KİTAPLAR

Fotoğraf Galerisi

Video Galeri

Günün Fotoğrafı

 

“Modern Devlet Sadece Hesap Soran Değil, Aynı Zamanda Hesap Veren Devlettir”

08.09.2011
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült
“Modern Devlet Sadece Hesap Soran Değil, Aynı Zamanda Hesap Veren Devlettir”

 

Üçüncü Yaroslavl Küresel Siyasi Forumu’nda "Şeref konuğu" sıfatıyla “Küreselleşme Çağında Modern Devlet ve Toplumsal Çeşitlilik” başlıklı bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Batı’nın ırkçılık ve yabancı düşmanlığı gibi nükseden hastalıklarını tedavi etmek, Doğu’nun çoğu kez azgelişmişlikten kaynaklanan sorunlarıyla başa çıkmaktan daha çetin bir mücadele gerektirmektedir” dedi.

 


RUS HALKINA BAŞSAĞLIĞI

Cumhurbaşkanı Gül sözlerinin başında dün Yaroslavl’da meydana gelen elim uçak kazasında çok sayıda kişinin hayatını kaybetmesinden dolayı başta Devlet Başkanı Medvedev olmak üzere bütün Rus halkına başsağlığı diledi ve acılı ailelere sabır ve metanet temennisinde bulundu.

Konuşmasında, üçüncüsü düzenlenmekte olan ve kısa sürede küresel anlamda entelektüel hayata ve siyasi tartışmalara katkıda bulunan bu güzide platformda hitap etmekten duyduğu mutluluğu ifade eden Cumhurbaşkanı Gül, “modern devlet” teması etrafında şekillenen Yaroslavl Forumu’nun ihdasına öncülük eden Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Medvedev ve Forum’un düzenlemesinde emeği geçen tüm yetkililere teşekkür etti.

MODERN DEVLETİN FONKSİYONLARI

Cumhurbaşkanı Gül, küreselleşmenin, gerek modern devletin fonksiyonları, gerekse toplumsal insicamın unsurları bakımından uluslararası camiayı birçok sorun ve açmazla karşı karşıya bıraktığına işaret ederek, “Bu bağlamda, kişi hak ve özgürlüklerinin genişletilmesi ve güvenlik, ulusal egemenlik ve uluslararası meşruiyet, teşebbüs hürriyeti ve regülasyon, bireysel fayda ve toplumsal maliyet, ekonomik büyüme ve adil paylaşım, milli çıkar ve küresel sorumluluk, ekonomik kalkınma ve sürdürülebilir çevre, çok kültürlülük ile toplumsal entegrasyon ve insicam gibi pek çok ikilemlere çözüm bulmak, modern devletin vasıflarının oluşmasında belirleyici bir unsur haline gelmiştir.” dedi.

Geçmişte devletin, kendi güvenliği ve bekasını her şeyin üstünde tutan, sınırları içindeki toplumu bu amaç uğrunda örgütlenmesi gereken bir araç olarak gören bir kurum niteliği taşıdığını, günümüzde de hâlâ devlet mekanizmasını bu anlayışla yorumlayan ve devletin güvenliğini halkın temel hak ve özgürlüklerinin üzerinde gören rejimler bulunduğunu hatırlatan Cumhurbaşkanı Gül, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Ancak zaman içinde devlete ait toplum veya milletten, toplum veya millete ait devlet anlayışına doğru bir geçiş olmuştur. Korkuyla, baskıyla halkları yönetmek devri de bitmek üzeredir. Devletin yegâne varlık sebebinin, halkının meşru arzu, talep ve beklentilerini karşılamak olarak tanımlandığı bir anlayış ortaya çıkmıştır. İşte modern devlet kavramının özünde de bu anlayış yatmaktadır. İnsanı bireysel ve toplumsal anlamda belirleyici öğesi olarak kabul eden ve özgürlük-güvenlik dengesinde, özgürlükler alanının genişletilmesini düstur edinen bir yapı. Aynı şekilde eşitlikçi, çoğulcu, katılımcı; bir başka deyişle gerçek anlamda demokratik bir sistem içinde hareket edilmesi de modern devletin en temel şart ve özelliklerinden birisini teşkil etmektedir. Bu haliyle modern devlet, insanoğlunun bir yandan haksızlığı, şiddeti, vahşeti ve güçlünün güçsüze tahakkümünü önlemek, diğer yandan toplumsal adaleti, barışı ve refahı sürdürülebilir kılmak için ihdas ettiği en iyi mekanizmadır.”

“DEVLETİN ASLİ ÖDEVİ, TOPLUMUN DEĞİŞİM TALEBİNE CEVAP ÜRETMEKTİR”

Cumhurbaşkanı Gül, modern devletinin oluşumundaki esas sürecin, toplum ve devletin, yani “temsil edilen” ile “temsil edenin” hak ve sorumluluklarının sınırlarının çizilmesiyle başladığını hatırlatarak, bu çerçevede, modern devletin dinamik bir olgu, sürekli bir yapı olduğunu kaydetti.

Küreselleşmenin toplumların siyasi, ekonomik ve sosyal kimyalarını sürekli bir değişime tabi tuttuğuna dikkat çeken Cumhurbaşkanı Gül, “Bu nedenle toplum, devletin değişimlere ayak uydurmasını istemektedir. Devletin asli ödevi de toplumun bu talebini yerine getirmektir. Bugün biz siyasetçilere, devlet adamlarına düşen görev de bu sürecin önündeki engelleri kaldırmak ve olabildiğince hızlandırmaktır.” diye konuştu.

“MODERN DEVLET SADECE HESAP SORAN DEĞİL, AYNI ZAMANDA HESAP VEREN DEVLETTİR”

Her ülkeye aynı şekilde uygulanacak bir modelden söz etmenin mümkün olmadığını belirten Cumhurbaşkanı Gül, farklı ülkelerin, farklı yapıları içinde modern devlete ulaşmak için esas alınması gereken referansları şöyle nitelendirdi: “Hukukun üstünlüğünü düstur edinen ‘demokratik bir devlet’tir. Temel insan hak ve özgürlüklerinden taviz vermeden güvenlik ve istikrarı sağlayan ‘özgürlükçü bir devlet’tir. Ekonomik büyümeyi sağlarken, hakça bölüşümü ihmal etmeyen ‘sosyal bir devlet’tir. Milli çıkarlarının peşinde koşarken, insanlığa karşı sorumluluklarının bilincinde olan ‘erdemli bir devlet’tir. Ekonomik kalkınma politikalarında başta çevre olmak üzere gelecek nesillere yönelik mesuliyetinin farkında olan ‘sorumlu bir devlet’tir. Bireysel girişimciliğin önünü açarken, toplumsal maliyetleri en aza indirgeyecek ‘düzenleyici bir devlet’tir. Sadece ‘hesap soran’ değil, aynı zamanda ‘hesap veren bir devlet’tir. Halkın tüm kesimlerini kucaklayan ve farklılıkları zenginlik olarak gören ‘müşfik ve hoşgörülü bir devlet’tir.”

Konuşmasının devamında toplumsal çeşitlilik ve çok kültürlülüğe dair görüşlerini de aktaran Cumhurbaşkanı Gül, yaşanılan çağa bir isim vermek gerekirse toplumsal çeşitliliğin bu bağlamda ilk akla gelen unsurlardan biri olduğunu, bu sürecin, küreselleşen dünyada sosyal mobilitenin artması ve çok çeşitli saiklere dayanan göçlerin yoğunluk kazanması ile de bağlantılı olduğunu belirtti.

Bu çerçevede toplum içinde artan kültürel, dini ve etnik farklılıkların, yeni bölünme ve gerginliklerin kaynağı olabildiğine işaret eden Cumhurbaşkanı Gül, özellikle sosyo-ekonomik açıdan sorunlu toplumlarda bu tür farklılıkların, yaşanan güçlüklerin kaynağı olarak görülmesinin, konuya daha da karmaşık bir boyut kazandırdığına dikkat çekti.

“MODERN DEVLET ÇEŞİTLİLİK VE FARKLILIKLARI YÖNETEBİLMELİDİR”

Cumhurbaşkanı Gül, konuşmasına şöyle devam etti: “İşte modern devletin bugün karşılaştığı en önemli hususlardan birini, bu çeşitliliği ve farklılığı yönetebilme kabiliyeti oluşturmaktadır. Bu çerçevede devletin tüm vatandaşlarına dil, din, ırk ayrımı gözetmeksizin eşit anayasal hak ve güvenceler sağlaması, gelir dağılımı ve fırsat eşitliğinde adil bir sistem kurması önem taşımaktadır. Devletin yönlendirici ve denetleyici rolünü, istismarın önlenmesi, eşitsizliklerin giderilmesi ve toplumun her kesiminin sisteme eşit bir ortak olarak katılması yönünde kullanması elzemdir. Keza, kültürel, dini ve etnik farklılıkların bir toplum için zafiyet değil, aksine o ülkeyi zenginleştiren bir olgu olarak kabul edilmesi modern devletin vasıfları arasında yer almalıdır. Bu bağlamda kapsayıcı ve kucaklayıcı bir siyaset dili, devlet imkânlarının bu yönde kullanılması ve yasaların toplumun tüm bireyleri için eşit olarak uygulanması bir zaruret arzetmektedir. Aynı şekilde devlet mekanizmasının bu yönde kullanılabilmesi için gerekli iradeyi ve vizyonu ortaya koyabilecek liderlere de ihtiyaç bulunmaktadır.”

Tarih boyunca uygarlıkların beşiği olmuş ve yüzyıllar boyunca çok dinli, çok etnikli ve çok kültürlü imparatorluklara ev sahipliği yapmış Türkiye’nin, toplumsal çeşitlilik konusunda engin bir tecrübeye sahip olduğunu vurgulayan Cumhurbaşkanı Gül, “Esasen Türk insanının yaklaşık iki yüz yıl önce başlayan çoğulculuk ve demokrasi temelli modernleşme çabaları, ülkemizde son on yılda siyasi ve ekonomik alanlarda gerçekleştirilen köklü reformlarla daha da ivme ve etkinlik kazanmıştır. Yaptığımız reformların temel amacı halkın hayat standartlarını yükseltmeye ve sosyal uyumu teşvik etmeye yönelik olmuştur. Yapılan çalışmalarla bir anlamda ‘temsil eden devlet’ ile ‘temsil edilen halk’ arasındaki kamusal diyalog kanalları genişletilmiş, devlet kendi güvenliğini toplumun huzur ve refahına bağlı olarak pekiştirmiştir.” dedi.

“SİYASİ ALANDA YAPTIĞIMIZ REFORMLARLA DEMOKRASİYİ TEMİNAT ALTINA ALAN KURUMLARIMIZI GÜÇLENDİRDİK”

Ekonomik alanda 2000’li yılların başında yaşanan ekonomik krizden sonra yapılan reformlarla; kronik enflasyon kontrol altına alınıp, yüksek faiz sarmalı kırılarak, gelir dağılımındaki eşitsizliklerin giderilmesi yolunda önemli mesafe kat edildiğini ve ekonomik büyümeden toplumun her kesiminin yararlanmasının sağlandığını anlatan Cumhurbaşkanı Gül, piyasa ekonomisine de etkinlik kazandırıldığını, ekonominin içeriden ve dışarıdan gelen şoklar karşısında güçlü bir yapıya kavuşturulduğunu söyledi.

Cumhurbaşkanı Gül, bu süreçte ekonomik ve siyasi alanda yaşanan gelişmeleri şu şekilde aktardı: “Bir yandan serbest girişimin ve yatırım ortamının önünü açarken, diğer yandan piyasanın sağlıklı ve şeffaf işlemesini sağlayacak güçlü kurallar ihdas ettik. Nitekim bu sayede 2008 yılından itibaren pek çok ülkede sert şekilde hissedilen küresel ekonomik krizden asgari düzeyde etkilenen nadir ülkeler arasında yer aldık. Siyasi alanda ise, yaptığımız reformlarla; demokrasi, şeffaflık, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıkların korunmasını teminat altına alan kurumları güçlendirdik. Çoğulcu demokratik normlara uyum yönünde önemli mesafe kaydettik. Siyasi ve ekonomik alanlarda eş zamanlı olarak yürüttüğümüz reformlar, birbirinin tesirini çarpan etkisiyle artıran sonuçlar doğurmuştur. Bu çerçevede, gerçekleştirilen siyasi ve hukuki reformlarla temel hak ve özgürlük alanları genişleyip demokrasimiz güçlendikçe, ülkemize duyulan güven ve yapılan yatırımlar artarak ekonomimiz üzerinde olumlu yansımada bulunmuştur. Bugün Türkiye, dünyanın 16., Avrupa’nın 6. büyük ekonomisi konumuna yükselmiştir. Diğer taraftan, ekonomik reformlarla artan maddi imkânlarımız sayesinde Türkiye, demokratikleşme ve modern devlet olma yolunda daha özgüvenli şekilde hareket etmeye ve önemli bölgesel ve küresel sorumluluklar üstlenmeye başlamıştır. Bu meyanda, ülkemiz yılda 2 milyar dolara yaklaşan, hiçbir karşılık beklemeden insanlık adına yapılan kalkınma yardımlarıyla yükselen bir donör ülke konumuna terfi etmiştir.”

Demokrasinin kapsamını genişletmek, standardını yükseltmek, yetkin ve olgun bir aşamaya taşımak, ayrıca demokratik katılımı artırmak için hâlâ atılması gereken adımlar olduğunu, bu çerçevede 12 Haziran’da yapılan seçimlerin ardından toplumun tüm kesimlerinin ortak arzusunun, Türkiye’yi gelecek yüzyıllara taşıyacak yeni ve özgürlükçü bir anayasa yapılması şeklinde tecelli ettiğini bildiren Cumhurbaşkanı Gül, “Tecrübe bize göstermiştir ki, devletin rolü ve işlevi, halkın taleplerine kulak verdiği ve beklentilerini karşıladığı ölçüde anlam kazanmaktadır.” dedi.

“KUZEY AFRİKA VE ORTA DOĞU TARİHİ BİR DEMOKRATİKLEŞME DÖNEMECİNİN EŞİĞİNDE”

Artan siyasi ve ekonomik gücü ile ilerleyen demokratik standartlarına paralel olarak, bölgesinden başlamak üzere uluslararası alanda daha aktif ve etkin bir dış politika izleme kabiliyetini de yükselten Türkiye’nin, insan haklarının ve demokrasinin gelişmesinin, barış, kalkınma ve sosyal adaletin tesisinde önemli rol oynayacağı düşüncesinden hareketle, politikalarını bu minval üzerinde şekillendirildiğini ileten Cumhurbaşkanı Gül, “Nitekim, bu yılın başında Kuzey Afrika’da başlayan ve hızla diğer Orta Doğu ülkelerine yayılan değişim ve demokratik dönüşüm hareketlerini, 1848 ve 1989 devrimlerine eşdeğer olaylar olarak görüyoruz. Bölgenin demokratik, modern devlet modeline geçiş yönünde tarihi bir dönemecin eşiğinde olduğunu düşünüyoruz. Türkiye bu anlayışla bölge halklarının meşru reform taleplerini desteklemekte, küresel ölçekte etkileri olacak bu tarihi dönüşümün, barış, istikrar, huzur ve refaha tahvil edilmesi için çaba sarf etmektedir.” şeklinde konuştu.

Dünyamız için daha parlak bir geleceğin, çağdaş medeniyetin siyasi projesi olan demokrasinin çok daha fazla sayıda ülke tarafından benimsenmesinde yattığını vurgulayan Cumhurbaşkanı Gül, her ülkeye uyan tek tip bir demokrasi kalıbı bulunmadığını, ancak, insan hakları ve temel hürriyetlere saygı ile hukuku her şeyin üzerinde tutan bir tutum benimsenmesinin, demokrasi ve toplumsal çeşitlilikleri kucaklayan modern devlet yolunda atılacak temel adımlar olduğunu kaydetti.

Cumhurbaşkanı Gül, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Unutmayalım ki, bu adımlar atılarak oluşturulacak güçlü toplumlar, müşfik ve etkin modern devletlerin; etkin modern devletler de daha müreffeh bir küresel düzenin teminatı olacaktır. Demokrasi, bir ülkeyi muktedir kılan en önemli güç vektörüdür. Gücünü halktan alan bir devletin, hem bekası, hem de uluslararası itibarı teminat altındadır.”

“ARAP BAHARI HALKIN DÖNÜŞÜM TALEBİNİN SONUCUDUR”

Cumhurbaşkanı Gül, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı gibi değerlerin, Avrupa’da doğan ve küresel ölçekte yansımaları olan değerler olduğunu belirterek, halkın demokratik dönüşüm talebiyle başlayan Arap Baharının da bu gerçeğin en son tezahürü olduğunu kaydetti.

Bu gelişmeler yaşanırken ve insanlığın ortak kültür anlayışı genişlerken, esasen ayırımcı görüşlerin kulvarının da daralmasının beklendiğini, ancak, bugün belirli bölgelerde farklılıkları çatışma sebebi olarak gören aşırı görüşlerin halen zemin kazanabildiğine şahit olunduğunu ifade eden Cumhurbaşkanı Gül, bu akımların, insanlığa demokrasi ve modern devlet kavramlarını hediye etmiş olan Avrupa kıtasındaki tezahürlerinin ise ayrıca düşündürücü olduğuna dikkat çekerek, şunları söyledi: “Irkçılık, İslam-karşıtlığı ve yabancı düşmanlığı, Avrupa’yı etkisine alan ekonomik krizle de bağlantılı olarak ciddi bir endişeye yol açmaktadır. Göçmenleri güvenlik, işsizlik, suç, fakirlik ve diğer sosyal sorunların ana sebebi şeklinde gösteren partilerin oy oranları artmaktadır. Halkın bu korkularına karşı, göç konusunda sert tedbirler alan hükümetler ve ana siyasi partilerin verdiği tepki de ayrı bir endişe kaynağıdır. Artan hoşgörüsüzlük ve ayrımcılık, radikalleşmenin de tetikleyicisi olmaktadır. Değerli Dostum Medvedev’in konuşmasında bunları geniş bir şekilde işlemiş olmasından gerçekten aynı kaygıları taşıdığımızı görüyorum ve bunun herkes tarafından dikkate alınması gerektiğini arzu ediyorum. Çeşitli dinsel, ırksal ve kültürel topluluklar arasındaki büyüyen farklar toplumlarımızın sosyal dokusuna zarar vermeye başlamıştır. Eğer bu eğilim denetim altına alınmazsa dünyamız içinde yaşaması çok daha tehlikeli bir yer haline gelecektir. Bu bağlamda; bir Norveç vatandaşı tarafından yapılan ve gücünü çok kültürlülükten alan Norveç demokrasisini hedefleyen saldırı üzerinde hassasiyetle düşünmek gerekmektedir. Bu menfur saldırı, terörizm ve aşırıcılığın belirli bir din veya coğrafya ile bağlantılı olmadığını ve Avrupa’da giderek daha fazla destek bulmakta olan aşırı sağ ideolojilerin de ciddi bir güvenlik riski oluşturduğunu en net biçimde ortaya koymuştur.”

“BATI’NIN YABANCI DÜŞMANLIĞI GİBİ HASTALIKLARINI TEDAVİ ETMEK, DOĞU’NUN SORUNLARIYLA BAŞA ÇIKMAKTAN DAHA ZOR”

Cumhurbaşkanı Gül konuşmasını şu şekilde sürdürdü: “Daha önce sağ eğilimlere ilişkin endişelerimizi çeşitli vesilelerle meslektaşlarımızın dikkatine getirdiğimizde, üzülerek söylüyorum, iç siyasi saiklerle bunlara göz yumulduğunu gördük. Zira, Batı’nın ırkçılık ve yabancı düşmanlığı gibi nükseden hastalıklarını tedavi etmek, Doğu’nun çoğu kez azgelişmişlikten kaynaklanan sorunlarıyla başa çıkmaktan daha çetin bir mücadele gerektirmektedir.”

Avrupa’da ekonominin giderek yaşlanan nüfus nedeniyle yavaşladığını, uzmanların da işaret ettiği gibi, Avrupa’da ekonomiye yeniden canlılık kazandırmak ve refahı sürdürülebilir kılmak için belli derecede göçmene ihtiyaç duyulduğunu belirten Cumhurbaşkanı Gül, “Avrupa önümüzdeki dönemde daha fazla farklılık barındırmak durumunda kalacaktır.” tespitinde bulundu ve “Bu itibarla, ayırımcılıktan uzak durmak ve farklılıkları kucaklamak kaçınılmazdır. Kaldı ki kapsayıcılık demokratik toplumun olmazsa olmaz şartıdır. Farklılıklar, dışlama, yok sayma ve kültürel bölünmenin bir mazereti değil; tam tersine demokratik zenginliğin bir göstergesi olarak alınmalıdır. Irkçı ve yabancı düşmanı eğilimleri sorgulama ve özeleştiriye yönelme cesareti gösterilmelidir. Temel hedef hoşgörü eşiğinin hep yukarıya doğru taşınması olmalıdır. Bana göre bu, modern devlet olmanın da temel şartıdır.” dedi.

“DİPLOMASİ DİLİ YAPICI VE HOŞGÖRÜLÜ OLMALI”

Yaşanılan gelişmelerin çok kültürlülük ve dünya barışı bakımından yeni bir diplomasi ve siyaset dili geliştirme ihtiyacına da işaret ettiğini bildiren Cumhurbaşkanı Gül, gerek Türkiye içinde gerek uluslararası platformlarda dikkat çektiği “yeni bir diplomasi ve siyaset dili” ihtiyacına, son olarak Ocak 2011’de Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisine hitabında değindiğini hatırlatarak, diplomatik ve siyasi dilin niteliğinin, sonuçları da belirlediğine dair kanaatini yineledi ve “Zira, bugün kullandığımız diplomasi ve siyaset dili çağımız gelişmelerine, sorunlarına ve açmazlarına cevap vermekte yetersiz kalmakta, hatta bazı durumlarda çatışmayı teşvik etmektedir. Bu dilin yeni, yapıcı, birleştirici, dinamik ve hoşgörülü bir lisanla değiştirilmesi gerekmektedir.” dedi.

“Kullandığımız dil, yapıcı da olabilir, yıkıcı da. Ünlü Türk şairi Yunus Emre’nin de söylediği gibi; söz vardır savaşı bitirir, söz vardır bir insanının hayatını bitirir.” diye konuşan Cumhurbaşkanı Gül, bugün pek çok ülkenin tarihi ve doğal nedenlerle; din, dil, etnik köken bakımından farklı unsurları içinde barındıran bir yapıya sahip olduğunu, bu gerçeğe rağmen, toplumsal çeşitliliği ve çok kültürlülüğü arzu edilmeyen ve terk edilmesi gereken bir politika seçeneğiymiş gibi takdim eden liderlerin bulunmasının, işaret ettiği tehlikeli sürece dikkat çekerek, siyasi aktörlerin seçtikleri dil vasıtasıyla, ortak bir anlayış oluşturabilecekleri gibi, bölünmenin teşvik edilmesine de hizmet edebileceklerini kaydetti.

“TEK KÜLTÜRLÜ, TEK ETNİKLİ, TEK DİNLİ BİR TOPLUM TAHAYYÜL ETMEK, TARİHİN AKIŞINA TERSTİR”

Tarihteki sayısız örneklerinde görüldüğü üzere, toplumsal ve kültürel çeşitliliği, ulusal birlik ve uyum içinde yaşatabilen ülkelerin, her bakımdan tarih sahnesinde öne çıkardığını, buna karşılık, değişik korkularla, toplumsal ve kültürel çeşitliliği ortadan kaldırmaya veya baskı altına almaya çalışan ülkelerin ise, öncelikle beşeri zenginliklerini yitirdiklerini, bilahare ekonomik ve siyasi güç kaybına uğradıklarını hatırlatan Cumhurbaşkanı Gül, “Bu realite ortadayken, tek kültürlü, tek etnikli, tek dinli bir toplum tahayyül etmek, anakronistik bir yaklaşım olup, tarihin akışına terstir.” dedi ve tüm liderleri bir kere daha toplumsal uyumu teşvik eden bir dil benimsemeye davet etti.

Cumhurbaşkanı Gül, bu mesajları farklı kültürlerin barış içinde bir arada yaşamasına imkân sağlayan köklü geleneğiyle esasen toplumsal çeşitliliğin en güzel örneklerinden birini teşkil eden Rusya’da vermekten duyduğu memnuniyeti dile getirerek, konuşmasını; “Binlerce yıllık devlet geleneğine, büyük imparatorlukların tecrübe ve mirasına sahip olan Türkiye ve Rusya Federasyonu, küresel düzenin bu parametreler üzerinde şekillenmesine en anlamlı katkıda bulunabilecek ülkelerin başında gelmektedir. Avrasya coğrafyasının belkemiğini oluşturan ülkelerimizin, toplumsal çeşitlilik ve modern devlet yolunda atacağı her adım, bizi daha güvenli, daha huzurlu ve daha müreffeh bir dünya idealine yakınlaştıracaktır.” sözleriyle tamamladı.

 

Tüm Haberler

Yazdır Paylaş Yukarı