Ankara Sanayi Odası Genişletilmiş Meclis Toplantısı'nda Yaptıkları Konuşma

21.01.2010
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült
Öncelikle Ankara Sanayi Odası'nın bugünkü genişletilmiş oturumunda sizlerle birlikte olmaktan duyduğum memnuniyeti ifade etmek istiyorum.
1991 yılında milletvekili seçildim, Ankara'ya ilk defa o zaman gelmiştim. O günden bugüne Ankara Sanayi Odası'na bütün vasıflarımla hep geldim. Milletvekili olarak o zaman geldim, biraz önce Sayın Başkan'ın söylediği gibi Başbakan olarak geldim, Dışişleri Bakanı olarak geldim, bugün de Cumhurbaşkanı olarak sizlerle, Türkiye'nin her zaman iftihar ettiği değerli sanayicileriyle, müteşebbisleriyle beraber olmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum ve gurur duyuyorum, bunu önce ifade etmek istiyorum.
Aranızda Türkiye'nin en seçkin sanayicileri, iş adamları, Türk iş hayatına çok katkı yapan tabii ki çok değerli kişiler var.
Ankara Sanayi Odası'nın geçmişine de baktığımızda, çok büyük işadamları, siyasetçiler, devlet adamları -aramızda bugün Sayın Yazar gibi diğer veya bulunmayanlar gibi - hep bunları yetiştirmiş. Yine bugün, daha önceki Sayın Başkanınız kabinede, hükümette. Çok değerli devlet adamları, siyasetçiler, iş adamları yetiştirmiş bir oda.
Böyle bir odanın, böyle bir genişletilmiş başkanlar toplantısında sizlerle beraber olmak, gerçekten benim için büyük bir mutluluk kaynağıdır. Yönetim Kurulu, sayın başkanlar bir süre önce beni ziyaret ettiklerinde bu daveti yapmışlardı. Ben de doğrusu memnuniyetle kabul ettim.
Biz diplomaside, uzun yıllar Dışişleri Bakanlığı'nda bulunduğum için böyle bir "ufuk turu" deriz bazen. Bugün Türkiye ile ilgili, Türkiye'nin çevresiyle ilgili, Türk sanayisiyle, iş hayatıyla ilgili bir ufuk turu yapıldı burada. Değerli temsilcileri, sektörlerin temsilcilerini gayet dikkatli bir şekilde dinledim ve sizleri dinlerken, özellikle değerli hanım arkadaş Sayın Zeynep Hanım'ı dinlerken de tabii ki ayrıca gurur duydum. Yine aranızda çok değerli hanım iş adamları, sanayiciler var. Bu da ülkemizin, Ankara Sanayi Odası'nın nerelere geldiğinin ayrı bir göstergesidir. Bundan hepimiz büyük bir iftihar duyuyoruz tabii ki.
Değerli Müteşebbisler, Değerli İşadamları, Sanayiciler,
Şunu yine ifade etmek isterim ki: Bir ülkeyi güçlü yapan, bir ülkeyi kuvvetli yapan, bir ülkenin önünü açan en büyük sermaye müteşebbislerdir, iş adamlarıdır.
Üretim faktörleri -klasik anlamda hep- konuşulurken hep müteşebbis konuşulur ama, bugün müteşebbis, i şadamı artık çok daha ayrı bir anlam taşıyor. Hiç kaynağı olmayan, hiçbir madeni olmayan, hiçbir değeri -tabii anlamda, hammadde anlamında- olmayan ülkeler de, sadece iş adamı, müteşebbis, girişimcileri olduğu için, dünyanın en zengin madenlerine sahip olan ülkelerin çok daha ilerisine geçiyorlar.
Bugünkü dünya çok farklı bir dünya. Dünyanın ne kadar hızlı değiştiğini, biraz önce Sayın Yazar hatıralarını anlatırken; o günden bugüne geldiğimiz noktayı eminim ki herkes mukayese etmiştir. İnternetin hayatımıza girmesi, enformasyon teknolojisinin inanılmaz bir şekilde gelişmesi, teknolojiye artık hiçbir ülkenin gem vuramaz, onu sınırlayamaz hale gelmesi, o kadar çok hayatımızı, iş hayatını değiştirmiştir ki, dünyanın en büyük zenginleri artık, elle tutulur bir şeyler üretenler değil, görünmeyen şeyleri üretenlerden çıkmaya başladı. Bu çok büyük değişiklik.
İş hayatımızda fabrikalarımızın üretim tarzı, şekli; her şey çok değişti. Ve tabii ki Türkiye'de de sanayi kökleşirken, sanayici ailelerin ikinci, üçüncü nesilleri artık görevleri devralmaya başladılar. Daha tahsilli insanlar, ufku çok daha geniş insanlar, çok daha dünyanın her köşesini bilen insanlar, dünyanın her tarafında dostları, arkadaşları, kontaktları olan insanlar artık iş hayatında. İşte sizlerin kurduğu fabrikaları, firmaları devralmaya başladılar çocuklarınız ve ortaklıklarını da sadece kendi iş adamları, arkadaşları, vatandaşlarımızla değil; dünyanın en büyük şirketleriyle Türkiye'de, Türkiye'nin dışında kurmaya başladılar.
Türkiye'de bugün geldiğimiz noktayla şüphesiz ki büyük bir gurur duyuyoruz. Muhakkak ki alternatifini düşündüğümüzde çok daha ileri gitmemiz, çok daha iyi olmamız, çok daha büyük olmamız gerekirdi; bu ayrı. Her şey zaten eğer mukayeseli olarak değerlendirilirse anlam ifade ediyor. Yoksa aranızdaki bir firmanın tek başına yaptığı büyük kazanç, başkasıyla mukayese etmezseniz bir şey ifade etmez; başkaları sizden çok daha fazla yatırım yapıyor ve kazanç sağlıyorsa. Bugün işte o mukayeseyi, Türkiye'nin çevresiyle ve kendisine benzeyen ülkelerle yaptığımızda, bazen daha ileri gitmemiz gerektiğini görüyoruz ama, bazen de başarılarımızı görüyoruz.
Bugün harcama paritesine göre, 1 trilyon dolarlık gayrisafi milli hâsılaya ulaşmış bir Türkiye, G-20 ülkeleri içerisine girmiş bir ülke Türkiye, bütün krize rağmen dünyada ticaretin yüzde 30 gerilemesine rağmen, ihracatı 100 milyar doları aşmış olan bir Türkiye. Türkiye'nin dışında çok büyük yatırımlar, büyük projeleri gerçekleştiren bir Türkiye, şüphesiz ki hepimize büyük bir gurur kaynağı olmaktadır ve çok büyük bir güç oluşturmaktadır.
İşte burada muhakkak devletin, devlet sektörünün rolü vardır ama, özel sektör Türkiye'yi bu hale getirmiştir, müteşebbisler bu hale getirmiştir Türkiye'yi. Biraz önce yurtdışı müteahhitlikle ilgili sunuş yapan değerli arkadaşımız çok daha iyi bilir; artık 10, 20, 30, 50, 100 milyon dolarlık projelerle ilgilenmiyor Türk iş adamları. 500 milyon dolarlık, 1 milyar dolarlık; 1 milyar doların üzerinde o kadar çok iş alan Türk firması var ki; bunları başarıyla tamamlayan Türk firması var ki; bunlar, Türkiye'nin geldiği noktayı göstermektedir.
Şüphesiz ki Türkiye'nin, daha da iyileşmesi ve sizlerin önünün daha da çok açılması için, her şeyden önce hukuk devleti olması gerekiyor. Hukuk devleti deyince sadece siyasi anlam çıkmasın ortaya. Tabii ki siyasi anlamda hukuk devleti her şeyin temeli, demokrasi her şeyin temeli ama, ekonominin gelişmesi için de, sizlerin rahat çalışabilmesi için de, işçi-işveren meselelerinin suhuletle çözülebilmesi de, yabancıların güvenip, gelip, oradaki tasarruflarını getirip Türkiye'ye yatırabilmeleri de, Türkiye'deki ekonomi hukukunun, ticaret hukukunun, iş hukukunun gayet açık, sarih ve en modern seviyeye çıkartılmasıyla ilgilidir. Bu söz konusu olmadığında, işte bürokrasiden, başka engellerden her zaman şikâyet edilecektir. Bu noktada da Türkiye'de köklü reformların yapıldığını yine hep beraber görüyoruz. Daha da yapılması gereken çok şey vardır.
Şimdi düşünün; enflasyonun yüzde 100'lere yaklaştığı, maliyet enflasyonu hesaplarının olmadığı, hepimizin eline biraz para geçince hemen yabancı paraya çevirmek için hücum ettiğimiz, plan-program yapılamayan dönemler. Bugün eğer bütün bu krize rağmen ayakta durabildiyseniz bu, Türkiye'de yapılan köklü ekonomik reformların sonucudur. Şüphesiz ki daha önceki hükümetlerin, herkesin buna katkıları olmuştur ama, özellikle son senelerde yapılan o köklü reformlar, Türkiye'yi bugün sağlam hale getirmiştir. Ufacık bir olaydan hemen nem kapan bir ekonomimiz vardı. 1929 büyük ekonomik buhranından sonra, dünya, en büyük ekonomik buhranı yaşarken, Türkiye bugün eğer buna dayanabildiyse; şüphesiz ki çok etkiledi ama, diğer ülkelerle yine mukayese ettiğimizde ekonomimiz buna dayanabildiyse; birçok reformları vaktiyle yapmış olmamızdandır.
Başta bankacılık, finans sektörü olmak üzere birçok konuda Türkiye önemli şeyler yapmıştır. Arzu ederim ki bugün de yapılması gereken şeyler süratli bir şekilde olsun. Hâlâ Ticaret Yasası, işte Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde şimdi tartışılıyor. Bakıyorum, her gün bir madde geçiyor. Şimdi ta 1930 yıllarının ticaret hayatını yansıtan bir yasayla bugünün ticaretini ne kadar etkin yapabilirsiniz? Elektronik imzalar girmiş, elektronik alışverişler girmiş, inanılmaz yeni enstrümanlar ticaret hayatına girmiş. Bunları, kendi hukukumuzu o noktaya getirmemiz gerekir. Onun için "reformlar" dediğimde sadece siyasi reformları anlamayın; ekonomiyle ilgili reformları, ticaretle ilgili reformları; bunları da çok köklü ve güçlü bir şekilde devam ettirmemiz gerekir.
Bu noktada, Avrupa Birliği müktesebatını üstlenmemizin, işimizi çok kolaylaştıracağına inanıyorum. Eğer çıkarımız şu anda elvermiyorsa, bazı noktalarda belki en sona bırakabiliriz. Ama birçok konuyu, formülü bulunmuş, standardı ispatlanmış konuları, bizim süratli bir şekilde üstlenmemiz, muhakkak ki bizim işimizi de kolaylaştıracaktır.
Ekonomide tabii ki ticaretin, hizmet sektörünün, turizmin, hepsinin ayrı ayrı önemi vardır, yeri vardır. Ama sanayi ayrıca çok önemlidir. Çünkü sanayi direkt üreten, direkt üretimi yapıp istihdam eden bir sektör olduğu için hem zordur hem de değeri çok büyüktür. Birçok konuşmamda hep ifade etmişimdir: Türkiye eğer küçük bir ülke olsaydı, nüfusu küçük, coğrafyası küçük bir ülke olsaydı, belki hizmet sektörüyle kifayet edebilirdi. Ama nüfusu bu kadar büyük olan, coğrafyası büyük olan, siyasi anlamı ve değeri çok büyük olan bir ülkede, sanayinin ve üretimin muhakkak çok ayrı bir önemi olduğuna inanıyorum. Ve üretimi de, sanayii de yerli, Türk iş adamlarının yapacağına inanıyorum.
Tabii ki yabancı sermayenin Türkiye'ye gelmesi, hepimizin teşvik ettiği bir husustur. Çünkü Türkiye'nin hızlı kalkınabilmesi için kendi tasarruflarımız yetmiyor malum. Arapların da, Japonların da, Rusların da, Amerikalıların da, Avrupalıların da; hepsinin tasarruflarını Türkiye'ye getirip değerlendirebilmemiz lâzım. Ama yabancılar gelirken, onların tercihleri farklı oluyor. Onlar gelirken, sizlere ortak olurken bir taraftan siz de sermaye birikimi de söz konusu oluyor. Ama yeni yatırımları yapacaklar, o ülkenin yerlileridir açıkçası. O bakımdan, bu konuyu Sanayi Odası'nın özellikle takip etmesi, teşvik etmesi, hükümetle ve ilgili diğer devlet organlarıyla, bankalarla çok daha özel bir şekilde görüşmesi ve konuşması gerektiği kanaatindeyim. Eğer dışarıdan da gelip yatırım, direkt üretim yatırımı yapan varsa amenna. Ama görünen şu ki: Bu daha çok o ülkenin yerli sahipleri tarafından yapılmaktadır. Onun için bu konuyu ihmal etmememiz gerekir.
Sanayicilerin hizmet sektörüne kaydığını görüyorum. Bunu yaparken, sanayii ihmal etmemeleri lâzım. Bu konuda özellikle bankaların daha teşvik edici davranış içerisinde olmaları gerektiğini de yine burada bir kez daha ifade etmek istiyorum. Onlarla yaptığım görüşmelerde de bu konuları daima hep tekrarlıyorum.
Türk sanayii, Avrupa Gümrük Birliği'ne girdikten sonra ayrı bir şekil almıştır. O zamanlar belki Türkiye çok kaygılar duydu ama, neticede gördük ki bu, Türkiye'nin nasıl rekabet edebileceğini, Türkiye'nin nasıl yeni şartlara kendini adapte etme kapasitesi olduğunu da göstermiştir. Ben şimdi ziyaretlerimde, yurtdışı ziyaretlerimde konuşurken, özellikle Avrupa dışındaki ülkelerle konuşurken, "Bizim sanayicimiz Alman, Fransız, İngiliz, İtalyan sanayicisiyle rekabet eder durumda ve aramızda gümrük duvarları yok" dediğimde, önce herkes şöyle bir sarsılıyor; ondan sonra da Türkiye'nin ihracatının yüzde 95'inin sanayi ürünleri olduğunu söylediğimde bir kez daha sarsılıyorlar. Bunun içerisinde otomotiv gibi, yani yüksek teknolojinin çok önemli bir yer tuttuğunu söylediğimde, o zaman tabii Türk sanayiinin geldiği noktayı anlıyorlar.
Türkiye dikkatli bir şekilde tabii çevresiyle de ilgilenirken, aynı zamanda ekonomik anlamda da bu geçerli. Özellikle serbest ticaret anlaşmaları, karşılıklı vergi muafiyeti anlaşmaları, yatırımların karşılıklı garanti altına alınması anlaşmaları; bunların bütün çevre ülkelerle ısrarlı bir şekilde takip edilip imzalanması, inanıyorum ki sizlere inanılmaz avantajlar sağlamaktadır. Şimdi bir müteahhit firmamızın bu anlaşmaların imzalandığı bir ülkede aldığı projeye veya talip olduğu projeye verdiği rakam, şüphesiz ki kendisine çok avantaj sağlayacaktır. Bunu müteahhitlerimiz çok iyi bilmektedir. Bu konuyu ben de Cumhurbaşkanı olarak çok özel takip ediyorum, doğrusu özel ilgi gösteriyorum. Her geçen ay yeni bir ülkeyle bu anlaşmaların yapılıyor olması, sizlerin pazarını tabii ki çok daha fazla geliştirmektedir, arttırmaktadır.
Biraz önce sektör temsilcilerini dinlerken not da aldım. Benimle gelen görevliler de hep notlarını aldı. Bunların hepsini takip edeceğiz. Ankara Sanayi Odası'nın çok özel durumunu biliyorum. Çünkü defalarca hep temas içerisinde olduğum için. Ama Ankara'nın giderek çok önemli bir sanayi merkezi haline geldiğini de herkese göstermemiz lâzım, anlatmamız lâzım.
Öyle ürünler var ki; Türkiye'de sadece Ankara Sanayi Odası'nın üyeleri tarafından üretiliyor. Rulman, radar, hızı ölçen radarlar, birçok yine sağlıkla ilgili bazı çok önemli, çok gelişmiş aletler; bütün bunlar Ankara Sanayi Odası'nın üyeleri tarafından gerçekleştiriliyor. Ostim'e gidip gezdiğimde, hepsi ayrı bir fabrika. Özellikle savunma sanayiinde Ankara'nın avantajını biliyoruz ve yine Ankara Sanayi Odası'na, Odanıza üye birçok firmanın çok büyük işler yaptığını biliyoruz.
Şimdi yeri geldiğinde birleşme, yeri geldiğinde ortak projeleri konsorsiyum şeklinde yapma organizasyonunu da göstermek gerekir. Türkiye'nin geçenlerde tartıştığı, mesela mayınları temizlemeyle ilgili bir olay vardı. Bunları, dışarıdaki firmalar teklifi verirken kendileri yapmıyorlar. Birçok firmayı birleştirip, o şekilde veriyorlar. İşte bu tip görevleri Sanayi Odasının, Ostim'in, diğer tabii üniversitelerle işbirliği içerisinde hep gerçekleştirebilmesi gerekir. Gezdiğimde, gördüğümde de gerçekten büyük gurur duydum. Özellikle savunma sanayiinde dünyanın birçok yerinde üretilmeyen bazı sanayi ürünlerinin Türkiye'de üretiliyor olması, bunun Ankara merkezli olması, büyük bir iftihar kaynağıdır.
Biraz sonra sizlerle daha serbest sohbet edeceğiz yukarıda. Ama basın da buradayken şunu söylemek isterim: :ir ülkenin önünü açan ve kapatan şey istikrardır. İstikrar dediğimde çok geniş anlamda söylüyorum. Bir ülkenin önünün görülür olmasıdır. Bu, Türkiye'de çok önemlidir. Yakın tarihimize baktığımızda, bunun analizini eminim ki en iyi sizler yapacaksınızdır. Çünkü sizler eli taşın altında olan insanlarsınız. Bunun ne demek olduğunu bilirsiniz. İstikrar tabii ki gereklidir ama, bu şu anlama gelmez; her şeyin çok otoriter bir şekilde yönetileceği anlamına gelmez. İstikrar sadece ülkenin önünün görülebilir olması demektir ve ülkenin, meselelerini soğukkanlılıkla alıp konuşabilmesi, tartışabilmesi ve bunları tartışırken de alabora olmaması demektir.
Türkiye'nin demokrasisinin güçlenmesi ve derinleşmesiyle yine gurur duyuyoruz. Hâlâ bu konuda muhakkak ki Türkiye'nin alması gereken mesafeler olduğuna da inanıyorum. Bunu da açıklıkla söylüyorum. Ama hepimizin şu olgunluğu da göstermesi gerekir: Türkiye'nin siyaset üstü, daha doğrusu hükümetler üstü dersem belki daha doğru olacaktır; çünkü daha önceki hükümetlerin de, bugünkü hükümetin de, bundan sonraki hükümetlerin de karşılaşacağı bazı önemli konular vardır. Bu önemli konuları soğukkanlılıkla almak, tartışmak; bunlarla ilgili farklı fikirler varsa, bunlardan karşılıklı faydalanabilmek ve bu meseleleri çözüp Türkiye'nin yoluna devam etmesi gerektiğine de çok inanıyorum.
Ben Cumhurbaşkanlığı makamında olan bir kişi olarak, Türkiye'nin meselelerini görmezden gelecek durumda değilim, açık söyleyeyim. Tabii ki Türkiye'yi yöneten hükümet vardır, sorumlusu odur ama, Türkiye'nin hükümetler üstü meseleleriyle de yakından ilgilenmek benim görevimdir. Eğer bu görevleri veyahut da bu meseleleri görmez, kapının arkasına saklar, halının altına süpürürsek, gelecek nesillerimize bunları yük olarak taşırız. Bugün karşılaştığımız birçok meselenin daha önceki yıllarda daha kolay çözülebileceği kanaatindeyim. O zaman, demek ki şartlar müsait olmamış, bunda hiç kimseyi suçluyor değilim, yanlış bir anlaşılma söz konusu olmasın. Ama bir gerçeği söylüyorum ki, problemler küçükken çok şüyu bulmadan, problemler böyle, toplumu artık taraflara ayırmadan eğer ele alınır ve gayet gerçekçi, realist, modern dünyanın ulaştığı seviye dikkate alınarak çözülürse, bundan o ülke, o toplum kârlı çıkar. Ama "Bunları aman saklayalım, aman bunları konuşmayalım" dediğimiz andan itibaren de gelecek nesillerimiz çok daha kronikleşmiş problemlerle bir şekilde yüz yüze gelir.
O açıdan, meselelerimizi kendi inisiyatifimizle hep halletmek zorundayız; bunu tekrar söylüyorum. Bugünkü dünya çok küçük dünyadır. Herkes birbiriyle uğraşıyor, herkes birbirine karışıyor, herkes birbirinin zayıf tarafını bulursa, onu yeri geldiğinde istismar ediyor. Bu söylediklerimi hiç kimse yanlışa çekmesin, gayet açık. Yine şöyle bir 20-30 sene gerimize gittiğimizde, neler yaşadığımızı hepimiz biliriz. Buradaki herkesin bu konular hafızasında tazedir yaşadıklarımız. Onun için bizlerin bunları büyük milli meseleler olarak görmemiz lâzım ve bu meselelerde başta şüphesiz ki siyasi partilerimiz olmak üzere, Türkiye'nin aydınları, entelektüelleri, bilim adamları, önemli şahsiyetleri, önemli sivil toplum örgütleri, büyük iş adamlarının; bütün bunlara kafa yorması gerekir. Bunları yapıcı bir şekilde ele alarak götürmemiz gerektiği kanaatindeyim. Yoksa daha önce yaşadığımız şeyleri tekrarlamış oluruz. Mehmet Akif'in dediği gibi; geçmişten ders almamış oluruz. "Eğer ders alsaydık, tarih tekerrür eder miydi?" diye onun güzel ifadeleri vardır.
Artık bugün dünyanın ne kadar farklı olduğunu söyledik işte. Bugün, dünyanın her tarafına görüntüyle ulaşıyorsunuz, canlı ulaşıyorsunuz, fabrikalarınızı artık evinizden idare edebiliyorsunuz. Gazetelerin, televizyonların, telefonların geldiği nokta ortada. Bu kadar kaçınılmaz artık Türkiye'nin ve dünyanın şeffaflaşması. Böyle bir ortam içerisinde tabii ki eski alışkanlıklar da devam etmez. Onun için hepimizin ülkemizin kıymetini bilmemiz gerekir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan, bu ülke sınırları içerisinde yaşayan ve tabii ki sınırlarımızın dışında da olan birçok vatandaşımız vardır; hepimizin bu ülkenin kıymetini bilmesi lâzım. Birbirimize saygı göstermemiz, sevgi göstermemiz gerekir. Türkiye büyük bir ülke olduğu için, Türkiye'de çok farklılıklar, zenginlikler vardır. Bunların hepsi bizim zenginliğimizdir. Bunları asla ayrışma unsuru olarak görmememiz gerekir. Yoksa bunların acısını hep beraber çekeriz. Bu konularda benim hassasiyetim gayet açıktır. Aslında bu konuda sadece benim değil, hepimizin, herkesin hassasiyetinin aynı olduğu kanaatindeyim ama, ifade ederken bazen, yapıcı mı ifade ediyoruz, yoksa yapıcı olmayan bir şekilde mi bu konular ifade ediliyor; meselenin burada olduğu yine kanaatindeyim. Yoksa bu ülkenin siyasi partilerinin de, kurumlarının da çok büyük bir kısmının temel meselelerde mutabakat içerisinde olduğuna inanıyorum. Ama maalesef çeşitli anlayışlar yüzünden, bu konular ifade edilirken farklı ifade ediliyor.
Ben tekrar Türk iş adamlarına, sanayicilerimize başarılar diliyorum. 2009 yılının sizlere ne kadar çok yük getirdiğini, zorluklarla karşı karşıya olduğunuzu biliyorum. Bunları Odanızla, Yönetim Kuruluyla bir araya geldiğimizde çok detaylı konuştuğumuz için buna girmek istemedim. Ama göstergeler şunu açıkça ifade ediyor ki: Bu sıkıntılı dönemden dünya da çıkmak üzeredir, Türkiye de çıkmak üzeredir. Türkiye'nin çok daha hızlı çıkacağını, 2010 yılında Avrupa'nın en hızlı büyüyen ülkesi olacağını, ticareti en hızlı artan ülkesi olacağını; bütün uluslararası kurumlar ve kuruluşlar; zaten onlar da söylüyorlar. Onun için ümitli olmamız gerekir. Kaybettiğimiz kazançlarımızı 2010 yılında tekrar kazanacağınıza inanıyorum ve hepinize başarılar diliyorum. Ankara Sanayi Odası'nın hem daha önceki yöneticilerine, üyelerine hem de şimdiki üyelerine sevgilerimi, muhabbetlerimi sunuyorum. Sağ olun.
Yazdır Paylaş Yukarı