727. Ertuğrul Gazi'yi Anma ve Söğüt Şenlikleri'nde Yaptıkları Konuşma

14.09.2008
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült
Sayın Cumhurbaşkanımızın, 727. Ertuğrul Gazi'yi Anma ve Söğüt Şenlikleri'nde yaptıkları konuşma aşağıda sunulmaktadır:
"Sevgili vatandaşlarım, değerli misafirler; bugün bu anlamlı beldede sizlerle beraber olmaktan duyduğum mutluluğu ifade ediyor, hepinize en derin sevgilerimi, saygılarımı sunarak sözlerime başlamak istiyorum.
Neredeyse sekiz asır önce Selçuklu Sultanlarının Ertuğrul Gazi'ye kışlak olarak bağışladıkları Söğüt'te sizi selamlarken tarif edilmez bir heyecan içindeyim.
400 çadırlık aşiretini Söğüt'e yerleştirerek altı asır hüküm sürecek bir cihan devletinin kurulmasına vesile olan Ertuğrul Gazi, 1281 yılında bu KUTLU toprakta defnedildi. O günden bugüne bu anma merasimleri yapılıyor, bu şenlikler yapılıyor.
Yine sözlerimin başında emeği geçen ve bu geleneği sürdüren herkese şükranlarımı sunuyorum.
Biz bugün 727. Ertuğrul Gazi'yi Anma ve Söğüt Şenlikleri için buradayız. Hepimiz açısından bugünün önemi çok büyüktür, tarihimizi gözden geçirmek, ders almak, heyecan duymak ve geleceğe bakmak için de güzel bir fırsattır.
Siz değerli vatandaşlarım ve değerli misafirlere şöyle çarpıcı bir hikâyeyle sözlerime başlamak istiyorum: Ertuğrul Gazi emri altında bulunan topraklarda yaşayan halk tarafından gerçekten çok sevilen bir kişiydi. Öyle ki, o zaman bu topraklarda bulunan Hıristiyanlar da onu çok çok seviyorlardı. Hatta vefat ettiklerinde kendi mallarından, mülklerinden onun adına kurulan vakıflara bağışlar yapmışlar ve onlar giderek hep büyümüştü.

Sevgili vatandaşlarım, bir Türk boyu gelmiş, Selçukluların hududunda bir yere, tam da şu anda bulunduğumuz topraklara yerleşmiş. Küçücük bir beylik, hatta Osman Gazi oğlu Orhan Gazi'ye diyor ki; "Oğlum, ben buraya bir zayıf karınca gibi geldim.". O zamanı düşünürseniz birçok beylikler var, darmadağın, onların içerisinden küçük bir beylik gelmiş ve buraya otağını kurmuş ve burayı artık kendisine daim etmiş.
Anadolu beyliklerinin en küçüğü olan işte bu Osmanlı Beyliği, diğer beyliklerden farklı olarak hep Bizans'a karşı savaşarak Rumeli'ye yönelmiş. Zaruret olmadıkça kendi soydaş ve dindaşına karşı asla silah çekmemiş. Orta Asya'dan Anadolu'ya akan Türkmen enerjisini birbiriyle mücadele etme yerine dış hedeflere yöneltmiş. Bu sayede Anadolu'daki bu büyük enerji Osmanlı Beyliği'ne akarak bir sinerji doğurmuş. O zamanki birçok beylikler tam tersine kendi içlerinde mücadele ederken, Ertuğrul Bey'in, Osmanlı Beyliği'nin en büyük özelliği dışa karşı, kendi içerisine asla silah kaldırmamış, kendi içerisinde mecbur kalmadıkça asla bir mücadeleye girmemiş. İşte onun için bu sinerji Osmanlı Beyliği'ni Avrupa'da fetihlerle büyütürken, Anadolu Beyliklerindeki ahalinin de gönüllerinin fethedilmesine yol açmıştır. Kalpleri ve gönülleri fethederek başlamıştır.
Bu örnek, değerli vatandaşlarım, değerli misafirler; bugün de geçerlidir. Türkiye bugün büyük bir dinamizme ve enerjiye sahiptir. Bu enerjiyi birbirimizle kavga ederek harcama yerine, dünya şekillenirken dışarıya yöneltmek önümüzü açacaktır. Ne kadar çok enerjimizi kendi aramızda boşa harcarsak, o kadar çok daha sonra telafisi mümkün olmayan çıkarlarımızdan fedakârlık etmiş olacağız. Onun için ne yapıp yapıp, bundan 700-800 yıl önce olduğu gibi, atalarımızın yaptığı gibi enerjimizi kendi içimizde, kendi enerjimizi dışa doğru yöneltmemiz gerekir. Bugün fetihler iktisatta, bilimde, sanatta, hukukta ve demokraside gösterdiğimiz başarılarla, insan hak ve hukukuna gösterdiğimiz değerle ölçülmektedir. Şimdi Türkiye'nin bütün enerjisini, aziz Atatürk'ün söylediği muasır medeniyetlerin üstüne yetişmek için seferber etme zamanıdır.
Aramızda anlaşmazlıkların olması, tartışmaların olması gayet tabidir, açık toplum olmanın da gereğidir. Önemli olan, bütün bunları karşılıklı saygı ve karşılıklı birbirimizin hukukunu koruyacak seviyede yapmaktır. Mühim olan nokta, bu anlaşmazlık ve tartışmaların meşru sınırlar içinde yapılmasıdır. Bu bakımdan demokratik sürecin, hukuk devletinin ve anayasal sistemin işlemesi fevkalade önemlidir.
Aziz vatandaşlarım, şimdi yeniden tarihe dönecek olursak, Anadolu'da Selçukluların mirasına talip olan Osmanlılar, Balkanlar'da iyice genişledikten sonra mecburen Anadolu'nun kalan topraklarını ilhak etmeye başlamış ve milli birliği kurmuşlardır. Zaten kalpleri ve gönülleri fethettikten sonra milli birliği oluşturmak zor da olmamıştır.
Sonuçta Osmanlılar güçlü mefkûreleri ve teşkilatları sayesinde sadece Selçukluların varisi olmamışlardır, aynı zamanda üç kıta üzerinde ve Akdeniz havzasında hak ve adalete dayanan yeni bir dünya düzeni kurarak Türk ve İslam tarihinde çok anlamlı ve şanlı bir yer almışlardır.
Bu dünyadan asırlar boyunca büyük iddialarla devlet kuran, iklimler fetheden Büyük İskenderler gibi, Cengiz Han'lar gibi birçok büyük hükümdarlar, komutanlar gelip geçmiştir. Ancak bu devletlerin çoğu bu büyük şahsiyetlerle kalim oldukları için bu şahsiyetler öldükten sonra bu devletler de dağılıp gitmiştir. Ama Ertuğrul oğlu Osman Gazi'nin halisane kurduğu teşkilat ise güçlü liderlerin elinde büyümüş ve 600 küsur yıl yaşayacak bir devleti ebet müddete temel olmuştur. Anadolu'ya yaslanan bu cihan imparatorluğu uzun ömrünü öyle değme topraklarda değil, Balkanlar, Doğu Avrupa, Kafkaslar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika gibi dünyanın en büyük ve en sorunlu coğrafyalarında sürdürmüştür. Üç beş kabile barındıran el değmemiş topraklarda değil, tam tersine büyük medeniyetlerin kurulup yıkıldığı, dünyanın en kalabalık ve zor bölgelerini yönetmiştir.
Şöyle bir düşünelim: Bugün Osmanlı'nın boşalttığı bu stratejik bölgelerin tamamında huzursuzluklar vardır, kan vardır, gözyaşı vardır. Bu huzursuzluklar derinleştikçe, bugünün ilim ve devlet adamlarının gözlerinde giderek Osmanlı barışının anlamı, manası ve büyüklüğü çok daha fazla yerini almaktadır. Bu ilim ve devlet adamları Osmanlıların bugün her biri kanayan yara olan bu bölgeleri nasıl bu kadar uzun süre yönetebildiklerine hayret etmektedirler.
Aslında, değerli vatandaşlarım, bunun sebebi çok basittir. Cengiz Han, Büyük İskender gibi hükümdarlar ordularıyla fetihler yapmışlardır. Fakat bunlar orduları kadar güçlü ve istikrarlı yönetimler tesis edemedikleri için kendilerinden sonra devletleri dağılmıştır. Başarılarınızın tesadüfü olmadığını göstermeniz için istikrarlı yönetimler kurmalısınız. İşte Türkler, sistemli işleyen, adalete dayanan bir devlet kurma konusunda gerekli olan birikimi tarihlerinde, kültürlerinde ve adım attıkları coğrafyalarda belleklerinde bulmuşlardır ve yerleştirmişlerdir. Orta Asya'da gelişen Türk kültürünü Müslüman olduktan sonra zenginleştiren Osmanlı kendisine güvenmiş, Anadolu, Mezopotamya, Mısır ve Roma kültürleriyle etkileşime girmekten asla çekinmemiştir. Bu sayede medeniyetlerini zenginleştiren Türkler yönetim felsefelerinin temeline hoşgörüyü koymuş. Farklı dinlerden, kültürlerden insanların huzur içinde birlikte yaşamalarını sağlayan bir sistem kurmuş ve bütün bunu dünyaya göstermişlerdir. Böylece Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve daha nice başka milletler hep beraber asırlarca Müslümanlarla beraber bu topraklarda huzur içinde yaşamışlardır. Ama bir gün gelmiş, devletler millet fikri etrafında şekillenmeye başlamış ve Osmanlı gibi çok unsurlu imparatorluklar ömrünü doldurmuşlardır. Yıkılmaya yüz tutan bütün imparatorluklarda olduğu gibi elbette Osmanlı Devleti'nin son yıllarında da kavimler arasında tatsız olaylar olmuştur.
Osmanlı Devleti'nin hüküm sürdüğü çetin bir coğrafyanın bağrından Balkanlar'daki evladı Fatihanımızdan yetişen Mustafa Kemal'in önderliğinde kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti'yle beraber biz temiz bir sayfa açtık. Eski kavgalar, hesaplar, kinleri unutalım, iyi komşu olalım, birbirimizin toprağına tamah etmeyelim dedik. İşte Atatürk'ün veciz bir şekilde ortaya koyduğu; yurtta sulh, cihanda sulh; bu anlayışın temelini oluşturdu.
Sevgili vatandaşlarım, konuşmamın başında verdiğim bilgiyi tekrar hatırlayalım. "Ertuğrul Gazi'nin ölümünden sonra Hıristiyan ahali Söğüt'te bulunan bir bağ ile onun yanındaki çiftliği Ertuğrul'un ruhu için onun adına kurulan vakfa bağışlamışlardır" demiştim. Bizim bu sevgi, saygı ve hoşgörü ortamını hem ülke içinde, hem de dışarıda komşularımızla yeniden sağlamamız gerektiği inancındayım. 21. yüzyıla uygun politikalarla etrafımızda bir dostluk halesi oluşturarak ülkemizi yüceltmenin yollarını aramalıyız. Düşmanlıklarla, kin ve garez halelleriyle çevrili kapana kısılmış bir Türkiye yerine, tam tersine inisiyatifi eline alan, sadece içini değil çevresini de kollayan ve gözeten büyük bir devlet olduğumuzun farkına varmalıyız.
Kıymetli vatandaşlarım,
Ertuğrul Gazi soyundan gelen ilk Osmanlı hükümdarlarının hayatlarına bakınca insanın gözleri yaşarıyor. Mütevazı, halkın içinde, halkla beraber, halkın derdiyle dertlenen, onlara iyilik yapan, müesseseler kuran insanlar olmuştur. Orhan Gazi'nin hayatı bizler için ibretliktir. Atalarımız aldıkları toprakları yeşillendiriyor, bağlar-bahçeler değil sadece medreseler, köprüler, kütüphaneler kuruyor ve onlar asırlar boyu insanlığa hizmet ediyordu. Aslında bunun altında Osman Gazi'nin, "İnsanı yaşat ki devleti yaşat" felsefesi vardı. Devleti ebette müddet kılmak için insana önce önem verdiler. İnsanın sadece maddi değil manevi varlığına da önem verdiler. Ve onun için herkese örnek oldular, herkesin kalbini ve gönlünü kazandılar. Kılıçlarından önce insanların sevgisini elde ettiler.
Bu asır birlik asrıdır. Küreselleşme tek bir dünya, tek bir aile diyerek bütün insanlığı aynı kültür altında birleştirmeye çalışırken, kendi içimizde birbirimize düşmek asla ve asla bize yakışmaz. Her zaman söylediğimi burada bir kez daha tekrar etmek istiyorum. Farklılıklarımız daima bizim zenginliğimiz olacaktır. Birbirimize daima saygı göstermek durumundayız. Birbirimize saygı göstermezsek, başkalarının bize saygı göstermelerini asla bekleyemeyiz. Onun için bu milletin mayasında olan sevgi ve saygıyı daima öne çıkartmalıyız. Hele bu beldede konuşurken Osman Gazi'lerin, Ertuğrul'ların, onların öğütlerini hepimiz bir kez daha aklımızdan çıkartmamalıyız.
Değerli vatandaşlarım,
Bir kez daha sözlerimi bitirmeden şunu söylemek istiyorum: Şimdi bütün enerjimizi Türkiye'nin muasır medeniyetlerin üstüne çıkartma için seferber etme günüdür. Türkiye'yi modernleştirme için, Türkiye'de köklü reformları yapmak, milli bünyemizi kuvvetlendirmek, halkımızın refahını artırmak için seferber olma günüdür. Bunu hep birlikte elbirliği içinde yapacağımıza inancım tamdır.
Ben, hiçbir zaman Türkiye'nin geleceğinden karamsar olmadım. Türkiye'nin geleceğinin çok aydınlık, çok parlak olduğuna güçlü, kuvvetli bir şekilde inananlardanım. Milletimiz, gençliğimiz, Türk milleti bunu kesinlikle başaracaktır. Bunun işaretlerini görüyoruz. Dünyayı gezen ve dolaşan bir insan olarak, muhataplarımla yaptığım görüşmelerde, konuşmalarda Türkiye'nin geçmişine de, bugününe de hayranlık duyduklarını görüyoruz. Onun için biz problemlerimizi büyütmeden, onları konuşarak çözme kabiliyetini gösterecek güçteyiz. Ve ülkemizi çok daha itibarlı yapmak için, halkımızın başını çok daha dik tutmak için atalarımızın gittiği yoldan hep beraber gideceğimize olan inancım tamdır.
Bu vesileyle ta Ertuğrul Gazi'den bugüne kadar bütün şehitlerimizi, bütün kahramanlarımızı, bu toprakları bize vatan yapan, zor günlerde bu toprakları kurtaran ve bize emanet eden bütün geçmişimize, gazilerimize, hepsine tekrar şükran duygularımızı, minnet duygularımızı tekrarlıyor, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum."
Yazdır Paylaş Yukarı