Anayasa Mahkemesi’nin 50. kuruluş yıl dönümü nedeniyle ATO Kongre Salonu’nda düzenlenen Uluslararası Sempozyum’a katılarak bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Gül, yeni Anayasanın esnek ve özgürlükçü bir karakterde olmasının altını çizdi. Cumhurbaşkanı Gül, Anayasa aracılığıyla milletin farklı siyasi çizgilerini zapturapt altına alma, devlet ve millet arasında bir gerginlik oluşturma zihniyetinden de uzak olması gerektiğine dikkat çekti.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül konuşmasında, sempozyumun Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da büyük bir demokratik dönüşümün yaşandığı, dünyada sosyal adaletsizliklere karşı pek çok halk hareketinin görüldüğü bir dönemde ülkemizde düzenlenmesini önemli bulduğunu ifade ederek, Türkiye’nin, Osmanlı döneminden başlayarak güçlü bir anayasa geleneğine sahip, dinamik demokrasisi ve işleyen piyasa ekonomisiyle dikkat çeken bir ülke olduğunu vurguladı.
“MÜSLÜMAN VE DEMOKRATİK TÜRKİYE, DÜNYADA EMSALSİZ BİR KONUMDA”
Halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan Türkiye’nin, bir yandan, kendi değerleriyle gurur duyarken, diğer yandan da, demokrasi, insan hakları ve çoğulculuk gibi evrensel değerleri benimsemiş ve hayata geçirmiş olmasının, ülkemizi tüm dünyada emsalsiz bir konuma oturttuğunu kaydeden Cumhurbaşkanı Gül, bu nedenle de Türkiye’nin, bu konuları tartışmak için son derece uygun bir yer olduğunu ifade etti.
Cumhurbaşkanı Gül, konuşmasında, adalet kavramının toplum hayatının bütün yönleri bakımından önemine değineceği, devlet ile toplum ilişkisini düzenleyen anayasalara ilişkin düşüncelerini, ülkemizdeki yeni anayasa çalışmaları ve bölgemizde cereyan eden olaylar hakkındaki görüşlerini aktaracağını söyledi.
“HUKUKUN ERDEMİ, ANCAK ADALETİN TECELLİSİNE İMKÂN VERİYORSA ORTAYA ÇIKAR”
Adaletin, rasyonel olduğu kadar, tabii bir ihtiyaç ve ahlaki bir mesuliyet olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Gül, “Başka bir deyişle adalet; hakkaniyettir, vicdandır, özgürlüktür, eşitliktir, hakça paylaşımdır, uyumdur, fazilettir, huzurdur ve şüphesiz ki barıştır. Toplum hayatı için böylesine temel ve vazgeçilmez bir kavram olan adaletin tüm fonksiyonlarıyla tecelli etmesi çok önemlidir. Netice itibariyle, bireylerin hak ve özgürlüklerinin teminat altında olmadığı bir ‘hukuk düzeni’nde adaletten söz edilemez. Esasen hukukun erdemi, ancak adaletin tecellisine imkân veriyorsa ortaya çıkar” dedi.
Başkalarının hak ve özgürlükleri ile farklı kimlik ve yaşam biçimlerine hoşgörü göstermeyen bir “toplum düzeni”nde uyumdan, adaletten bahsetmenin söz konusu olamayacağına işaret eden Cumhurbaşkanı Gül, fırsat eşitliğinin ve hakça bölüşümün olmadığı bir “ekonomik düzen”de ise, beşeri kalkınmadan ve sosyal adaletten söz edilmeyeceğini bildirdi.
“GEÇMİŞE YÖNELİK ADİL BİR HAFIZAYA SAHİP OLMADAN GELECEK İNŞA EDİLEMEZ”
Cumhurbaşkanı Gül, diğer yandan, toplum adına suçluları adil bir şekilde yargılayıp cezalandıramayan veya ıslah edemeyen bir “kamu düzeni”nin sürdürülebilir olmasının da mümkün olmadığına işaret etti. Aynı şekilde, devletlerarası ilişkilerde hakkaniyete özen göstermeyen ve insanlığın ortak değerlerine sahip çıkmayan bir “uluslararası düzen”in, dünyada barış ve istikrarı sağlamasının düşünülemeyeceğini ifade eden Cumhurbaşkanı Gül, geçmişe karşı “adil bir hafıza”ya sahip olmanın ve “gelecek nesillere karşı adil bir sorumluluk” taşımanın da, toplumların bekası bakımından son derece önemli birer erdem olduğunu ve geçmişe yönelik adil bir hafızaya sahip olmadan geleceğin inşa edilmeyeceğini söyledi.
Cumhurbaşkanı Gül, sürdürülebilir kalkınmanın ve çevre bilinci içinde hareket etmenin “geleceğe karşı adil olmanın” bir icabı olduğunu bildirdi. Örgütlü toplum hayatının en güçlü organı olan devletin, anayasaların da temel öznelerinden biri olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Gül, işleyen ve etkin bir toplum hayatı için, güçlü bir devlete ihtiyaç bulunduğunu aktararak, güçlü devlet geleneğinin, büyük medeniyetlerin bugüne kadar varlıklarını sürdürmesinde oynadığı önemli role işaret etti.
“DEVLETİN GÜCÜNÜ NASIL KULLANDIĞI ÖNEMLİ”
Cumhurbaşkanı Gül, Çin, İran, İngiltere ve Türkiye gibi ülkelerin, bugün hala uluslararası siyaset ve medeniyet sahnesinde önde gelen bir konumda olmalarında sahip oldukları binlerce yıllık devlet geleneğinin payının büyüklüğüne dikkat çekerek, ancak, devletin güçlü olmasının, tek başına bir erdem olmadığını, devletin gücünün, başta kendi halkına olmak üzere, nasıl kullandığının da önem taşıdığını aktardı.
DEVLETİN GÜCÜNÜN SINIRLANDIRILMASI VE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ
Modern demokratik devlete giden süreçte en önemli ikinci hususun da devletin gücünün sınırlandırılması ile hukukun üstünlüğü kavramları olduğunu vurgulayan Cumhurbaşkanı Gül, “Özellikle Abbasiler, Emeviler ve Osmanlılar gibi İslam İmparatorluklarında adalet, hukukun üstünlüğü ve istişare gibi kavramlar güçlü bir şekilde kök salmıştır. Bu nedenle, ‘Adalet mülkün temelidir’ gibi sözlerin bugün hala kullanılıyor olması tesadüfî değildir. İslam toplumları, başka kelimelerle ifade edilse de; bugün evrensel değerler olarak gördüğümüz hak, hukuk, adalet, şeffaflık ve hesap verilebilirlik gibi ilkeleri; yüzyıllar boyunca kendilerine şiar edinmişlerdir. Maalesef İslam toplumlarında yaşanan siyasi ve toplumsal çürüme ile ekonomik gerileme nedeniyle, bu köklü gelenekte, zaman içinde büyük aşınmalar meydana gelmiştir” dedi.
“İSLAM ÜLKELERİ, SÖMÜRGECİLİK VE SOĞUK SAVAŞ’IN BASKILARIYLA KENDİ DEĞERLERİNE YABANCILAŞTI”
İslam ülkelerinin pek çoğunun maruz kaldığı sömürgeciliğin ve daha sonra da Soğuk Savaş’ın ideolojik baskılarının ortaya çıkardığı toplumsal psikolojinin, bu toplumların kendi değerlerine yabancılaşmasına yol açtığını kaydeden Cumhurbaşkanı Gül sözlerini şöyle sürdürdü: “Bugün sevinerek ifade etmeliyim ki Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan halk hareketleri, bölge halklarının hukukun üstünlüğü gibi tarihte oluşmasına katkıda bulundukları evrensel değerlerle yeniden buluşması fırsatını tanımıştır. Bununla birlikte, modern demokrasinin kuşkusuz en son ve en önemli öğesi olan hesap verilebilirliğin hâkim olması, demokratikleşme yolundaki toplumların en önemli imtihanlarından birini teşkil edecektir.”
KÜRESELLEŞMENİN BERABERİNDE GETİRDİĞİ PROBLEMLER
Cumhurbaşkanı Gül, küreselleşmenin; gerek modern devletin fonksiyonları, gerekse toplumsal insicamın unsurları bakımından bizleri birçok sorun ve açmazla karşı karşıya bıraktığına işaret ederek, “Bu kapsamda şu ikilem ve sorunları zikredebiliriz; kişi hak ve özgürlüklerinin genişletilmesi ile güvenlik, yürütmenin çoğunluk iradesine dayanan icraatı ile çoğulculuk, yürütmenin etkinliği ile fren ve denge sistemine dayanan güçler ayrılığı prensibi, laiklik ilkesi temelinde din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ile inanç ve ibadet özgürlüğünün teminat altına alınması, kültürel kimlik ve çok kültürlülük ile toplumsal entegrasyon ve insicam, milli egemenlik ile egemenliğin devri ve uluslararası meşruiyet, teşebbüs hürriyeti ile regülasyon, bireysel fayda ile toplumsal maliyet, ekonomik büyüme ile adil paylaşım, millî çıkar ile küresel sorumluluk, ekonomik kalkınma ile sürdürülebilir çevre. Dolayısıyla anayasalar yapılırken, bahsettiğim ikilem ve sorunlara getirilecek optimal çözümler, modern demokratik devletin vasıflarının oluşmasında belirleyici bir rol oynayacaktır. Malumları olduğu üzere, geleneksel devlet, kendi güvenliği ve bekasını her şeyin üstünde tutan, sınırları içindeki toplumu, bu amaç uğrunda örgütlenmesi gereken bir vasıta olarak gören bir kurum niteliği taşımıştır” dedi.
“DEVLETİN YEGÂNE VARLIK SEBEBİ, HALKININ TALEP VE BEKLENTİLERİNİ KARŞILAMAKTIR”
Günümüzde de hala devlet kurumunu bu çerçevede değerlendiren, devletin güvenliğini, halkın temel hak ve özgürlüklerinin üzerinde gören, “halksız bir demokrasi” ve “hakkaniyetsiz hukuk” oluşturmaya çalışan rejimler bulunduğuna da işaret eden Cumhurbaşkanı Gül, ancak teknolojik gelişmelerin, özellikle iletişim ve sosyal medya alanında kaydedilen yeniliklerin, dünyada olup biten her şeyin, herkes tarafından öğrenilmesine ve mukayese edilmesine yol açtığını söyledi. Bu gerçeğin farkına varan lider ve rejimlerin değişime öncülük ettiğini, bunun farkına varamayan, değişime direnen lider ve rejimlerin ise hem kendilerine, hem de halklarına, büyük bedel ödettiklerini bildirdi. Arap Baharı’nın da gösterdiği üzere, korkuyla, bu tür baskıcı yöntemlerle halkları yönetmenin devrinin artık bitmek üzere olduğunu aktaran Cumhurbaşkanı Gül, çağımızda, devletin yegâne varlık ve meşruiyet sebebinin, halkının meşru arzu, talep ve beklentilerini karşılamak olduğu yönünde bir anlayış ağırlık kazandığını söyledi.
“MODERN DEMOKRATİK DEVLET; İNSANI, BELİRLEYİCİ ÖĞESİ OLARAK KABUL EDER”
Cumhurbaşkanı Gül, hem dünyada demokratik genişlemenin devam ettiğini, hem de en baskıcı rejimlerin dahi kendilerini adil ve demokratik gösterme mecburiyetini hissetlerini kaydederek, “Bu itibarla demokratik devlet, tüm dünyada en azından ahlaki üstünlüğü ele geçirmiş durumdadır. Modern demokratik devlet; insanı, ferdi, toplumsal anlamda belirleyici öğesi olarak kabul eden bir kurum olmak durumundadır. Özgürlük-güvenlik dengesinde, özgürlükler alanının genişletilmesini düstur edinen bir yapı olmalıdır. Devlet; eşitlikçi, çoğulcu ve katılımcı bir demokrasiyi kurumsallaştıran bir mekanizma teşkil etmelidir. Modern demokratik devlet, bir yandan haksızlığı, şiddeti, vahşeti ve güçlünün güçsüze tahakkümünü önleyen, diğer taraftan sosyal adaleti, barışı ve refahı sürdürülebilir kılan bir kurum niteliği taşımalıdır” dedi.
“ÇAĞIMIZIN DEVLETİ MİLLÎ İRADENİN TECELLİSİNİ ÇOĞULCU ANLAYIŞLA SAĞLAYAN BİR DEVLETTİR”
Konuşmasında demokrasinin statik bir mükemmeliyet rejimi olmadığını belirten Cumhurbaşkanı Gül, “Demokratik devlet ve toplum dinamik bir olgu olup ‘terakkiperver’ bir gündemle iyileştirilmeye her zaman ihtiyaç duyar. Dolayısıyla toplumun, devletin değişimlere ayak uydurmasını talep etmesi tabiidir. Nihai tahlilde çağımızın devleti, hukukun üstünlüğünü düstur edinen ‘demokratik bir devlet’tir. Temel insan hak ve özgürlüklerinden taviz vermeden güvenlik ve istikrarı sağlayan ‘özgürlükçü bir devlet’tir. Ekonomik büyümeyi sağlarken, hakça bölüşümü ihmal etmeyen ‘sosyal bir devlet’tir. Millî çıkarlarının peşinde koşarken, insanlığa karşı sorumluluklarının bilincinde olan ‘erdemli bir devlet’tir. Ekonomik kalkınma politikalarında başta çevre olmak üzere gelecek nesillere yönelik mesuliyetinin farkında olan ‘sorumlu bir devlet’tir. Ülkede işleyen bir piyasa ekonomisini mümkün kılarken, toplumsal maliyetleri en aza indirgeyecek ‘düzenleyici bir devlet’tir. Sadece ‘hesap soran’ değil, aynı zamanda ‘hesap veren bir devlet’tir. Millî iradenin tecellisini ‘çoğunlukçu’ değil, ‘çoğulcu bir anlayışla sağlayan bir devlet’tir. Halkın tüm kesimlerini kucaklayan ve farklılıkları zenginlik olarak gören ‘müşfik ve hoşgörülü bir devlet’tir” dedi.
“YENİ ANAYASA SÜRECİNDE MİLLET OLARAK ÖZ GÜVEN İÇİNDEYİZ”
Cumhurbaşkanı Gül, halkımızın büyük çoğunluğunun, yürürlükteki anayasanın ihtiyaçlara cevap vermemesinden, ülkemizin demokratik olgunluk ve çeşitliliğini kısıtlamaya çalışmasından, milletimizin zenginliklerini yok saymasından rahatsızlık duyduğuna dikkat çekerek, “Özellikle geçen Haziran’da yapılan seçimlerin ardından katılımcı ve temsili demokrasi kriterleri bakımından meşruiyeti yüksek bir Meclis tablosunun ortaya çıkması, halkımızın bu doğrultudaki beklentilerini yükseltmiştir. Türkiye tarihinde ilk defa, yeni anayasa çalışmaları, Sayın Meclis Başkanımızın liderliğinde, toplumun birçok kesiminin temsilcilerinin doğrudan iştirakiyle yürütülmektedir. Aziz milletimizin önünde, 1921 ve 1924 Anayasalarından beri ilk defa, doğrudan millet tarafından bir anayasa yapılması fırsatı bulunmaktadır. Daha önce pek çok vesileyle ifade ettiğim üzere, yeni anayasa sürecinde millet olarak öz güven içinde bulunmamız için sağlam sebeplerimiz mevcuttur” dedi.
“1982 ANAYASASI, O DÖNEMİN RUHUNU TAŞIYAN VESAYETÇİ BİR ANAYASADIR”
Halen yürürlükte olan 1982 Anayasası’nın da, son yıllarda yapılan çok kapsamlı reformlara rağmen, iç sistematiğini yitirdiğini, milletimizin ulaştığı demokratik ve ekonomik seviye nazarı itibariyle, artık dar gelmeye başladığını belirten Cumhurbaşkanı Gül şöyle söyledi: “Çünkü 1982 Anayasası, o dönemin ruhunu taşıyan, darbe ürünü, vesayetçi, bürokratik-otoriter niteliği olan bir anayasadır. Bu nedenle, yeni bir anayasa yapılması artık bir zaruret halini almıştır. Ayrıca, millet olarak darbelerle yüzleşmeye çalıştığımız bir dönemde, hala bir ara dönem anayasasıyla yönetiliyor olmak, ülkemizin ulaştığı demokratik seviyeyle de derin bir çelişki teşkil etmektedir.”
Anayasaların tepkisel saiklerle hazırlanmaması gerektiğini, sadece bir önceki dönemin hatalarını düzeltmeye çalışan anayasaların, toplumları ileriye taşıyamayacaklarını vurgulayan Cumhurbaşkanı Gül, siyasi tarihin gösterdiği gibi, birçok ülkede, demokratlar ile otokratlar arasında yaşanan mücadeleyi sadece yeni anayasa yapmak suretiyle kazanacaklarını zannedenlerin yanıldıklarına, ülkemizin anayasal hareketler tarihinin de, bu durumun acı örnekleriyle dolu olduğuna dikkat çekti.
“ANAYASALAR YALNIZCA BUGÜNÜN GÜÇ DENGELERİNE VE İHTİYAÇLARINA GÖRE DİZAYN EDİLEMEZ”
Cumhurbaşkanı Gül, anayasa aracılığıyla bir önceki dönemin “mağdurlarını”, “muktedir ve mağrur kılma” çabasının da hep menfi neticeler doğurduğuna işaret ederek şunları söyledi: “Çünkü anayasalar yalnızca bugünün güç dengelerine ve ihtiyaçlarına göre dizayn edilemez. Anayasalar, toplumun gelecekteki ihtiyaçlarını karşılayacak, gelişmesine izin verecek sadelik, esneklik ve tutarlılık içinde olduğu takdirde, kalıcı olabilirler. Bana göre, İngiliz ve Amerikan anayasa geleneğinin başarısının ardında yatan gerçek budur. Tabiatıyla her anayasanın temel bir felsefesi ve ruhu olacaktır. Ancak, daha önce anlattığım mahzurları nedeniyle anayasalar, hiçbir özel fikrin, partinin, ideolojinin ve doktrinin mührünü taşımamalıdır. Dolayısıyla anayasalar, toplumun tüm kesimlerinin hak, özgürlük ve beklentilerini bugün ve gelecekte teminat altına alacak bir nitelikte olmalıdır. Bu da ancak, toplumsal mutabakatın mümkün olduğunca ‘asgari müşterek payda’da oluşacağı anlayışıyla kaleme alınan anayasalarla sağlanabilir. Unutmayalım ki, bugün güçlü olduğumuzda bizi kendi gücümüzden koruyacak bir anayasal kural, yarın zayıf düştüğümüzde bizi başkalarının haksızlığından da korur.”
“YENİ ANAYASA ESNEK VE ÖZGÜRLÜKÇÜ BİR KARAKTERE SAHİP OLMALI”
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açış konuşmasında da belirttiği gibi, anayasalarımızın bugüne kadar, özgürlükler konusunda şüpheci ve katı; sınırlamalar konusunda ise geniş ve esnek bir dille formüle edildiğini söyleyen Cumhurbaşkanı Gül, bu nedenle, yeni anayasanın esnek ve özgürlükçü bir karaktere sahip olması, anayasa aracılığıyla milletin farklı siyasi çizgilerini zapturapt altına alma, devlet ve millet arasında bir gerginlik oluşturma zihniyetinden uzak durması gerektiğinin altını çizdi.
Cumhurbaşkanı Gül, yeni Anayasanın modern demokratik devlet anlayışını ruhunda ve lafzında taşıması, evrensel ilkeleri düstur edinerek, temel hak ve hürriyetleri, herkes için, her yönüyle eşit vatandaşlık temelinde güçlendirmesi ve teminat altına almasının önemini vurguladı.
“YENİ ANAYASA, 200 YILLIK ANAYASA VE DEMOKRATİKLEŞME ÇABALARIMIZIN KAZANIMLARINI PEKİŞTİRMELİ”
Cumhurbaşkanı Gül, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yeni anayasa, 200 yıllık anayasa ve demokratikleşme çabalarımızın kazanımlarını pekiştirmeli; millet olarak mutabık olduğumuz, birlik ve bütünlüğümüz ile demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyetimizin temel ilkelerinden taviz vermemelidir. Devletin, milletin hizmetinde olduğunu unutmamalı, vesayeti örtülü bir şekilde başka organlar aracılığıyla sağlamak yerine, çağdaş demokrasilerde olduğu gibi açık bir şekilde halka tevdi etmelidir. Modern demokrasilerin şeffaflık ve hesap verilebilirlik kavramlarını, güçler ayrılığı ilkesi ile fren ve denge sistemlerini içinde barındırmalıdır. Bu meyanda, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile basın, ifade ve örgütlenme özgürlüğü en fazla özen gösterilmesi gereken hususlardır. Netice olarak, yeni anayasada zor olarak gördüğümüz konuları, imparatorluk mirasına sahip olan bir ülkenin refleks ve tecrübelerini öz güven içinde kullanarak aşabiliriz. Böylece, adaleti bütün veçheleriyle tecelli ettirecek ve Türk demokrasisini kurumsallaştıracak yeni bir anayasaya ulaşabilir; devirlerden, şahıslardan, iktidarlardan bağımsız; kalıcı, sürdürebilir ve tutarlı bir adalet ve demokrasi ortamı oluşturabiliriz.”
Yeni anayasanın biran önce tekemmül ettirilmesi yönündeki tüm samimi arzusuna rağmen, bu sürecin son derece zor ve zaman alıcı bir süreç olduğunun farkında olduğunu ifade eden Cumhurbaşkanı Gül, bu nedenle memleketimizin önünde duran ve çözüm bekleyen acil hukuki meselelerin, daha fazla vakit kaybetmeden çözülmesi gerektiği uyarısında bulundu.
UZUN TUTUKLULUK SÜRELERİ
Söz konusu meselelerin başında, bugün çok sık tartışılan, adaletin tecellisini geciktiren, uzun tutukluluk sürelerinin fiili cezaya dönüşmesine yol açan adli sorun ve uygulamaların geldiğine dikkat çeken Cumhurbaşkanı Gül, “Daha önce de vurguladığım gibi, hukuk devleti ilkesinin ve hukukun üstünlüğü idealinin de nihaî ürünü, esasen adaletin tecelli etmesidir. Bu doğrultuda, devletin bütün organları vazife ve sorumluluklarını layıkıyla yerine getirmelidir. Söz konusu sorunları aşmak için hazırlanmakta olan hukuki düzenlemelerin ivedilikle neticelenmesini temenni ediyorum” dedi.
Cumhurbaşkanı Gül, çağımızda insan hak ve özgürlükleri ile ilgili konu ve sorunların, artan bir şekilde devletlerin iç meselesi olmaktan çıkarak tüm uluslararası camianın ortak vicdanına ve mesuliyetine hitap eder hale geldiğini belirterek, insan haklarının korunması konusunda dünyadaki en başarılı bölgesel insan hakları mekanizmasının, şüphesiz Türkiye’nin de kurucusu olduğu Avrupa Konseyi ve bünyesinde oluşturulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi olduğunu kaydetti.
Kendisinin yaklaşık 10 yıl boyunca üyelik yaptığı Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi’nde bu gerçeği bizzat tecrübe etme imkânı bulduğunu dile getiren Cumhurbaşkanı Gül, Avrupa Konseyi’nin ve Bratza’nın Başkanı olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin; Türkiye’de hak ve hukukun korunmasında, özgürlüklerin genişletilmesinde büyük katkısı olduğunu bildirdi.
“ARAP BAHARI’NA EN FAZLA DESTEK VERMESİ GEREKEN KITA AVRUPA’DIR”
Cumhurbaşkanı Gül, modern anlamda demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı gibi kavramların, esasen, Avrupa’da doğan ve küresel ölçekte yansımaları olan değerler olduğunu, bu nedenle, halkın demokratik dönüşüm talebiyle başlayan Arap Baharı’ndan, en fazla memnun olması ve destek vermesi gereken kıtanın, Avrupa olması gerektiğinin altını çizdi.
Demokratik halk hareketlerinin önemli bir kısmının, Avrupa medeniyetinin de beşiği olan Akdeniz havzasının güneyi ve doğusunda yaşandığını ifade eden Cumhurbaşkanı Gül, burada olup bitenlerin Türkiye kadar, Avrupa ülkelerini de her açıdan etkileyecek tarihi gelişmeler olduğunu kaydetti.
Cumhurbaşkanı Gül, bugün maalesef belirli bölgelerde farklılıkları, çatışma sebebi olarak gören aşırı görüşlerin hala zemin kazanabildiğini, bu toleranstan yoksun aşırı akımların, insanlığa demokrasi ve insan haklarına saygı temelli devlet anlayışını hediye etmiş olan Avrupa kıtasındaki tezahürlerinin ise, ayrıca üzüntü verici olduğunu söyledi.
“AVRUPA’DA YÜKSELEN IRKÇILIK, İSLAM-KARŞITLIĞI VE YABANCI DÜŞMANLIĞINDAN ENDİŞE DUYUYORUZ”
“Avrupa’yı etkisine alan ekonomik krizle birlikte daha da artan ırkçılık, İslam-karşıtlığı ve yabancı düşmanlığından ciddi endişe duyuyoruz” diyen Cumhurbaşkanı Gül, göçmenleri; güvenlik, işsizlik, suç, fakirlik ve diğer sosyal sorunların ana sebebi olarak gösteren partilerin oy oranlarının arttığını, ana siyasi akımların ise; oy kaygısıyla, bu radikal gruplara yaranmak için tavizler verdiklerini vurguladı.
Cumhurbaşkanı Gül, daha sonra şunları söyledi: “Eğer ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslamofobi karşısında Avrupa değerlerini ve ortak vicdanımızı koruyamazsak, bu tehditler sadece Avrupa’yı değil, tüm dünyayı yaşanamaz bir hale getirir. Bu bağlamda, Norveç vatandaşı Breivik tarafından gerçekleştirilen ırkçı terörist saldırıları dikkatle mercek altına almalıyız. Bugünlerde davası görülen Breivik’in mahkemede soğukkanlılıkla anlattığı vahşet; yabancıları ‘ötekileştirme’, ‘şeytanlaştırma’ ve ‘insan görmeme’ yolunda aşırı sağ gruplar arasında ciddi bir endoktrinasyon kampanyası yürütüldüğüne delalet etmektedir. Unutmayalım ki, Holocaust sırasında milyonlarca insanın toplama kamplarında imha edilmesine giden yolu da, bu tür endoktrinasyon kampanyaları döşemiştir. Burada tekrar hatırlatmak isterim ki, Batı’nın ırkçılık ve yabancı düşmanlığı gibi nükseden hastalıklarını tedavi etmek, Doğu’nun çoğu kez azgelişmişlikten kaynaklanan sorunlarıyla başa çıkmaktan daha çetin bir mücadele gerektirmektedir. Dolayısıyla, Avrupa değerlerini muhafaza etmek için ırkçı ve yabancı düşmanı eğilimleri sorgulama cesareti göstermeliyiz. Özellikle hukukçuların bu tehditlere daha ciddi olarak eğilmesi elzemdir.”
“KUZEY AFRİKA VE ORTA DOĞU’DAKİ DEMOKRATİK DÖNÜŞÜMÜ HEYECANLA TAKİP EDİYORUZ”
Türkiye’nin insan haklarının ve demokrasinin gelişmesinin; barış, kalkınma ve sosyal adaletin tesisinde önemli rol oynayacağını düşündüğüne, politikalarını bu değerler ekseni üzerinden yürütmeye gayret ettiğine dikkat çeken Cumhurbaşkanı Gül, “Bu nedenle, geçen yıl Kuzey Afrika’da başlayan ve hızla diğer Orta Doğu ülkelerine yayılan değişim ve demokratik dönüşüm hareketlerini, büyük bir heyecanla takip ediyor ve destekliyoruz” dedi.
Cumhurbaşkanı Gül, Arap Uyanışı’nın, başta İslam dünyası olmak üzere, dünyanın çeşitli yerlerinde hak ve adalet özlemi çeken pek çok halk için bir ilham kaynağı olduğuna işaret ederek, korku duvarlarının yıkılmasına sebep olan bu demokrasi dalgasının, önümüzdeki yıllarda dünyayı dönüştürmeye devam etmesinin kuvvetle muhtemel olduğunun altını çizdi.
“DAHA ÖZGÜR, BARIŞÇIL VE MÜREFFEH BİR DÜNYAYA ULAŞMA UMUDUMUZ ARTIYOR”
Sonuç olarak Cumhurbaşkanı Gül, Arap Uyanışı/Baharı’nın, daha özgür, barışçıl ve müreffeh bir dünyaya ulaşma umudunu artırdığını, ancak, bütün iyimser beklentilerimize rağmen, Orta Doğu’daki bu tarihî dönüşümün, barış, istikrar, demokrasi ve refaha tahvil edilmesinin, uluslararası camianın bugünden atacağı adımlara bağlı olacağını kaydeden Cumhurbaşkanı Gül, Harp Akademileri konuşmasında, ilk aşamada gönüllülük esasına dayanacak Avrupa Konseyi benzeri bir “bölgesel insan hakları mekanizması” kurulması fikrini dile getirdiğini hatırlattı.
Demokrasinin, bir ülkeyi huzurlu ve muktedir kılan en önemli güç vektörü olduğuna inandığını söyleyen Cumhurbaşkanı Gül, dünyamızın daha parlak bir geleceğe sahip olmasının, çağdaş medeniyetin siyasi projesi olan demokrasinin, daha çok ülkede benimsenmesine bağlı olacağını kaydetti.
Cumhurbaşkanı Gül, bu doğrultuda, demokrasiyi kurumsallaştıracak, adalet talebinin bütün boyutlarıyla karşılanmasını temin edecek, sağlam anayasaların yürürlükte olmasının kıymetinin bilindiğini ifade etti.
“ANAYASA MAHKEMEMİZ, ARTIK ÖRTÜLÜ VESAYETLERİN TAHAKKÜMÜNDEN KURTULMUŞTUR”
Demokrasi ve adaletin fonksiyonlarını yerine getirebilmeleri bakımından, anayasalar kadar millet adına anayasal denetimi sağlayan yüksek mahkemelerin rolünün de önem taşıdığını dile getiren Cumhurbaşkanı Gül, “Anayasa Mahkememiz, bugün yarım asrı bulan geçmişiyle, artık örtülü vesayetlerin tahakkümünden kurtulmuştur. Yüce Mahkeme’nin, demokrasimizin ilerlemesi, adaletin layıkıyla tecellisi, kurumlarımız arasında uyumun sağlanması ve her şeyden önemlisi kişi hak ve özgürlüklerinin korunması ve genişletilmesine dair ulvi vazifelerini, daha nice yıllar layıkıyla yerine getireceğine yürekten inanıyorum. Bu vesileyle, Yüce Mahkeme’nin bugün yemin eden yeni üyeleri, Zühtü Arslan ve Muammer Topal’ı tebrik ediyor görevlerinde başarılar diliyorum” dedi.
Cumhurbaşkanı Gül, düzenlenen sempozyumun, ülkemizde ve dünyada daha çok adalet, daha gelişmiş bir demokrasi ve daha özgür ve mutlu bir toplum hedefine ulaşma yolunda mütevazı, ancak kıymetli bir adım teşkil etmesi dileğinde bulundu.
Anayasa Mahkemesi’nin 50. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen törene, TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Ürdün Başbakanı Avn Şevket el-Hasavni, AİHM Başkanı Nicolas Bratza, Yargıtay Başkanı Nazım Kaynak, Danıştay Başkanı Hüseyin Karakullukçu, Başbakan yardımcıları Bülent Arınç, Beşir Atalay, Ali Babacan, Türkiye’deki yabancı misyon şefleri ile 60 dolayında ülkenin Anayasa Mahkemesi başkan ve üyeleri katıldı.