınırlarımızı büyük bir vatan sevgisiyle bekleyen şanlı Ordumuzla ve onların mensuplarıyla gurur duydum.

Kahraman Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin, Emniyet Teşkilatımızın gece-gündüz yaz-kış demeden, milletimizin desteğiyle, terörizm denilen uluslararası illete karşı yürüttüğü mücadele takdire şayandır.

Milletim ve devletim adına bütün güvenlik güçlerimize ve onlara destek olanlara şükranlarımı sunuyorum. Terörle mücadelede şehit olan asker, polis, köy korucusu ve diğer görevlilerimize ve vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet diliyor, gazilerimizi minnetle ve saygıyla anıyorum.

Bu vesileyle, önceki gün Şırnak'ta halkımızı hedef alan menfur saldırıyı da şiddetle kınıyorum.

Ateş düştüğü yeri yakmaktadır. Bu acıları ancak, şehit yakınlarına ve gazilerimize ve terör mağduru halkımıza devlet ve toplum olarak daha etkin, sürekli ve düzenli biçimde sahip çıkmak suretiyle bir nebze dindirebiliriz.

Terör olaylarının şu veya bu şekilde acılara boğduğu bütün ailelerin, ana-babaların ve çocukların gözyaşı ve ıstırabının sona ermesini temenni ediyorum.

Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,

Şanlı Ordumuz, yurdumuzun savunulması, bölünmez bütünlüğümüzün, millî çıkarlarımızın korunması, bölgemizde ve dünyada barışın sürekli kılınması amacıyla üstlendiği görevleri büyük fedakârlıklarla yerine getirmektedir.

Türk Silâhlı Kuvvetleri'ne mensup birliklerin Bosna'dan Afganistan'a, Lübnan'dan Afrika'ya kadar çeşitli uluslararası barışı koruma misyonlarında yaptıkları katkılar uluslararası kamuoyunca da takdirle karşılanmaktadır.

Kahraman Türk Silâhlı Kuvvetlerimizin hizmetlerini takdirle karşılıyorum. Modern ve harekât kabiliyeti yüksek kuvvet yapısıyla gurur duyuyorum. Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin modernizasyon çalışmalarının kesintisiz devam etmesi, öncelikli önem vereceğim hedeflerden biri olacaktır.

Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,

Güçlü bir ordu ve güçlü bir demokrasiye sahip olmak, ancak güçlü bir ekonomi sayesinde mümkündür.

Türk ekonomisi de rekabet gücünü giderek arttıran bir dinamizm ve istikrarlı bir büyüme içindedir. Milletimizin beklentisi, şimdi ekonomik istikrarın kalıcı bir nitelik kazanmasının sağlanmasıdır.

Gelir dağılımının daha da iyileştirilmesi hedeflerimizden biri olmaya devam etmelidir. İstihdamı ve üretimi destekleyen, yatırımların canlandırılmasını amaçlayan politikaların sürmesi, KOBİ'lere gösterilen ilginin devam etmesi önem taşımaktadır. Girişimcilerimiz, geleneksel sektörlerin yanı sıra, turizm, iletişim-bilişim ve hava taşımacılığı gibi birçok yeni alanda esasen başarılı çalışmalar yapmaktadırlar.

Yatırım hamlelerinde ulusal tasarrufların yeterli olmaması hâlinde, yabancı yatırımcılardan yararlanmak modern ekonominin bir gereğidir. Aynı şekilde Türk ihracatçı, yatırımcı, müteahhit ve diğer işadamlarımızın yurtdışındaki girişimleri, ulusal ekonomiye katkıda bulunmakta ve dolayısıyla hepimizin desteğini haketmektedir.

Tarım ve hayvancılıkta ise köylünün modern çiftçiye dönüştürülmesini amaçlayan programların benimsenmesi ve uygulanması doğru politikalardır. Bunun yanı sıra, eğitim ve bilinçlendirme çalışmalarına ağırlık verilmesi sektörü daha ileri seviyeye taşıyacaktır.

Sağlık hizmetleri ve sosyal güvenlik alanında yapılan reform niteliğindeki düzenlemelerin, toplumun temel ihtiyaçlarına cevap oluşturmasını ve bu topraklarda yaşayan tüm vatandaşlarımızı kapsamasını temenni ediyorum. Bu düzenlemelerin başarısı, Türkiye'nin geleceğinin ve gelecek nesillerimizin refahının da garantisi olacaktır.

Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,

Uluslararası planda bugün, başka birçok konuda olduğu gibi, eskisine nazaran farklı bir Türkiye gerçeğinden bahsetmek mümkündür.

Bu Türkiye, kabuğunu kırmak suretiyle, sürekli gelişen, değişen, geleceğe güvenle bakan ve nüfuzu sürekli artan uluslararası bir aktördür.

Stratejik konumumuz ile çağımızın sunduğu yeni imkânlar yan yana konulduğunda, Türkiye'nin uluslararası toplumu meşgul eden birçok konuda ileriye dönük olarak önemli roller oynayabileceğini görüyorum.

Bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da sorunlu bir bölgenin dışarıya çözüm, güvenlik ve refah ihraç eden, bu yönde inisiyatif alan sorumlu bir aktörü olacağına inanıyorum.

Türk dış politikasının bu doğrultuda güvenilir, yapıcı, istikrarlı ve proaktif bir şekilde yürütülmesine Cumhurbaşkanı olarak katkıda bulunmaya çalışacağım.

Türk dış politikasının temel eksenlerini teşkil eden AB'ne tam üyelik sürecimiz, ABD'yle stratejik ortaklığımız ve Avrasya coğrafyası ile İslâm dünyası içindeki merkezî konumumuz güçlü biçimde sürmektedir. Birçok konuda pozitif etkisi hissedilen ve yapıcı katkıları aranan bir ülke hâline gelmiş bulunuyoruz. Cumhurbaşkanı olarak bu unsurları pekiştirmek konusunda üstüme düşeni yapacağım.

Kıbrıs meselesi Türkiye için millî bir dava niteliği taşımaktadır.

Bu itibarla, ilk resmî yurt dışı ziyaretimi KKTC'ye yaptım. Lefkoşa'da devletimizin KKTC'ye olan desteğini ve Kıbrıs Türk halkının hakları, güvenliği ve refahı ile ilgili taahhütlerimizi kuvvetli biçimde teyit ettim. Bu vesileyle yapıcı ve barıştan yana tutumumuzu bundan böyle de korumaya kararlı olduğumuzu duyurdum. Kalıcı ve adil bir çözüm arayışlarına paralel olarak, KKTC'nin karşı karşıya bulunduğu izolasyonların giderilmesi ve KKTC'nin her bakımdan güçlendirilmesi yönündeki gayretlerimizin devam edeceğini de vurguladım.

Bu vesileyle, Kıbrıs Türk halkının, maruz kaldığı haksız ambargolara rağmen, ekonomisini geliştirdiğini gördüm. Millî gelirini artırdığını ve dış dünyayla yeni ilişkiler kurmakta olduğunu memnuniyetle tespit ettim.

Komşularımız ve yakın çevremiz ile iyi ve kuvvetli ilişkiler kurulması Cumhuriyet diplomasimizin geleneği ve önceliğidir.

Bu doğrultuda, komşularımızdan başlayarak, Kafkaslar, Balkanlar, Karadeniz, Akdeniz ve Ortadoğu coğrafyalarında da güvenlik, istikrar ve ortak ekonomik kalkınma temelli işbirliği arayışlarımızı sürdüreceğim.

Orta Asya coğrafyasındaki Türk Devletleriyle olan ilişkilerimizin ortak tarihî mirasımız ve kültürel bağlarımız temelinde güçlendirilmesine katkıda bulunmak önceliklerimden birisi olacaktır.

Cumhurbaşkanı olarak odaklanacağım konulardan birini de Irak meselesi teşkil edecektir.

Irak'ın toprak bütünlüğünün ve ulusal birliğinin korunması, kendi halklarıyla barışık ve komşularıyla işbirliği yapan bir devlet hüviyetini elde etmesi uluslararası toplumun ortak beklentisidir. Irak'ın bunu başararak bölgesinde layık olduğu itibarlı konumu yeniden kazanması çabalarına katkıda bulunmaya çalışacağım.

Komşuluk, kardeşlik ve hatta akrabalık bağlarımız olan Irak halkının terör örgütlerinden ve bunların sultasından kurtulması, sadece Irak halkının değil, bölgemizin güvenlik, barış, istikrar ve refahı için de önem taşımaktadır.

Türkiye, Filistin, Yukarı Karabağ ve Kosova meseleleri başta olmak üzere, ihtilâfların çözümü ve barışın kalıcı bir biçimde tesisine dönük somut katkılarda bulunmaktadır. Bu katkılarımızın, gerek bölge ülkeleriyle ikili ilişkilerimiz, gerek bölgesel çok taraflı oluşumlar için de artırılmasını teşvik edeceğim.

Uluslararası terörle mücadele, kitle imha silâhlarının yayılmasının önlenmesi, enerji güvenliğinin sağlanmasına dönük büyük projelerin hayata geçirilmesi ve dünyadaki siyasî, kültürel veya ekonomik kutuplaşmaların giderilmesi gibi konularda Türkiye'nin katkısına aracılık etmeye kararlıyım.

Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,

Sözlerime son verirken, şu hususları bir kez daha vurgulamak istiyorum.

Şanlı bir tarihe, parlak bir kültür mirasına sahip olan ve bundan doğan kuvvetli bir ortak aidiyet duygusu ve bilinci içinde olan bir milletiz.

Halkımız, ortak geleceğimizi de bu duygu ve bilinç üzerine inşa edecek özgüvene ve yeteneğe sahiptir.

Her bakımdan mutlu insanların, mutlu vatandaşların yaşadığı büyük ve güçlü bir Türkiye gelecek tasavvurumuzun hedefi olmalıdır.

Bu hedefe ulaşmamız, sadece halkımız için değil, bölgemiz ve insanlık için de bir kazanım teşkil edecektir.
Bu vesileyle, beni 11. Cumhurbaşkanı olarak onurlandırmış olan Yüce Heyetinize bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle, Yeni Yasama Yılı'nın ülkemiz için, milletimiz için, Meclisimiz için başarılı ve verimli geçmesini temenni ediyor, saygılarımı sunuyorum."
Yazdır Paylaş Yukarı