15. Dünya Ekonomi Kongresi'nde Yaptıkları Konuşma

25.06.2008
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült
Sayın Cumhurbaşkanımızın Türkiye Ekonomi Kurumu tarafından düzenlenen 15. Dünya Ekonomi Kongresi'nde yaptıkları konuşma aşağıda sunulmaktadır:

"Değerli Katılımcılar,
Sayın Konuklar,
"Küreselleşmenin Meydan Okuması" konulu "15. Dünya Ekonomi Kongresi"nde aranızda bulunmaktan büyük memnuniyet duyduğumu ifade ederek sözlerime başlamak istiyorum.
Küresel ekonomideki gelişmeler bakımından, çok anlamlı bir içerikle ve zamanlı biçimde düzenlenen Kongrede biraraya gelen siz değerli uzmanları selamlıyorum.
Bu vesileyle ülkemize gelen değerli konuklara hoşgeldiniz diyorum.
Sayın Konuklar,
20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren ekonomi alanında etkilerini hissettirmeye başlayan küreselleşme sürecinin günümüzde hemen her alanda belirleyici hale geldiğini ve bir anlamda, dünyada yeniden yapılanmaya neden olduğunu hepimiz izlemekteyiz.
Bu süreçte demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı, düşünce, inanç, fikir, ifade ve girişim özgürlüğü ile saydamlığın dünyada ortak değerler olarak giderek daha çok benimsenmekte olması memnuniyet vericidir.
Bunlara paralel olarak, uluslararası ticaret, rekabet, fikri haklar ve çevre gibi alanlarda yeni norm ve standartlar getirilmekte olmasını da olumlu gelişmeler arasında zikretmek gerekir.
Uluslararası ticarette serbestleşme, finansal piyasalarda bütünleşme ve iletişim teknolojisindeki hızlı gelişme ile bilgiye erişim imkanlarının artması artık modern iktisadi hayatın gerçeklerindendir.
Bu kapsamda, ülke ekonomilerinin giderek serbestleşmesiyle, üretim ve ticari faaliyetler artan oranda uluslararası nitelik kazanmaktadır.
Dünya ticaret hacmi hızla genişlemektedir.
Finansal piyasaların bütünleşmesi, tasarrufların kullanımında ve kaynak dağılımında etkinliği arttırılabilmektedir.
Teknolojik gelişme ve bilginin paylaşımındaki kısıtlamaların büyük ölçüde ortadan kalkmasına paralel olarak, yüksek oranlı verimlilik artışları sağlanabilmesi de önemli bir gelişmedir.
Bu gelişmeler sayesinde, 2000'li yılların başlarından itibaren küresel ekonomi büyüme yönünden önemli bir ivme yakalamıştır. Dünya genelinde, enflasyon oranlarında belirli düşüş gerçekleşmiştir.



Sayın Katılımcılar,
Dünyada gözlenmiş olan bu canlılığa paralel şekilde, Türkiye ekonomisinin de 2002 yılının ilk çeyreğinden itibaren kesintisiz ve yüksek bir büyüme sürecine girmiş olduğunu biliyorsunuz.
Buna göre, Türk ekonomisi 2002-2007 döneminde reel olarak yıllık ortalama yüzde 7 civarında büyüyerek 659 milyar dolarlık bir milli gelire ulaşmıştır.
Satınalma gücü paritesine göre bu miktar 1 trilyon dolara tekabül etmektedir.
Bu milli gelir düzeyi ile Türkiye dünyanın 17'nci, Avrupa'nın ise 6'ncı büyük ekonomisi haline gelmiştir.
Bu dönemde Türkiye ekonomisinde dikkat çekici verimlilik artışları gerçekleşmiştir.
Buna ilaveten, üretimde teknolojik düzeyin yükselmesi ve eğitimli genç insan gücünün artması da önemli gelişmeler teşkil etmiştir.
Büyük ekonomik ve sosyal maliyetler yaratan kronik yüksek enflasyon sorunu aşılarak, enflasyonun uzun yıllardan sonra tek haneli oranlara inmesi sağlanmıştır.
Bir paradoks gibi gözükse de, Türkiye'nin yüksek büyümeye paralel olarak enflasyonda düşüş sağlamış olması kayda değer bir başarıdır.
Değerli Konuklar,
Bu noktada, Türkiye ekonomisinin bu performansında, olumlu dış koşulların yanında, uygulanan yapısal reformlar ve makro-ekonomik politikalar ile bu süreçte yurtiçi ve yurtdışı piyasalarda tesis edilen güven ortamının ve AB ile müzakerelere başlanmış olmasının belirleyici bir rol oynadığını vurgulamak isterim.
Türkiye'de 2001 yılı sonrasında uygulanan ekonomik program neticesinde, kamuda mali disipline bağlılık süreklilik kazanmıştır.
Finansal sistemdeki kırılganlıklar önemli ölçüde giderilmiştir.
Sürdürülebilir büyümeyi destekleyecek güçlü bir finans sisteminin oluşturulması yönünde kurumsal ve hukuki altyapı tesis edilmiştir. Güçlü reformlar gerçekleştirilmiştir.
Böylece ekonomi dış şoklara karşı daha dirençli bir yapıya kavuşturulmuştur.
Bu kapsamda izlenen sıkı maliye ve para politikalarının büyümeyi sınırlandırıcı bir etkisi olmamıştır.
Aksine, kamu dengelerindeki iyileşme ve fiyat istikrarını sağlama yönündeki gelişmeler, büyüme sürecine önemli katkı sağlamıştır.
Türkiye, siyasi ve makro-ekonomik istikrarın sağlanmasıyla ve uygun yatırım ortamının oluşturulmasıyla birlikte, yabancı yatırımlar açısından da bir cazibe merkezi haline gelmiştir.
1990-2000 döneminde 6,2 milyar dolar düzeyinde gerçekleşen net doğrudan yabancı yatırımlar 2002-2007 döneminde 52 milyar doları aşmış bulunmaktadır.
Böylece Türkiye, bir yandan gelişmekte olan ülkelerin sunduğu fırsatları sunan, ama aynı zamanda gelişmiş ülkeler gibi riski minimum hale getiren bir performans göstermiş olmaktadır.
Değerli Katılımcılar,
2007 yılında ortaya çıkan küresel likidite daralmasının Türkiye ekonomisi üzerindeki etkisi sınırlı düzeyde kalmıştır.
Bu durum Türkiye'de gerek makro-ekonomik dengeler, gerekse finansal sistemi güçlendirme yönünde önemli mesafe katedildiğini açık biçimde ortaya koymaktadır.
Bununla birlikte, sürdürülebilir büyüme ve istikrarı kalıcı olarak sağlayacak, dış şokların olumsuz etkilerini en aza indirecek ve hatta bertaraf edecek ekonomik ve siyasi tedbirlerin alınmasına Hükümetçe titizlikle devam edilmesi büyük önem taşımaktadır.
Türkiye böylece güçlükleri aşmakla kalmayıp, bölgesinde ekonomik cazibe merkezi olma özelliğini de pekiştirebilecektir.
Esasen, küreselleşmenin ülkelerin ekonomik ve sosyal gelişmesi üzerinde öngörülenin çok ötesinde belirleyici hale geldiği ve gelecekte bu etkinin daha da artmasının kaçınılmaz olduğu bir ortamda, sadece Türkiye değil, bütün ülkeler ekonomilerini güçlü tutma çabalarını aralıksız sürdürmek ve yeni koşullara uyum yeteneklerini geliştirmek durumundadır.
Bu yeni dönem geçmişe göre çok daha değişken, esnek, açık, hızla değişen, krizlerin çok daha etkili olduğu, büyük fırsatlar sunmanın yanında ciddi yeni mücadeleler gerektiren bir dönemdir.
Rekabetin yoğunlaştığı, belirsizliklerin arttığı bu yeni dönemde bireyler, kurumlar ve uluslar, bir yandan ortaya çıkan fırsatlardan azami ölçüde yararlanmaya, aynı zamanda risklere karşı korunmaya çalışmak durumundadır.
Ancak, bu çabaların amaçlanan başarıyı kalıcı hale getirmesi, yani yüksek bireysel ve sosyal refah düzeyini sağlaması, geçmişten daha farklı bir yaklaşımı gerektirmektedir.
Bu yaklaşımın temelini de küresel işbirliğinin geliştirilmesi, uluslararası toplumun sorunlara "ortak çözümler" üretmesi ve çözüm yolunda "birlikte hareket etmesi" oluşturması gerektiğini bu Kongre vesilesiyle uluslararası kamuoyuna yönelik olarak vurgulamak isterim.
Sayın Konuklar,
Küreselleşme sürecinde dünya hasılasında ve fert başına gelirde yüksek artışlar gerçekleştiği bir vakıadır.
Ancak ne yazık ki, bu yükselme sürerken dünyanın değişik bölgeleri ve ülkeleri arasındaki gelir dağılımı eşitsizliklerinin ve yoksulluğun azaltılmasında önemli bir mesafe alınamadığı da bir gerçektir.
Oysa günümüzde, bilgiye ulaşmada zaman ve mekan kısıtlamaları ortadan kalkmaktadır.
Dünya halkları birbirini ve diğer ülkelerdeki gelişmeleri yakından izlemektedir.
Bu durum toplumsal ve kültürel tepkilerin artmasına ve daha da ileri giderek çatışmaların ortaya çıkmasına zemin hazırlayabilmektedir.
Dünyayı bir anlamda küçülten modern iletişim teknolojileri, zenginle fakir arasındaki uçurumu daha önce olmadığı kadar açık biçimde gözönüne sermektedir.
Ortaya çıkan tablo öfke ve hayal kırıklığı yaratabilmektedir.
Küresel ekonominin performansının zayıflaması durumunda, zaten varolan sorunlara bağlı yasadışı göç, şiddet, örgütlü suç gibi eğilimlerin artarak devam etmesi riski ciddi biçimde mevcuttur.
Finansal dalgalanmaların, küresel ekonomik konjonktüre ilişkin belirsizliklerin hakim olduğu, gıda, hammadde ve enerji fiyatlarında önemli artışların gerçekleştiği içinde bulunduğumuz dönem, bu açılardan dikkatle değerlendirilmelidir.
Bu konjonktürde gelişmiş ülkeler dahi kısa vadede enflasyonist baskıların artması, uzun vadede gıda güvenliği sorunlarına karşı tedbir aramaktadırlar.
Gelişmiş ülkelerin bile tedbir aradığı bir dönemde, gelişmekte olan veya en az gelişmiş olan ülkelerin ne kadar büyük ve ciddi sorunlar ile karşı karşıya oldukları açıktır. Bunların başında açlık ve yoksulluğun daha da artması gelmektedir.
Geldiğimiz bu noktada, ortak sorumluluğumuz gereği, acil sorunların çözümü yönünde tüm Hükümetleri ve bölgesel ve uluslararası ekonomik ve siyasi kuruluşları samimi işbirliğinde bulunmaya ve kollektif çaba göstermeye davet ediyorum.
Tabiatıyla, iş dünyasının ve şirketlerin bu çabalara katkıda bulunmaları hem insanlığa karşı ahlaki bir borçtur, hem de kendi varlıkları bakımından akılcı bir tutum olacaktır.
Kaynaklarımızın savaş, çatışmalar, yolsuzluklar, akılcı ve verimli olmayan kullanımlarla israf edilmesi yerine, küresel düzeyde refahın arttırılması, refahın ulusal ve uluslararası düzeyde daha dengeli dağılımının sağlanması, kaynakların açlık ve yoksullukla mücadeleye ayrılmasının dünya barışına çok önemli katkıda bulunacağına olan inancımı bu noktada özellikle vurgulamak isterim.
Değerli Katılımcılar,
Geleceğe yönelik olarak faydalı sonuçlar doğuracağını düşündüğüm "15. Dünya Ekonomi Kongresi"nin ülkemizde gerçekleştiriliyor olmasından büyük memnuniyet duyuyorum.
Kongrenin gerçekleştirilmesine katkıda bulunan herkesi kutluyorum.
Dünya ekonomisinin önemli bir safhadan geçmekte bulunduğu bir dönemde bizleri biraraya getiren bu Kongrenin verimli ve başarılı geçmesini diliyorum.
Teşekkür ederim."
Yazdır Paylaş Yukarı