Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi 24. Toplantısı Açılışı'nda Yaptıkları Konuşma

10.04.2008
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült
Sayın Cumhurbaşkanımızın, Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi 24. Toplantısı Açılışı'nda yaptıkları konuşma aşağıda sunulmaktadır:

Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi'nin Sayın Eşbaşkanları,
Değerli Üyeleri ve
Sayın Katılımcılar,

Öncelikle, Karma İstişare Komitesi'nin 24. toplantısına katılmak üzere İstanbul'a gelen KİK'in AB kanadındaki üyelerine hoşgeldiniz diyorum.

Bu önemli toplantının organizasyonunu gerçekleştiren tüm yetkilileri de tebrik ediyorum.

Sayın Katılımcılar,

Türkiye ile AB ilişkilerinin yapısını, üçlü bir sacayağına benzetmek mümkündür.

Bunun iki ayağını hükümetlerarası ve parlamentolararası temaslar teşkil etmektedir.

İlişkilerin üçüncü ve çok önemli bir ayağı ise sivil toplum diyalogudur.

Bu üçüncü ayağın yürütülmesinde lokomotif rolünü KİK üstlenmiştir.

Bu hususta önemli roller oynamış olan mevcut ve geçmiş KİK eşbaşkanlarına ve üyelerine tekrar teşekkür etmek istiyorum.

KİK'in bundan önceki toplantılarının, ülkemizin ve AB'nin ortak gündeminde yer alan konularda görüş alışverişinde bulunulması bakımından verimli geçtiğini yakından bilen kişilerden birisiyim.

Bu toplantılardan, gerçekten de, çok değerli tavsiyeler çıkmıştır.

Bunlar, ülkemizce ve AB tarafınca mümkün olduğunca dikkate alınmıştır.

Ben de şahsen, Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı yaptığım dönemlerde, AB katılım sürecimiz çerçevesinde büyük önem taşıyan KİK'in ve genel olarak sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerine hep itina gösterdim ve bu faaliyetleri takdir ve teşvik ettim.

KİK toplantılarını Türkiye'de ve yurtdışında yakından takip ettim.

Mümkün olduğunca toplantılara katıldım.

Cumhurbaşkanı olarak da, aynı ilgi ve desteğimi sürdüreceğimden hepiniz emin olabilirsiniz.

KİK'e önem veren bu anlayışın, KİK'in Türk tarafındaki üyelerinde ve diğer sivil toplum örgütlerinde de mevcut olduğunu ve çalışmalarını heyecanla sürdürdüklerini görmekten memnuniyet duyuyorum.

Tabii ki KİK'in yanında Türkiye'de birçok sivil toplum örgütü, başta işadamlarının temsilcileri, TÜSİAD, birçok kadın kuruluşları, kadın dernekleri olmak üzere hepsi sivil toplum diyaloğu alanında çok önemli faaliyetler yapmışlardır ve yapmaya devam etmektedirler. Onların da bütün bu çalışmalarını çok takdir ediyorum, teşvik ediyorum ve devam edeceğine inanıyorum.

Değerli Katılımcılar,

Ülkemiz ve AB arasındaki ilişkilerin, diyaloğun ve işbirliğinin her düzeyde geliştirilmesi, devam eden katılım sürecimizin bir gereğidir.

Bugün, katılım müzakerelerimiz devam ettiği halde, Avrupa'da ülkemize ilişkin, Türkiye'de ise AB ile ilgili olarak bazı iletişim, algılama ve anlayış sorunlarının, kimi zaman da yanlış anlamaların bulunduğunu görüyoruz.

Bu itibarla, KİK'in çalışmalarının bundan sonra da etkin biçimde devam etmesini temenni ediyorum.

Aynı şekilde diğer sivil toplum örgütlerinin de çalışmalarına güçlü bir şekilde devam etmelerini canı gönülden arzu ediyorum.

Temalı oturumlara geçmeden önce, toplantının başlangıcında, Türkiye-AB ilişkilerine ilişkin bazı tespit ve görüşlerimi, geçmiş görevlerimde yaşadığım tecrübelerin de ışığında sizlerle paylaşmak istiyorum.

Değerli Katılımcılar,

Bugün, sizlere Türkiye'nin modern Avrupa kurumları ve değerleri ile olan ilişkisinin ne kadar tarihsel ve köklü olduğu gibi bildiğiniz hususları tekrarlamayacağım.

Bunlar hepimizin çok iyi bildiği, zaman zaman çok geniş şekilde konuştuğumuz konulardır.

Zira, bu tarihsel temel artık yepyeni bir olguya dönüşmüştür.

Yepyeni bir statüye ulaşmıştır.

Türkiye, 2005 yılında AB ile tam üyelik müzakerelerine başlamış bir ülkedir.

Müzakerelere başlamakla kalmamış, mesafe de katetmeye başlamıştır.

Bazı fasıllar açılmış, bunlar içerisinde mesafeler alınmış, bunlarla ilgili birçok işler yapılmıştır.

Bu gelişme, iki tarafa da tarihi bir fırsat ve yeni bir perspektif vermektedir.

Bu tür fırsatlar değişen konjonktürler nedeniyle her zaman ortaya çıkmayabilir.

Bunun bilinciyle, şimdi iki taraf bu tarihi fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeli ve bu yeni perspektifte ilerlemedir.

Diğer yandan, müzakere sürecinin kolay ve hızlı bir süreç olmadığı ve olmayacağı bilinen bir gerçektir.

Türkiye, bunun bilincindedir.

Ancak, bir başka gerçek de, müzakerelerin Türkiye'nin ve istisnasız bütün Avrupa Birliği ülkelerinin ittifakla ve en yüksek düzeydeki siyasi iradeleriyle başlamış olduğudur.

Bu husus, müzakere sürecindeki güçlüklerin aşılması için iki tarafa da gerekli yasal ve siyasi zemini sağlamaktadır.

Değerli Konuklar,

Türk halkı, Anayasamızın devletimizi demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak niteleyen temel ilkeleri konusunda mutabakat içindedir.
Bunda hiçbir şüphe yoktur.

Bu mutabakat, halkımızın dokusundan gelen, köklü ve kuvvetli bir mutabakattır.

Bu, aynı zamanda, milletimizin tarihsel tecrübe ve birikiminden süzülmüş, akılcı temellere dayanan bir mutabakattır.

85 yıllık Cumhuriyet döneminde sağlanan başarı ve kazanımlar, Cumhuriyetimizin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olma özelliklerini daha da güçlendirmiştir.

Daha da derinleştirmiştir.

Türk halkı, bu sürecin devamı konusunda tam bir kararlılık içindedir.

Bu doğrultuda ve Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün "çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak" olarak özetlediği hedefe ulaşma yolunda bugüne kadar muazzam bir mesafe katedilmiştir.

Türkiye'nin ufku, aynı doğrultuda, son derece açıktır.

Türkiye'nin AB ile ilişkileri, işte bu noktada her zaman önemli rol oynamıştır ve oynamaya devam edecektir.

Zira, AB'nin demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, insan haklarına, sosyal haklara, serbest piyasa ekonomisine ve kültürel çeşitliliğe dayanan temel değerleri, gerek Cumhuriyetimizin felsefesi ve pratiği, gerekse Anayasamızın ilkeleri ile tam bir uyum içindedir.

Bu nedenledir ki, Avrupa ile kurumsal ilişkilerimiz, tüm Cumhuriyet Hükümetleri'nin siyasetlerinin temellerinden birini teşkil etmiştir.

Parlamentomuz, bütün dönemlerde, Avrupa ile ilişkilerimizi tesis eden ve güçlendiren yasama çalışmalarını titizlikle ve azimle gerçekleştirmiştir.

Türk halkı da, bu yönelimi heyecanla ve kuvvetle benimsemiş ve desteklemiştir.

Duyduğumuz bu heyecanda zaman zaman yaşanan iniş-çıkışlar konjonktüreldir.

Aynı durumun Avrupa halkları bakımından da geçerli olduğuna inanıyorum.

Sayın Konuklar,
Değerli Katılımcılar,

Türkiye içindeki ve Avrupa kamuoyundaki bütün tartışmalara rağmen, Türkiye ve Türk halkı AB'nin değer ve standartlarını benimseme, içselleştirme ve hayata geçirme yönünde sessiz, ancak devamlı biçimde mesafe almaktadır.

Başta yeni Ceza Kanunu ve Medeni Kanunda yapılan değişiklikler ve AB müktesebatına uyum doğrultusunda yapılan diğer yeni düzenlemeler ile hayatımızı şekillendiren kurallar en yüksek demokratik standartlara yaklaşmış bulunmaktadır.

Bunlardan sadece birkaçı bile yaşanan dönüşümün boyutlarını göstermektedir:

• İdam cezası savaşta veya barışta kaldırılmıştır.

• İşkence ve kötü muamele iddialarına mesnet olan durumlar ortadan kaldırılmıştır.

• Kadın hakları ve kadının eşit statüsü Anayasal güvenceye ve uluslararası standartlara en kuvvetli biçimde bağlanmıştır.

• Düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün alanı daha da genişletilmiştir.

AB müktesebatıyla uyum çalışmalarının da etkisiyle artık hayatımızın birçok alanında somut ilerlemeler görmekteyiz:

• Ürettiğimiz malların, verdiğimiz hizmetlerin kalitesi yükselmektedir.

• Çok sesli, bilgilendirici, dinamik, dünyaya açık bir medya ve sivil toplum hayatımızı artan biçimde etkilemektedir.

• Kültürel hayatımızda belirgin bir canlanma ve çeşitlenme yaşanmaktadır.

• Bilgi toplumu olma yönünde hızlı bir gelişme vardır.

• TBMM'deki kadın milletvekili sayısı en yüksek düzeye ulaşmıştır.

• Tüketici hakları, çevre koruma, aile içi şiddete karşı mücadele gibi çok çeşitli konularda artan bir bilinçlenme görülmektedir.

• Saydamlıktan ve iyi yönetimden yana, yolsuzluklara karşı kolektif bir duyarlılık gelişmekte ve hayata geçmektedir.

Tüm bu saydıklarım, AB değer ve standartlarının hayata geçmekte olan sadece birkaç örneğidir.

Aynı zamanda bu örnekler, Türkiye'nin hangi istikamete doğru geliştiğinin en iyi kanıtıdır.

Değerli Konuklar,

Türkiye'nin AB ile entegrasyon sürecinde gösterdiği performans, gelişmeleri objektif bir bakışla izleyen dünya kamuoyunun dikkatinden kaçmamaktadır.

Başta Avrupa ve Ortadoğu olmak üzere dünya kamuoyu şunu da görmektedir:

Bu ilişki sadece AB ve Türkiye için değil, bölge ve dünya için bir anlam taşımaktadır.

Gerçekten de, Türkiye-AB entegrasyonu nihayette başarılı olursa, bunun bölgesel barış, istikrar ve refah üzerinde çok yönlü ve olumlu etkileri olacaktır.

Bu olumlu etkiler, enerji güvenliği ve çevre koruma gibi hayati konulardan göç, uyuşturucu, örgütlü suç, terörizm gibi küresel meselelerin çözümünde, kültürel bunalımların aşılmasında da görülebilecektir.

Sayın Konuklar,
Baylar, Bayanlar,

AB ülkeleri başta olmak üzere, bütün demokratik ülkelerde olduğu gibi, Türkiye'de de bazı siyasi ve hukuki tartışmalar, mücadeleler yaşanabilmektedir.

Bu tartışmalar, yine birçok ülkede olduğu gibi, zaman zaman sertleşebilmekte veya keskinleşebilmektedir.

Bütün bunlar demokrasilerin doğasında mevcuttur.

Demokrasiler ancak, bu tür tartışmaların ortak akılla sonuçlandırılması suretiyle güçlenir.

Türkiye'de de, bu tür tartışmalar, ileri özgürlük koşullarında, çok sesli ve çoğulcu bir ortamda gerçekleşmektedir.

Herkes, demokrasinin ilkelerinin ve kurumlarının zedelenmemesi gerektiği konusunda duyarlı olmalıdır.

Böyle bir ortamın, tartışmaların en akılcı biçimde, toplumun çıkarına sonuç vermesine imkan tanıyacağına inanıyorum.

Dünya demokrasilerinin, Avrupa demokrasilerinin tecrübesi de esasen bu yönde olmuştur.




Değerli Katılımcılar,
Sayın Konuklar,

Bildiğiniz gibi, Türkiye Kopenhag siyasi kriterlerini "yeterince" karşıladığının tespit edilmesi üzerine tam üyelik müzakerelerine başlamıştır.

Dolayısıyla, şimdi Türkiye'nin önceliği, kriterlerin uygulanmasını pekiştirmek ve müzakere fasıllarının gerektirdiği diğer alanlardaki hususları gerçekleştirmek olmalıdır. Yani yapılacak daha epeyce işlerimiz vardır.

Esasen sözkonusu reformlar, AB ile müzakere sürecimizin unsurları olmasaydı da, halkımının çıkarlarına olduğuna inandığımız için bu reformları güçlü bir şekilde desteklememiz gerekmektedir.

Zira, Türkiye'nin reform gündemi, esas olarak Türk halkının beklenti ve özlemlerine hitap etmektedir.

Bu reformlar Türkiye'nin iç bünyesini, uyum ve istikrarını daha da güçlendirecek, böylece ulusal çıkarlarımızın lehine olacaktır.

Dolayısıyla, reform sürecine konjonktürel veya güncel gelişmeler açısından değil, uzun vadeli bir vizyon içinde eğilmek gerekmektedir.

Bu konuda komplekse kapılmaya da hiç gerek olmadığı kanaatindeyim. Doğal olan ne ise onu yapmaktan hiç çekinmemek gerekir.

Türk toplumu, geçmişinde en başarılı inkilap ve dönüşümleri başarmıştır.

Türk toplumu bu defa da yeni bir çağdaşlaşma aşamasına ulaşacak özgüven ve yeteneğe sahiptir.

İşte bu anlayışla, millet olarak reform sürecinde ara vermeksizin koşar adımlarla gitmemizi tavsiye ediyorum.

Bunu Türkiye'yi bugün içinde bulunduğu tartışmalı ortamdan da daha güçlü şekilde çıkaracağına, ayrıca toplumun bazı kesimlerinin var olan kaygılarını da gidereceğine inandığım için gerçekten tavsiye ediyorum. Reform sürecine konjoktürel veya çeşitli bahanelerle değil, çok güçlü, uzun vadeli Türkiye'yi daha güçlü kılacağı, Türkiye'yi bu bölgede daha güçlü kılacağı, bu bölgenin en cazip ülkesi haline getireceğini inandığım için söylüyorum bunları.
Tabii ki, Türkiye kendini kararlılıkla reforma tabi tutarken, kamuoyumuzun haklı beklentisi de AB'nin bu sürecin devamını teşvik edecek biçimde yapıcı ve anlayışlı bir yaklaşım içinde olmasıdır.

Bu, Türkiye'ye verilmiş olan taahhüdün gereği olduğu gibi, AB'nin kendi gelecek tasavvuru ve güvenilirliği bakımından da önemlidir.

Türkiye ve AB arasında bir köprü niteliği taşıyan KİK, bu konuda şimdiye kadar üstlendiği rolü aynı heyecanla devam ettirmelidir.

Şunu unutmayalım ki, Hükümetler arası görüşmeler, Parlamentolar arası görüşmeler, bunlar aslında kamuoylarını hazırlamaktan çok daha kolaydır.

Esas zor olan taraf, Türkiye'de ve AB üyeleri içerisinde kamuoyunu inandırmak, bu işin her iki taraf için de kazanç olduğunu onlara göstermekten geçmektedir.

Bu da sadece kağıt üzerinde kalacak bir husus değil, birçok faaliyetlerin sadece resmi eller vasıtasıyla değil, siz ve sizin gibi diğer sivil toplum örgütleri vasıtasıyla yapılacak işlerdir.

Açıkçası onun için toplantılarınıza geliyorum. Onun için başından beri, daha önceki görevlerimde de bu çalışmalara çok önem verdim. Bundan sonra da önem vereceğimi bir kez daha tekrarlıyorum.

Bu itibarla KİK'e her zaman verdiğimiz destek, bundan sonra da artarak devam etmeli ve sivil toplumun katılım sürecimizde yol gösteren rolü daha da pekiştirilmelidir.

Reformlar konusunda da aynı şekilde toplumdan gelen talep, muhakkak ki, ülkeyi yönetenler tarafından çok daha fazla dikkate alınacaktır. Bu açıdan sivil toplum örgütlerini gerek AB sürecinde, gerekse Türkiye'nin diğer konularında etkinliğinin çok önemli olduğuna inanıyorum.

Bu düşüncelerle bu toplantınızın başarılı geçmesini diliyorum. Bundan sonraki toplantıların da bu süreci giderek güçlendireceğine ve Türkiye ile AB'yi gerçek anlamda birbirine daha da yaklaştıracağına inanıyorum. Hepinize tekrar başarılar diliyorum.
Yazdır Paylaş Yukarı