KİTAPLAR

Fotoğraf Galerisi

Video Galeri

Günün Fotoğrafı

 

11. Cumhurbaşkanı Gül Ürdün’de Al-Ghad Gazetesine Mülakat Verdi

25.11.2016
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült
11. Cumhurbaşkanı Gül Ürdün’de Al-Ghad Gazetesine Mülakat Verdi

Türkiye Cumhuriyeti 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 16 Kasım tarihinde Amman’da al-Ghad gazetesine bir mülakat vermiştir. Cumhurbaşkanı Gül, al-Ghad gazetesi Editörü Jumana Ghunaimat ve gazeteci-yazar Muhammed Aburumman tarafından yöneltilen soruları cevaplamıştır. Mülakatın metni aşağıda sunulmaktadır:

S- AK Parti Türkiye’de iktidara geldikten sonra ekonomik olarak büyük bir atılım gerçekleştirmiştir. Bugün Türkiye ekonomik bakımdan gelişmiş ülkeler arasında sayılmaktadır. Acaba Türkiye’yi borçlu bir ülke olmaktan çıkarıp, ekonomik olarak böylesine ileri bir seviyeye getirmeyi nasıl başardınız?

C- Türkiye öncelikle ekonomik sorunları tespit etmiş ve bunlara çözüm bulmaya çalışmıştır. Ancak bunun için güçlü bir iradenin ortaya konması gerekmektedir. 2002 yılında AK Parti olarak iktidara geldiğimizde, sorunların kaynağını tespit etmeye ve bunu çözmeye çalıştık. Bunun için kimi zaman sert tedbirler almak durumunda kaldık. Ancak güçlü bir iktidar olduğumuz için bu süreçte hiçbir taviz vermeden doğru yolda ilerledik.

Bildiğiniz gibi bu bağlamda IMF ve diğer uluslararası kuruluşlar da ekonomik sorunlar için bazı çözüm formüllerini gündeme getirmişlerdir. Ancak sonuç itibariyle biz kendi ekonomik programımızı oluşturduk ve hem bizi, hem diğer tarafları memnun edecek şekilde bu programı uyguladık. Her ülkede doğru bir ekonomik planlama yapılabilir. Ancak önemli olan bu planın olduğu gibi uygulanmasına imkan tanınmasıdır. Aynı zamanda güçlü bir iktidarın bulunması da bu süreçte önem taşımaktadır.

Diğer yandan bu tür durumlarda ekonomiye güven duyulması da göz ardı edilmemesi gereken bir başarı faktörüdür. Bu anlamda güven arttırıcı yasal düzenlemelerin yapılması sonuç getirecektir. Bu şekilde körfez ülkeleri, ABD ve Avrupalı yatırımcıları Türkiye’ye çekmeyi başardık.

S- Bölgede yaşanan gelişmeler ve Türkiye’nin AB üyeliği meselesine bakıldığında, AB’nin ekonomik olarak Türkiye’yi cezalandırdığını söylemek mümkün mü?

C- Türkiye’nin, AB’ye girme çabası sadece bir AB ülkesi olmak için değildir. Türkiye, bu şekilde AB kriterlerine ulaşmayı hedeflemektedir. Mesela Norveç AB içinde yer almayan bir ülkedir, İngiltere ise AB’den ayrılmak istemektedir. Sonuç itibariyle esas olan AB kriterlerini uygulayabilmek ve ileri bir seviyeye ulaşmaktır. Meselenin diğer boyutları ise zaman içerisinde değişebilecek siyasi detaylardan ibarettir.

S- Arap alemindeki İslami hareketlerin Arap baharındaki performansını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu hareketler nerede yanlış yaptı ve Türkiye’nin başarısına ulaşmak için ne yapmaları gerekmektedir?

C- İktidara gelen her partinin başarıları gibi, hataları da olabilir. Partiler hatalarını bir başarı gibi göstermeye çalışabilir. Ancak esas olan dinin siyasete alet edilmemesidir. İslam dini, hiçbir ayrım gözetmeden toplumun tüm fertlerine hizmet edilmesini emretmektedir. Ancak siyasi hataların telafisinde dini kalkan olarak kullanmak doğru değildir.

İktidara geldiğimizde ne gibi icraatlarda bulunduğumuzda merak edilebilir. Öncelikle temel özgürlükler bağlamında inançlara saygı gösterilmesi gerektiğini düşündüğümüz için işe bunun önündeki engelleri kaldırmakla başladık. Bunun yapılması gerekiyordu. Ülkemizde uzun süredir bu konuda bir sıkıntı yaşanıyordu, ancak Allah’a şükürler olsun ki bunları aşmayı başardık. Müslüman üyelerden oluşan bir parti, Müslüman halkın hassasiyetlerine duyarlı bir çizgi benimsediğinde elbette bu toplum tarafından takdir edilecektir. Ancak ekonomik kalkınmanın sağlanması ve refah seviyesinin yükseltilmesi sayesinde toplumun tüm kesimlerinin takdiri kazanılmış olacaktır. % 99’u Müslümanlardan oluşan Türkiye’de İslami bir partinin Müslüman kesimin oylarıyla iktidara gelmiş olacağı düşünülebilir. Ancak bu durum Türkiye için geçerli değildir. Önemli olan tüm kesimleriyle topluma hizmet etmek ve bu şekilde halkın takdir ve desteğini kazanmaktır.

S- AK Parti yönetimi ekonomik başarının yanı sıra, ideolojik-fikri alanda da önemli bir başarıya imza atmıştır. Bu şekilde parti düşünce ve söylemini geliştirerek, İslam ve laiklik arasında bir uzlaşma sağlamayı başarmıştır. AK Parti tecrübesi Arap alemindeki İslami hareketlere de ilham kaynağı olmuştur. AK Parti, genel siyasi İslam hareketleri, hatta Erbakan’ın tecrübesinden bile farklı bir örnek oluşturmuştur. Arap alemindeki siyasal İslam hareketleri kendi içindeki ayrılıkları, keza İslam-laiklik polemiğini aşamamıştır. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

C- Öncelikle Türkiye’de “laiklik” adı altında bazı hatalar işlendiğini ve bizim iktidarımız zamanında bu hataların aşıldığını hatırlatmak isterim. Laikliğin doğru tanımlanması önem arz etmektedir. Biz bu sorunu aştık. Herkes inançlarında özgür olmalı ve ibadetini özgür bir şekilde yapabilmelidir. İbadet özgürlüğünün Arap ülkelerinde de sağlandığını görüyoruz. Ancak aynı zamanda dinin devlet işlerinden ayrılması gerekmektedir. Bazı Arap ülkelerinde bunun örnekleri bulunmaktadır. Zira herkesin dini kendinedir. Önemli olan dinin doğru şekilde tebliğ edilmesidir. Laik bir düzende de insanlar din ve ibadetlerini istedikleri gibi yerine getirebilirler. Bu konuda bir sıkıntı bulunmamaktadır. Diğer yandan din ve inançlar konusunda bir dayatmaya gidilmesi de doğru değildir, zira dinde zorlama yoktur.

Devlet yönetiminde, iyi bir idare ve doğru bir yönetim çok önemlidir. Bu bağlamda adalet ve şeffaflık ilkelerinin hayata geçirilmesine özen gösterilmelidir. Bu gerçekleştirildiği takdirde topluma geniş bir özgürlük alanı sağlanmış olur. Bu bütün bölge ülkeleri için geçerlidir. Adalet, insan haklarına saygı gibi demokrasinin özünü oluşturan değerler Batı aleminin değerleri gibi algılansa da aslında bunlar İslam’ın özünü oluşturan değerler sistemidir.

S- Bildiğiniz üzere Musul’a yönelik bir harekat başlatılmıştır. Ardından Rakka operasyonunun başlaması öngörülmektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin bir rol üstlenebileceğinden bahsedilmektedir. Türkiye bütün bu meselelerde nerde durmaktadır?

C- "Amman Security Colloquium" adlı konferansta yaptığım konuşmada belirttiğim gibi Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması son derece önemli bir husustur. I. Dünya Savaşı’nın akabinde bu bölge için Rus, Fransız ve İngilizler tarafından suni haritalar belirlenmiştir. Ancak bugün durum değişmiştir. Bölgede birçok sorun bulunmaktadır. Türkiye olarak bölge ülkelerinin birliğinin muhafaza edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Uluslararası toplumun da bu anlayışla hareket etmesi ve bölge ülkelerinin bölünmesine müsaade etmemesi gerekmektedir. Batı alemi ve bilhassa bazı ABD düşünce kuruluşları, Irak ve Suriye’nin bölünmesinden bahsetmektedirler. Bölgede de bu düşüncelerin arkasından sürüklenenler bulunmaktadır. Bu son derece tehlikeli bir durumdur. Bölge ülkelerinin birliğinin korunmaması sorunları daha da içinde çıkılmaz hale getirecek ve intikam savaşlarına yol açabilecektir. Bu nedenle Türkiye her zaman bölge ülkelerin ulusal birliğine saygıyı temel alan bir politika benimsemiştir.

S- Türkiye hem İran, hem de Suudi Arabistan’la ilişkisi bulunan ve bölgede önemli rolü olan bir ülkedir. Soğuk savaşın ve mezhep çatışmalarının yaşandığı ve bölge krizlerinin etkileşim içinde olduğu bir dönemde Türkiye’nin rolü ne olacaktır?

C- Bölgede maalesef mezhepler siyasete alet edilmektedir. Avrupa ülkeleri asırlar önce böyle bir dönemden geçmişti. Avrupalıların 500 yıl önce yaşadığı o kanlı dönemi biz şimdi yaşıyoruz. Aslında bundan utanç duymamız gerekmektedir. Görüldüğü kadarıyla İran ve Suudi Arabistan arasında bir güven sorunu bulunmaktadır. Bu sorunun aşılması hususunda siyasi yöntemlere başvurulabilir. Mesela belli bir mezhebin temsilcisi olma iddiasından vazgeçerek, muasır devletler gibi birlikte yaşamaya çalışılabilir.

Bugün bölgenin en kritik meselesi Filistin meselesidir. Bu köklü bir meseledir. Maalesef bugün İsrail, Suriye ve Irak gibi Filistin’e dost Arap ülkelerine bir kurşun dahi atma gereği duymamaktadır. Zira bu ülkeler zaten derin bir mezhep çatışmasına sürüklenmiş durumdadır ve sürekli kan kaybetmektedir. Bu asıl İsrail’in işine yaramaktadır. Bütün bunlara mukabil Filistin meselesi için de bir çözümden bahsedilmemektedir. Artık bu durumun vahametini anlamamız gerekmektedir.

S- Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile gençlik yıllarına dayalı bir ilişkiniz bulunmaktadır. Siyasal İslam tecrübesinde de birlikteydiniz. Son dönemde bu ortaklığınızda bir gerileme yaşandığı görülmektedir. Aranızdaki fikir ayrılığının nedeni nedir? AK Parti tecrübesinde telafi edilmesi mümkün hatalar var mıdır? Siyasi hayattan çekilmeyi ve yeni bir parti kurmayı düşünüyor musunuz?

C- Bu bana sıklıkla yöneltilen bir sorudur. Siyasi hayatım boyunca demokrasinin en doğru yol olduğunu savundum. Bu Türkiye için de geçerlidir. Biz bu nedenle demokratik ilkeleri yerleştirmeye çalıştık. Geçmiş dönemde Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı görevlerinde bulundum. Türkiye’de monarşi olmadığı için ilelebet yönetimin başında kalmam mümkün değildi. Bu nedenle bu görevi arkadaşlarıma devrettim. Bütün bu görevlerden sonra yeniden başa dönmeyi uygun görmedim. Cumhurbaşkanı olmasaydım belki aktif siyasete devam ederdim. Ancak şu aşamada başkalarına fırsat verilmesi gerektiğine inanıyorum. Mevki ve makamlar belli kişilerin tekelinde olmamalıdır. Halka hizmet için yeni düşüncelerin gündeme gelmesi faydalı olacaktır. Ancak bu bütün siyasi tecrübemi kendime saklayacağım ve kimseyle paylaşmayacağım anlamına da gelmemektedir. Birçok konudaki düşüncelerimi kapalı toplantılarda veya aleni olarak halkımla ve siyasetçi meslektaşlarımla paylaşmaktayım.

S- Halihazırda aktif bir görevde olmamanıza rağmen darbe girişimi sırasında buna karşı çıkan beyanatlarda bulunarak, çok cesur bir tutum takındınız. Acaba bunu yaparken darbe girişiminin başarıya ulaşabileceğini ve şahsınıza bir zarar gelebileceğini düşündünüz mü?

C- Öncelikle 1980 darbesinde sabahın 5’inde evi basılmış ve tutuklanmış biri olarak bu meselede şahsi bir endişe içine girmediğimi belirtmek isterim. Bu konuda tecrübem var. Ancak darbe girişiminde bulunulması birçok insan gibi beni de şok etti ve öfkelendirdi. Zira “darbe” insanın aklına dahi getirmemesi gereken bir düşüncedir. Uzun yıllar yönetim kademesinde bulunmuş biri olarak bu konuda bir tavır almam şarttı. Bu Türkiye’ye yakışmayan bir gelişmeydi.

Darbe girişiminin başarıya ulaşmasına hiç ihtimal vermedim. Birlikte çalıştığımız ordu komutanları da bu tür girişimleri tasvip edecek kişiler değildi. Bu, ihanet içinde bulunan sınırlı sayıda kişinin kalkıştığı bir girişimdi. Zaten ordu mensupları da buna karşı durmuşlardır.

S-Darbe sonrasında Türk makamlarının aldığı tedbirler dikkat çekmiştir. Zira bu bağlamda birçok öğretmen, hakim ve görevli tutuklanmış, hatta medyaya yönelik olarak da farklı bir tutum içine girilmiştir. Acaba iktidarda olsaydınız siz böyle mi davranırdınız ve darbe sonrasında alınan tedbirler halk desteğini azaltmış olabilir mi?

C- Elbette darbe girişimi herkesi endişelendirdi. Bu esnada birçok kişi yaralandı ve şehit düştü. Tabiatıyla bazı tedbirler alındı. Bütün bu olanlar üzüntü verici. AK Parti’nin 14 yıl önceki çizgisine dönmesi gerektiğini her fırsatta dile getiriyorum. Ancak gelişmeler bazı değişikliklere yol açtı. Bütün bunların aşılmasını ve bir kötü bir kâbusmuşçasına geride bırakılmasını temenni ediyorum.

S- Türkiye Arap baharında halk ayaklanmalarına destek veren bir politika izledi. Bugün bölgede yaşanan dönüşümler ışığında Türkiye dış politikasının doğru raya oturmaya başladığını söyleyebilir miyiz?

C- Arap baharı, bazı Arap ülkelerinde gençlerin temel özgürlük taleplerini dile getirmeleriyle başladı. Şayet o ülke yönetimleri bu taleplere olumlu karşılık vermiş olsalardı bugün durum böyle olmazdı. Buna mukabil Ürdün ve Fas’a baktığımızda, bu ülkelerde reform taleplerine olumlu yaklaşılmış ve bu bağlamda bazı adımlar atılmıştır. Maalesef bu diğer ülkelerde yapılmamıştır.

Türkiye diplomasisi konusunda, katıldığım veya eleştirdiğim hususlar elbette bulunmaktadır. Mesela Mısır’la siyasi ilişkilerin korunması, Suriye’de siyasi bir çözüm bulunması ve Irak’la dengeli ilişkiler içinde olunması gerektiğine inanıyorum. Bu konularda iyi düşünülmesi ve buna uygun bir planlama yapılması gerekmektedir. Bunun önümüzdeki dönemde gerçekleştirilmesini ümit ediyorum.

S- Bölge sorunlarının başında Kürt meselesi gelmektedir. Kürt meselesinin geleceğine dair bir tasavvurunuz var mı, yakın gelecekte bağımsız bir Kürt devleti görecek miyiz?

C- Bu sadece Türkiye’yi ilgilendiren bir mesele değildir. Mesela Türkler sadece Türkiye’de yaşamıyor. Aynı şekilde Kürtler de, Suriye, Irak ve diğer ülkelerde yaşamaktadırlar. Önemli olan her ülkede vatandaşların mutlu ve refah içinde yaşamasıdır. Bu ise demokratik kriterlerin doğru bir şekilde uygulanmasıyla mümkündür. Bu aynı zamanda herkesin meşru haklarına kavuşmasını sağlayacaktır. Ancak dış tarafların girişimleriyle Suriye ve Irak’ta kanton kurma ve Arap nüfusun aleyhine yayılma düşüncesini kabul etmek mümkün değildir. Farklı etnik kesimlerin adil şekilde haklarına kavuşması önemlidir. Ancak bunu yaparken bir etnik yapının diğerinin haklarına tecavüz etmesine göz yumulmamalıdır. Bu bağlamda Kürt meselesi ile demokratik haklar meselesini doğru şekilde anlamamız gerekmektedir. Aynı şekilde vatandaşlık haklarıyla terör meselesinin de birbirinden ayrı ele alınması lazım gelmektedir. Türkiye PKK ve DEAŞ terörüne maruz kalmış bir ülkedir. Terörle mücadele, belli bir etnik kesimin hedef alınması olarak yorumlanmamalıdır. Her zaman söylediğim gibi Kürtler, tıpkı Boşnaklar gibi kardeşlerimiz ve akrabalarımızdır. Herkesin eşit haklara sahip olması ve mutluluk ve refah içinde yaşaması asıl gayemizdir.

S- Türkiye’nin DEAŞ savaşçılarının Suriye’ye girişine kolaylık sağladığı yönünde söylemler bulunmaktadır. Bilhassa Türkiye’nin terörle mücadele ettiği bir zamanda bu tür söylemler ne derece gerçekliği yansıtmaktadır?

C- Bu bilhassa batılı ülkelerde dile getirilen asılsız bir iddiadır. Bildiğiniz üzere Türkiye’nin Suriye’yle 911 km’lik bir sınırı bulunmaktadır. Sınırlardan sızmaların olması mümkündür. Kaldı ki batılı ülkelerden gelenlerin büyük bir bölümü pasaportla giriş yapmışlardır. Kim bilir Türkiye belki de bu kişileri havaalanlarından geri çevirmemekle hata işlemiştir. Ancak bu konuda Türkiye’nin teröristlerin Suriye’ye geçişlerine göz yummakla itham edilmesi büyük bir haksızlıktır ve bunlara itibar edilmemesi gerekmektedir.

Tüm Haberler

Yazdır Paylaş Yukarı