AFC Cumhurbaşkanı’yla Düzenledikleri Ortak Basın Toplantısında Yaptıkları Açıklama

19.09.2011
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

Değerli Basın Mensupları,

Her şeyden önce Sayın Cumhurbaşkanı Wulff ve Değerli Eşlerine teşekkür etmek istiyorum, buraya geldiğimizden itibaren bize gösterdikleri büyük konukseverlik için. Geçen sene de kendileri Türkiye’deydiler. Türkiye gezileri çok güzel olmuştu. Hâlâ onun anılarını muhafaza ettiklerini dünkü görüşmelerimizde hep gördüm, sık sık hep atıfta bulundular. Bundan da gerçekten çok mutlu oldum.

Türkiye veya Almanya’nın ilişkileri, olağanüstü iki ülke ilişkisine benzemektedir. Tarihi kökleri vardır. Biraz önce Sayın Cumhurbaşkanının da söylediği gibi, Türkler ve Almanların ta Osmanlı dönemine, Prusya krallığına, 1800’lü, 1700’lü yıllara giden çok köklü ilişkiler vardır. Avrupa’da bütün milletler birbiriyle kavga etmiştir, savaşlar yapılmış, acılar yaşanmıştır. Ama birbiriyle kavga etmeyen iki nadir millet vardır, biri Türkler, biri Almanlar; daima çok dost olmuşlardır, müttefik olmuşlardır. Birinci Dünya Harbinde hep beraber olunmuştur.

Bugün de Türk-Alman ilişkilerinin güçlü olmasının birçok nedenleri vardır. Her şeyden önce 50 yıl kadar önce Türkiye’den davet üzerine buraya gelen Türk iş gücünün bugün 3 milyona yakını buradadır, bunların 1 milyona yakını Alman vatandaşıdır. Ve bundan sonra Türk asıllı Alman vatandaşları söz konusudur. Ve bunların içerisinde, bugün de çok başarılı kişileri görmekten ayrıca her zaman gurur duyuyoruz. Değerli siyasetçiler, spor adamları, sporcular, sanatçılar, kültür adamları, iş dünyasında çok değerli örnekler, bütün bunları görmek Türk-Alman ilişkilerinin ne kadar sağlam olduğunu göstermekte ve bunun geleceğe de ne kadar güçlü taşınacağını göstermektedir.

Bu görüşmelerimizde en çok ele aldığımız nokta bu olmuştur, Türk-Alman ilişkilerini geleceğe taşımak. Geleceğe taşırken de güçlü temeller üzerinde yeni vizyonlarla geliştirmek. Bilimde, teknolojide, sanatta, kültürde, eğitimde; bütün bu alanlarda ilişkilerimizi çok daha derinleştirmek ve güçlendirmek. Ayrıca ekonomik ilişkilerimizin geldiği seviyeden duyduğumuz memnuniyeti ifade ettik. Bugün, Türkiye-Almanya dış ticareti 29 milyar dolar civarındadır. Memnuniyetle ifade etmek isterim ki bu senenin ilk yarısında da %38 artış göstermiştir, yani giderek daha çok artmaktadır. Ayrıca bugün değerli maliye bakanlarımızın imzaladıkları Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması, ekonomik ilişkilere ayrı bir ivme verecektir. İnanıyorum ki bu dış ticaret hacmi çok daha büyüyecektir.

Yine her sene Almanya’dan çok sayıda turisti ağırlıyoruz, bu sene 5 milyona yakın Alman vatandaşı Türkiye’yi ziyaret edecektir, bu da bizim için ayrıca gurur kaynağıdır. İlişkilerimizin çok güçlü bir şekilde gelişmesinde her iki ülkenin ekonomisinin gayet sağlıklı olmasının önemli rolü vardır. Avrupa’nın en sağlıklı iki ekonomisine sahibiz. Makro ekonomik göstergeler açısından Maastricht Kriterleri’ni karşılayan iki ülke vardır. Türkiye’nin de Almanya’nın da bütçe açıkları en düşüktür. Dış borçları en düşük seviyededir. Her iki ülke de büyümesini devam ettirmektedir. Türkiye bu senenin ilk yarısında, %10,2 büyümeyi gerçekleştirmiştir ki, dünyanın en hızlı büyüyen ülkesi olmuştur. Bütün bu göstergeler, birçok Avrupa ülkesinde ise maalesef çok negatiftir. Ümit ediyoruz ki hızlı bir toparlanma içerisinde, diğer ülkeler de kendilerini toparlarlar ve ekonomik canlanma, hep beraber yaşanır.

Görüşmelerimizde tabii ki dış politika alanındaki görüşlerimizi de paylaştık. Özellikle Orta Doğuda olup bitenler konusunda görüşlerimi Sayın Wulff ile paylaştım. İlişkilerimizin insani boyutu da var, bu anlamda vizeyle ilgili konular başta olmak üzere AB ile ilgili düşüncelerimizi ve bu konuda AB’nin en lokomotif ülkesi olan Almanya’dan beklentilerimizle Sayın Cumhurbaşkanıyla paylaşma imkânı buldum.

Bu gezimizin Türk-Alman ilişkilerinde yeni bir dönemi ve yeni bir hamleyi başlatacağına inancım tamdır. Yarın yapacağımız iş toplantısında çok sayıda iş adamı bir araya gelecektir. İnanıyorum ki bizlerin bu kararlılığını gördükçe, onlar da daha çok teşvik edildiklerini göreceklerdir. Ve çok daha güzel başarılar ortaya çıkacaktır. Ben bir kez daha Sayın Cumhurbaşkanına çok teşekkür ediyorum. Akşamki programımız doğrusu program dışı bir program oldu. Beraber akşam bize çok özel bir ev sahipliği yaptılar. Biraz önce bahsettikleri yerleri gezdirdiler. Bunların bir kısmını filmlerde görürdük, soğuk savaş döneminde casuslar nasıl değişiyor, bütün oraları gördük. O hatıraları, acı hatıraları bir kez daha hatırladık ama, bugün tabii birleşmenin ortaya çıkarttığı büyük bir mutluluk var. Orada şu kararı verdik, bu fikir Sayın Wulff’tan ve değerli eşlerinden geldi: “Burada, Almanya’da 300 bine yakın Türk olduğuna göre, niçin onların yoğun olduğu bir yere gitmeyelim” dediler. Biz de “Gidelim” dedik ve aniden belki biraz protokolü şaşırttık ama, doğrusu güzel oldu. Akşam onlar da çok onurlanmış oldu. Bundan dolayı da tekrar hepinize teşekkür ediyorum.

SORU: Sayın Cumhurbaşkanı Gül’e bir sorum olacak. Türklerin Almanya’daki uyumunu daha da iyi hale getirmek için ne yapabilirsiniz, ne yapmak istersiniz?

SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Ben doğrusu uyumun anahtarının insandan geçtiği kanaatindeyim. O bakımdan, burada her iki tarafa da düşen görevler var. Burada yaşayan, burada yaşamayı düşünen bütün Türklerin en güzel şekilde Almanca öğrenmelerinin şart olduğu kanaatindeyim. Bu fikrimi daha önce de paylaştım, bugün de buradan sesleniyorum. Burada yaşayacaksa insanlar, buranın lisanını en güzel şekilde konuşması lazım. Burada değil de başka bir yerde yaşayacaksa, İngiltere’de yaşayacaksa oranın lisanını, Çin’de yaşayacaksa oranın lisanını öğrenmesi lazım. Bu hem kendisine katkısı için, hem yaşadığı topluma faydalı olabilmesi için şart olan bir şey. Tabii ki biraz önce Sayın Cumhurbaşkanı’nın söylediği gibi, asimilasyon başka bir şey. En güzel şekilde Almancayı konuşmak, aksansız bir şekilde Almancayı konuşmak, kendi kimliğini, kendi inançlarını, kendi dinini değiştirmek anlamına kesinlikle gelmez. Çok kültürlülük içerisinde, demokrasi içerisinde, mevcut olan ülkenin hukukuna en büyük bağlılığı göstererek, en güzel şekilde lisan öğrenilebilir. Lisan öğrenmenin önünde bazı engeller olduğu kanaatindeyim. Bana verilen bilgilere göre, lisan aslında ilkokulda öğreniliyor, hatta ondan önce öğreniliyor, “kindergarten”larda öğreniliyor. Çocukların okul öncesi okullara gitmesi teşvik edilmeli. Bununla ilgili herhangi bir sorun varsa, o da dikkatle analiz edilmeli ve o sorun giderilmeli. Diyelim ki, eğer bir Müslüman Türk aile çocuğunu gönderirken, onun yemesi, onun yiyeceklerine falan dikkat ediyor, burada bir dikkatsizlik var, ondan sakınıyorsa, bu çok basit bir problem. Onun yemekleri ona göre ayarlanır ve o garanti onlara verilir ve bütün çocuklar da okula gönderilir. İşin oradan başladığı kanaatindeyim. Yoksa lise çağına geldikten sonra, ileri çağlarda lisan öğrenmek oldukça zorlaşıyor. Burada yaşayan insanların bunu muhakkak başarması gerekir. Tabii ki yine Almancayı aksansız konuşmak, kendi anadilini bilmemek anlamına da gelmez. Kendi anadilinde insanlar eğer güzel bir şekilde konuşabilirlerse, başka dili de çok güzel bir şekilde konuşabilirler; bütün bilim adamlarının söylediği de bu. Bunların zor olmadığı kanaatindeyim. Şimdi çift dilli, ikisini de anadili gibi konuşan insanların sayısı çoktur, bundan hiç çekinmemek lazım. Bunun için herkesin üstüne düşen görev vardır, herkes üstüne düşeni yapmalı.

SORU: Avrupa Birliği’ne katılımı desteklediğinizi birçok defa söylediniz. Türkiye’deki halkın görüşü nasıl, gerçekten de büyük bir çoğunluk Avrupa Birliği’ne üyeliği istiyor mu, halk arasında, nüfus arasındaki ortam nasıl? İkinci sorum; Almanya tarafından imtiyazlı ortaklıktan bahsedildi. Ucu açık görüşmeler, müzakereler bununla bağdaşır mı? Mesela yarın Sayın Şansölye ile bir görüşmeniz olacak, bu konuya değinecek misiniz?

SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkileri yeni değil biliyorsunuz. Aslında bütün Alman devlet adamları, Avrupa’nın bütün büyük liderleri, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile beraberliğini başından beri hep desteklemişlerdir ve bu ilişkiler çok eskiye gitmektedir. Türkiye aday ülke olduktan sonra müzakerelere de, tam üyelik müzakerelerine de başlamıştır. Şimdi burada soğukkanlı düşünmek gerekir. Önce oybirliğiyle alınan bir karar var, Türkiye’nin üyeliğiyle ilgili. Ama bu üyelik otomatik bir üyelik değil tabii ki. Bu üyeliğin kriterleri var, şartları var. Bu şartlar nedir? Müzakere sürecinde başarılı olmaktır. Müzakere süreci nedir? Üye olmak isteyen ülkenin bütün standartlarını Avrupa Birliği standartlarına taşımasıdır ve bununla ilgili fasıllar vardır. Bu fasılların gereğini yapmasıdır. Şimdi Türkiye bununla meşguldür doğrusu. Türkiye tam üye olsun mu, olmasın mı müzakeresinin ben şu anda yapılmasının çok yersiz olduğu kanaatindeyim.

Türkiye’nin müzakere sürecinin başarıyla bitirilmesine önce fırsat vermek gerekir. Türkiye müzakereleri başarıyla bitirdikten sonra Avrupa Konseyi “Evet, Türkiye hazırdır.” diyecek, sonra da üye ülkelerin bazılarında referandum yapılacak; “Türkiye üye olsun mu, olmasın mı” diye. O ülkelerden birisinin halkı, “Hayır, biz Türkiye’yi istemiyoruz, Türkiye bize yük olacak.” derse, Türkiye zaten tam üye olmayacak, biz de bunu saygıyla karşılayacağız. Hatta burada açıkça konuşmak isterim. Bilmiyorum, belki o gün geldiğinde Türk halkı da “Ben tam üye olmak istemiyorum.” diyebilir. Ama bugün hepimizin görevi şudur: Attığımız imzaları onurlandırmak. Ahde vefa ilkesi, Avrupa’nın temel ilkelerinden birisidir; bunun gereğini hep yapmak. Türkiye’nin müzakere sürecini başarıyla bitirmesi, Türkiye’nin çok işine yarar, Türkiye’yi her bakımdan çok güçlü bir ülke yapar, demokratik standartları, hukuk standartları, ekonomisi güçlü bir ülke yapar. Bunun da herhalde bütün Avrupa’ya, Avrupa ülkelerine çok büyük katkısı olur. Bundan hiç korkmamak lazım, çekinmemek lazım.

Özel nitelikli bir ilişki ise, doğrusu bunu biz biraz anlamakta zorluk çekeriz. Çünkü şu anda zaten çok özel nitelikli bir işbirliği içindeyiz. Niçin? 1996 yılından beri Avrupa’yla gümrük birliği içerisindeyiz. Almanya ile Türkiye arasında hiçbir gümrük duvarı yok. Bütün Alman endüstrisi, bütün Alman ürünleri gümrüksüz bir şekilde Türkiye’ye gelir. İngiltere’nin, Fransa’nın, İtalya’nın, İspanya’nın bütün Avrupa Birliği üyesi ülkelerin, bütün malları Türkiye’ye serbestçe gelir, Türk malları da Avrupa’ya serbestçe gelir. Bizim bu rekabete cesaretimiz var, girdik ve bu rekabeti de yapıyoruz şimdi. Bunun ötesinde daha nasıl bir özel ilişki olur, doğrusu o biraz zor. O bakımdan, burada ilkeli hareket etmemiz gerekir, müzakere sürecini bitirmemize bir fırsat vermek gerekir. Müzakere sürecini bitirdikten sonra o günün şartlarına bakılır, eğer istenmiyorsa, Türkiye’nin bir yük olduğu düşünülüyorsa, doğrusu biz o zaman üye olmamayı, yani referandum neticesinde de böyle çıkarsa, memnuniyetle karşılarız. Ama bugün bu stratejik yönelişimizden kesinlikle vazgeçme niyetinde değiliz.

SORU: Özellikle Almanya’daki göç politikasını eleştirmiştiniz. Almanya’ya gelmeden önce, en çok rahatsızlık duyduğunuz nedir?

SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ: Açıkçası, uyumla ilgili hassasiyetlere yine şu anda dikkat çektim. Burada yaşayan insanların şüphesiz ki, buraya en iyi şekilde uyum göstermesi ve burada yaşayan insanların buranın kurallarını en iyi şekilde benimseyerek ve buranın dilini en iyi şekilde konuşarak topluma, çevresine, herkese faydalı olması çok gerekiyor. Şimdi, bu kadar yoğun ilişki olunca, 3 milyona yakın insan, bunun 1 milyonu Alman vatandaşı, diğerleri burada yaşıyor ama hâlâ Türk vatandaşı. Dolayısıyla, gidiş gelişler, iki ülke arasında çok büyük ilişkiler var. Şimdi burada özellikle vize konusunda çok büyük sıkıntılar yaşandığını hep görüyorum. Bana gelen bütün şikâyetler, karşılaştığım bütün şeyler bunlar. Öyle ki, Türk iş adamları fuarlara mallarını gönderiyorlar ama, “Fuarlara biz gidemiyoruz” diyorlar. Bilim adamları konferanslara davet ediliyorlar, gelemiyorlar, vize alamıyorlar veya kültürel faaliyet olacak, işte konser olacak, konser ilan ediliyor, duyuruluyor ama vizeler çıkmadığı için konserler iptal ediliyor. Tabii evlilikle ilgili de, yani insanların kimle evleneceği tamamen çok insani bir konu. Burada, evleneceği insanın muhakkak lisan, Almancayı bilmesi şartının konması, doğrusu bu da birazcık yaralayıcı. O açıdan, bütün bu konuların özgüven içerisinde tekrar gözden geçirilmesi, karşılıklı konuşulması gerekir. Muhakkak ki, Alman tarafının da kendi bazı hassasiyetleri vardır, bunlar durduk yere çıkmamıştır. Bununla ilgili çeşitli konular olabilir ama, bunların konuşularak, giderilmesi gerektiğine inanıyorum. Bunlar beraber konuşularak -gayet samimiyetle artık her şeyi birbirimize açabilecek vaziyetteyiz- bu tip problemlerin gitmesinin insanları çok rahatlatacağına inanıyorum.

Yazdır Paylaş Yukarı