Ankara’da, bu yılki ana teması “samimiyet” olan Kutlu Doğum Haftası açılış programına katılan Cumhurbaşkanı Gül, “İnanıyorum ki bu etkinlikler, toplumumuzda, Peygamberimizin yüce kişiliğinin, örnek hayatının ve aydınlatıcı rehberliğinin doğru bir şekilde anlaşılmasına; onun öncülüğünü yaptığı ve hepimize tavsiye ettiği huzur ve sevgi ikliminin oluşmasına çok anlamlı katkılarda bulunacaktır” dedi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eşi Hayrünnisa Gül, Kutlu Doğum Haftası açılış programına katıldı.
Ankara Arena Kapalı Spor Salonu’na gelişinde Cumhurbaşkanı Gül ve Bayan Gül’ü Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez karşıladı.
Programda sırasıyla, Sala ve Salavatla Siyer anlatımı, Kur’an-ı Kerim Tilaveti, Samimiyet Sinevizyonu, hologramlı özel program gerçekleştirildi ve ardından konuşmalara geçildi.
Cumhurbaşkanı Gül, programda yaptığı konuşmada sözlerine, “Hepinize sevgi ve muhabbetlerimi sunuyor, Allah’ın selamı ile selamlıyor, rahmet ve bereketinin hepinizin ve tüm insanlığın üzerine olmasını niyaz ediyorum. Bugün Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle, âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimizi anmak üzere burada bulunmaktayız” diyerek başladı.
“BU ETKİNLİKLER, TOPLUMUMUZDA, PEYGAMBERİMİZİN YÜCE KİŞİLİĞİNİN ANLAŞILMASINA KATKI YAPIYOR”
Allah’ın elçisi Peygamber Efendimizin dünyamızı teşriflerinin 1443’üncü yılı olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Gül, “Bu vesileyle, doğumunu kutladığımız Peygamber Efendimizi muhabbet ve ta’zimle yâdediyor, siz değerli vatandaşlarımla birlikte olmaktan duyduğum mutluluğu ifade etmek istiyorum. Ayrıca, her yıl düzenlenen ve artık geleneksel hale gelmiş bulunan Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinin olgun, kapsayıcı ve aydınlatıcı bir ortamda cereyan etmesini sağladığı için Diyanet İşleri Başkanlığımızı ve emeği geçen bütün mensuplarını tebrik ediyor ve takdirlerimi bildiriyorum. İnanıyorum ki bu etkinlikler, toplumumuzda, Peygamberimizin yüce kişiliğinin, örnek hayatının ve aydınlatıcı rehberliğinin doğru bir şekilde anlaşılmasına; onun öncülüğünü yaptığı ve hepimize tavsiye ettiği huzur ve sevgi ikliminin oluşmasına çok anlamlı katkılarda bulunacaktır” dedi.
“PEYGAMBERLERİN HEPSİ AYNI İLAHİ MESAJI TEBLİĞ ETMİŞLERDİR”
Cumhurbaşkanı Gül, peygamberlerin hepsinin, farklı tarih dilimlerinde ve farklı coğrafyalarda olsa da, esasta, aynı ilahi mesajı ve aynı evrensel hakikati tebliğ ettiklerini ifade ederek şunları söyledi: “Bu inanç, dinimizin kuşatıcılığının ve evrenselliğinin en önemli dayanağıdır. Onun, Allah’ın lütfu ve inayetiyle insanlığa tebliğ ettiği ilk mesajından itibaren geçen 23 yıllık peygamberlik dönemi, tüm zamanlara ışık tutan ve rehberlik yapan hakikatler ile doludur. O, sadece içinden çıktığı toplumun insanlarına ilettiği ve bugün bizler için de geçerli bulunan mesajlarıyla değil, aynı zamanda örnek kişiliği ve hakikate şahitlik yapan hayatıyla da, her zaman olduğu gibi bugün de, gelecekte de dünyamızı aydınlatmaya devam edecektir. Onun gerek bir insan olarak sahip olduğu hasletlerin, gerekse peygamber sıfatıyla yaşadığı hayatın temel özelliklerinden sadece bir kaçına burada değinmemiz, bu devam eden rehberliğin yol gösterici niteliğini bize yeniden hatırlatacaktır. Bildiğiniz gibi, onun, insan-üstü özelliklere sahip olmadığı, içinden çıktığı toplumun normal bir ferdi gibi ölümlü bir insan olduğu gerçeği, muhtelif ayetlerde de vurgulanmıştır. Nitekim, inanmaları için kendisinden sürekli insan-üstü mucizeler, harikuladelikler bekleyen toplumunun bu beklentisini kıran ve onun beşer tarafını hatırlatan bazı ayetler nazil olmuştur. İşte onun bu ‘beşer’ kimliğinden dolayıdır ki, ilahi mesajlar, insanların aklına, düşünme ve muhakeme etme melekelerine seslenmekte ve özlerindeki temiz fıtratı harekete geçirmektedir. Allah’ın, mesajlarını, ‘düşünen’, ‘tefekkür eden’ bir topluma indirdiğini buyurması da, aklın ve düşünmenin İslam dininin tebliği ve medeniyetinin gelişmesinde oynadığı temel fonksiyonu ortaya koymaktadır.”
“PEYGAMBERİMİZ, TOPLUMUN TÜM FERTLERİNİN ORTAK GÜVENİNİ KAZANMIŞTI”
Peygamberimizin, hayli olgun yaşında ilk ilahi mesaja muhatap olmasından önceki hayatında, itidalli, adaletli ve dosdoğru kişiliğiyle takdir gördüğünü de hatırlatan Cumhurbaşkanı Gül, “O, günün farklı ve çoğunlukla kavgalı kabilelerden oluşan parçalı toplumunda bile toplumun bütün fertlerinin ortak güvenini kazanmıştı. Bundan dolayı da Muhammedu’l-Emîn olarak anılmaktaydı. Esasen Allah’ın bahşettiği bu üstün insani vasfı sayesindedir ki, kendisine gelen ilk ilahi mesajları tebliğ ettiği insanlardan önyargısız olanları, kendisinden ayrıca bir mucize beklemeden sözünün doğruluğuna inandılar ve ona tâbi oldular. İçinde yaşadıkları toplumun “cahiliyye” olarak tanımlanan bağnazlıklarından ve sapkınlıklarından vazgeçmeyenler ise, hakikati görmezden gelme, ona kulaklarını ve kalplerini kapama yoluna saptılar ve tarihin zikrettiği düşmanlıklara tevessül ettiler. İslam toplumunun, bu sancılı yıllarını başarıyla atlatarak, içinden çıktığı coğrafyaya hâkim hale gelmesi sürecinde sergilenen başka bir örnek davranış tarzını da hatırlatmadan geçemeyeceğim. Bu da, Peygamberimizin Mekke’yi fethedip İslam toplumunun kökleşmesi yolundaki en önemli engeli aşması sonrasında, kendisine ve arkadaşlarına en şiddetli düşmanlığı yapan Mekkeli liderleri ve takipçilerini yüce gönüllülüğüyle affetmesi; öfke ve intikam duygularını bir tarafa bırakarak bütün insanlığa örnek olacak bir barış ve birlikte yaşama ruhunu hâkim kılmasıdır” dedi.
“PEYGAMBERİMİZİN TAVSİYE VE UYARILARI, TARİH ÜSTÜ EVRENSEL BİR DEĞER TAŞIYOR”
Cumhurbaşkanı Gül, Peygamberimizin Veda Hutbesi’nde yaptığı tembih, tavsiye ve uyarıları da hep akılda tutulması gerektiğine işaret ederek sözlerini şöyle sürdürdü: “Bütün bir İslam dünyası ve Müslümanlar olarak onlarla ne kadar uyum içinde olduğumuzu sorgulamalıyız. ‘Ey İnsanlar! Sözümü iyi dinleyin!’ diye başlayan Veda Hutbesi’ni, bugünün kavramlarıyla ifade edersek, ırk ayrımcılığına, cinsiyet eşitsizliğine ve ekonomik sömürüye karşı güçlü uyarı ve tembihlerle doludur. Bu uyarıların bugün sadece İslam ülkeleri için değil, modern gelişmiş toplumlar için de hâlâ geçerliliğini sürdürmesi, Peygamberimizin tavsiye ve uyarılarının tarih üstü evrensel değerini bir kez daha ortaya koymaktadır. Hepimizin bildiği bu gerçekleri yeniden hatırlatmamız, İslam dünyası olarak son birkaç yüzyıldır içinde bulunduğumuz durumu ve bugün şahit olduğumuz, pek de parlak olmayan sosyo-ekonomik ve siyasi tablonun sebeplerini doğru anlamamızı sağlamak içindir.”
İSLAM TOPLUMUNUN GELİŞİM SÜRECİ
Temelleri Peygamberimiz tarafından atılan küçücük İslam toplumunun, kendilerinin vefatından sonraki yirmi-otuz yıl içinde, o günün sayılı siyasi ve ekonomik güçlerinden biri haline geldiğini söyleyen Cumhurbaşkanı Gül, “Bu süreçte yaşadığı birçok üzücü mücadeleler ve iç bölünmeye rağmen, takip eden yüzyıllar boyunca, dünyanın dört bir tarafına yayılmış geniş bir coğrafyada insanlığın o güne kadar yaşamadığı bilimsel, düşünsel, sosyal ve ekonomik gelişmeyi hayata geçirmeyi başarmıştır. Bu tarihsel süreç içinde İslam toplumunun, çok çeşitli kültürlere, dini inançlara, hayat tarzlarına ve medeniyetlere ev sahipliği yapan geniş bir coğrafyada olağanüstü bir hızla yayılması, bir taraftan başlangıçtaki berrak dinî safiyetin ve toplumsal bütünlüğün bozulmasına yol açmış, diğer taraftan da karşılaştığı bu farklılıklarla gerçekleştirilen etkileşimler sayesinde verimli sentezlere ulaşmayı sağlamıştır” dedi.
MÜSLÜMAN TOPLUMLARIN MODERNİZMLE YÜZLEŞMESİ
Cumhurbaşkanı Gül, tarihin doğru okunmasının, hem bugünü doğru değerlendirmenin hem de geleceğin temellerini sağlam bir şekilde atmanın vazgeçilmez şartı olduğunu ifade ederek şöyle konuştu: “Son bir kaç yüzyılda Batı dünyasında entellektüel bir hegemonya oluşturan oryantalizmin, İslam dini, Müslüman toplumlar ve İslam kültür ve medeniyeti hakkında çizdiği olumsuz tablonun etkisinde kalıp, İslam dünyasının yaşadığı bütün sosyal, siyasal ve ekonomik sorunların sorumluluğunu dine yükleyen anlayışın, hem vahim bir yanlışlığın, hem de kısır bir dogmatizmin ürünü olduğu, bugün açıkça ortaya çıkmıştır. Bu anlayışların etkisinde kalarak kendi tarihleri, kültürleri ve medeniyetleriyle bağlarını radikal bir biçimde kopararak kendi halkı ve değerleriyle ters düşen İslam ülkelerinin çoğunluğunun bugün içinde bulunduğu kaotik tablo, bu anlayışın çözümsüzlükten ve kaostan başka bir şey üretmediğini göstermektedir. Kaldı ki, bu şekilde bir inkârcılık, o toplumların Müslüman kimliğini de ortadan kaldırmamakta, tersine, ilave bir takım toplumsal ve siyasal sorunların doğmasına sebep olmaktadır. Birçok İslam ülkesinde hayal kırıklığı ile sonuçlanan bu eğilimler, 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkıp günümüze kadar devam eden, yanlış ve eksik bir modernleşme anlayışının ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Modernleşmeyi, toplumsal, ekonomik ve siyasal standartları yükseltme modeli olarak almak yerine, bir ideoloji ve bir hayat tarzı dayatması olarak almak, hem modernleşme yolunda başarısızlığa sebep olmuş, hem de toplumları istikrarsızlaştıran aşırı tepkilerin doğmasına yol açmıştır.”
“BATI İLE İSLAM DÜNYASI ARASINDA SOSYAL, EKONOMİK VE SİYASAL ALANDAKİ MESAFE, HÂLÂ KAPATILAMADI”
19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı aydınları arasında yaygın olarak tartışılan “Neden geri kaldık?” sorusunun bugün birçok İslam ülkesinde hâlâ geçerliliğini koruduğunu belirten Cumhurbaşkanı Gül, “Bu tartışmanın yapıldığı günlerin üstünden bir yüzyıldan fazla zaman geçmesine ve bu süre zarfında İslam coğrafyasında büyük siyasal ve ekonomik değişiklikler yaşanmasına rağmen bu sorunun geçerliliğini sürdürmesi, doğru cevaplar verilemediğini veya doğru cevapların doğru politikalara dönüştürülemediğini göstermektedir. Batının yaşadığı iki büyük dünya savaşının ve çöken imparatorlukların yarattığı şiddetli travmaya rağmen, o günlerde Batı ile İslam dünyası arasında sosyal, ekonomik ve siyasal alanda mevcut olan mesafe, hâlâ kapatılabilmiş değildir. Batı toplumlarının yaşadıkları onca travmalardan nihayet ders alarak kurumsal yapılanmada, birey hak ve özgürlüklerinde, refah artışında, gelir dağılımında, teknolojik gelişmede ve birey-devlet ilişkilerinde gerçekleştirdikleri ilerlemeler, iki dünya arasındaki mesafeyi, sadece zenginliğe ve ekonomik gelişmeye ilişkin bir nicelik farkından ibaret bırakmayıp maalesef insani ve toplumsal gelişme alanında bir kalite ve seviye farkına da dönüştürmüştür” diye konuştu.
Bu farklılığın somut sonuçları olan İslam dünyasındaki otoriter rejimler, bireysel hak ve özgürlüklerden yoksunluğu, kurumsal geriliği, eğitim yetersizliğini, gelir dağılımındaki eşitsizliği, yoksulluğu, kamu yönetiminde şeffaflık ve hesap verebilirlik kavramlarına uzaklığı görmezden gelmenin mümkün olmadığını belirten Cumhurbaşkanı Gül şunları söyledi: “İşte içinde bulunduğumuz bu çağda sürdürülmesi mümkün olmayan bu yanlışların birikimi sonucu, İslam dünyasında son yıllarda, kaçınılmaz başkaldırmalar olmuş ve insanlar haklı taleplerle meydanlara çıkmıştır. Çağı kavrayabilen liderlikler dönüşümün ülkelerinde daha az maliyetle gerçekleşmesinin yolunu açarken, statükolarını korumakta ısrarlı olanlar ülkelerini harap etmişler, vatandaşlarını kan ve gözyaşına boğmuşlar veya sürdürülemeyecek politikalarla ülkelerini onlarca yıl geriye götürmüşlerdir. Şüphesiz ki, bir yandan Müslümanlar olarak bu acıları derinden hissedip üzerimize düşen dayanışmayı gösterirken, diğer yandan da bu hüzünlü tablodan akılla çıkmanın yollarını bu ülkelere göstermeliyiz.”
“İSLAM; DÜŞÜNMEYE, ARAŞTIRMAYA, AKLI VE BİLGİYİ KULLANMAYA BÜYÜK DEĞER VERİR”
Tüm İslam dünyasındaki yönetici kadroların, Peygamberimizin tatbikatındaki katılımcı, müzakereci ve çoğulcu değerleri, adaleti ve hukuku temel alan yönetim ilkelerini hayata geçirme yolunda çaba göstermeleri halinde hem genel olarak İslam coğrafyasına, hem de kendi ülkelerine en büyük iyiliği yapmış olacaklarını vurgulayan Cumhurbaşkanı Gül, “Bugün inanıyorum ki, kendi ülkelerinde daha fazla demokrasi, daha şeffaf bir kamu yönetimi, daha geniş bireysel hak ve özgürlükler ve daha fazla hukuk ve adalet için çaba gösteren Müslümanlar, hem İslam’ın ruhuna ve temel ilkelerine daha uygun bir tutum sergilemiş olacaklar; hem de kendi ülkelerinin ve insanlarının mutluluğuna ve refahına katkıda bulunmuş olacaklardır. Unutmayalım ki, bugün gelişmiş Batı toplumlarına farklı terminolojilerle maledilen ‘iyi yönetişimin’ vasıfları olan hak-hukuk, şeffaflık, hesap verebilirlik ve eşitlik gibi değerler bizim özdeğerlerimizdir. Bu değerleri bireysel ve toplumsal hayatımızda gerçekleştirdiğimiz takdirde maddi ve manevi zenginliğe ulaşabiliriz. İslam’ın düşünmeye, araştırmaya, aklı ve bilgiyi kullanmaya değer verdiği dönemlerdeki yükselişinin yeniden tekrarlanması için gerekli zihinsel şartları hazırlamak, bu konulara kafa yoran aydınlarımıza, devlet adamlarımıza, eğitimcilerimize düşen bir görevdir. Ama bu konuda en büyük sorumluluk da, Diyanet ve İlahiyat camialarına düşmektedir” dedi.
BU YILKİ KUTLU DOĞUM HAFTASININ ANA TEMASI “SAMİMİYET”
Cumhurbaşkanı Gül, Diyanet İşleri Başkanlığının, bu yılki Kutlu Doğum Haftasının ana teması olarak “samimiyet” konusunu seçmesini anlamlı bulduğunu ve takdir ettiğini dile getirerek, “Bu vesileyle şu hususu yeniden ifade etmek isterim: İçtenlikli bir şekilde kendimizden başlayarak çevremize bakmalıyız. İyi niyetli ve istikrarlı çabalarla gidişatımızı gözden geçirmeliyiz. Bu topraklarda her inanç grubunun, her aidiyet ve mensubiyet çizgisinin huzur ve bekasını garanti altına almalı ve bu konuda vicdani ve ahlâkî açıdan sorumluluk duymalıyız. Bugün Hz. Peygamberi sevmenin, ona tabi olmanın her şeyden önce derin bir samimiyet gerektirdiğini düşünüyorum. Bin yılı aşkın Müslümanlık tarihimizin ortak özelliği dinde samimiyettir. İnsan, ilişkilerini Allah’la nasıl kuruyorsa çevresindekilerle de öyle kurmak zorundadır. Kabul etmek gerekir ki günümüzde herkes gibi bizler de ağır samimiyet sınavlarından geçmekteyiz. Allah ve Peygamber ile olan ilişkilerimizin özü samimiyet üzerine bina edilmiştir. Peki, diğer insanlarla, kendimizle, doğayla ve cümle mevcudatla kuracağımız ilişkinin dinî ve ahlâkî temeli ne olacaktır? Bu vesileyle bu konunun üzerinde hep birlikte yeniden düşünmeli ve her birimiz kendimizi gözden geçirmeliyiz” dedi.
“PEYGAMBER EFENDİMİZİN MESAJLARININ DOĞRU BİR ŞEKİLDE ANLAŞILMASINI TEMENNİ EDİYORUM”
Cumhurbaşkanı Gül konuşmasını, “Sözlerime burada son verirken birbirimize karşı samimi olmamızın, özümüzle sözümüzün, içimizle dışımızın bir olmasının her şeyden önce sağlıklı bir toplum olmanın en temel şartı olduğunu vurgulamak isterim. Kutlu Doğum Haftamızın Peygamber Efendimizin mesajlarının doğru bir şekilde anlaşılıp kavranması, hemen her boyutuyla içselleştirilmesi konusunda bizlere yeni kapılar açmasını temenni ediyor, hepinizi muhabbetle selamlıyorum.” diyerek tamamladı.
Konuşmasının ardından Cumhurbaşkanı Gül’e sahnede gül takdim edildi. Programın tamamlanmasından sonra Cumhurbaşkanı Gül ve Bayan Gül, Ankara Arena Kapalı Spor Salonu’nundan ayrılırken vatandaşların yanına giderek onlara gül verdi.