"D-8 28. Kuruluş Yıl Dönümü" programında konuşan 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, D-8'in kurucusu merhum Erbakan Hoca'yı rahmetle anarak sözlerine başladı ve örgütün kuruluş sürecinde aktif rol aldığını belirtti. Gül, o dönemde bir bakan olarak Erbakan Hoca'nın talimatıyla Endonezya'dan Malezya'ya, İran'a kadar birçok ülkeyi ziyaret ederek teknik çalışmaları yürüttüğünü ve D-8'in Çırağan Sarayı'nda liderlerin bir araya gelmesiyle ilan edildiğini hatırlattı.
D-8'in kurulduğu 30 yıl önceki dünya tablosunu çizen Gül, Sovyetler Birliği'nin dağıldığı, Müslüman Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazandığı bir dönemden bahsetti. O günlerde Irak'ın işgal edilmediğini, NATO'nun Afganistan'a müdahalesinin olmadığını ve El Kaide'nin terör saldırısının yaşanmadığını dile getirdi. Filistin meselesinin o zaman da dünyanın en önemli konusu olduğunu, ancak Madrid Konferansı ve Oslo Toplantıları gibi girişimlerle diyalogların sürdüğünü, iki devletli çözüm arayışlarının mevcut olduğunu ve siyasi olarak dünyada daha olumlu bir hava bulunduğunu vurguladı. D-8'in ise, "Zenginler Kulübü" olarak adlandırılan G7'lere karşılık, Müslüman dünyasının dayanışma ve ekonomik işbirliğini gerçekleştirmesi amacıyla kurulduğunu ifade etti.
Günümüzdeki D-8'in potansiyelini değerlendiren Gül, 2030 Vizyon Belgesi'ndeki hedeflere ulaşmanın ön koşulunun, üye ülkelerin kendi içlerinde düzgün, sağlam, itibarlı, hukukun üstün olduğu, adaletin bulunduğu ve şeffaf yönetişim kurallarının uygulandığı düzenler olmasından geçtiğini belirtti. İyi yönetişimin kalkınmanın açık formülü olduğunu dile getiren Gül, bu olmadığı takdirde potansiyelin harekete geçemeyeceğini, ancak iyi yönetişimle her ülkenin ve dolayısıyla İslam âleminin güçleneceğini söyledi. Ne var ki, 30 yıl sonra hâlâ hiçbir D-8 ülkesinin gelişmiş ülke statüsüne girememesinden duyduğu üzüntüyü paylaştı. Bu durumun sadece dış nedenlere (büyük siyasi zelzeleler, bazı İslam ülkelerinin bel kemiğinin kırılması) bağlanamayacağını, Libya ve Sudan gibi ülkelerdeki iç savaşların utanç verici olduğunu, aynı zamanda birçok İslam ülkesinin rejimlerinin kendi halklarıyla çatışmasının da bunda payı olduğunu belirtti.
Konuşmasının ana eksenini oluşturan Filistin meselesine değinen Abdullah Gül, 30 yıl içinde Filistin topraklarının daha da küçüldüğünü, işgalin ve yerleşimlerin arttığını, zulmün acımasızlaştığını ve mevcut soykırımın pervasızca devam ettiğini ifade etti. 1999'da milletvekili olduğu dönemde, Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi'nde raportör sıfatıyla Filistin'in tüm topraklarını adım adım gezdiğini ve o günlerde gördüğü yerleşim yerlerinin, yol kesmelerin ve zulmün dehşet verici olduğunu aktardı.Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin "Hiçbir şey boşlukta olmadı" sözünü aktaran Gül, ben bunu otuz sene önce görmüştüm, otuz yıl boyunca bu zulüm devam ede ede bugün ne hâllere geldi, diyerek konuşmasını sürdürdü.
İsrail'in bu cüreti nasıl gösterdiğini iki temel nedene bağlayan Gül, birincisinin "İslam âleminin İsrail'e sunduğu elverişli ortam" olduğunu vurguladı. İslam dünyasının kendi içinde bölünmüşlüğüne, bazı Müslüman ülkelerin birbirlerini birincil tehdit olarak algılamasına, Arap ülkelerinin kendi aralarındaki ihtilaflara ve hatta Filistin'in kendi içindeki bölünmüşlüğe dikkat çekti. Bu dağınıklığın, İsrail'in "bu saldırganlığı, bu hukuk tanımazlığı ve bu pervasızlığı yapma cesaretini" verdiğini belirtti. İkinci neden olarak ise, "Filistinliler ile İsrail'in savaşmadığını, bu savaşın aslında Filistinliler ile İsrail'i kayıtsız şartsız destekleyen Amerika Birleşik Devletleri arasında yaşandığını" açıkça dile getirdi. ABD'nin Güvenlik Konseyi'nde 14 ülkenin ortak ateşkes teklifini tek başına reddetmesini buna örnek gösterdi. Mevcut İsrail hükümetinin tarihin en marjinal hükümeti olduğunu, başbakanı ve bakanlarının aşırı uçlardan oluştuğunu, hatta bazılarının eskiden "terörist" olarak aranan kişiler olduğunu ifade etti. Gül, İsrail halkının yarısının bile bu duruma karşı çıktığını ve eski İsrail Başbakanı Ehud Olmert'in "İsrail Gazze'de savaş suçu işliyor" dediğini aktardı. Tüm bunlara rağmen ABD ve bazı Avrupa ülkelerinin bu marjinal hükümeti ve katliamlarını sonuna kadar desteklemesinin inanılmaz ancak gerçek bir durum olduğunu vurguladı.
Yapılması gerekenin İslam ülkelerinin tek tek ABD yönetimine yaranmak yerine, krallar, cumhurbaşkanları, emirler ve başbakanlar olarak en üst düzeyde toplu hâlde, çok güçlü bir şekilde ABD nezdinde maksimum baskı ve talepte bulunmaları olduğunu belirtti. Gül, ABD'nin mevcut tutumunun sadece Orta Doğu'yu değil, tüm dünyayı daha büyük savaşlara sürükleme riski taşıdığı konusunda ikna edilmeleri gerektiğini dile getirdi. Açıklamaların ve yürüyüşlerin değerli olduğunu ancak asıl çözümün "işin açık gerçeğini görüp, bunun en dikkatli ve en güçlü şekilde organize edilmesi" ile mümkün olabileceğini ifade ederek konuşmasını sonlandırdı.