Basın Açıklaması

18.12.2008
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült
Sayın Cumhurbaşkanımız, TBMM üyeliği, Başbakanlık, Başbakan Yardımcılığı ve Dışişleri Bakanlığı yaptığı dönemlerden bugüne kadar, en çetin ortamlar dahil her türlü uluslararası platformda ve dış temaslarında Türkiye'nin 1915 olayları ile ilgili iddialar ve Türk-Ermeni ilişkileri hakkındaki görüş ve önerilerini defalarca açıkça ifade etmiş ve kuvvetle savunmuşlardır.
Nitekim, TBMM'nin desteklemiş olduğu Ortak Tarih Komisyonu kurulması önerisi de, Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı oldukları dönemde yapılmış ve kendileri tarafından uluslararası düzeyde savunulmuştur. Bu atılım, Türk tezlerinin dünya kamuoyuna maledilmesi bakımından bir dönüm noktası teşkil etmiştir.
Sayın Cumhurbaşkanımız, Devletin ve Hükümetin veya tek tek vatandaşların görüşleri mahfuz kalmak üzere, bu konunun Türk kamuoyunda ve akademik çevrelerde en geniş ve özgür biçimde tartışılmakta olmasını ise, Türkiye'de diğer birçok ülkeden daha ileri ve özgür bir demokratik tartışma ortamının mevcudiyetinin, Türk halkının tarihiyle barışıklığının ve kendine duyduğu özgüvenin bir göstergesi olarak görmektedirler.
Sayın Cumhurbaşkanımız, konuyla ilgili görüşlerinin bilinmesine rağmen, konunun küçük siyasi hesaplarla çarpıtılmakta olmasından üzüntü duymuşlardır.


Sayın Cumhurbaşkanımızın, Türkiye'nin 1915 olayları ile ilgili iddialar ve Türk-Ermeni ilişkileri hakkında geçmiş yıllarda, çeşitli platformlarda açıklamış olduğu görüş ve önerileri aşağıda sunulmaktadır:


BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DIŞİŞLERİ BAKANI ABDULLAH GÜL'ÜN, ERMENİ İDDİALARI KONUSUNDA TBMM'DE GENEL GÖRÜŞME AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGENİN GÖRÜŞÜLMESİ VESİLESİYLE YAPTIKLARI KONUŞMA
Ankara, 13 Nisan 2005


Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Yüce Meclis'in ulusça üzerinde büyük hassasiyet
duyduğumuz bir mesele olan Ermeni iddiaları
üzerinde genel görüşme yapmasını fevkalade yararlı
görüyorum. Bu yıl, sözde soykırımın 90. yılı olduğu gerekçesiyle Türkiye aleyhine yürütülen faaliyetler yoğunlaştırılmış bulunmaktadır.
Böyle bir dönemde yapılan bu genel görüşmenin,
ülkemizin bu iddialara karşı yürütmekte olduğu mücadele bakımından önemli katkı sağlayacağına inanıyorum.
Değerli Milletvekilleri,
Öncelikle bir hususun altını çizmek istiyorum:
Konuşmamda kullanacağım "Ermeni" tanımlamasıyla hiçbir şekilde Ermeni
kökenli vatandaşlarımızı kastetmiyorum. Onlar devletimize yürekten bağ-
lı, her türlü vatandaşlık yükümlülüklerini yerine getiren, ülkelerinin daha
iyi günlere taşınması için toplumsal katkılarını esirgemeyen vatandaşları-
mızdır. Bu vesileyle, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden Cumhuriyet'e, sekiz
yüzyılı aşan ortak yaşantımıza sanat, bilim, ticaret gibi birçok alanda katkı
da bulunan Ermenileri de saygıyla anıyorum.
Diğer yandan, Türkiye dışında yaşayan Ermeniler arasında, Türk halkı ile
dostluğa özen gösteren ve bu yolda çaba harcayan, Türkiye ile kültürel ve in-
sani bağlarını sürdürmeye gayret eden çok sayıda cesur ve dirayetli Ermeni
dostlarımız bulunmaktadır. Buradan kendilerine olan takdir ve dostluk duygularımızı işade etmek isterim.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Türkiye uzun süreden beri soykırım iddialarıyla ilgili olarak çok iyi organize
olmuş, her fırsatı değerlendirmekten kaçınmayan bir kampanya ile karşı karşıya bulunmaktadır. Bu örgütlü kampanya halkımız ve ülkemiz aleyhine yaklaşık bir asır öncesinde yaratılmaya başlanan önyargılara, iftira, yalan, abartma
ve saptırmalara dayandırılmaktadır:
Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri'nin Birinci Dünya Savaşı'na katılmasını sağlamak amacıyla savaş sırasında Ermenilerin kitle halinde öldürülmekte
oldukları propagandasını işleyen, İngiliz Savaş Bakanlığı'nın propaganda
bürosunun yayınladığı meşhur "Mavi Kitap" malumunuzdur.
Yine zamanın İstanbul'daki ABD Büyükelçisi, yanında çalışan bazı aşırı Ermenilerden aldığı bilgilerden yola çıkarak, kendisine parlak bir siyasi gelecek
hazırlamak amacıyla yalan dolu anılar yayınlamıştır. Böylece halkımız
ve ülkemiz aleyhine önyargıların yeşermesine katkıda bulunmuştur.
Bu gibi kitaplar ve propaganda yayınları incelendiğinde görülen manzara,
1915 yılının bir günü ülkemiz topraklarında yaşayan Ermenilerin, durup dururken
katliama tabi tutulduğudur. Konunun vahim tarafı, bu gibi propaganda
malzemesinin, tutarsızlıkları, düzmece oldukları, hangi amaçlarla kaleme
alındıkları açıkça ortada iken halen bazı çevreler tarafından muteber addedilmeleridir.
Bu yayınların sözde bilimsel eserlere kaynak veya dayanak alınmaları
daha da vahim neticeler ortaya çıkarmıştır.
Öte yandan, bazı yabancı bilim adamları, objektif ve dürüst araştırmaları sonucunda sözkonusu iddialardaki abartı ve yanlışları tespit etmiş bulunmaktadırlar. Buna göre yapılan dengeli değerlendirmeleri de dünyaya açıklamışlardır.
Değerli Milletvekilleri,
1915 yılında meydana gelen olayları sağlıklı analiz edebilmek için 1915 yılından önce neler yaşandığını iyi incelemek gerektiğini düşünüyorum.
Türklerin Anadolu'ya ayak bastığı 11. yüzyıldan 19. yüzyılın sonlarına kadar
800 yüzyılı aşkın bir süreyle Türk-Ermeni ilişkileri barış ve karşılıklı güven
esaslarına dayalı olarak gelişmiştir. Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u
fethinden sonra Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan Ermeniler "millet" adı
altında örgütlenmişlerdir. Kendi dini liderlerinin yönetiminde devletin sağladığı huzur ve özgürlük içinde yaşamaya başlamışlardır. Osmanlı'nın "sadık
millet" olarak gördüğü Ermeniler Osmanlı bürokrasisinde bakan, paşa, savcı,
büyükelçi, vali, yargıç olarak üst düzey görevlere getirilmişlerdir. Hiçbir
ayrıma tabi tutulmamışlardır. Ancak, 1820'lerden sonra Çarlık Rusya'sı, zamanın İngiltere ve Fransa hükümetleri, aralarındaki nüfuz ve çıkar mücadelesinde
Ermenileri Osmanlıya karşı kullanılacak önemli bir unsur olarak görmüşlerdir.
Bu güçler, bu doğrultuda Doğu Anadolu'da Ermenilere hayali bir
Ermenistan vaat etmişlerdir. Balkanlarda bağımsızlık yolunda yaşanan gelişmeler
de aynı yöndeki çabaları artırmıştır. Bu devletlerin kışkırtmaları sonucunda
1880'den itibaren çeşitli Ermeni komiteleri kurulmaya başanmıştır.
1887'de Cenevre'de Hınçak, 1890 ‘da ise Tiflis'te Taşnak Komiteleri ortaya
çıkmıştır. Her iki Komitenin ortak hedefi Osmanlı topraklarında Ermenilerin
yaşadığı bölgeleri içeren bir Ermeni devleti kurulması olmuştur.
Daha sonra Osmanlı sınırları içinde de örgütlenen bu komitelerin kışkırtmaları
sonucu Osmanlı'ya karşı Ermeni isyanları başamıştır. Bunlar, uyguladıkları
suikast ve banka baskını yöntemleriyle şimdi dünyanın ve insanlığın başına bela olan terörizmin öncüleri olmuşardır.
Bazı Ermeni gruplar, başta Erzurum, Kayseri, Yozgat, Çorum, Merzifon,
Van ve Adana olmak üzere Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde ayaklanmışardır. Ermeni Komiteleri tarafından başlatılan isyanların temel hedefi, Osmanlı
İmparatorluğu'nun isyanları bastırma girişimlerini her seferinde katliam
olarak takdim etmek ve Batılı büyük güçleri Ermeniler lehine müdahaleye
teşvik etmek olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması ve Osmanlı Devleti'nin İtilaf Devletleri'ne
karşı savaşa girmesi aşırı eğilimli Ermenilerce büyük bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. Bu çerçevede, kurulan gönüllü Ermeni alayları, Rus ordularının Doğu Anadolu'ya girmesi ile birlikte savunmasız kalan Türk şehir,
kasaba ve köylerine saldırarak çocuk ve kadınlar dahil sivillere karşı katliama
girişmişlerdir. Osmanlı kuvvetlerini arkadan vurmuşlardır. Osmanlı birliklerinin
harekatını engellemişlerdir. İkmal yollarını kesmişlerdir. Yaralı
konvoylarını pusuya düşürmüşlerdir. Köprü ve yolları imha etmişlerdir. Şehirlerde
ayaklanarak Rus işgalini kolaylaştırmışardır.
Osmanlı Hükümeti, bu durum karşısında, Ermeni Patriğini, mebuslarını ve
diğer önde gelenlerini çağırarak Ermenilerin Müslümanları katletmeye devam
etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını bildirmiştir. Ancak, bu
uyarıdan sonuç alınamayınca Hükümet 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni komitelerini kapatmıştır. 235 kişiyi devlet aleyhine faaliyette bulunmaktan tutuklamıştır. Ermeni çevrelerinin her yıl "sözde Ermeni soykırımı"nın yıldönümü
diye andıkları 24 Nisan, işte bu komitelerin kapandığı, komitecilerin
yani o günkü teröristlerin tutuklandığı tarihtir.
Osmanlı Hükümeti, 27 Mayıs 1915 tarihinde, maruz kaldığı bu büyük iç ve
dış tehdit nedeniyle benzer tehlikelerle karşılaşan tüm ülkelerin almakta tereddüt
etmediği bir savunma önlemine başvurmuştur: Savaş bölgelerinde
oturan Ermenileri güneydeki Osmanlı topraklarına sevk etme yani tehcir
kararı almıştır. Ermeni nüfus bu karardan zamanlıca haberdar edilmiştir. Gerekli
hazırlıklar yapıldıktan sonra nakil işlemi başlamıştır. Ayrıca, İstanbul'da
ve Anadolu'da sıcak savaş bölgesinden uzakta yaşayan Ermeniler tehcir
kararının dışında tutulmuşlardır.
Osmanlı Hükümeti, sözkonusu Ermenilerin savaş dışı bölgelere yeniden yerleştirilmesi sırasında Ermeni nüfusun zarar görmemesi için gerekli güvenlik
önlemlerinin alınması talimatını vermiştir. Bu amaçla yayınlanan ve Osmanlı
arşivlerinde bulunan emirler mevcuttur, bunlar herkesin incelemesine
açıktır. Bu belgeler gerçek durumun somut kanıtıdır. Bir yandan I. Dünya
Savaşı'nın devam etmesi, öte yandan iç ayaklanma ve isyan, savaştan
kaynaklanan ortam, mahallindeki kin ve intikam duyguları sözkonusu sevk
sırasında kaşilelerin birtakım saldırılara uğramasına sebep olmuştur. Hükümet
bu durumu engellemeye çalışmıştır. Nitekim, devlet otoritesinin kuvvetli
olduğu bölgelerde Ermeni kafilelerine karşı çok az sayıda saldırı vuku
bulmuştur. Ermeni kafilelerine kötü davranan ve Hükümetin talimatlarına
uymayan yaklaşık 1.390 kişi yargılanmıştır. Bir çoğu idam dahil cezalara
çarptırılmıştır.
Burada şu soruyu sormak istiyorum: Ermenileri yok etmeyi amaçlayan bir
devlet, Ermeni kafilelerine kötü davrandığı için kendi görevlilerini ve vatandaşlarını yargılayıp cezalandırır mı ve hatta suçun ağırlığına göre idama
çarptırıp infaz eder mi? Ayrıca, savaş günlerinin araç, yakıt, gıda ve diğer imkanlarının yetersizliği, ağır iklim şartları ve tifüs gibi salgın hastalıklar da
can kaybının artmasına yol açmıştır. Esasen sözkonusu zaman dilimi, tüm
Anadolu halkının aynı kaderi paylaştığı bir dönemdir.
Emperyalist güçlerin Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı süresince Ermenileri
kışkırtma faaliyetleri devam etmiştir. 1918 Kasım'ında Güneydoğu
Anadolu'nun bir bölümü ile Kilikya bölgesini işgal eden Fransız kuvvetleri,
bölgede bir Ermenistan Devleti kurma vaadiyle Ermenilerle anlaşmıştır. Önce
Ermeni gönüllü taburları, daha sonra da Fransız Yabancı Lejyonu'na bağlı Ermeni Lejyonu kurulmuştur. Fransız komutasındaki bu Ermeni askerleri
1921 yılına kadar bölgede kanlı katliamlar yapmışlardır. Bu husus Fransız
belgelerinde kayıtlıdır.
Değerli Milletvekilleri,
Bütün bu tarihi gerçeklerin çarpıtılarak 1915'de yaşanan olayların dünya kamuoyuna soykırım olarak takdim edilmeye çalışılması hukuki dayanaktan da
tamamen yoksundur. Soykırım terimi, 9 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu'nda kabul edilen "Soykırım Suçunun Önlenmesi ve
Cezalandırılması Sözleşmesi"nin ikinci maddesinde tanımlanmıştır. Buna
göre "soykırım": "ulusal, etnik, dini veya ırksal bir grubun, sırf bu grup mensubu olmaları nedeniyle, kısmen veya tamamen yok edilme kastıyla öldürülmeleri,
ciddi bedensel ve ruhsal zarara uğratılmaları veya böyle bir grubun
fiziki varlığının kısmen veya tamamen yok edeceği açıkça belli
olan yaşama koşullarına tabi tutulmaları, grup içinde doğumları önleyecek
tedbirlerin zorla uygulanması yahut bir grubun çocuklarının
başka bir gruba zorla nakledilmesi"şeklinde tanımlanmıştır.
Sadece bu tanıma uyan eylemler soykırım suçu olarak adlandırılabilir. Bu tanımda üzerinde hassasiyetle durulması gereken, bir grubun bu grup mensubu
olmaları nedeniyle kısmen veya tamamen yok edilme "kast"ıdır. Böyle bir
kastın mevcut olmadığı açıkça ortadadır. Bir insan grubunun sırf o gruba ait
olduğu için yok edilmesi ancak asırlarca önyargıların oluşturulması suretiyle
mümkün olabilir. Oysa Anadolu asırlarca çok değişik kimliklerin bir arada
barış içinde yaşadıkları bir toprak parçasıdır. İnsanlarda birbirlerine karşı,
başka yerlerde gördüğümüz önyargı yoktur. Soykırım iddiasında bulunan
çevreler, 90 yıldır tüm çabalarına rağmen, Osmanlının Ermenileri yok etme
niyetini ortaya koyan tek bir belge bulamamışlardır. Belge dediklerinin de
sahteliği ortaya çıkarılmıştır.
Esasen Ermeni iddiaları hukuki olarak Birinci Dünya Savaşı'ndan hemen
sonra araştırılmıştır. Savaş sonrasında İstanbul'u işgal eden ingilizler, Ermeni
Patrikhanesi'nin raporlarına dayanarak katliam ve değişik suçları işlemekten
sorumlu tuttukları, aralarında bakan ve diğer üst düzey sivil ve askeri
yöneticilerin de bulunduğu 144 Osmanlı yöneticisini yargılanmak üzere
Malta'ya sürgüne göndermişlerdir. Ancak, Osmanlı arşivleri kontrolü altında
olmasına karşın İngilizler, bütün çabalarına rağmen, sözkonusu şahısları
suçlayacak tek bir kanıt bulamamışlardır. Bunun üzerine Malta sürgünlerinin
tümünü serbest bırakmışlardır. Bu şekilde Ermeni soykırımı iddialarının
geçersizliği ta o dönemde saptanmıştır.
Değerli Milletvekilleri,
Cumhuriyet'in kurulmasından sonra yaklaşık yarım yüzyıl Ermeni iddiaları
gündeme gelmemiştir. Bu iddiaların 1965 yılından itibaren ivme kazandığı
ve bir kampanyaya dönüştüğü görülmektedir. Ardındaki saikler hakkında
görüş ve spekülasyonlar çeşitlidir. Bazı Ermeni gruplar, sözde soykırım iddialarını dünya kamuoyuna tanıtmak için araç olarak terörü seçmişlerdir. Halkımıza ve ülkemize karşı geçtiğimiz yüzyılın başından itibaren yeni nesillerini
önyargıyla, nefretle yetiştirenler 1973 yılında ASALA gibi bazı terörist
örgütler vasıtasıyla Türk diplomatlarına ve Türk hedeflerine yönelik terör
saldırılarını başlatmışlardır. Türk hedeflerine karşı 200'den fazla saldırı gerçekleştirilmiştir.
Saldırılar 4 kıtada 21 ülkede vuku bulmuştur. Sözkonusu terör
saldırıları sonucu 1985 yılına kadar otuzu aşkın diplomatımız, kamu görevlimiz
ve aile yakını şehit edilmiştir. Bu vesileyle aziz şehitlerimizi bir kere
daha rahmet ve saygıyla anıyorum.
Hatırlayacaksınız, bu cinayetleri haber yapan yabancı basın yayın organları
haberleri verirken, ‘bir Türk diplomatı öldürüldü' diye kısacık yazmışlardır.
Haberin altında ise, uzun uzun 1915 yılında meydana gelen olayları tek yanlı
adeta ırkçı bir bakış açısıyla okurlarına veya dinleyenlere aktarmışlardır.
Bu terör örgütlerinin bazı mensupları yakalanmış olmalarına rağmen, cezalandırılmamışlardır. Terör örgütlerinin faaliyetinden haberdar olanlar, bu örgütlerin faaliyetlerini ancak kendi vatandaşları zarar görünce engellemek
yoluna gitmişlerdir.
Şimdi biz de sormak isteriz: Eğer bu teröristler zamanında yakalansa ve adalete
teslim edilseydi, terörizm denilen bela bugün bu kadar büyük bir tehdit
oluşturur muydu? Ancak, terörle bir sonuca ulaşılamayacağını anlayan militan
Ermeni çevreleri, bu defa Türkiye'ye karşı yürüttükleri kampanyada taktik
değiştirerek sözde soykırımın çeşitli ülkelerin ulusal ve yerel parlamentoları
tarafından tanınması yoluyla Türkiye'ye baskı yapmaya çalışmışlardır.
Ermenistan'ın bağımsızlığını kazanmasından sonra bu yöndeki faaliyetler
önemli ölçüde artmıştır. Bugüne kadar Arjantin, Belçika, Fransa, Hollanda,
İsveç, İsviçre, İtalya, Kanada, Lübnan, Rusya Federasyonu, Slovakya, Uruguay,
Yunanistan, Kıbrıs Rum Yönetimi parlamentoları ile Avrupa Parlamentosu'nda
sözde soykırıma ilişkin haksız bildiri veya kararlar kabul edilmiştir.
Ayrıca, ABD, Kanada, Arjantin, Avustralya, İsviçre'deki bazı yerel
parlamentolarda ne yazık ki bu konuda kararlar geçirilmiştir. Tarihi gerçekleri
hiçe sayan, Türk milletine karşı büyük haksızlık ve saygısızlık teşkil eden
bu kararları yine tarih mahkum edecektir.
Son olarak, Almanya'da ana muhalefeti oluşturan Hıristiyan Demokrat Partiler
Birliği CDU/CSU Federal Parlamento Grubu tarafından 22 Ekim 2005
tarihinde Ermeni iddialarına ilişkin olarak Federal Parlamento'ya bir karar
tasarısı sunulmuştur. Fransa'da bu amaçla son zamanlarda üç ayrı tasarı Parlamento'ya sunulmuştur. Ayrıca, diaspora ABD Kongresi'nden sözde soykırımın tanınmasını sağlayacak bir karar kabul edilmesini sağlamak amacıyla
uzun süredir yoğun bir kampanya yürütmektedir. 24 Nisan öncesi ABD
Kongresi'ne sözde soykırıma ilişkin bir karar tasarısının sunulması çabaları
olduğuna dair duyumlar vardır. Bazı Ermeni çevrelerinin bu çabaları bugüne
kadar ABD Yönetimlerinin kararlı tutumları sayesinde amacına ulaşamamıştır. Benzer girişimler başka ülkelerde devam etmektedir. Bütün bu girişimlere
karşı her düzeyde aktif bir diplomatik mücadele sergilemekteyiz.
Bu kürsüden bu tür girişimlerin sahiplerine bir kez daha seslenmek istiyorum:
Parlamentolar tarihi olaylar hakkında karar alabilecek, yargıya varabilecek
kurumlar değildir. Tarihi ancak tarihçiler değerlendirebilir. Saikleri ne
olursa olsun yabancı parlamentolara sunulan ve Ermeni soykırımı iddialarına destek veren tüm tasarılar, bizleri yaralamakta, müttefik olarak gördüğü
ve bildiği bazı ülkelerin niyetlerine ilişkin Türk kamuoyunda soru işaretlerinin
oluşmasına neden olmakta ve Ermenistan ile ilişkilerimizin geleceğine
hiç de olumlu bir katkı yapmamaktadır. Sözkonusu parlamenter meslektaşlarımızı bu tür girişimlerden vazgeçmeye davet ediyorum. Yaptıklarının hiçbir faydası yoktur.
Aşırı Ermeni çevrelerinin diğer önemli bir amacı da sözde soykırımın ülkemiz
tarafından tanınmasının AB üyeliğimiz için bir ön koşul haline getirilmesini
sağlamaktır. Bildiğiniz üzere, 17 Aralık Zirvesi öncesi Ermenistan
Cumhurbaşkanı Koçaryan, AB üyesi ülkelerin Devlet/Hükümet başkanlarına gönderdiği bir mektupla Türkiye ile müzakerelerin başlatılmamasını istemiştir.
AB Devlet ve Hükümet başkanlarının bu mektubu dikkate almamış
olmalarını, hatta bazılarının mektuba tepki göstermiş olmalarını memnuniyetle
karşıladık.
Peki nasıl oluyor da, 1915 yılında yaşanan olaylar tarihi gerçeklerin tam aksine
bazı ülke parlamentoları tarafından soykırım olarak nitelendirilebiliyor?
Bunun en önemli sebebi çok iyi organize olmuş ve elinde büyük maddi
imkanlar bulunan diasporanın yıllardır yürüttüğü kapsamlı faaliyetlerdir. Diasporanın faaliyetleri Ermenistan Devleti tarafından bazen gizli bazen de
açıkça desteklenmektedir. Ermenistan Büyükelçilerinin sözde soykırımın çeşitli
ülke parlamentoları tarafından tanınmasını sağlamak amacıyla faaliyetler
yürüttüğü görülmektedir. Diaspora, her yıl sözde soykırım konusunda çok
sayıda kitabın basılmasını, Ermeni görüşlerine yakın yazarlar tarafından kaleme
alınan makalelerin önemli gazete ve dergilerde yayınlanmasını sağlamaktadır. Sözde soykırım konusunda çok sayıda konferans, toplantı ve sempozyum
düzenlenmektedir. Bunlara Ermeni görüşlerine yakın araştırmacı ve
akademisyenlerin katılımı sağlanarak konu sürekli gündemde tutulmaya çalışılmaktadır.
Diaspora, benzer şekilde, sözde soykırımı işleyen daha çok belgesel nitelikteki
filmlerin çekilmesini sağlamaktadır. Bunların çok sayıda sinema ve televizyon
kanalında yayınlanmasını teşvik etmektedir. Son olarak, Ermeni asıllı
Kanadalı Atom Egoyan tarafından çekilen "Ararat" filmi çok sayıda ülkede
gösterilmiştir. Filmin gişe hasılatının yaklaşık 3 milyon dolar, maliyetinin
ise 15.5 milyon dolar olduğu öğrenilmiştir. Diaspora propaganda amacıyla
sadece bir film için bu kadar büyük paralar harcayabilmektedir. Bu rakam sanırım karşı karşıya bulunduğumuz çevrelerin propaganda gücü hakkında hepimize
bir fikir vermektedir. Her yıl yayınlanan kitaplar, makaleler ve filmler
yoluyla özellikle Batılı ülkelerin kamuoyları etkilenmekte ve parlamentoların sözde soykırımı tanıması için ciddi bir baskı unsuru yaratılmaktadır.
Değerli Milletvekilleri,
Bu noktada, bir özeleştiri yapmayı zorunlu görüyorum. Türkiye maalesef Ermeni
iddiaları konusunda uzun yıllar genellikle savunmada kalan bir politika
izlemiştir. Gerçeklerin dünya kamuoyuna anlatılması için gerekli arşiv
çalışmaları zamanında yapılmamıştır. Veya gerekli alt yapı ve tasnif çalışmaları
tamamlanamadığı için istenilen düzeyde hizmet verilmemiştir. Bu durum
dışarıda Türkiye sanki bazı hususları gizliyor inancının oluşmasına yol
açmıştır. İhtiyaç duyulan maddi kaynak sağlanmamıştır. Büyük ölçüde devletin
sağladığı küçük bir bütçeyle bu mücadele yürütülmeye çalışılmıştır. Biz
okullarımızda ve üniversitelerimizde gençlerimize konuya ilişkin tarihi gerçekleri
öğretmezken, Ermeni diasporası çeşitli ülkelerde ders kitaplarında
sözde soykırımına ilişkin bilgilerin yer almasını ve böylece genç nesillerin
beyinlerinde ülkemize karşı önyargıların oluşmasını sağlamakta büyük mesafe
kaydetmiştir.
Bütün bunlarla, bugüne kadar hiçbir şey yapılmamıştır demek istemiyorum.
Bu, asılsız iddialara karşı büyük bir özveriyle mücadele vermiş değerli insanlarımıza ve kurumlarımıza haksızlık yapmak olur. Ama bugün ihtiyaç duyulan, bu mücadeleyi iyi hazırlanmış, tutarlı ve aktiş yeni bir stratejiye oturtmaktır.
Değerli Milletvekilleri,
Bütün bu nedenlerle, bugün yapmakta olduğumuz bu genel görüşmeyi çok
önemli görüyorum. TBMM dahil bütün ilgili kurum ve kuruluşlarımız konuya
gereken duyarlılığı göstermeye başlamışlardır. Ermeni iddiaları sadece
Hükümet tarafından yürütülecek bir mücadeleyle başarılı olunacak bir konu
değildir. Ancak, toplumumuzun bütün kesimlerinin ve bireylerinin ortak çabalarıyla bu alanda başarılı olabiliriz. Sayın Başbakanımız ile Sayın Ana
Muhalefet Partisi Başkanı arasında 8 Mart 2005 tarihinde yapılan ortak
açıklama Ermeni iddiaları ile mücadele azmimizi göstermek bakımından
önemli bir dönüm noktası olmuştur. Türkiye bütün dünyaya iktidarıyla muhalefetiyle ortak bir mücadeleye başlayacağını göstermiştir. Sayın Başbakan
ve Sayın Ana Muhalefet Partisi Lideri, Türk ve Ermeni tarihçileri ve diğer
uzmanlardan bir grup oluşturarak ülkemizin arşivleri dahil tüm ilgili arşivlerde
1915 dönemini araştırmaları ve gerçekleri aydınlığa kavuşturmaları yolunda
tarihi bir çağrı yapmıştır.
Bu konuda Türkiye'nin ciddiyet ve samimiyetini göstermek bakımından daha
da ileri bir teşebbüste bulunulduğunu açıklamak isterim. Bu konudaki teklifimizi,
Sayın Başbakan, resmen bir mektup aracılığı ile Ermenistan Devlet
Başkanı Koçaryan'a da göndermektedir. Sayın Başbakan mektubunda, Ortak
Komisyon kurulması önerimizi iletirken bu önerimiz kabul gördüğü takdirde,
böyle bir Komisyonun kuruluş ve çalışma yöntemlerini Ermenistan ile görüşmeye
hazır olduğumuzu, bu yönde bir girişimin iki ülke arasındaki ilişkilerin
normalleşmesine hizmet edecek bir adım oluşturacağını da bildirmiştir. Buradan,
özellikle parlamentoları sözde soykırımı tanıdığına dair kararlar alan ülkelere
Ermenistan'ı bu çağrıya olumlu cevap vermesi için teşvik etmelerini
beklediğimizi vurgulamak istiyorum. Bunun sözkonusu ülkeler bakımından
yerine getirmeleri gereken bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum.
Buradan, bu olayların hangi tarihte, nerede geçtiğini bilmeden, böyle bir
olay nerede oldu diye sorduğumuzda suskun kalan, ancak sözde soykırımı tanıyan bildirilere imza atan parlamenterlere çağrıda bulunuyorum. Madem ki
bu konuyla ilgileniyorsunuz, o zaman bizim çağrılarımızla ilgilenin, bu çağrılarımıza destek verin, Ermenistan üzerinde girişimlerde bulunun. Aksi takdirde,sizi, sadece basit iç politika ve oy çıkarı uğruna milletlere ve ülkelere
hakaret eden parlamenterler olarak ilan edeceğiz.
Değerli Milletvekilleri,
Bu noktada Ermenistan ile ilişkilerimize kısaca değinmek istiyorum. Özellikle
Batılı ülkeler Ermenistan'la diplomatik ilişki kurarak sınırı açmamız için
bize telkinde bulunmaktadırlar. Bildiğiniz üzere, Türkiye 16 Aralık 1991 tarihinde,
diğer bütün eski Sovyet Cumhuriyetleri ile birlikte, Ermenistan'ın
bağımsızlığını tanımıştır. Bağımsızlığın ardından ekonomik güçlüklerle karşılaşan Ermenistan'a insani yardımda bulunmuştur. Türkiye Ermenistan'a
önemli bir jest daha yapmıştır: Karadeniz Ekonomik İşbirliği sürecini başlatırken, Karadeniz'e kıyısı olmadığı halde istisnai olarak Ermenistan'ı da bu
kuruluşa davet etmiştir. Ermenistan bu şekilde halen merkezi İstanbul'daki
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü'nde temsil edilmektedir.
Bununla birlikte, az önce bahsettiğim gibi, Ermenistan'ın ve Ermeni diasporasının ısrarla sürdürdüğü gerçekleri çarpıtan politikaları nedeniyle Türkiye'nin
Ermenistan ile diplomatik ilişki kurması mümkün olamamıştır. Bunlar,
normal komşuluk ilişkileri tesis edilmesini arzulayan bir devlet için normal
davranışlar mıdır? Hangi devletten sınırlarını resmen tanıdığını ortaya
koymayan bir devletle ilişkilerini normalleştirmesi beklenebilir?
Ayrıca, Ermenistan BM Güvenlik Konseyi kararlarına uymayarak, kardeş
Azerbaycan'ın toprak bütünlüğünü tanımamaya ve Azerbaycan topraklarının yüzde 20'sini işgal altında tutmaya devam etmektedir. Yüz binlerce Azeri
mülteci hala kamplarda seşalet içinde yaşamaktadır. Türkiye bu ihtilafın
sona ermesi için aktif faaliyette bulunmaktadır. Azeri ve Ermeni meslektaşlarımla bu çerçevede son iki yılda çok kere görüşmeler yaptık. Bu çabalarımız sürecektir.
Türkiye, Ermenistan ile ilişkilerinin normalleşmesini istemektedir, ancak bu
ülkenin uluslararası hukukun temel ilkelerine ve BM Güvenlik Konseyi kararlarına aykırı tutumu ile iyi komşuluk ilişkilerine uygun davranmaması
Türkiye'nin Ermenistan ile diplomatik ilişki kurmasına imkan vermemektedir.
Bütün bunlara rağmen, Türkiye ile Ermenistan arasında charter uçak seferlerine
izin verilmiştir. Binlerce Ermenistan vatandaşı Türkiye'ye gelmekte
ve çalışabilmektedirler. Sivil toplum düzeyinde temaslar mevcuttur.
Ermenistan'ın, tarihi gerçeklerin ortaya çıkarılmasını sağlayacak çağrımıza
olumlu yanıt vermesi şüphesiz iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi
sürecine de müspet katkı sağlayacaktır. Buradan bir kere daha Ermenistan'a
bu çağrımızı yineliyorum.
Değerli Milletvekilleri,
Karşımıza çeşitli nedenlerle Ermeni iddiaları getirenlerin ileri sürdükleri bir
husus, Türkiye'yi tarihi ile barıştırmak iddialarıdır. Türkiye tarihi ile barışıktır. Türkiye'nin tarihi ile ilgili bir sorunu yoktur. Kimsenin bundan bir şüphesi
olmasın. Doğrudur, belki tarihimizin bazı sayfalarını özellikle silik bırakmışızdır. Mesela Osmanlı imparatorluğu'nun son yüzyılında Balkanlarda yaşayan
soydaşlarımızın yüzyıllarca yaşadıkları topraklardan kitleler halinde,
yaptıkları eserleri, camileri, kubbeleri, köprüleri bırakarak göçe zorlanmaları
Balkanlarda yaşadıkları katliam ve diğer trajediler, Kafkasya'dan Osmanlı
topraklarına sürülenlerin, Birinci Dünya Savaşı sırasında hayatını kaybeden
yüz binlerce Türk ve diğer Müslümanların oranı dünyaya yeterince haykırılmamıştır.
İstiklal Harbimiz sırasında işgal altındaki şehirlerimizde halkımızın maruz
kaldığı katliam ve zulmün ayrıntıları üzerinde fazla durulmamıştır. Çok kültürlü,
çok etnili, çok dinli Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarında, İmparatorluğun çöküşünü ve parçalanmasını hızlandırmak amacıyla zamanın
güçlü ülkeleri tarafından gönderilen misyonerlerin Müslüman olmayan halkı
nasıl böldükleri, halklar kendi içlerinde bölündükten sonra her bölünen
kesimin her ülkenin değişik siyasi çıkarlarını gerçekleştirmek için nasıl alet
olarak kullanıldıkları da bizim tarihimizde üzerinde yeterince durulmayan
hususlardır.
Bu, bir zaafın sonucu değildir. Bu, asil bir amaç için, Cumhuriyetimizin kurulmasıyla Lozan Barış Antlaşması ile gerek bizim kendi tarihimizde gerek
Türkiye ile ilgili uluslararası ilişkiler tarihinde yeni bir sayfa açıldığını kabul
ederek, yeni nesillerin de geçmişin acılarıyla değil aydınlık, barış dolu dostluğun hüküm süreceği bir istikbalin umuduyla yetişmeleri için yapılmıştır.
Yoksa bu acılara ait tüm bilgiler belleklerde ve belgelerde yer almaktadır.
Tekrar ediyorum, biz tarihimizin her sayfasıyla barışığız. Atalarımız kesinlikle
bir asimilasyon yapmamışlardır. Eğer asimilasyonu hedef alsalardı, birçok
din, dil, ırk şu anda tarihten silinmiş olurdu. Tarihimizden çekineceğimiz
hiçbir şeyimiz yoktur.
Bir hususun üzerinde dikkatle durulması gerektiğini düşünmekteyiz. Burada
konuştuğumuz konuların merkezinde, hangi nedenle olursa olsun, insanlar,
çektikleri acılar, can kayıpları bulunmaktadır. Biz o dönemde bu topraklarda
yaşayan Müslüman veya gayrı-müslim, Türk veya diğer unsurlardan insanlarca
yaşanan ve hepimize üzüntü vermiş olan karşılıklı acıların, vakur bir
şekilde anılmasını saygıyla karşılarız. Ancak acıların dolaylı, ilgisi dahi olmayan
kişi ve gruplarca siyasi amaçlarla sömürülmesini asla kabul edemeyiz.
Bu acıları yalan ve iftiralara alet ederek intikam duygularının yeşertilmesini,
insanımız ve ülkemiz aleyhine önyargı ve nefret duygularının yaratılmasını da asla kabul etmeyiz.
Değerli Milletvekilleri,
Türkiye, Ermeni iddiaları konusunda inisiyatif alan, tarihi gerçeklerin ortaya
çıkarılması için her türlü gayreti gösteren bir politika izleyecektir. Türkiye
her zaman tarihi ile yüzleşmeye hazırdır ve tarihimizde utanılacak hiçbir
dönem olmamıştır. Bu mücadelede sonuna kadar gitmeye kararlıyız. 1915
olaylarına nasıl, hangi şartlar altında gelinmiştir, 1915'te ne olmuştur, tehcir
uygulamasının sonuçları nasıl tecelli etmiştir? Tüm bu hususlar uzman tarihçiler
tarafından daha derinlemesine incelenecektir. Çalışmalarımız, kurumlarımız arasında en geniş ve etkin bir işbirliği ve eşgüdüm içinde yürütülecektir.
Bunun altyapısı oluşturulmaktadır. Halkımız gerçekler hakkında bilgilendirilecek
ve bilinçlendirilecektir. içte yürütülecek çalışmalara paralel olarak
dışarıda da gerçeklerin tanıtılması, haksızlıklarla mücadele edilmesi için aktif
bir çaba içinde olacağız. Bu süreçte Türkiye kadar, belki de çok daha fazla,
başka ülkeler tarihleriyle yüzleşmek zorunda kalacaklar ve o dönemdeki
bazı politikalarını bugünkü nesillere anlatmakta zorlanacaklardır.
Bu süreç topyekün bir mücadeleyi gerektirecektir. Bu mücadeleyi, Yüce
Meclis olarak, Hükümet olarak, bürokrat, akademisyen, bilim adamı, basın yayın kuruluşları, işadamları olarak milletçe yapacağız. Yeni bir strateji izleyeceğiz. Şimdiye kadar yapılan çalışmalara değer veriyoruz. Noksanlarını da
biliyoruz. Yeni çalışmalar yapacağız. Bunu hep birlikte yapacağız. Bu milli bir
davadır. Türk milleti birlik ve bütünlük içinde bu mücadeleden de başarıyla
çıkacaktır. Bu konuda inancım tamdır.
Yüce Meclisi en derin saygılarımla selamlıyorum.



BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DIŞİŞLERİ BAKANI ABDULLAH GÜL'ÜN, BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ'NDE DÜZENLENMESİ ÖNGÖRÜLEN "İMPARATORLUĞUN ÇÖKÜŞ DÖNEMİNDE OSMANLI ERMENİLERİ: BİLİMSEL SORUMLULUK VE DEMOKRASİ SORUNLARI" BAŞLIKLI KONFERANSA ALDIĞI DAVETE CEVABEN BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ PROF. DR SAYIN AYŞE SOYSAL'A GÖNDERDİĞİ MESAJ
22 EYLÜL 2005

Profesör Dr. Sayın Ayşe Soysal
Boğaziçi Üniversitesi Rektörü
İstanbul

Üniversitenizde toplanan "İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri" konulu Konferansa davetiniz için teşekkür ederim.

Bu vesileyle bazı görüşlerimi iletmeyi arzu ediyorum.

Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemi özellikle akademik çevrelerde giderek artan bir ilgiyle tartışılmakta ve araştırılmaktadır. Hemen her gün bu döneme ait yeni belgeler ortaya çıkmakta, kitaplar, makaleler, araştırma sonuçları yayınlanmaktadır. Ancak bu döneme ilişkin verilerin, belgelerin tam olarak incelendiğini söylemek mümkün değildir. Hükümetimiz bu eksikliğin giderilmesine katkıda bulunmak üzere Osmanlı arşivlerinin çağdaş arşiv koşullarında araştırmacılara hizmet vermesini sağlamak amacıyla ciddi atılımlar içerisindedir. 2003 yılından itibaren Arşivlerimiz bilim adamlarına dijital ortama aktarılan belgeler üzerinden hizmet vermeye başlamıştır. Bu çerçevede 75 ülkeye mensup çok sayıda araştırmacı Osmanlı arşivlerinde araştırma yapmış bulunmaktadır. Bu çalışmalar sürmektedir.

Biz sadece kendi arşivlerimizin değil, aynı zamanda dönemin tarihine ışık tutacak tüm arşivlerin araştırmacıların hizmetine açılacak şekilde düzenlenmesini istiyoruz. Bu dönemin daha derinlemesine incelenmesinin, tarihi gerçekleri aydınlatarak ülkeler ve halklar arasındaki ilişkilerin iyileşmesine hizmet edeceğine inanıyoruz. Nitekim, Ermenistan Hükümetine bu amaçla Türk-Ermeni ortak tarihinin iki ülke arasında oluşturulacak bir tarih komisyonunda incelenmesini ve komisyonun bulgularını açıklamasını önermiş bulunuyoruz. Bu konuda bir sonuca varılacağı ümidini taşımaktayız.

Türk-Ermeni ilişkilerinin tarihi, 1000 yıla yakın bir birlikte varolmanın ve ortak bir hayatın tarihidir. Bu süre içinde iki halk birbirlerinin kültürüne, refahına ve güvenliğine katkılarda bulunmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğun çöküş yıllarına rastlayan, İmparatorluğunun vatandaşları olan bütün unsurlar gibi Türk ve Ermeni halklarının da derin acılar çektiği trajik dönem incelenirken, bu noktanın gözden kaçırılmaması gerekir.

Tarihin çeşitli dönemlerinde ve günümüzde bazı toplumların birbirlerinin diline, dinine, kimliğine ve varlığına tahammül edemediği, bu tahammülsüzlüğün köklü, derin ve yıkıcı ideoloji ve önyargılara dönüştüğü ve toplumların bilinçaltına kazındığı maalesef bir vakıadır. Bugün çağdaş uygarlığın en yüksek düzeyini temsil eden toplumlarda dahi yabancı düşmanlığından ırkçılığa, anti-semitizmden Müslüman aleyhtarlığına kadar çok ciddi ve tehlikeli akımlar mevcuttur ve yükseliştedir.

Türkler ve Ermenilerin arasında ise bu tür bir psikolojinin yerinin bulunmaması memnuniyet vericidir. Bu, iki halk arasındaki ilişkilerin geleceği bakımından da büyük bir avantajdır.

Dikkat çekmek istediğim diğer bir husus, Konferansın teması üzerinde bugüne kadar özellikle Türkiye dışında yapılan birçok çalışmanın bilimsel ahlak ve dürüstlükle bağdaşmayacak ölçüde politik niyetlerle yürütüldüğüdür. Ne yazık ki, bu tür çalışmalarda insani konular politik hesaplara alet edilmiş, insani acıların tespit ve takdiminde çifte standart kullanılmıştır. Sübjektif, gayrı-hukuki ve yapay iddialar Türkiye'ye ve Türk halkına siyasi maksatlarla empoze edilmeye çalışılmıştır. Hatta bazı dış çevrelerin bilimsel kuşkuculuğa dahi tahammül edemediği durumlar olmuştur.

Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde sömürgeci-emperyalist güçlerin halkların dini-etnik hassasiyetlerini kendi çıkarları için nasıl acımasızca istismar ederek kışkırtmalarda bulundukları, bazı unsurların ise bilerek veya bilmeyerek bu hesaplara alet oldukları, bütün halklardan genç kuşakların bilmeleri ve ders almaları gereken bir vakıadır. Konferansınızın bu açıdan da bir katkı teşkil etmesini dilerim.

Türk halkı kendisiyle ve tarihiyle barışıktır. Hükümetimizin ve toplumumuzun Türk-Ermeni ilişkileri dahil geçmişimizle ilgili yaklaşımları, kendimize ve geleceğimize olan güvenimizin de bir göstergesidir.

Tüm katılımcılara iyi dileklerimi sunar, Konferansın başarılı geçmesini dilerim.

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DIŞİŞLERİ BAKANI ABDULLAH GÜL'ÜN GAZİ ÜNİVERSİTESİ'NDE DÜZENLENEN "TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİNİN GELİŞİMİ VE 1915 OLAYLARI" BAŞLIKLI SEMPOZYUMA GÖNDERDİĞİ MESAJ

ANKARA, 25.11.2005

Üniversiteniz Atatürk Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından düzenlenen "Türk-Ermeni İlişkilerinin Gelişimi ve 1915 Olayları" konulu sempozyuma davetiniz için teşekkür ederim.

Asılsız iddiaların da etkisiyle Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerini irdeleyen konferans, sempozyum ve seminerlerin birbiri ardına ülkemizde düzenlendiğini görüyoruz. Aynı şekilde, bu dönemi çeşitli yönlerden inceleyen kıymetli çalışmaların yayınlanarak tarih ve bilim çevrelerinin hizmetine sunulmasını memnuniyetle karşılıyoruz. Arşivlerimizi araştırmacıların hizmetine açarak ve arşivlerimizin en üst düzey standartlara erişmesi çalışmalarına her türlü desteği vererek, tarihimizin incelenmesi çalışmalarına yardımcı oluyoruz. Dünya bilim çevrelerine kolaylık sağlanması, bilginin paylaşılması ve öğrenmenin önündeki engellerin kaldırılması amacıyla 2003 yılından itibaren arşivlerimiz araştırmacılara dijital ortama aktarılan belgeler üzerinden hizmet vermeye başlamıştır. Bu çalışmalarımız her geçen gün daha da mükemmel hale getirilmektedir.

Biz sadece kendi arşivlerimizin değil aynı zamanda belirgin bir dönemin tarihine ışık tutacak tüm arşivlerin araştırmacıların hizmetine açılacak şekilde düzenlenmesini istiyoruz. Bu şekilde Konferansınızın da tartışma dönemi olan 1915'li yılların öncesi ve sonrası ile daha derinlemesine incelenmesinin önyargılı suçlamaların yanlışlığını ortaya koyacağına, ülkeler ve halklar arasındaki ilişkilerin iyileşmesine hizmet edeceğine inanıyoruz. Nitekim, Ermenistan Hükümeti'ne bu amaçla Türk-Ermeni ortak tarihinin tartışmalı döneminin iki ülke arasında oluşturulacak bir tarih komisyonunda incelenmesini ve komisyonun bulgularının açıklanmasını önerdik.

Tarih bilimi açısından yapılabilecek en büyük yanlış belirgin bir dönemi, geçmişinden, sonrasından, zamanın şartlarından o dönemdeki devletlerarası ilişkilerden soyutlayarak bir boşlukta incelemeye çalışmak ve sonuçlara varmaktır. Asılsız iddialara destek veren çevrelerin de yanlışı budur. Bu açıdan Konferansınızın tartışma konusu olarak tespit ettiğiniz "Türk-Ermeni ilişkilerinin gelişimi ve 1915 olayları" başlığının çok doğru bir seçim olduğunu düşünüyorum.

Ermeni halkı bin yıla yakın bir süre Türk halkıyla uyum içinde yaşamış, her türlü dini ve ekonomik özgürlükten yararlanmış, müreffeh bir hayat sürmüş, Osmanlı toplum hayatına, kültürüne, sanatına büyük katkılarda bulunmuş, ileri gelenleri Devletin en üst görevlerine getirilmiş bir halktır. Osmanlı İmparatorluğu'nun "Millet-i Sadıka" olarak tarif ve taltif ettiği bu halkın bir kısım unsurları neden 1900'lü yılların başında devlete isyan etme noktasına gelmişlerdir. Buna yol açan iç ve dış etkenler nelerdir. Dönemin büyük güçlerinin bu isyanlarda ne gibi rolleri olmuştur. 1915 yılındaki tehcir kararı hangi şartlarda alınmış ve uygulanmıştır. Tehcirin sonrası nasıl şekillenmiştir. Tüm bu konuların Konferansınızda derinlemesine ele alınacağını, değerli katılımcıların kıymetli katkılarının, 1915 yılında yaşananlara öncesi, sonrası ve tüm yönleri ile ışık tutacağını umuyorum.




Türkiye kendi geçmişiyle, tarihi ile en barışık ülkelerden biridir. Tarihimizin her sayfası ülkemizde tüm boyutları ile tartışılabilmektedir. Esasında geçmişin her yönüyle irdelenmesi, araştırılması, bulguların serbestçe açıklanması tarih öğretisinin bilimsel temelinin vazgeçilmez unsurudur. Tarihi olaylar derinlemesine araştırılmalı bu araştırmalardan elde edilecek sonuçlar, uluslararası camia ile paylaşılmalı ve geçmiş olaylara ışık tutma çabalarına katkıda bulunulmalıdır. Ancak bu şekilde tarihi önyargılardan saplantılar temelinde şekillenen suçlamalardan kurtulunabileceğini düşünüyor ve Konferansınızın bu sürece önemli katkılarda bulunacağına inanıyorum.

Bu vesile ile sempozyumun düzenleyicilerine ve tüm katılımcılara en iyi dileklerimi sunuyor ve başarı dileklerimi iletiyorum.


SAYINCUMHURBAŞKANIMIZIN 24 EKİM 2008 TARİHİNDE "FRANCE 24" HABER KANALINDA GÖRSEL VE 7 KASIM 2008 TARİHİNDE "L'EXPRESS" DERGİSİNDE BASILI OLARAK YAYIMLANAN MÜLAKATINDAN ALINTILAR:

Soru: "Bir futbol karşılaşması vesilesiyle ahiren Ermenistan'a gittiniz. Bu da tarihi bir anlam taşıyor. Acaba Türkiye'nin Ermeni sorunu hakkında yeni bir tutum benimsemesi sözkonusu olabilir mi?"

Sayın Cumhurbaşkanımız: "Şayet Birinci Dünya Savaşı sırasında meydana gelen olaylardan bahsediyorsanız, bu dönemde tüm insanların, herkesin acı çektiğini hatırlatmak istiyorum: Türkler, Ermeniler ve diğer milletlerden insanlar türlü acılar çektiler.

Herkes için trajik olaylar meydana geldi. Şüphesiz ki tüm bu acılara hepimiz üzülürüz.

Ancak Türklerin kendi Ermeni vatandaşlarına karşı kasıtlı bir katliamı katiyen sözkonusu değildir. Olayları savaş koşullarında değerlendirmek icap eder. Ayrıca aynı dönemde maalesef Ermeni vatandaşlarımız da, Ordumuz birçok cephede aynı anda savaşırken, başka bir ülke tarafından kışkırtılmışlardır.

Konunun ayrıntılarına burada girmek istemiyorum. Fakat madem ki ortada bir takım iddialar var, o zaman şu şekilde bir yanıt verdik: Gelin bu iddiaları araştıralım. Bu konuyla ilgili olarak siyasetçiler karar veremezler. Bazı parlamentolarda bu konuda kararlar veriliyor. Şimdi o milletvekillerinden birini çağırsak, "bu olaylar nerede oldu, ne zaman oldu, nasıl oldu" desek size 10 cümle söyleyemez. Oysa bu konuda karar veriliyor. Bu dürüst bir davranış değildir. Dürüst davranış şudur: Bu iddialar sözkonusuysa tarihçilerden oluşan bir bağımsız komisyon kuralım. Bu komisyona arşivlerimizi karşılıklı olarak sonuna kadar açalım. Bu komisyon görevini ifa etsin ve bu çerçevede varılacak neticeleri hepimiz kabul edelim.

Türkiye Cumhuriyeti bu teklifi yaptı. Hatta biraz daha ileri gittik ve örneğin Fransa konuyla ilgileniyorsa, Fransa da bu komisyona katılsın dedik.

Türkiye bütün arşivlerini sonuna kadar açmıştır. En gizli askeri arşivlerini dahi açmıştır. Herkes gelebilir ve çalışabilir.

Tekrar söylüyorum, bundan dolayı çıkıp da 100 yıl öncesinin problemlerini bugünkü nesillere aktarmak doğru bir davranış değildir. Bakın biz Türkler Balkanlardan çekilirken 5 milyon insanımızı kaybettik. Şimdi 100 yıl önce yaşanan bu acıları, o günün zor şartları altındaki problemleri gündeme getirip, bugünkü nesilleri birbirlerine düşman mı edelim? Bunun doğru bir davranış olmadığı kanaatindeyim.

Ama madem böyle iddialar var, o zaman buyurun, en iyi tarihçiler biraraya gelsin ve bağımsız bir şekilde sonuna kadar çalışsınlar ve neticesine bakalım dedik."
Yazdır Paylaş Yukarı